içinde fark etti
Hans. Bir zamanki arkadaşlarından kimi çekip başka yerlere gitmişti, kimi de çeşitli
mesleklerde çıraklık öğrenimi görüyordu. Kendisini onlardan birine bağlayan bir bağ yoktu
artık, hiçbir alıp vereceği kalmamıştı onlarla, onlardan da hiçbiri umursamıyordu zaten Hans'ı.
Latince okulunun yaşlı müdürü iki kez kendisiyle dostça birkaç kelime konuşmuştu. Ayrıca,
yolda rastladığı Latince öğretmeni ve rahip efendi de selamına babacan bir tavırla başlarım
eğerek karşılık vermişlerdi; ama aslında Hans'a aldırdıkları söylenemezdi
artık. Hans, içerisine gereksiz bin bir türlü nesnenin zorla tıkıldığı bir kap, bin bir tohtfmun
rasgele ekildiği toprak olmaktan çıkmıştı çünkü; titizlik ve özenle onun üzerinde durmaya, ona
zaman harcamaya değmezdi artık.
Rahip efendi biraz ona sahip çıksa iyi olurdu belki. Peki ama, ne yapabilirdi? Hans'a
verebileceği bilgi denen şeyi bir zaman kendisinden esirgememiş, en azından bilginin nerede ve
nasıl aranacağını ona
öğretmişti, daha fazlasını ise ona verebilecek durumda değildi. İyi Latince bildiğinden haklı
olarak kuşku duyulup vaazlarını herkesin bildiği kaynaklara dayanarak hazırlayan, öyleyken
başı dara düşenlerin seve seve kendilerine koştuğu, bakışlarında dostça bir ifade okunup bütün
dertler ve sıkıntıları için insana tatlı sözler bulup söyleyebilen rahiplerden biri sayılmazdı pek.
Baba Giebenrath'a gelince, kendisini hayal kırıklığına uğratan oğluna karşı kızgınlığını gizlemek
için elden gelen çabayı harcıyorsa da Hans için bir dost, onu teselli edip avutacak bir kişi
olmaktan uzaktı.
Böylece kendisini dışlanmış görüp kimse tarafından sevilmediğini hisseden Hans, evlerinin
küçük
bahçesinde oturup güneşleniyor ya da ormanda yere uzanıp yatıyor, düşlere dalıyor,
Do'stlaringiz bilan baham: |