Hercai hercai


Download 1.36 Mb.
Pdf ko'rish
bet33/66
Sana05.01.2022
Hajmi1.36 Mb.
#215141
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   66
Bog'liq
Sümeyye Koç - Hercai

Miran gibi, Reyyan gibi!
***
Gökyüzünün  sancılı  rengi,  gönüllere  derin  bir  kasvet  serdi.  Midyat  artık
soğuk denebilecek serin akşamları ağırlıyordu. Konakta ise huzurlu geçen, tek
bir gün yoktu. Reyyan’ın yalan evliliği ortaya döküldüğünden beri evde eski
neşe ve huzur kalmamıştı. Zehra ile Delal Hanım’ın arası ise çoktan açılmış,
birbirlerine resmen savaş ilan etmişlerdi. Bunun sebebi ise, Azat’ın İstanbul’a
Miran’ı  bulmak  için  gitmiş  olmasıydı.  Delal  Hanım  biliyordu,  oğlunun
Reyyan’a  ne  denli  yanık  olduğunu  düğün  arifesinde  anlamıştı.  Bu  yüzden,
Miran’ın  ardından  Reyyan’ın  peşine  düşeceğini  biliyor  ve  bu  durumdan  ödü
kopuyordu.
Korktuğu  olmuştu  da…  Azat  dün  gece  dönmüştü  İstanbul’dan.  Yüzü  gözü
şiş,  kan  revan  bir  halde.  Gelir  gelmez  yine  amcası  ve  babasıyla  konuşmuş,
hatta tartışmışlardı. Amcası da, babası da Azat’tan bir şey gizliyor gibiydiler,
bu  yüzden  de  bu  işe  karışmamasını  ve  Miran’dan  uzak  durmasını
söylüyorlardı.
Azat durmayacaktı, durmama sebebini ise, bugün herkes anlayacaktı.
Ağır  ağır  indi  merdivenlerden.  Genzini  yakan  soluğu  toparlayıp  gönlünü
katleden kelimeleri dilinin ucuna yerleştirdi. Belki bu gece, hiç kolay bir gece
olmayacaktı ama Azat kaçmayacaktı. Zaten kaçarak kaybetmiyor muyduk en
değer verdiğimiz şeyleri?
Salona girdi. Annesi yukarıda bir başına, amcası ve babası çalışma odasında
oturuyorlardı.  Kısaca  herkes  yine  çok  gergindi.  Sadece  yengesi  ve  Havin


vardı  salonda.  Karşılıklı  oturmuş,  fısır  fısır  konuşuyorlardı.  Muhtemelen
Reyyan hakkında olmalıydı çünkü onu görünce susmuşlardı. Azat tam da bu
konuyu konuşmak istiyordu.
Yengesinin  karşısındaki  koltuğa  geçip  oturduğunda  ikisinin  de  gözleri
kendisine  çevrildi.  Tek  bir  soru  soracak,  cevabı  için  her  şeyini  ortaya
koyacaktı.
“Yenge,  Reyyan  nerede?”  Gözleri  anında  kız  kardeşine,  Havin’e  çevrildi.
Zira  Havin,  Reyyan’ın  nerede  olduğunu  biliyor  ve  susuyorsa  Azat’ın
ellerinden zor kurtulurdu. Tahmin ettiği gibi, gözlerini kaçırmıştı Havin.
“Kaç kere söylemem gerek Azat?” diyerek sert çıktı Zehra Hanım. “Az önce
Bedirhan’ı  savdım  başımdan.  Şimdi  ise  sen…  Anlayın  artık,  Reyyan  bu
konağa dönmek istemiyor, uzak durun kızımdan!”
Azat dudaklarını birbirine bastırdı yavaşça. Bilselerdi ki, içinde kor bir ateş
yanıyor,  her  bir  zerresine  Reyyan’ın  adını  kazıyor,  bu  denli  kırıcı  olurlar
mıydı? Konaktaki herkes, Azat, Reyyan dediği anda ona kızar olmuştu.
“Neden  yenge  neden?  Reyyan  neden  dönmeyecekmiş  bu  konağa?  Biz  bu
çatının altına ne zamandan beri sığamaz olduk?”
“Amcan  yanlış  yaptı  Azat.  Kızıma  da,  bana  da  yanlış  yaptı.  Gerçek
kimliğinden  emin  olmadığı,  baş  düşmanının  oğluna  verdi  kızımı.  Reyyan’ın
başını  yaktı.  Hem  sen  söylesene  bana?  Ne  diyeceğiz  el  âleme?  Reyyan’ı
görenler  bu  kız  evlenmemiş  miydi  demeyecekler  mi?  Dedikodular  alıp
yürüyecek, kızımın adı dula çıkacak. Reyyan bunu kaldıramaz!”
“Yapma  yenge  yapma…  Senin  kızın  haddinden  fazla  yaralı…”  Azat  derin
bir  nefes  aldı.  Şimdi  kim  bilir  neredeydi  Reyyan?  İstanbul’da  olabileceği
aklının  ucundan  dahi  geçmiyordu  ki  Azat’ın.  Hiç  aklına  gelmezdi,  düğün
günü Miran’ın ardından, Reyyan’ın da çıkıp o şehre gidebileceği…
“Anasın  sen.  Nasıl  dayanıyorsun  senden  uzak  olmasına?  İstemez  misin
dizlerinin  dibinde,  bu  konakta  güvende  olsun?”  Karşısındaki  kadını  zayıf
noktasından vuracaktı, böylelikle Reyyan’ın yerini öğrenecek ve onu buraya,
tekrar ait olduğu yere getirecekti.
“Dayanamasam  ne  değişecek  ki?  Bizim  buraların  âdetlerini  bilmez  gibi
konuşursun  Azat…  Kim  rahat  bırakır  bundan  sonra  Reyyan’ı?  Bu  saatten
sonra bu konak kızıma zehir olur. Buna izin vermem.”
“Söz  veriyorum,”  dedi  Azat.  Sesi  titremiş,  gönlünün  aciz  yanları  ortaya
serilmişti. “Hiç kimse, amcam bile dokunamayacak Reyyan’a. Yetmedi mi o
ne der, bu ne der sözleri? Ne zamana kadar hayatı başkalarının düşüncelerine


göre  yaşayacağız?  Reyyan’ı  ait  olduğu  yere  getireceğim.  Yeter  ki  nerede
olduğunu söyle bana!”
Zehra  Hanım  afallayıp  kaldı.  Azat’ın  bu  tutumu  onu  fazlasıyla  şaşırtsa  da,
onun  ne  denli  merhametli  olduğunu  biliyordu.  Hırçın  öfkesinin  altında
tertemiz  bir  yürek  yatıyordu,  inkâr  edilemezdi.  Yine  de  bu  çok  fazlaydı…
Reyyan deyince bu denli hassaslaşmasının nedeni kalp meselesi miydi?
“Sen  söylemesen  de  bulacağım  yenge.  Arayınca  bulamam  mı  sanıyorsun?
Altına bakılmadık taş bırakmam hiçbir yerde. Bulurum, yemin ederim bulur,
eninde  sonunda  getiririm  onu  buraya.  Anlayın  artık,”  dedi  bıkkınca.  Havin
kocaman açılmış gözleriyle izliyordu abisini.
“Ben ona zarar vermem, kimsenin de vermesine müsaade etmem!”
“Kim kime zarar vermiyormuş?” Sohbete paldır küldür dâhil olan kişi Delal
Hanım’dı.  Onu  gören  Zehra’nın  suratı  anında  asılırken,  Azat  zamansızca
gelen annesine kızıyordu içinden.
Delal’in  sorduğu  soruyu  duymazlıktan  gelen  Zehra,  Azat’a  döndü  yüzünü.
“Unut bunu Azat, olmaz.”
“Ne  olmaz?  Bana  da  söyleyin,  ben  de  bileyim  şunu.”  Konunun  Reyyan
olduğunu  sezen  Delal  Hanım,  irdelemeye  çalışıyordu.  Azat  çekinerek  baktı
annesinin yüzüne. Artık sabrı kalmamıştı. Ne olursa olsun, söyleyecekti.
“Reyyan’ı  seviyorum,”  dedi  bir  anda.  Hiç  olmadığı  kadar  kararlı,  hiç
olmadığı  kadar  sevda  doluydu.  Kendisine  çevrilen  üç  şaşkın  bakışa  yanlış
duymadıklarını  ispat  etmek  istercesine  bir  kere  daha  tekrarladı.  “Ne
bakıyorsunuz  öyle?  Seviyorum  lan,  seviyorum!  En  başından  beri  ben
seviyorum onu. O şerefsiz yokken de seviyordum ben!”
“Sen  ne  dersin?”  diyen  annesinin,  kızgın  yüzüne  odakladı  bakışlarını.
“Ağzından  çıkanı  kulağın  duyuyor  mu  senin  oğlum?  Reyyan  evlendi,
evlendi!”
“Ne evliliği be? Hani nerede kocası? Oyuna getirildi Reyyan, o şerefsiz onu
kandırdı!” Öfkesinden çıldırmış gibiydi. Parmağıyla kendisini gösterdi. “Ben
onu sahipsiz bırakmayacağım!”
Zehra Hanım şaşkınlıktan susup kalırken Havin ellerini dudaklarına kapattı.
Hiç  beklemiyordu  böyle  bir  şeyi.  Bunca  zaman  neden  hiç  anlayamamışlardı
ki?
“Olmaz,”  diyerek  kafasını  salladı  Delal  Hanım.  “Unut  bunu  Azat.  Sen  ve
Reyyan  olmaz!  Aklından  dahi  geçirme!  Aksi  takdirde  beni  ezip  geçmiş


