a.
Daha aynı günün akşamı Heilner bütün oda sakinlerine o renkli ve acayip karakterinden
bir örnek sundu. Oda arkadaşlarından Otto Wenger adında farfaracı, sıradan bir oğlan
Heilner'le tartışmaya girişti. Bu sıradan oğlan karşısında Heilner bir süre serinkanlılığını
korudu, alttan almaya, şakaya vurmaya çalıştı ama derken kendini tutamayarak karşısındakine
bir tokat patlattı. Hemen iki rakip fırtına gibi birbirine girdiler, âdeta çözülmez bir yumak
oluşturdular, inatla direndiler, dümensiz bir gemi gibi kesik kesik hamlelerle, daireler çizerek,
çırpınmalar ve sarsılmalarla odanın içinde sağa sola sürüklenip duvarlar boyunca ilerlediler,
sandalyelerin üzerlerinden aştılar, yerlerde süründüler, bir şey söylemeksizin, hızlı hızlı
soluyarak, ağızlarından salyalar akıp köpükler saçılarak. Odadakiler endişeli yüzlerle kavgayı
izliyordu; yumak olmuş iki rakipten uzak durmaya çalışıyor, ayaklarını kollayıp masa ve
sandalyelere zarar gelmemesine dikkat ediyor, neşeyle karışık bir merakla işin nasıl
sonuçlanacağını bekliyorlardı. Birkaç dakika sonra Heilner güç bela doğrulup kalktı, soluk
soluğa oracıkta dikildi. Yara bere içindeydi her tarafı, gözleri kıza-rıp gömleğinin yakası
yırtılmış, pantolonunun dizleri açılmıştı. Birden rakibi yeniden üzerine saldırmaya kalktı ama
kollarım kavuşturmuş olduğu yerde kımıldamadan duran Heilner yukardan bir edayla, "Ben
yokum artık, sen istersen gel vur!" diye konuştu. Otto Wenger de söylene söylene odadan çıkıp
gitti. Heilner çalışma masasına yaslandı, ayaklı lambasının düğmesini çevirdi, ellerini
pantolonunun ceplerine soktu, bir şey hatırlamaya çalışıyor gibiydi. Ansızın yaşlar boşandı
gözlerinden, boncuk boncuk yaşlar birbirini kovaladı, ağladıkça ağladı, ağladıkça ağladı.
Görülmüş şey değildi hani, çünkü ağlamak rahip okulundaki bir öğrencinin yapabileceği en
Do'stlaringiz bilan baham: |