Hercai hercai
Download 1.36 Mb. Pdf ko'rish
|
Sümeyye Koç - Hercai
Bir hafta sonra…
Yattığı yatakta gözlerini aralamasına sebep olan şey, camdan süzülen güneş ışıklarıydı. Huzursuzca kıpırdandı. Duvarda takılı duran saate baktığında ise yerinden nasıl kalktığını bilemedi. Eğilerek ayakkabılarını giyerken sanki asırlarca uyumuş gibi bir suçluluk duygusu sardı dört bir yanını. Tam bir hafta olmuştu bugün. Miran ise, gözlerini hâlâ açmamıştı. Hastane odasından çıktığında ayakları onu ezbere bildiği yere götürüyordu. Bir hafta boyunca kapısından ayrılmadığı o odaya, yoğun bakıma. Önüne geldiği odanın camından telaşlı gözlerle izledi içeride yatan adamı. Bir haftadır, hareketsiz yatıyordu Miran bu odada. Hiçbir tepki vermiyor, gözkapaklarını aralamıyordu. Hayati bir tehlikesi yoktu fakat bilinci açık değildi. Buna da razıydı Reyyan, en azından nefes alıyordu, hayattaydı. İçeriye girmesine de izin verilmiyordu. Sadece doktorlar ve hemşireler girip çıkıyordu. İki gün önce bir kere girmiş, doktora yakalanıp dışarı çıkarılmıştı. Zor geliyordu, aralarında bir kapı mesafe varken dışarıdan seyretmek, başını yasladığı camlı bölmeden yaşlı gözleriyle adını zikretmek. Günlerdir yediği serumun haddi hesabı yoktu, boğazından hiçbir şey geçmiyordu. Böyle yaparak içindeki cana zarar verdiğini bilse de elinden başka bir şey gelmiyordu, bu adam candan öteydi onun için. Bayıldığı gün sırrını öğrenmişti herkes. Reyyan daha gözlerini açmadan doktor herkese söylemişti hamile olduğunu. Buna sevinmeyen bir tek Vahit Bey olmuştu. Artık hastaneye de gelmiyordu pek. Gelmemesi Reyyan için daha iyiydi. Hepten düşman bellemişti kendisini. “Sensizken yaşamak çok zor.” İkisini ayıran cam parçasına vurdu alnını. Vurmaya devam ederken araya giren ele çarpmıştı bu sefer kafası. Başını kaldırıp elin sahibine baktı. Eylül’dü. “Harap ettin kendini,” diyerek söylendi. “Söylesene, abim uyanınca bebeğine iyi bakmadığını bilse ne derdi sana?” Reyyan yeniden yasladı kafasını cama. “Yeter ki uyansın,” diye mırıldandı. “Ben dayanamıyorum artık!” “İnşallah Reyyan, uyanması için çok güzel iki sebebi var onun.” Gülümseyerek baktı Reyyan’a. “Biri sensin, diğeri bebeğiniz.” Ardından elini Reyyan’ın omzuna koyarak sıvazladı. Güneş doğmuyordu günlerdir. Gün, gece gibi karanlık geliyordu. Miran gözlerini açmadan da aydınlığa kavuşmayacaktı yüreği. Son günlerde şiddetini artıran mide bulantısı yeniden rahatsız ettiğinde Eylül’den müsaade isteyerek adımlarını hastanenin çıkışına yöneltti. Hastanenin bayıcı kokusu kusmasını tetikliyordu. Biraz temiz hava alınca kendisine geliyordu en azından. Miran’ı vuran kişi gizemini korumaya devam ederken, Azat tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. Adli tıptan gelen balistik inceleme raporuna göre Miran’ı yaralayan kurşun Azat’ın silahından çıkmamıştı. Vuran kişi ve cinayete teşebbüs ettiği silahı kayıplardayken, polisler aramalarına hız kesmeden devam ediyordu. Olayın gerçekleştiği yer şehre uzaktı ve herhangi bir kamera kaydı da, olay anına tanıklık edecek bir görgü tanığı da yoktu. İkinci şüpheli Hazar Şanoğlu’nun ise, olay saatinde başka bir yerde olduğu tespit edilmişti. Olayın iç yüzü, Miran uyandığında dudaklarından dökülecek gerçeklerle belli olacaktı. Şimdilik her şey muammaydı. Konaktakiler ise elleri yüreklerinde, Miran’ın uyanması için dua ediyorlardı. Annesi Zehra Hanım çok üzgündü. Bir süre hastanenin etrafında turladı Reyyan. Yürürken dalmış, hastanenin arka tarafına ulaştığını fark edememişti. Üzerindeki kaban fazla kalın değildi, üşüdüğünü hissederek geri dönmeye karar verdi. Dönemece geldiğinde gözlerine takılan iki kişiyle yüreği yerinden çıkacak gibi oldu. Ansızın geriye çekilerek duvarın ardından baktı. Kafası allak bullak olmuş, kalbi parçalanıyormuş gibi çarpmaya başlamıştı. Babası buradaydı. Üstelik yalnız değildi. Yanında ise Fırat vardı! Reyyan babasının neden bu hastanede olabileceğinden çok Fırat’la ne ilgisi olduğunu düşünmeye başladı. Kanın çekildiği parmakları titrerken tutunduğu duvardan gizlice bakıyordu. Hararetli bir tartışmanın içinde gibiydiler. Aralarında bir hayli mesafe olduğu için konuştuklarını duyamıyordu Reyyan. Bir süre sonra depo kapısını andıran bir kapı açıldı ve içeriden bir hastane görevlisi çıktı. İkisi birlikte açılan kapıdan içeriye girince Reyyan da peşlerine düştü. Tek dileği az önce açılan o kapının kilitli olmamasıydı. Birisi üvey babası Hazar Şanoğlu, bir diğeri ise kendinden çok güvendiği Fırat’tı… Yediği ihanet darbesi bir kere daha kırdı kalan güven parçalarını. Oysa Reyyan tüm güvensizliğine rağmen Fırat’a güvenmişti. Ne işi vardı babasıyla? Ne iş çeviriyorlardı da Miran’ın yattığı hastaneye çıkıp gelmişlerdi? Eğer amaçları Miran’ın canına kastetmek ise Reyyan hiçbir şeyi düşünmez bu hastaneyi başlarına yıkardı. Fakat her şeyden önce ne çevirdiklerini öğrenmeliydi. Kapanan kapının ardından koşup açmaya çalışmıştı fakat kapı kilitliydi. Açık bırakacak halleri yoktu ama Reyyan yine de şansını denemek istedi. Kaybedecek vakit yoktu. Buranın bodrum kat olduğu belliydi. Hızlı koşabilirse nerede olduklarını bulabilirdi. Geldiği yerin ters yönünde koşup soluk soluğa girdi hastanenin kapısından içeri. Koskoca hastaneydi burası, her an babasının ve Fırat’ın izini kaybedebilirdi, bu ihtimal ise Reyyan’ı delirtirdi. Direkt karşılarına geçip ikisinin ne ilgisi olduğunu da sorabilirdi fakat bu, sakladıkları her ne ise onu öğrenmesini engellerdi. Merdivenlerin yanına geldiğinde sağa sola bakındı. Ardından hızla yöneldi aşağı doğru. İndiği ilk iki kat hastanenin sıradan katlarıydı. Laboratuvar ve röntgen odaları vardı. İki kattan sonra geriye kalan kat bodrum katıydı ve merdivenlerin başında “Personel dışındaki kişilerin inmesi yasaktır” yazıyordu. Derin bir nefes aldı Reyyan, korkuyla karışık heyecan, ensesini yakıp kavururken endişe tohumları ruhunu kemiriyordu. Tam merdivenlerden inecekti ki birilerinin çıktığını görünce panikle kaçtı. Yanındaki iki oda kapısının ardına uzanan koridora yürüdü ses çıkarmadan. Duvarın arkasına sinip tuttuğu nefesiyle beklerken iki hasta bakıcının ellerinde karton kutularla bir üst kata çıktığını gördü. Burada bu şekilde beklemesi şüphe uyandırıcıydı. Tekrar toparlanarak saklandığı yerden çıktı ve bodrum kata inen merdivenlere yürüdü. İlk kısmı inip ikinci kısma dayanan aralığa vardığında duyduğu seslere kulak kabarttı. Yine net duyulmuyordu ama sesin babasına ait olduğunu duyumsuyordu sanki. Diğer merdivenlere gelip birkaç basamak daha indi, seslere daha çok yaklaştı. Kalbi tüm bedenini döverken ayakta kalmak için çetin bir savaş veriyordu. Böyle bir yerde bayılarak her şeyi mahvetmek istemiyordu. Basamakların sonuna geldiğinde loş bir ışık karşıladı onu. Dikkatli bakılmadığı sürece net görünmüyordu bir şey. Bu açıdan şanslıydı çünkü güçlü bir ışık olsa varlığı kabak gibi gün yüzüne çıkardı. Merdivenlerin sağına geçip görünmez bir şekilde duvara yaslandığında konuşulanları duymaya çalışıyordu. “Üç dört günde hallederiz dedin Fırat, yoksa ben yine bekleyecek miyim?” Zar zor duydu babasının ağzından çıkan sözleri. Karşılığında Fırat’ın söyledikleri ise duyulmuyordu. Reyyan’ın tek anladığı, Fırat’ın araya birilerini sokarak bir şeyleri halletmeye çalıştığıydı. Soluksuz dinliyordu ama net değildi kulağına gelenler. Ayrıca merakından da ölmek üzereydi, bu adamlar neyden bahsediyorlardı? “Ben anlamam Fırat,” dedi babası. Gür ve celalli bir ses tonuyla konuşması Reyyan’ın işine yarıyordu. “Onca parayı laf olsun diye dökmedim ortaya.” Reyyan’ın kaşları kafa karışıklığıyla çatılırken basamaklarda adım sesleri duydu. Nereye saklanacağını bilemez bir halde sağa sola bakınırken merdiven boşluğunun altına sığındı. Adımlar giderek kuvvetlendi ve bulundukları kata ayak basan genç bir adamın sesini duydu. “Beklettim sizi, kusura bakmayın,” dedi sesin sahibi. Üzerindeki beyaz önlüğe bakılırsa bir doktordu. Bu adamı gören Fırat ve babası buraya doğru adım atıyor olacak ki, kuvvetli ayak sesleri duydu. Orta noktada buluştuklarında Reyyan’ın görüş açısında değillerdi. Fakat bu sefer sesleri net duyabiliyordu. “Buyurun,” dedi genç doktor. “Benim hemen gitmem lazım.” “Tamam, sağ ol Tahsin.” Bu ses Fırat’a aitti. Doktor yanlarından ayrılıp Reyyan’ın önünden geçerek merdivenlere ulaştığında babasının sesini duydu Reyyan bu sefer. “Hemen söyle Fırat, nedir sonuç?” Babasının sesi sabırsızdı. Reyyan desen merakından çatlamak üzereydi. Fırat’ın ellerinin arasında hışırdayan kâğıt parçası heyecanını körüklerken, telefondan çıkan fener ışığı çarptı gözlerine. Tahmin etmesi zor değildi. Karanlık olduğu için elindeki kâğıda fener tutuyordu Fırat. Bir müddet daha bekledi Reyyan. İkisinden de bir ses çıkmıyordu ve bu Reyyan’ı daha çok geriyordu. O sırada bir adım sesi duydu, ardından ise kâğıdı ikiye katlama sesi. Fırat hafifçe öksürerek boğazını temizledi. “Haklı çıktınız Hazar Bey,” dediğinde Reyyan bir kez daha çattı kaşlarını. Hiçbir şey anlamıyordu çünkü. Bu bekleyişi daha fazla sürdüremeyeceğini düşünüp saklandığı yerden çıkacaktı ki, o an Fırat’ın ağzından çıkan sözlerle donup kaldı. “Miran Karaman, sizin oğlunuz!” |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling