bu da ona belli bir üstünlük sağlıyordu ama saygın bir kişi aşamasına da yükselemiyordu bir
türlü; kaprisli t»ır çocuktu örneğin, haftada bir fizik gücünü bir kavga dövüşte sınama
gereksinimi duyuyor, böyle zamanlarda da vahşi, neredeyse acımasız biri olup çıkıyordu. .
Hans çevresinde olup bitenleri
hayretle ızü'
yor, efendi ve sakin bir çocuk olarak kendi yolunda yürüyüp gidiyordu.
Çalışkandı, hatta neredeyse Lucius kadar çalışkan biri olduğu söylenebilirdi ve bu haliyle
Heilner dışında bütün oda arkadaşlarının saygısını kazanmıştı. Heilner, o dâhiyane kayıtsızlığı
ve uçarılığı kendine bayrak yapmıştı, zaman zaman Hans'a inek diyerek onunla alay edip
eğleniyordu. Kısacası, gelişim sürecinin en hızlı dönemini yaşayan öğrencilerin tümü genel
olarak birbirleriyle iyice kaynaşmıştı; tabii bu, akşamları yatakhanede sık sık kavga çıkmasın
önlemiyordu. Çünkü herkes kendini büyümüş hissetmek, bilimsel ağırbaşlılığa özen gösterip
davranışlarına çekidüzen vererek öğretmenlerin henüz alışılmamış 'siz'
hitabına hak kazanmak için elden gelen çabayı harcıyor, üniversiteye yeni başlayan bir
öğrencinin liselilere baktığı gibi, kısa süre önce ayrıldıkları Latince okuluna yukardan ve
acıyarak bakıyorlardı ama zaman zaman bu yapay ağırbaşlılığın gerisinden tüm do- ğallığıyla
çocuksu bir haşarılık ve muziplik kopup geliyor, kendini unutturmak istemiyordu. Böyle
zamanlarda yatakhane ayak patırtısıyla sarsılıyor, çocuklara özgü sunturlu sövgülerle çın Çin
ötüyordu. Böyle bir okulda müdürlük ya da hocalık yapan biri için bir arada geçirilen ilk
haftalardan sonra çocukların nasıl kimyasal bir reaksiyondaki karışımlara benzediğini
gözlemlemek öğretici, aynı zamanda şahane bir şeydi kuşkusuz: Boşlukta süzülen bulutlar ve
Do'stlaringiz bilan baham: |