Orhan pamuk


Download 1.5 Mb.
Pdf ko'rish
bet48/79
Sana28.12.2022
Hajmi1.5 Mb.
#1012237
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   79
Bog'liq
Cevdet Bey ve Ogullari ( PDFDrive )

184 


günlerde hiç düşünmemişti. Mühendis Mektebi'nde öğrenciydi. 
Değil şu kolayca geçen yedi yılın, iki yıl sonra bitecek okulun 
bile hiç sona ermeyeceğini sanıyordu. Ders aralarında kori­
dorlarda top oynayan, çizim masalarının üstünde para maçı yapıp 
Beyoğlu'na sinemaya giden sınıf arkadaşlarına üstünlük duy­
gusuyla bakar, keyfini çıkara çıkara bir Dostoyevski olduğunu 
açıklardı. Refik ve Ömer ile aynı ilkeleri paylaşmış gibi gözü­
küyorlardı: Sürekli bir aşağılama ve nefretle beslenen alaycı bir 
tavırları vardı. Zekâya ve hoşgörüye inanıyorlardı, ya da Mu­
hittin'e öyle geliyordu. Bir keresinde Beyoğlu'nda bir meyhanede 
çok içmişler, Muhittin de intihara ilişkin bu kararını açıklamıştı. 
Karar tam beklediği gibi karşılanmıştı. Masaya belli belirsiz bir 
saygı yerleşti, ama şaşkınlık ya da hayranlık belirtisi hiç gö-
zükmemişti. Otuz yaşından sonrasını silip atmak kolay geliyordu. 
Kimsenin otuz yaşından sonra da hayatı olacağını düşündüğü 
yoktu. 
"Otuz yaş! Üç sene sonra!" diye düşündü Muhittin. Sokaktan 
şapkalı bir ihtiyar geçiyordu. Altmış yaşlarında gözüküyordu. 
Koltuğunun altına gazetelerini sıkıştırmıştı. Çarşı içindeki 
kahvelerden birine gidip, tavla şakırtıları içerisinde gazetesini 
okumuş, sonra kendi gazetesini öteki emekli arkadaşlarının 
getirdiği gazetelerle değiştirip, günün bütün haberlerini dikkatle 
gözden geçirmiş olmalıydı. Muhittin'in asker babası emekliye 
ayrıldıktan sonra böyle yapardı. Camiye de giderdi tabii. Muhittin, 
sokaktan geçen bu ihtiyarın camiye gidip gitmediğini düşündü, 
onu çarşı içinde görüp görmediğini çıkarmaya çalıştı. Sonra 
pencerenin önünden çekilip masasına oturdu. Artık bir şey 
yazamayacağını biliyordu, ama gene de masaya oturmak pen­
cereden bakmaktan'iyiydi. 
Masanın üzerinde yarım kalan şiirlerin çiziştirildiği kâğıtlar, 
gazeteler, dergiler, sigaralar, kalemler duruyordu. Ağzına kadar 
dolmuş küllükten pis bir kül kokusu geliyordu. Muhittin. "İşte 
hepsi bu!" diye düşündü. "Pis bir kül kokusu. Mıncıklana 
mıncıklana hamura dönmüş bu buruşuk kâğıt parçaları, dergiler... 
Niye kendimi kandırıyorum? Hor gördüğüm dünyadan bana 
kalanlar da bunlar... Tabii elimde parasını kazanmak için yaptığım 
mühendislik de var..." Masanın üzerinde duran gazetelerden 
185 


birini açıp baktı. Çarşıdan dönen ihtiyar mutlaka baştan sona 
okumuştu bu gazeteyi. "Başvekilimiz Paris'te rical ile görüştü... 
Hatay davamız için müsait neticelere varıldı... Fransa'da Blum 
kabinesi 380 güven oyu aldı... Saray sinemasında iki Türkçe film 
birden... Sabun pahalılığı zeytin azlığından ileri geliyor... Lokman 
Hekim'in öğütleri... Francocular'ın tayyareleri tarafından 
bombardıman edilen Guernica'nın harap vaziyetinden bir köşe... 
Burla biraderlerin zırhlı soğutma cihazı: Frijder... Borsa: Sterlin 
620, dolar 123, allın 1059, Lokman Hekim'in öğütleri... Nervin: 
Sinir ağrıları, asabi öksürükler, zayıflık ve uykusuzluk için..." 
Muhittin, "Ben de aynı şeyi yapıyor, okuyorum işte!" diye dü­
şündü. Muhittin'in babası da aynı şeyi yapmış, o da güne biraz 
neşe katacak gevezelik malzemesi bulduğu için emekliliğinde 
bütün gazeteleri baştan sona okumuştu. Muhittin bomboş bir 
duygusuzlukla mırıldandı: "Peki ne yapmalı? Nasıl yaşamalı?" 
Ama yalnızca kelimelerdi bunlar. Bu sözlerin gerektirdiği 
umutsuzluğu, ya da arayış heyecanını duymuyordu. Üstelik şairdi; 
kelimelerin başlı başına bir değeri olduğunu biliyor, ama onların 
altında fazla bir şey de bulamıyordu. 
Yeniden masasından kalkmaya karar verdi, ama karşısındaki 
kütüphanede duran babasının resmini görünce caydı. Babasının 
bu gümüş çerçeveli resmini oraya, beş altı yıl önce annesi koymuş, 
Muhittin de dokunmamıştı. Resimde mülazım Haydar Bey 
üniforması ve kılıcıyla gözüküyordu. Babası bu resmi emekli 
olmadan önce Beyoğlu'nda çektirmiş, kısa bir süre sonra da 
yorulduğunu, artık kendi köşesine çekileceğini herkese söyle­
yerek ordudan ayrılmış, Ankara'ya savaşa gitmemişti. Haydar 
Bey 7. Ordu'da, Filistin'de çarpışmış, burada nişancılığıyla ün 
yapmış, Muhittin de üç yıl önce soyadı kanunu çıktığı zaman, 
babasının hünerini hatırlamış, Nişancı soyadının bir şaire ya­
kışacağım düşünmüştü. Resim çekilirken Nişancı Haydar Bey'in 
takındığı düşünceli pozu. Muhittin gülünç buluyordu. Haydar 
Bey'in üzerinde kendine güvenen güçlü bir erkek hali vardı, belli 
belirsiz gülümsüyor, uçları havaya kalkık kocaman bıyıkları, 
boyu kısa olduğu için arkaya iyice kıvrılmış olan kılıcı, bir 
sehpanın üzerinde biblo gibi duran kalın ve kısa parmaklı eli, 
her şeyi zavallı gözüküyordu. Muhittin bu resmi her görüşünde, 
186 


babası gibi olmaması için ne yapması gerektiğini düşünür, bazan 
dehşete kapıldığı olurdu. Karşısında, kütüphanenin bir gözünde, 
gümüş çerçeve içerisinde duran bu şey, sıradan bir asker, boşa 
gitmiş bir hayat, hep birşeyler bekleyerek endişeyle yaşamış, 
yüzeylerin arkasına hiç geçememiş, acınacak bir insandı. Üstelik 
Muhittin'in duyduğu hayranlıktan sıyrılıp bunu anlayabilmesi 
için onsekiz yaşına gelmesi, babasının ölümünün üzerinden dört 
yıl geçmesi gerekmişti. Muhittin gene, "Ne yapmalı!" diye 
düşündü, ama gene heyecanlanmadı, yalnızca, artık alışkanlık 
haline gelen bir tedirginliğe kapılır gibi oldu. Bir süre daha 
karşısındaki resme bakıp oyalanarak, hayat ve önündeki yıllar 
hakkındaki endişelerinin hafif hafif arttığını sezerek oturdu. Sonra 
saatine bakıp nişan töreni için hazırlık yapmaya, Beşiktaş'ta çarşı 
içinde tıraş olmaya karar verdi. 
Giyinip kuşandıktan sonra odadan çıkıp mutfağa girdi. Annesi 
mutfak penceresinden sarkmış, yeni taşınan komşuyla konu­
şuyordu. 
Yeni taşınan komşu: "Hanımefendi çiçekleriniz tutmuş!" dedi. 
Feride Hanım da: "Tuttu ama, bunlar açmadı!" diyerek de­
nizlikteki saksıları gösterdi. Sonra Muhittin'in mutfağa girdiğini 
farketti ve içeri çekildi. Muhiltin'i dikkatle inceledi ve oğlunun 
kılığını beğendiğini gösteren bir ifade takındı. Mutlu bir sesle: 
"Demek, gidiyorsun. İyi eğlen bari!" dedi. 
Muhittin annesinin oğlunun bir eğlenceye katılacağını, mutlu 
olacağını düşünerek sevindiğini, bu akşam oğlunun da bulunduğu 
bir salonda bazı insanların mutlu olacağını düşünmekten, bu 
mutluluğu belli belirsiz hayâl etmekten keyif aldığını hissetti. 
Çarşıda yürürken sıkıntısız ve rahat buluyordu kendini. Ta­
nıdıklara selâm veriyor, "Acaba orada içki verirler mi?" diye 
düşünüyordu. "Acaba yüzükler takılırken Ömer'in yüzü nasıl 
olacak? Buna dikkat edeyim, şu bizim fatihin yüzünü iyice 
görebileceğim bir yere oturayım!" Gene selâm veriyor, yürüyor, 
şık olduğunu düşünüyor, insanların kendisine mühendis olduğu, 
işte şimdi şık olduğu, genç ve zeki olduğu için değer verdiklerini 
seziyordu. Sonra babasını tanıdıkları, çocukluğunu bildikleri 
için sevgi duyan o ihtiyarlar vardı, zekâsına hayran olan o genç 
askerler vardı, yıllardan beri tanıdığı şu yaşlı berber vardı. 

Download 1.5 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   79




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling