Hercai hercai
Download 1.36 Mb. Pdf ko'rish
|
Sümeyye Koç - Hercai
Bazı insanlar, yaşarken ölürlerdi. Birçok sebeple, çetin bir gidişle. Bir kere
daha tekrarladı inanması güç olan gerçeği, haykırışlarının arasından. “O gitti… Arkasından bakarken, söyleyemediğim her kelime dudaklarımı parçaladı. Suskunluğum zindan oldu düşlerime. Öyle kötü baktı ki gözlerime, sanki tüm ömrüm ezildi avuçlarının içinde. Öyle ani oldu ki gidişi, ben ömrümde böyle ölmedim…” Gözlerini, Elif’in gözlerine kenetledi. Elif de ağlıyordu şimdi. Yürekleri bir olan insanların, acıları da birdi. “Söylesene, ben hangi günahın bedelini ödedim?” Gözlerinin önüne yine o günün sahnesi kurulmuş, Miran’ın intikam yüklü mavi hareleri canından vurmuştu Reyyan’ı. Yine aynıydı terk edişi. Öyle kalleş, öyle cani… “Geçmişin küllerinden harlanan büyük bir ateş yaktılar…” Ses tonundaki gizli bir isyan gizliydi. Kalbi kırılmış bir kız çocuğu misali. “Söylesene, neden yanan bir tek bendim?” Kafasını salladı Elif, çaresizce. “Babanın işlediği suçun bedeli, senin omuzlarına yüklenmemeliydi. Hayat bu kadar gaddar olmamalıydı. Sen bunu hak etmedin ki!” “En çok da ne yakıyor canımı biliyor musun?” Elif merakla yüzüne baktığında, gözlerini kapattı. “Gözleri… Hiç gitmeyeceğim der gibiydi. Yemin gibiydi, söz gibiydi. Ben o gözlere sığınmak istedim Elif, bir ömür o gözlerin ardına saklanmak istedim.” “Bir şeyi merak ediyorum Reyyan,” dedi Elif. “Miran, senin o adamın öz kızı olmadığını biliyor mu?” “Bilmiyorum,” diyerek omuz silkti Reyyan. “Biliyorsun, bunu hiç kimse bilmiyor Midyat’ta. Neden bilmem, sır gibi saklıyorlar herkesten. Sanki utanılacak bir şeymişim gibi… Herkes beni, o adamın öz kızı sanıyor. O benim babam değil diyemedim hiç kimseye. Küçüklüğümden beri hep sıkı sıkı tembihlerdi annem. Onu öz baban bil çünkü böyle bilinmesi gerekiyor derdi.” Kafası karışmış gibiydi Reyyan’ın. “Sahi, Miran bunu bilseydi yine de bana zarar verir miydi?” “Sanmıyorum,” dedi Elif. “Babanın canını yakmak istedi o. Ve en büyük detayı atladı.” “Babamın canını yakmak mı?” Sinirle gülümsedi. “Aptal Miran. Ben ölsem, umurunda olmam o adamın.” “Ama o bunu bilmiyor.” “Bilmiyor çünkü…” Ellerini birbirine kenetledi. “Bizimkiler bunu ona söylemediler. Sadece aile içinde olan bir sırrım ben. Bilse de değişen bir şey olmayacak çünkü olan oldu.” Elif sıkıntıyla ofladı. Evin duvarlarını incelerken, “Reyyan, sana bir şey söylemem gerek,” dedi. Ses tonu, suç işlemiş gibi kısıktı. “Daha doğrusu, bunu bilmen gerek.” “Nedir o?” diye sordu Reyyan. “Buraya gelmeden önce teyzem sıkı sıkı tembihledi beni, sana bir süre boyunca söylememem konusunda. Ama ben bunu senden saklayamam, bunu sana yapamam.” “Elif, çatlatma insanı, söyle ne söyleyeceksen.” Reyyan hissediyordu, Elif’in söyleyeceği şey her ne ise bu onu altüst edecekti. Zaten ne kalmıştı ki Reyyan’dan geriye? Paramparça edilip ellerine bırakılan bir kalpten başka? Elif, “Miran,” diye söze başladığında, Reyyan’ın kalbi sıkıştı. Adı bile kaç neşter vuruşuna değerdi. Kendisi gelse, Reyyan nasıl ölürdü kim bilir? “Miran, gerçekten çok kötü bir adam Reyyan.” Reyyan kaşlarını çattı. Elif’in asıl söylemek istediği şey bu değildi, söyleyeceği her ne ise pişman olmuştu