Orhan pamuk
Download 1.5 Mb. Pdf ko'rish
|
Cevdet Bey ve Ogullari ( PDFDrive )
187
Berber, aydan aya, hayatına ilişkin bütün haberleri dinlediği için, bu genç mühendisin hayat hikâyesini eksiksiz biliyordu. Muhittin'i görünce sevgiyle güldü: "Sakal, değil mi?" dedi. Çekmeceden temiz bir önlük çıkarırken de, annesinin nasıl olduğunu sordu. Muhittin, çocukluğunda buraya geldiği ilk yılları hatırlıyordu. Boyu aynanın düzeyine erişsin diye berber, koltuğun iki kolu arasına bir tahta koyar, oturulacak yere de ayakları kirletmesin diye bir gazete sererdi. İlk gelişlerinde Muhittin ağlamıştı da berber "asker çocuğu ağlamaz!" diyerek avutmuştu. Öteki ge lişlerinde annesi onu berbere teslim eder, sonra küçük gövdesini bol çarşafın içinde hızlı hızlı oynatarak çarşıya alışverişe çıkardı. Sonra bir kere de babasıyla birlikte geldiklerini, berberin babasına çok saygı duyduğunu hatırlıyordu. Berber mülâzım Haydar Bey'e değer veriyordu. Şimdi de mühendis Muhittin Bey'e değer ve riyordu işte. Yüzünü saygıyla sabunlarken mesleği hakkında bilgiler edinmeye çalışıyor, bu mühendisin de bir zamanlar çocuk olduğunu, dükkânında ağladığını unutmuş gözüküyordu. Muhittin ellerini beyaz önlüğün altına sokarken, "Çocuk gibi hissediyorum kendimi burada!" diye düşündü. Berbere gövdesini bir süre için bırakıyor, berber vitrini andıran geniş camın önündeki koltuğa yerleştirdiği bir müşteriyi çarşıya sergiliyor, başkalarına yaptığı gibi onunla bilgi ve dedikodu alışverişinde bulunuyor, çarşıdan geçenler de gözucuyla onlara bakıyorlardı. Muhittin de çarşıdan her geçişinde berberin vitrinine bakar, "Aa, kâtip Hüsamettin Bey tıraş oluyor!" diye düşünürdü. Şimdi bu pazar öğleden sonra çarşıdan geçenler de herhalde, "Aa, mühendis Muhittin tıraş oluyor," diyorlardı. "Evet bir mühendis, mühendis Muhittin! İşte buyum ben!" diye düşündü. Mühendis, ama pek yakışıklı sayılmaz; kısa boylu, gözlüklü, hırçın bir yüzü var ki, insanda ya korku uyandırır, ya da hayranlık, ama sevgi değil. Aynaya bakıyor, kırılmış şişe diplerine benzetmekten hoşlandığı gözlüklerini süzüyor, kendine özgü bir varlığı olsun istiyor, arada bir de berberin sorularına karşılık veriyordu. "İşte buyum ben. Bir mühendis. 1937 yılında dünyanın bir şehrinde, burada, İstanbul'da Beşiktaş'ta bir berber koltuğunda, sessiz ve sakin, öteki berber müşterileri gibi beyaz 188 bir önlüğün altında uysal, kıpırtısız, ben... Ben Muhittin, mü hendis... İyi bir şair olmaya çalışan, ama irade eksikliği ve çalışma gücü sıkıntısı çeken, bekâr ve zeki, bir bahar günü arkadaşının nişanına gidecek olan, hâlâ yayımlanmamış şiir kitabı için sa bırsızlanan, geleceği için endişe duyan Muhittin Nişancı..." Birden gözlerini aynadan kaçırdı. "Hayır, hayır, şimdi düşünmek is temiyorum. Nişan törenini seyredip eğlenmek istiyorum," diye söylendi. "Ne olduğumu, kim olduğumu, ne olacağımı düşünmek istemiyorum!" Birden öyle bir irkildi ki, kulağının dibinde vı zıldayan ustura sustu. Berber anlayışlı ve soran bir bakışla aynaya baktı. Muhittin de oraya baktı, ama kendini görmek istemedi. Suratı sabunla nırken de aynaya bakmadı. Berberden çıkana kadar koltuğunda hiçbir şey düşünmemeye çalışarak kıpırdandı. Yüzünde gezinen usturanın vızıltısını dinledi. Berberden çıktıktan hemen sonra bir taksiye bindi. Şoförü Beşiktaş çarşısından tanıyojrdu. Şoför de bu mühendisin yüzünü tanıyordu. Muhittin düşünmemek için yolculuk sırasında şoförle gevezelik etti, pahalılıktan, futbol maçlarından, öteki dikkatsiz şoförlerden sözedildi. Ayazpaşa'daki apartmanı ona Refik tarif etmişti. Muhittin merdivenleri çıkarken, "Geç kaldım!" diye düşünüyordu. İçinde sanki görülmesi, yaşanılması gereken her şeyi kaçırmış gibi bir felâket duygusu vardı. Ama kapının zilini çaldıktan sonra birden şaşırdı. "Orada kalabalık var!" diye düşündü. İçerdeki kalabalık ona bakacak, inceleyecek, gülümseyecek, o da onlara aynı şeyleri yapacaktı. Tanımadığı bir kadın onu bir salona soktu, insanların arasına girdi, oturacak bir yer aradı. Salonda kadınlar ve genç kızlar bir yanda, delikanlılar ve yaşlı erkekler de başka bir yanda oturuyorlardı. Herhalde kimse böyle ayrı ayrı oturmalan gerektiğini düşünmemiş, daha doğru ve uygar olanın birlikte oturmak olduğunu çoğu aklından geçirmişti ama, hiçbiri kuralı bozmaya cesaret edememişti. Bir gramofon çalıyor, herkes fısıldaşıyor, birşeyler bekleniyordu. Muhittin, Refik'i karnı şişkin olan Perihan'ı gördü. Sonra bir kapıdan Ömer çıktı, el etti, ama yanına gelmedi. Nazlı'yı da bir an görebildi ve güzel olduğuna karar verdi. "Evet, geç kalmışım!" diye düşündü. Az 189 sonra gramofon susturuldu, beklenen şeyin yaklaştığını gösteren bir gerginlik oldu. "Şu kapıdan gireceklerine göre Ömer'in yüzünü iyi görebilirim!" diye düşündü Muhittin. İyi bir yere oturduğuna karar verdi. Muhittin'in beklediği yerden, koridora açılan kapıdan Ömer ile Nazlı içeri girdiler. Hemen arkalarından da milletvekili Muhtar Bey geldi. Muhittin, Nazlı'nın ilk gördüğü kadar güzel olmadığına karar verdi, yüzünde bir çirkinlik bile görür gibi oldu. Sonra arkalarından yaklaşan milletvekili aralarına girdi ve ikisinin de bileğinden tuttu. Birşeyler arıyormuş gibi sağına soluna baktı. Aceleyle elini cebine sokup birbirine kurdelayla bağlı yüzükleri çıkardı. Kalabalığın bakışlarıyla yıkanan pırıl pırıl iki yüzüğü beceriksiz hareketlerle parmaklara taktı. Muhittin, yüzüklerin birbirine kurdelayla bağlı olması gerektiğini bilmiyordu. Mil letvekili birisinin uzattığı bir makasla bu kurdelayı kesti. Sonra duygulandı: "Sevgili kızım ve çok sevdiğim bu evlâdım, delikanlıyı işte nişanladık. Çocuklarımızın birbirlerine sevgi ve saygı..." Muhittin, "İşte yüzü alıklaştı!" diye düşündü. Ömer'in do- nuklaşan yüzünü dikkatle inceliyordu. "Bir fatihin yüzü böyle mi olmalıydı? Kuzu gibi! Utanıyor, sıkılıyor herhalde, ama bunu kendi seçti. Acaba milletvekili ona şu fatihtik yolunda ne gibi kolaylıklar sağlayabilir?" Bir alkış başladı. Muhittin, "Ne çabuk bitti!" diye düşündü. Sonra yanmdakilerle birlikte o da elini birkaç kere birbirine vurdu, gülümsedi. "Şimdi bunları yapıyorum, çünkü böyle davranmak gerekir!" diye düşündü, ama kendini ikiyüzlü bulmadı. Milletvekili gençleri, nişanlılar da milletvekilinin elini öptüler. Milletvekili bir kenara çekilince nişanlılar öyle ortada kalıverdilcr. Bir şaşkınlık, bir durgunluk oldu. Nazlı tedirgin olarak uzun uzun Ömer'e baktı. Bu acemi bakışıyla, artık davranışlarını ve kararlarını bu yanındaki erkeğe göre düzenleyeceğini herkese göstermiş oldu. Sonra beklenmedik bir hareketle yere eğildi ve bacaklarının arasında gezinen kül rengindeki bir kediyi kucağına aldı. Mutlu bir gülüşme başladı. Herkes kalkıp nişanlıları öpmeye, kutlamaya koştu. 190 Muhittin Ömer'i öperken duygulandı. Böyle bir şeyi bekle miyordu; şaşırdı, ama hazırladığı sözü de söyledi: "Hadi bakalım Rastignac, iyi başladın gerisini de getir!" "İyi başladım ha?.. Ah, Muhittinciğim!" diye bağırdı Ömer. Galiba biraz içki içmişti. "Ah Muhittinciğim sen her zamanki gibisin, ama ben!.." "Yok, yok, sen de çakı gibisin!" dedi Muhittin. Bir başka akrabasına sarılan Ömer'in kendisini dinlemediğini görünce Refik'e döndü: "Perihan da iyice gebeymiş!" dedi. Hiç düşün meden söylediği sözlerin aptalca olduğunu aklından geçirdi. Refik: "Akşam bize gidelim, olur mu?" dedi. "Herkes dağıl dıktan sonra!" Kalabalığı işaret etti. Salonda tatlı ve yumuşak bir hareket, bir dalgalanma vardı. İnsanlar oturdukları yerlerden kalkıyorlar, birbirleriyle öpü şüyorlar, gülüyorlar, bakışıyorlar, hoş sözler söylüyorlardı. Mutlu bir uğultuydu bu. Sanki nişandan çok bu sıcak hareket ve uğultu beklcniyormuş gibi rahatlanılmıştı. Muhtar Bey bir köşede Ömer'in eniştesi ve teyzesiyle konuşuyordu. Nazlı ile Ömer pencerenin yanındaki genç kızlarla birlikte gülümsüyordu. Kızların arasında o yaşlı kedi vardı; somurtkan hayvan kucaktan kucağa geziyor, ölçülü kahkahalar duyuluyor, Nazlı'nın halası, evsahibi kadın salondaki topluluklar arasında bağlar kurmak, neşe köprüleri yerleştirmek için bir köşeden ötekine koşuyor, gülüyor, mutluluğu körüklemek için de arada bir şaka yapıyor, ya da istemeden hüzünleniyordu. Muhittin: "Ben de onlardan biri olmalıyım, ben de onlara katılmalıyım!" diye düşündü. Ama onlar gibi olınasiy uğultunun içine katılabilmesi için ilk önce ne yapması gerektiğini çıkara madı. Sonra bir şaka yapmaya karar vererek Refik'e döndü: "İyi tiyatro değil mi?" dedi. Gülmeye çalıştı, gülemedi. "Evet, iyi eğleniyoruz!" dedi Refik. Muhittin bir şey söylemiş olmak için "Asıl yemekte eğlene ceğiz," dedi. "Acaba içki var mıdır?" Bu sırada bir kahkaha duydular. Nazlı'nın halası Cemile Hanım bir hikâye anlatıyordu. Muhittin, "Hayır, onlar gibi olamam ben!" diye düşündü. m |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling