kendi kendine mırıldanıp durmuştu; Latince okulundayken öğrendiği bir şiirdi bu ve o anda
aklına gelivermişti:
Ah, ne kadar yorgunum Ne kadar bitkin üstelik Parasız pulsuzum Ve ceplerim delik.
Alışılagelmiş melodisine uygun olarak mırıldanıyordu şiiri; belki yirmi kez kafasında belli
bir şey düşünmeden yinelemişti. Ama babası az ötede pencerede dikilmiş, içinde büyük bir
korkuyla Hans'ı dinliyordu. Hoş bir tekdüzelik içinde dalgın dalgın mırıldanılan bu abuk sabuk
sözler, onun inceliklerden uzak yaradılışı için anlaşılmayacak bir şeydi; dolayısıyla oğlunun
davranışını umarsız bir akıl bozukluğunun belirtisi diye yorumladı göğüs geçirerek. O zamandan
beri de oğlunu daha çok telaş ve tedirginlikle izlemeye koyuldu. Bu da kuşkusuz durumu fark
etmekte gecikmeyen Hans'ı üzdü; ne var ki, hâlâ ipi yanma alıp ormana yollanmayı ve o güçlü
sağlam daldan medet ummayı erteliyordu.
Bu arada sıcak yaz mevsimi çıkıp gelmekte gecikmemiş, devlet giriş
sınavının ve onu izleyen tatil döneminin üzerinden bir yıl gibi bir zaman geçmişti. Hans'm
arada bir aklına geliyor bu ama* içinde hiçbir heyecan uyandırmıyordu; hayli duygusuz biri olup
çıkmıştı. Oltayı alıp yeniden balık tutsa, sevinecekti doğrusu ama babasına bundan söz açmayı
göze alamıyordu. Ne zaman ırmak kıyısında otursa içi içini yiyor, bazen de saatlerce ırmak
kenarından ayrılmıyordu; burada kimse kendisini görmüyor, suyun
karanlıklarında sessiz sakin yüzen balıkların devinimlerini hayranlıkla izliyordu. Her gün
akşamüstü yüzmek için ırmaktan yukarı doğru bir boy yürüyor, bu arada ister istemez Müfettiş
Gessler'in evinin önünden geçiyordu. Günün birinde Emma Gessler'in artık evine dönmüş
olduğunu keşfetti; üç yıl önce kendisi için
yanıp tutuştuğu kızdı Emma. Birkaç kez meraklı gözlerle kıza şöyle bir baktı ama eskisi
Do'stlaringiz bilan baham: |