ve geri çevirmeye çalışıyordu fakat Reyyan öğrenmeden bırakmazdı. “Lafı çevirme Elif, söylemek istediğin şeyin bu olmadığını çok iyi biliyorum.” Elif’in kızaran yüzüne ve sürekli kaçırdığı gözlerine bakılırsa eğer, kötü bir şey söyleyecek gibiydi. “Sana bunu söylersem, üzüleceksin, biliyorum. Ama söylemezsem arkandan iş çeviriyor gibi hissedeceğim. Ben senden bir şey gizlemek…” “Elif söyle şunu, Allah aşkına!” “Miran,” dedi Elif son kez. İçinden lanetler yağdırıyordu o adama. “Evliymiş Reyyan. Gönül aslında onun kız kardeşi değil, karısıymış.” Amansız bir şaşkınlık, uçsuz bucaksız bir öfkeyle dalgalandı o an zihninde. Reyyan’ın aklı almadı bu gerçeği. Nasıl olabilirdi ki böyle bir şey? Miran’ın evli olmasından ziyade, Gönül’le evli olmasıydı onu bu denli hüsrana uğratan. Nice aciz kelimelerin tünediği dudakları hafifçe aralandı ama titremekten başka bir işe yaramadılar. Reyyan titreyen dudaklarına bastırdı elini. “Nasıl?” Bir kez daha yineledi sorusunu. Yanlış anlamış olmayı ne çok isterdi. “Nasıl yani?” “Baban ve amcan öğrenmişler bu durumu. Konakta herkes biliyor. Bir tek senden gizleniyor, teyzem sana söylemememi istese de dayanamadım ben.” “İnanamıyorum,” dedi Reyyan paramparça bir halde. “Hangi kadın, kocasını başka bir kadınla paylaşır ki?” Öfkesi öyle doruklardaydı ki, çıkaracak bir yer arıyordu. Ellerini saçlarına attı. Annesinin öpe öpe sevdiği o güzelim saçlara. “Bir kadın nasıl bu kadar düşebilir?” Hızla çektiği saçlarından birçok tel kopup avuç içlerine, parmak aralarına doldu. “Yapma Reyyan kurbanın olayım, söylediğime pişman etme beni!” Reyyan’ın ellerinden tutup saçlarını kurtarmak istedi. Şimdi Elif de pişmandı bunu söylediği için. Saklasa olmayacak, saklamasa canı yanacaktı. Reyyan yere diz çöktü hıçkırıklara boğulurken. “Ben ölmüşüm de haberim yokmuş Elif. Bu nasıl bir oyun böyle?” “Reyyan… Yapma…” “Allah’ım sen yardım et,” diye isyan etti gözyaşları içinde. “Dayanamıyorum bu iğrençliğe!” Ne çok büyütmüştü gözünde, her şeyi yalan olan bir adamı. Şimdi, yerlere göklere sığdıramadığı o adamın nasıl yerle bir olduğuna şahit oluyordu. Gözleri önünde, ölüyordu Miran, yok oluyordu. Bir ömür gölgesine sığınmak istediği adamın, hayalinden bile nefret ediyordu. “Ölüyorsun,” diye mırıldandı. “Nasıl da güzel ölüyorsun içimde!” Zar zor araladığı gözleri Elif’i bulduğunda yaşlı gözlerinden ötürü net göremiyordu. “Bu saatten sonra onun, değil yüzünü görmek, adını dahi anmak istemiyorum!” *** Akşam olmuştu. Saniyelerin dakikalara düşman kesildiği, saatlerin sonsuzluğa saçıldığı bir zaman diliminde gibiydi. İçindeki kesif acı her bir zerresini yakıp geçmişti. Mutluyken nasıl yitip gittiğini anlamadığımız zamanın, acı çekerken böylesine ağır çekimde işlemesi de insanoğluna bahşedilen bir tür azaptı. Yemek masasının etrafında sıralanmışlardı. Reyyan, boğazına oturan acıdan ötürü yutkunamıyordu bile. Yalandan tebessüm etmek zorunda kalmak kadar azap verici bir şey yoktu. Yanında Elif oturuyordu. Karşısında Fırat, onun yanında ise kız arkadaşı Aslı vardı. Masanın başında ise Sıdıka Hanım. Evinde kalan iki misafire hoş görünmek istiyordu kadın. Bunun için, dillere destan bir sofra hazırlamış, torununu ve kız arkadaşını da çağırmıştı. Nereden bilebilirdi Reyyan’ın şu an ağlamamak için dişlerini sıktığını? Önüne koyulan çorba kâsesine baktı uzun uzun. İçi hiçbir şey almıyor, midesi herhangi bir yiyecek kabul etmiyordu. İstanbul’a geldi geleli zayıfladığı da su götürmez bir gerçekti. Masada dönen muhabbet bile, kafasının içindeki gürültülü düşünceler yüzünden uğultu gibi geliyordu. “Reyyan?” Elif koluna dokunduğunda irkildi birden. “Aslı sana bir şey sordu.” “Neyi?” diye sordu şaşkınca. Yüzünü gölgeleyen bir tutam saçını kulağının arkasına sıkıştırdıktan sonra ona merakla bakan Aslı’ya döndü yüzünü. “Kaç yaşında olduğunu sormuştum,” dedi Aslı merakla. Reyyan, “On dokuz,” dedikten sonra pürüzlü çıkan sesini düzeltmek için boğazını temizledi. “Yirmi olacağım yakında.” “İkimiz de aynı yaştayız,” diyen Elif, Reyyan’a soru sorulmasını engellemek adına dikkati kendisine çekmeye çalışıyordu. Ne vardı ki, Aslı’nın dikkatini çeken Reyyan olmuştu. Neden Mardin’den kalkıp buralara geldiğini sorguluyordu kendince, Fırat’ın onca uyarısına rağmen. “Sen okuyordun değil mi?” Aslı bu soruyu Elif’e sorduğunda, genç kız, “Evet,” diyerek yanıtladı. “Burada okuyorum ben.” Aslı yine bakışlarını Reyyan’a çevirdi. “Peki sen Reyyan? Okumak için mi geldin İstanbul’a?” Reyyan’ın sabrının sınırları zorlanıyordu. Hayır, bu masadaki kimseye sinirlenmiyordu. Onun öfkesi Miran’aydı. Daha saatler öncesinde öğrendiği gerçeğin sarsıntısından kurtulamamışken, böylesine sorgulayıcı bir akşam yemeği ona fazla gelmişti. Ne Sıdıka Hanım ne de Fırat ona tek bir soru sormazken, bu kız neden merak ediyordu? “Hayır,” diyerek kestirip attı Reyyan. “Siz aynı hastanede mi çalışıyorsunuz?” Elif, Aslı’ya ve Fırat’a baktı. Genç adam gülümseyerek kafa salladı. “İkiniz de doktorsunuz, ne güzel.” Saçmaladığını bilse dahi susmayacaktı Elif. İlginin Reyyan üzerinde kalmasını istemiyordu. Zaten bugün onu yeterince yaralamıştı. Keşke birkaç gün daha bekleseydim söylemek için diyerek kendisini yiyordu şimdi. “Branşlarınız ne?” “Fırat, kalp cerrahı. Ben anestezi uzmanıyım.” “Ne kadar zamandır birliktesiniz peki?” “İki yıl olacak.” “Aman maşallah, nazar değmesin. Evlilik ne zaman?” Kaş yapayım derken göz çıkaran Elif, evlilik kelimesinin Reyyan için ne denli sakıncalı olabileceğini düşünememişti. Ağlamaya bahane arayan gözleri anında doldu Reyyan’ın. Büyük bir gürültü çıkararak tabağın üzerine düşen çatalı, masadaki tüm yüzlerin kendisine çevrilmesine neden oldu. “Reyyan kızım, iyi misin sen?” Sıdıka Hanım telaşlanmıştı. Halbuki geldiğinden beri hep üstüne titriyorlardı Reyyan’ın. İstemeden onu incitecek bir şey mi yapmışlardı? “Özür dilerim,” diyerek ayağa kalktı Reyyan. Firar etmesini engellemek istediği hıçkırığı koy vermemek için ellerini dudaklarına kapattı. Sandalyesini ittirip salon kapısına yürüdü. Nereye gitsin bilmiyordu, tek bildiği artık taşıyamıyordu. Bu yük, onun yüreğinin taşıyamayacağı kadar ağırdı. Koridorun ardından, dış kapıya doğru gitti. Tek isteği, arkasından hiç kimsenin gelmemesiydi. Açtığı kapıdan, dışarıya savurdu bedenini. “Allah’ım bu nasıl bir acı?” Ellerini yüzüne kapattı soğuk taşa diz çökerken. “Taşıyamıyorum, sen yardım et!” Hava soğuktu ama onun içi yanıyordu. Gönlüne kara kışları getiren adam hangi iklimin avuçlarına yüz sürüyordu? Miran nasıl yaşıyordu? Nasıl nefes alabiliyordu? Anlam veremiyordu Reyyan. “Kendine gelmelisin.” Arkasından seslenen kişi Fırat’tı. “Böyle yaparak hayata galip gelemezsin.” Reyyan ellerini dizlerine sarmış, dizlerine de kafasını yaslamış, ağlıyordu şimdi. Herkesin acısı kendineydi. Kimine göre belki bu bir dert bile değildi ama Reyyan’a göre fevkalade idi. Bu adam onu neden teselli ediyordu, bilmiyordu. Buna bir anlam yüklemeye de çalışmıyordu. Sonuç olarak birbirlerini tanıyor sayılmazlardı. “Sana söylüyorum, duymuyor musun?” diye sordu Fırat. Reyyan’ın şu an onun yüzünü görmeyeceğini bile bile kaşlarını çattı kızarcasına. “Yoksa duymazlıktan mı geliyorsun?” Reyyan kafasını kaldırmadı. Sesi boğuk çıkarken, hırçın bir ses tonuyla bağırdı. “İkincisi! Beni rahat bırakır mısın?” Öfkesini hiç alakası olmayan birinden çıkardığının farkında bile değildi. “Beni yalnız bırak,” diye tekrarladı. “Merak etmeyin, evinizde çok kalmayacağım.” Fırat istemsizce gülümsedi. “Ne alaka şimdi bu? Sen benim değil, anneannemin misafirisin. Bunu bana neden söylüyorsun?” Kafasını usul usul kaldırdı Reyyan. Yüzüne boca etmiş yaşları elinin tersiyle hızla sildi. Karşısında dikilip suratına aval aval bakan Fırat’ın gülümsediğini görünce gayriihtiyari sinirlendi. “Gülüyor musun sen? Ağlamam komik geldi sanırım?” “Yine saçmalıyorsun. Ben sadece sana yardım etmek istiyorum.” “Ben hiç kimseden yardım falan istemiyorum. Benim derdim bana yetiyor zaten.” “Acılar paylaştıkça hafiflermiş, hiç duymadın mı bu sözü?” Reyyan anlamsızca bakınca açıklama gereği duydu. “Eğer sıkıntını anlatırsan belki bir faydam dokunur sana, ne bileyim belki…” Reyyan, Fırat’ın sözünü kesti. “Benim acım, paylaşılacak cinsten değil doktor, ayrıca senin hiçbir tedavin bana iyi gelemez.” Oturduğu kapı önü taşından kalktığında öfkeli bir bakış atmayı da ihmal etmedi. Fırat’a böylesine sert çıkmasının en büyük sebebi, aklına Miran’ın gelmesiydi. Fırat da Miran yaşlarında, genç bir adamdı. Reyyan ağzının payını fazlasıyla almıştı. Bundan sonra yanına hiç kimseyi kolay kolay yaklaştırmazdı. Eve girip kaldığı odaya yürürken koridorda Aslı’yla karşılaştı. Aslı’nın kendisine olan bakışlarındaki öfkeyi ve kıskançlığı sezmemiş değildi Reyyan. Belki de Fırat’ı kıskanıyordu, kim bilir. Esasen, Reyyan’ın pek umurunda değildi. Nereye gideceğini bilmediği halde gitmek istiyordu bu evden, bu yerden, hatta bu şehirden… Çıkmaz bir sokağa, isimsiz bir şehre, kimsenin olmadığı ıssız bir harabeye… Miran’ın şehriydi burası. Buram buram ihanet kokuyordu sokakları, hep adını fısıldıyordu bulutları. Bazı geceler yağmur olup yağıyor, bazen fırtına gibi esiyordu. Her bir damlası Miran, her bir poyrazı Miran. Tek bir fark vardı. İçindeki o büyük aşk, koyu bir nefrete dönüyordu. Zaten hep böyle başlamaz mıydı en büyük kinler? İyilikle kötülüğün arasındaki o ince çizgide gidip gelmez miydi körelmiş zavallı duygular? Zaten hep böyleydi. Hep de böyleydi. Onlarca umut, binlerce hayal, pervasızca katledilir, masumiyet azılı bir canavara dönüşüverirdi. Hayallerinden vurulmuş milyonlarca insan gibi. Download 1.36 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling