Hercai II meftun hercai II / meftun
Download 1.49 Mb. Pdf ko'rish
|
Sümeyye Koç - Meftun
Miran, haksız mıydı ki?
“Sen çabalasan da olmuyor,” dedi Reyyan, sesi ağladığını sakınmıyor, oldukça kısık çıkıyordu. “Zaman riyakâr, sabır nankör! Görmüyor musun?” Arkasını dönüp birkaç adım ötesinde durgun bir bakışla kendisine bakan Miran’a değdirdi gözlerini. “Sen benden ailemi silmemi istiyorsun.” Kafasını salladı perişanca. “Ben bunu yapamam. Burnumda tütüyorlar, görmüyor musun?” Hıçkırdı. Yaralarını deşiyordu Miran’ın her bir sözü. Ne Miran’ı bırakabilirdi ardında ne de ailesini özlemekten vazgeçebilirdi. Bu ne acıtan bir çıkmazdı böyle? “Görüyorum,” dedi Miran, kafasını salladı. “Ama ben de tükendim be. O adam, benim çocukluğumu yaktı!” Sonrasında tutuşmuştu tüm yılları. Küllenmek bir tarafa, çocukluğunda başlayan o yangın, hiçbir zaman sönmeyecekti. “Sen benim karımsın ve...” Sözleri Reyyan’ın hırçın sesiyle bölündü. “Ben senin karın falan değilim,” dedi Reyyan, gözyaşları yüzünü talan ediyordu. Az önce aşağıda babasına kalleş Şanoğlu dememiş miydi? “Yalan mı ha?” dedi bağırırcasına. Miran’ın gittikçe kararan bakışlarından gözlerini bir saniye bile çekmezken, damarına basacak bir soru sordu. “Söylesene Miran, benim soyadım ne?” Miran bu soruya cevap vermezdi, ölürdü ama yine de vermezdi. Tek yapabildiği kabaran öfkesini kamçılamak, sabrının sınırlarını zorlamaktı. “Şanoğlu,” diye haykırdı Reyyan kollarını iki yana açarken. “Hatırladın mı? Kalleş Şanoğlu!” Öfkeliydi, kırgındı, kızgındı, yaralıydı... Akla gelebilecek en kötü hisler dağlıyordu kalbini. Kıskançtı da aynı zamanda. Çünkü Miran’ın soyadı hâlâ Gönül’e aitti. Reyyan’ın değildi. Günün birinde Miran’la gerçekten evlenip evlenemeyeceğini bile bilmiyordu. Karımsın diyordu bir de... Reyyan çıldırmıştı ve bunun tek sebebi uzun zamandır içine attığı acıların bir anda gün yüzüne çıkmasıydı. Hamilelik hormonları her duyguyu zirvede yaşamasına neden oluyordu, bu durum en çok da öfkesine zarar veriyordu. Çünkü Reyyan öfkelendiği zamanlarda aklıselim davranan biri olmaktan çıkmıştı çoktan. Genç adam avucunu dudaklarına kapattı ve ardından birkaç kez yüzünü sıvazladı. Kendini sıkıyor, susmak için direniyordu. Reyyan hamileydi, onun canını sıkmak, isteyeceği son şey bile değildi. Ama damarına basıyordu kadın. Üstelik canını yakıyor, rezil suçunu yüzüne vuruyordu bir kez daha. “Sus Reyyan,” dedi dişlerini sıkarak. Parmağını kaldırıp Reyyan’a diktiğinde bu sefer hiddetle bağırdı. “Sus!” Reyyan oralı olmadı hiç, susmaya niyeti yoktu. Miran’ın gözlerinde gördüğü öfke kendi öfkesini dindirinceye dek susmayacaktı da. “Gerçekleri duymak zoruna gitti değil mi?” Kâbuslarına giriyordu bu mevzu. O, kızını bu şekilde dünyaya getirmek istemiyordu. Resmiyette evli olmadığı bir adamdan, gayrimeşru bir çocuk doğurmak istemiyordu. “Ne senin derdin?” diye sordu Miran. “Sana sabret demedim mi? Boşanacağımı biliyorsun!” “Sen beni kandırdın Miran!” Reyyan ağız dolusu bağırdı. Oysa bu defterleri, Miran’ın vurulduğu gün sonsuza dek kapatmıştı, kapattığını sanıyordu hiç değilse. Affetmişti onu, ettiği ihaneti unutmuştu sözde. Şu saniyede anlamıştı Reyyan, unuttum demeyle unutulmuyordu hiçbir acı. “Zaten evli olduğun halde...” “Evet,” diye bağırdı Miran. “Kandırdım seni!” Hiçbir inkâr sözü, hiçbir pişmanlık haykırışı kurtarmayacaktı onu bu gece, biliyordu. Zaten ne zaman kurtarmıştı ki! “Ben seni bir kez öldürdüm, sen beni şu sözlerinle bin kez öldürdün be!” Gözlerini ve adımlarını kapıya yöneltti, paramparça bir haldeydi. Ardında bıraktığı kadını görmek istemiyordu bu gece. O kadar yaralıydı ki, ona baktığında gözlerine değen her bir bakışı neşter vuracaktı zaten kanayan yüreğine. Kapıdan çıkmadan evvel dönüp son bir kez baktığı surete, az önce söylediği her bir nefret sözcüğünden pişmanlık duyuracak kelimeler sarf etti. “Sen beni öldürmeyi seviyorsun Reyyan,” dedi kırgın bir sesle. Her bir zerresi kırgınlığını haykırıyordu. “Ama söylesene, ben daha kaç kere öleceğim?” Yüzüne kapanan kapının ardından dizlerindeki takat kesilmişti. Dayanamadı Reyyan. Ne yapmıştı az önce? Neden tutamamıştı o zehir zemberek dilini? Neden affettim dediği adama bir neşter darbesi daha vuruyordu ki? Hıçkırırken ellerini karnına kapattı, tek sığınağıydı bebeği. Saniyeler içinde söylediği sözlerden pişmanlık duyması da oldukça garipti. Şimdiden söylediği her söz kendisine dönmüş, bir ok misali paramparça etmişti kalbini. Kaç dakika boyunca bu vaziyette kaldığını bilmiyordu, Miran neredeydi onu da bilmiyordu ancak bu gecenin bu şekilde son bulmasına izin vermeyecekti. Boğazına güçlü bir el gibi sarılan şu boğulma hissine yenilmeyecek, açtığı yaraları saracaktı. Yerinden toparlanıp kalktı ve hızla lavaboya yürüdü. İçeri girip aynadaki dağılmış suretine baktığında daha fazla ağlayası geldi ama dişlerini sıktı. Musluğu açıp yüzüne peş peşe çaldığı suyun ardından havluyla kurulandı ve odadan çıkıp merdivenlere yürüdü. Basamakları birer birer adımlarken, “Miran,” diye bağırdı güçsüz sesiyle. “Neredesin?” Merdivenden indiğinde çaresizce bakındı sağa sola. Çalışma odasına, salona, mutfağa ve hatta misafir odasına bile baktı. Hiçbir yerde Miran’ı bulamayıp çaresizce son odadan çıktığında fark etti dış kapının aralık olduğunu. Dışarıdaydı demek... Az önce yana döne aradığı adamın yanına gitmeye çekinir olmuştu şimdi. Nasıl dikilecekti karşısına? Ne söyleyecekti? Kararsızlığını daha fazla sürdürmeyerek kendini kapının dışına attığında akşamın üşütücü ayazı sarıp sarmaladı ince kıyafetlerin olduğu bedenini. Miran’ı elleri cebinde, arkası dönük bir halde bulduğunda çekinerek attı adımlarını yanına. Ağlıyordu ve bu şu anda engelleyebileceği bir durum değildi. İlk defa kendisine bu kadar kızıyor, ağzına aldığı can yakan sözler için kendisinden nefret ediyordu. “Miran...” İsmini o kadar kısık bir sesle dillendirmişti ki, Miran’ın duyup duymadığından emin değildi. Parmakları istemsizce kollarını sardı, sadece birkaç saniye bile onu üşütmeye yetmişti. “Ben, özür dilerim.” Cevap vermiyordu genç adam. Derin bir kızgınlık, uçsuz bucaksız bir kırgınlık aralarına şu anda aşılmaz bariyerler koymuştu. Bu gece Reyyan’ın yüzüne bir kez daha bakabilecek kadar güçlü olduğunu sanmıyordu. “Beni duymuyor musun?” Ağlamaklı sesinden firar eden pişmanlık serzenişleri ruhunu acıttı. “Çok özür dilerim.” “İçeri gir Reyyan,” dedi sadece Miran. Havanın soğuğu dokunmazdı kendisine ama o üşürdü. Yine Miran dayanamazdı. Yine onun içi acır, yine o yanardı. “Girmeyeceğim sen benim yüzüme bakana dek...” Miran bir anda omzunun üstünden bakıp öfkeli suretini gözlerine iliştirdiğinde sözleri yarım kaldı Reyyan’ın. “İçeri gir dedim sana!” Miran parmağını havaya kaldırıp evi gösterdiğinde sesi hayli yüksek çıkmış, Reyyan ürkmüştü. “Hiçbir şeyi olmadığın bu adamın canını daha fazla sıkma!” Kafasını salladı Reyyan. İçeri girmesi neyi değiştirecekti ki? Nefes bile alamayacaktı Miran’ın ona küskün olduğu saniyeler boyunca. İster bağırsın, ister kızsın fark etmeyecekti. Miran ikna olana kadar o da burada bekleyecekti. Aralarındaki birkaç adımlık mesafeyi tükettiğinde kollarını kaldırdı. Elleriyle omuzlarından tutup kafasını sırtına yasladı. “Sen benim her şeyimsin!” Öyle ki bedenini sarıp sarmalamıyordu Reyyan’ın elleri. Miran küçülüyor da küçülüyor, sanki Reyyan’ın avuçlarına sığıyordu ruhu. Kafasını sırtına değil, kalbine yaslıyordu. Bu kadın hiçbir şey bilmiyordu. “Ben senin hiçbir şeyin değilim!” diye haykırdı acıyla. Gözlerini yumdu, parmaklarını gözpınarlarına bastırdı. Oysa ne zordu bu sözleri sarf etmek... Ama dil susmuyordu, ona pranga vurulmuyordu. Reyyan da başa çıkamadığı dilinin cezasını çekiyordu. “Hayır... Her şeyimsin!” Bir inkâr daha bir itirafın kazdığı kuyuya düştü. Miran önünü döndüğü an Reyyan’ın elleri omuzlarından, kafası sırtından çekildi. Göz göze geldikleri an, Reyyan ellerinden tuttu Miran’ın. “Küsme bana, gönül koyma.” Zoraki konuşabilmişti. “Ben ne söylediğimi bilemedim, bir anda oldu her şey...” Miran başparmağını Reyyan’ın dudağına kapattığında ağzının içine tıkılıp kalan sözleri canını yaktı. Yine pes etmişti Miran. Reyyan’a sırt çevirmek gibi bir lüksü yoktu neticede. Onu, bu sözleri sarf edecek hale getiren kendisiydi. Bir anda küçülüp bedenine sığınan bu küçük kadına karşı kayıtsız kalamadı. Kollarını açtığı an üşüyen bedenini sarıp sarmaladı. “Her dokunuşunla kanadığımı biliyorsun,” dedi kollarında ağlayan kadına. “Sana yaptığım her şey için kendimden nefret ediyorum, görüyorsun.” Hayır, canını yakmak değildi sözlerinin hedefi. “Yine de yakıyorsun, kül ediyorsun.” Sadece dert yanmaktı. “Sonra gelip öldürdüğün yerlerden diriltiyorsun.” Aralık dudaklarını saçlarına bastırarak sustuğunda Reyyan hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ona mesafeler tanıyan bu hayata da, yolları imtihan kılan kadere de, bir seçim yapma zorunluluğu koyan şartlara da küfredesi vardı. Sonuç değişmezdi. Ne kadar bükülse de boynu, kırılsa da kolu kanadı, her yolun sonu bu adama çıkardı. O an Miran’ın dudaklarından, Reyyan’ı yok eden bir soru döküldü. “Ya günün birinde, yeniden öldürüp sonra diriltmek istediğinde, kalkamazsam ayağa?” |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling