ziyaret etmediğini sordu, Hans da gülmekten kendini alamadı; derken karşısındakinin Flaig Usta
değil, Maulbronn Manastırı'nın konferans salonundaki bir pencerenin kovuğunda yanı başında
oturmuş nükteler yapan, fıkralar anlatan Hermann Heilner olduğunu gördü. Ama düşündeki bu
sahne de yine silinip gitti hemen, Hans bu kez kendini şıra piresinin başında buldu. Emma
vücuduyla presin koluna da yanıyor, o da var gücüyle kolu döndürmeye uğraşıyordu. Emma
karşıdan kendisine doğru eğilip dudaklarını ağzına yapıştırınca, birden sessizleşti ortalık, zifiri
karanlığa gömüldü. Hans bir kez daha kızgın ve kapkara bir uçurumun derinliklerine
yuvarlanmaya başladı, müthiş bir baş dönmesi çullandı üstüne. Beri yandan,
manastırdaki okul müdürünün bir konuşma yaptığını işitti ama bunun kendisiyle ilgili olup
olmadığını anlayamadı. Başka düşler görmeden sabah geç vakitlere kadar uyudu. Yataktan
kalktığında neşe saçan, pırıl pırıl bir hava buldu dışarıda. Uzun süre bahçede gezindi, üzerindeki
mahmurluğu atmaya, kafasını toparlamaya çalıştı; ne var ki, çevresi bir türlü dağılmayan uykulu
bir sisle sarılmıştı. Mor yıldızlar, bahçede son kalan bu çiçekler güneş altında öyle güzel, öyle
güle oynaya duruyordu ki, sanki aylardan ağustostu henüz. Tıpkı baharı müjdeleyen günlerdeki
gibi, güneşin sıcacık tatlı ışığı kurumuş çalıların, dalların ve yapraklarından soyunmuş
sarmaşıkların çevresinde sevecenlikle, yaltaklanıp göze girmeye çalışarak dolanıp duruyordu.
Ama Hans bunları yaşamıyor, görüyordu yalnızca, bunlar onu hiç mi hiç ilgilendirmiyordu.
Birden bir anı tüm açık seçikliği, tüm gücüyle çullandı üzerine; henüz bu bahçede
tavşanların hoplayıp zıpladığı, su değirmeninin ve o küçük çekiçhanenin çalıştığı günlere ilişkin
bir anıydı bu. Üç yıl öncesinde kalan bir sonbahar gününü anımsamadan duramamıştı. Sedan
Do'stlaringiz bilan baham: |