Yor-tusu'nun arifesindeydi; arkadaşı August ona gelmiş, yanında da sarmaşık getirmişti. Bayrak
direklerini yıkayıp pırıl pırıl yapmışlar, ardından sarmaşıkları direklerin altın yaldızlı uçlarına
tutturmuş, ertesi günle ilgili konuşmalara dalmış, ertesi günü düşünerek sevinmişlerdi. Hepsi bu
kadarcıktı, başka bir şey olmamıştı, öyleyken içleri bayramın heyecanı ve büyük sevinciyle
öylesine dolup taşmıştı ki! Bayraklar ışıl ışıl parlamıştı güneşte; Anna erikli pasta yapmıştı;
geceleyin de tepedeki kayalığın üzerinde Sedan ateşi yakılacaktı.
Hans neden özellikle bugün o akşamı anımsadığını, bu anıyı öylesine güzel ve güçlü kılan
şeyin ne olduğunu, ayrıca neden bu anının kendisini böylesine boynu bükük ve mahzun duruma
soktuğunu
bilmiyordu. Tüm çocukluğunun bu anı kılığına bürünüp bir kez daha neşe içinde yüzüne
gülerek karşısına
dikildiğinden, geçmişe karışan ve bir daha asla dönüp gelmeyecek olan büyük bir
mutluluğun hüznünü geride bırakarak kendisine veda etmek istediğinden habersizdi.
Duyumsadığı şey, bu anının Emma'yla geçirilen akşamın düşüncesiyle bağdaşmadığı, o akşam
yaşanmış
mutlulukla uyuşmaz bir şeyin içinde
dikilip ayağa kalktığıydı. Gözlerinin önünde bayrak direklerinin yaldızlı uçlarının ışıl ışıl
parıldadığını görüp arkadaşı August'un güldüğünü işitir gibi oldu ansızın, taze pastaların buram
buram kokusunu duyar gibi oldu.
Bütün bunlar öylesine neşe ve mutluluk verici şeylerdi, öylesine uzaklara kayıp gitmiş,
kendisine öylesine yabancılaşmıştı ki, bahçedeki ulu alaçamın kalın gövdesine yaslanıp
umutsuzluk içinde hıçkırarak ağlamaktan kendini alamadı, bu da kısa süre ferahlattı yüreğini,
onu esenliğe çıkardı.
Öğleyin koşup August'a gitti. August artık başçırak olmuş, hayli büyüyüp serpilmişti. Hans,
Do'stlaringiz bilan baham: |