Bu sözlerden incinmişti Hans, gerçekten de dönüp gidecek oldu.
Ama bu kez Heilner bırakmadı. "Dur, gitme!" dedi sanki şaka yapmış gibi davranarak.
"Ben öyle demek istememiştim."
Bunun üzerine iki dost gözlerini birbirlerinin yüzüne dikti; belki o anda birbirlerinin
yüzüne ilk kez büyük
bir dikkatle bakıyor, delikanlılara özgü pürüzsüz yüz hatlarının gerisinde kendi
özellikleriyle ayrı bir yaşamın, kendilerine özgü ayrı bir ruhun saklı yattığını kavramaya
çalışıyorlardı.
Heilner kolunu usulcacık uzatıp Hans'ı omuzlarından yakaladı, kendine doğru çekti onu;
yüzleri birbirine neredeyse değecek kadar yaklaştı.
Heilner'in dudaklarını ansızın dudaklarında hisseden Hans irküdi, şaşırdı birden.
Hiç alışık olmadığı bir bungunlukla yüreği Çarpmaya başladı-
Karanlık yatakhanede böyle baş başa bulunuşlarında ve bu ani öpücükte seruvensi bir hava
esiyordu. Kendisi için yeni bir Şeydi bu, belki
netameli bir şey; kendilerini bir gören çıksaydı, bumun ne korkunç bir şey olacağı
* geldi aklına, çünkü ötekilerin bu öpücüğe, daha önce Heilner'in ağlamasından da gülünç
ve yakışıksız bir gözle bakacaklarını kesinlikle seziyordu. Ağzını açıp bir şey söyleyecek gücü
bulamadı, kan beynine sıçramıştı, yatakhaneden kaçıp gitse dünyalar kendisinin olacaktı.
Söz konusu küçük sahneye tanık olan bir yetişkin belki içten içe zevk duyardı bundan,
utangaç bir dostluk ilanından taşan o beceriksiz ve ürkek sevecenlik, ikisi de şirin, ikisi de
gelecek adına umut vaat eden, henüz kısmen çocuk zarafetini içerip kısmen delikanlılık
döneminin o çekingen, o güzel dikbaşlılığmm
üzerinde uçuştuğu bu iki ağırbaşlı küçük yüz, yüreğini kıvançla doldururdu.
Okuldaki genç öğrenciler giderek birlikte-yaşamaya alışmıştı. Herkes birbirini tanıyordu,
Do'stlaringiz bilan baham: |