olursun!”
“Tamam.” Ellerini havaya kaldırdı Azat. “Tamam, susun.”
Hızlı  adımlarla  salondan  çıktı.  Azat’ın  ardından  karşısındaki  kadına  döndü
yüzünü  Delal  Hanım.  Elti  olarak  yıllar  boyunca  hiçbir  sorun  yaşamamış
olsalar  da,  bu  mesele  iki  kadını  birbirine  düşman  etmeye,  dostluklarına  sırt
çevirmeye yetmişti.
“Sen,” derken oldukça kin doluydu sesi. “Yıllar önce bu konağa dul geldin.
Şimdi de dul kızını oğluma mı yamayacaksın?”
Zehra Hanım’ın kanı dondu. Bu gerçek ilk defa böylesine vuruldu yüzüne.
Üstelik  bu  sefer  işin  içinde  Reyyan  da  vardı.  Kendi  kızı,  annesinin  kaderini
mi yaşayacaktı? Biricik kızı, dul damgası yemişti. Üstelik buna sebep olan, bu
ailenin kendisiyken. Şaşkınlığından bocaladığı için hiçbir şey söyleyemedi.
“İzin vermem. Azat’ımın, senin dul kızınla evlenmesine izin vermem!”
Tam  o  anda  konağı  derinden  sarsacak  bir  kurşun  sesi  yükseldi,  yakınlarda
bir yerden. Ne olduğunu anlamasalar da korkmuşlardı. Salondan dışarı çıkıp
avluya geçtiklerinde, elindeki silahı beline yerleştiren Azat’ı gördüler.
Aynı anda herkes odalarından çıktı, amcası bir taraftan, babası bir taraftan,
Bedirhan odasından. Azat’a şaşkın gözlerle bakıyorlardı.
“Şimdi beni iyi dinlesin herkes.” Nefesini tutup kendisini seyreden gözlere,
en büyük gerçeğini haykıracaktı umarsızca. “Özellikle sen amca!” Parmağını
kaldırıp  merdivenlerin  tepesinde  tırabzanlardan  tutunarak  kendisini  seyreden
amcasına baktı.
“Birincisi, Reyyan bu eve geri gelecek!”
İkinci
parmağını
kaldırdı.
“İkincisi,
bana
Miran
konusunda
karışmayacaksınız!”
Yüzünü  annesine  ve  yengesine  döndü.  “Üçüncüsü,  ben  Reyyan  ile
evleneceğim, buna hiçbiriniz mani olmayacaksınız!”
Sözlerini  ortaya  döktükten  sonra  kimseden  bir  şey  duymamak  için  kapıya
doğru  yürüdü.  Bu  gece  konakta  kalmayacaktı.  Herkesin  bu  gerçeği
sindirmesini  bekleyecekti.  Bir  kere  kaybetmişti  sevdasını,  bir  daha
kaybedemezdi. Reyyan’ı Azat’tan daha çok kim sevebilirdi?
Konağın  kapısından  çıkıp  giderken  hiç  olmadığı  kadar  rahattı  içi.  Gönlüne
yük olan en büyük sırrını, bugün hoyratça azat etmişti…
Mutfakta  yemekten  kalan  bulaşıkları  halletmekle  meşgulken  duymuştu


Dilan,  Azat’ın  sözlerini.  O  sözler  canını  öylesine  acıtmıştı  ki,  elini  kesen
bıçağı  fark  etmemişti.  Koyu  kırmızı  kanı  parmaklarından  süzülürken  acı  bir
tebessümle baktı eline. Kalbini kanatan yaranın yanında, bu kesik hiç kalırdı.
Olayın  üzerine,  annesine  su  getirmek  için  mutfağa  giren  Havin,  Dilan’ı  eli
kanlı  görünce  kendi  dertlerini  unutarak  koştu  yanına.  “Dilan,  elin  kanıyor!”
Kopardığı iki tane havlu peçeteyi alıp Dilan’ın avucuna bastırdı.
Dilan  kanayan  eline  bakarken  gülümsüyordu.  Ama  ne  gülümseyiş!
Yüzündeki  o  alaycı  tebessüm  yavaş  yavaş  yok  olurken  yerini  sessiz  bir
ağlayışa bıraktı. Ağlaması giderek hıçkırıklara dönüştüğünde dizlerinde takati
kesildi,  olduğu  yere  düştü.  Havin  yere  çöken  Dilan’ın  yanına  oturarak
saçlarını  geriye  attı.  Eliyle  Dilan’ın  kanayan  elini  tuttu.  “Çok  mu  acıyor
kurban olduğum, ne ağlarsın bu kadar?”
Hıçkırıkları  arasında  zoraki  konuşmaya  çalıştı  Dilan,  ama  nafile,  sesi
titriyordu.  “Elim  acımıyor  Havin!”  diyerek  hıçkırdı.  Kanayan  kesiğe
aldırmadan elini, tam kalbinin üzerine koydu. Kan lekesi üzerindeki kıyafete
de  bulaşmıştı.  “Bak  işte  tam  burası,”  dedi  güçlükle.  “Tam  burası  çok  acıyor
Havin, çok acıyor!’”
Havin elini, Dilan’ın elinin üzerine koydu. “Orası neden acıyor Dilan?”
“Azat, Azat…” Dilan’ın hıçkırıkları konuşmasını böldüğünde Havin küçük
dilini  yutmuş  gibiydi.  Bağırmamak  için  elini  ağzına  kapadı.  Gözleri
şaşkınlıktan  kocaman  açıldı  yine.  Bugün  neler  oluyordu  bu  konakta  böyle?
Aşkını  itiraf  eden  edene…  “Sen,”  dedi  şoke  olmuşçasına.  “Abime  mi
sevdalandın Dilan?”
Başını  salladı  genç  kız  gözyaşları  içinde.  Olmaması  gereken  bir  sevdaya
düşmüştü gönlü.
“Unut  bunu  Havin,”  diyerek  salladı  kafasını.  “Ne  sen  duydun,  ne  ben
söyledim.  Bu  sevda  beni  aşar,  bizi  aşar.  Hele  de  onun  gönlünde  Reyyan
varken…”
Ne  çok  sevmişti  oysa  Dilan,  Azat’ı…  Kaç  gece  uykusuz  gözlerle  yolunu
gözlemişti. Konağa bir girişi vardı ki Dilan’ın küçük kalbi yerinden oynardı.
Çatık  kaşlarına,  hiç  gülmeyen  yüzüne  vurgundu.  Günün  birinde  onu  fark
edecek  olmasını  büyük  bir  umutla  beklemiş,  içinde  koca  bir  aşkı
filizlendirmişti. Sabırla, aşkla, yılmadan… Ve son kez on sekizinde, hayat ona
da  yapmıştı  acı  sürprizini.  Azat’ın  Reyyan’la  evlenmek  istediğini  söylemek
için, havaya saçtığı kurşun, aslında Dilan’ın kalbini parçalamıştı!
Havin duyduğu gerçekle ne yapacağını bilemezken bir şekilde teselli etmek


istiyordu  Dilan’ı.  Nasıl  teselli  edecekti  ki?  Hangi  âşık  kalp,  teselliyle  iyi
olabilmişti bugüne kadar? Sadece kendisinin öğrendiğini sandığı bu gerçeğin
altında ezilen Havin, kapıda onları dinleyen annesinden habersizdi. Ve bunları
dinleyen Delal Hanım  da bundan sonra  boş durmayacaktı. Dilan  gibi bir kız
dururken, oğluna asla Reyyan’ı almazdı.



Download 1.36 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   66




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling