Kendine denk bir dost arama çabaları sonuç vermeyen şair Hermann Heilner her gün boş
saatlerini ormanda tek başına dolaşmakla geçiriyor, daha çok kahverengi sularıyla hüzünlü bir
havaya bürünen Waldsee'ye gidiyordu; gölün çevresini sazlıklar kuşatmakta, üzerini kuruyup
sararmış yapraklarıyla ağaçların dorukları örtmekteydi. Hüzün dolu bu güzelim orman köşesi
romantik ruhlu Heilner'i büyük bir güçle kendine çekiyordu. Burada elinde değnek, düşlere
gömülmüş, durgun sularda halkalar çizen, Lenau'nun sazlıklar üstüne yazdığı şiirleri okuyan
Heilner, luyıda-ki güdük otlara uzanarak ölüm ve yok oluşun o güzsü temasına ilişkin
düşüncelere dalıyor, ağaçlardan dökülen yapraklarla ağaçların çıplak doruklarında hışırtılı
seslerin oluşturduğu melankolik nağmeler onun bu düşüncelerine eşlik ediyordu. Arada bir
cebinden siyah kaplı küçük bir defter çıkarıp kurşunkalemle şiirler çiziktiriyordu içine.
Ekim sonlarında yarı aydınlık bir öğle saatinde tek başına gezmeye çıkan Hans, bir
rastlantı sonucu onun bulunduğu yere geldi. Küçük şeddin tahta köprüsü üzerinde oturan şair
ruhlu Heil-ner'in küçük defterciği yine kucağmdaydı, ucu sivriltilmiş kurşunkalemi ağzında,
düşüncelere dalmıştı. Yanı başında açılmış bir kitap duruyordu. Hans usulcacık yaklaştı.
"Günaydın Heilner! Ne yapıyorsun burada?"
"Homeros okuyorum. Ya sen? Sen ne
arıyorsun burada?" "Homeros okuduğun
doğru değil. Biliyorum ben ne yaptığını."
"Ya?"
"Tabii biliyorum. Şiir
yazıyorsun." "Yok
canım?"
"Yemin ederim ki
öyle." "Otursana
şöyle bakayım!"
Hans, Heilner'in yanı başına tahta köprünün üzerine çöktü, ayaklarını suya sarkıttı, şurada
ya da buradaki kahverengi bir yaprağın sakin, serin havada döne döne yukarıdan inip usulcacık
Do'stlaringiz bilan baham: |