Orhan pamuk
Download 1.5 Mb. Pdf ko'rish
|
Cevdet Bey ve Ogullari ( PDFDrive )
209
yaktı. Osman, Emine Hanimi çağırıp pencereleri açmasını, odayı havalandırmasını söyledi. Öğleye doğru arabanın geldiğini söylediler. Teşvikiye Camii'ne götürülecek tabut arabaya taşınırken oradan buradan yetişenler oldu. Komşular, bahçıvanlar, tanıdık gençler, bazı mahalle ar kadaşları yardım ettiler. Birkaç hıçkırık duyuldu, bir iki genç gelip Refik'e sarıldı. Sonra Nigân Hanım da beşyüz metrelik yolculuğa dayanamayacağı için bir taksi çağrıldı. Pırıl pırıl bir mayıs güneşi vardı yukarıda. Tatildi, geçen bir tramvayın alnına küçük bayraklar asılmıştı, gökyüzünde neşe vardı. Nigân Hanım sarmaşıktı bahçe duvarına yaslanmış, büyük oğlunun koluna girmişti. Üzerinde siyah bir palto, başında siyah ve tüllü bir şapka vardı. Nigân Hanım bir keresinde tartışmaya ve geleneklerine çok düşkün bir akrabaya cenaze törenlerinde koyu elbise giy menin Hıristiyanca bir davranış olmadığını, yalnızca bir saygı ve ağırbaşlılık işareti olduğunu söylemiş, gururla gözlerini kırpmıştı. Refik annesinin yüzünde şimdi nasıl bir anlatım ol duğunu göremiyordu. Şapkadan sarkan tül, çünkü yüzünü ör tüyordu. Osman'ın yüzünde ise sabır gözüküyordu. Başını hafifçe yukarı kaldırmış, gözkapakları düşmüştü. Galiba, açık pencere lerden, karşı kaldırımdan, meydanın öbür köşelerinden kendisini seyreden Nişantaşlılar'a, ölüme, sonsuzluğa, hayata ilişkin birşeyler düşündüğünü, gökyüzüne bakarak göstermek istiyordu. Sonra evin kapısından cılız bir hıçkırık sesi geldi; herkes anladı, ama kimse bir şey yapamadı: Ayşe'ydi. Emine Hanım koluna girmiş, onu torunlarla birlikte bahçeye çıkarıyordu. Geciken taksi kal dırıma gürültüyle yanaşınca kıpırdadılar. Refik taksiden inince annesinin koluna girmedi. Nigân Hanım şapkasını çıkarmış, başörtüsü takmıştı, kolunda Osman vardı. Ağır ağır camiye doğru yürüyorlardı. Caminin avlusu kalabalıktı. Ağaçlar açmıştı. İnsanlar avluya yayılmışlardı. Avlunun girişinde işçiler vardı. Galiba, şimdi kendilerine yapacak fazla bir şey düşmediği için canları sıkılıyordu. Sigara içiyor, çevrelerini seyrediyorlardı. Sonra yazıhanede çalışan memurlar vardı: Muhasebeci Sadık bir ağacın dibinde karısının kolundaydı, çocuklarını da getirmişlerdi. Sadık, Nigân Hanimin elini öperken karısı patronun karısını dikkat ve saygıyla süzdü. Refik kala- 2/0 balığın arasında Muhittin'i gördü. Cami duvarına yaslanmış çelenkleri inceliyordu. Arkasında Cevdet Bey'in Haseki'den akrabaları vardı. Çok kalabalık değildiler, Teşvikiye Camii'ne, ramiyi çeviren kalabalığa, çevredeki yeni apartmanlara çekinerek bakıyorlardı. Evlerin balkonlarında bayram bayrakları ve me raklılar vardı. Pencereler bahar sıcağına ve tatile açılmıştı. Yoldan bir tramvay daha geçiyordu. Pencerelerinden yolcular avlunun kalabalığını seyrediyorlardı. Caminin ağzında Nigân Hanım'm akrabaları vardı. Kravatlı, ceketli ve hepsi koyu elbiseli ve ağırbaşlı insanlardı bunlar. Nigân Hanım onlara yaklaşınca rahatladı, oğlunun kolundan çıktı, sonra ablalarından birine Türkân Hanım'a sarıldı, çevrelerinde bir sessizlik oldu. Sonra Şükrü Paşa'nın öbür kızı Şükran da geldi. Üç kızkardeş bir birlerine sarıldılar. Osman teyzelerinin yanma gitti. Sonra Seyfi Paşa geldi, yanındaki uşağı çekiştirerek Nigân Hanım'a sokuldu. Nigân Hanım onun elini öpecekti galiba, ama bugün böyle bir şey yapmamaya hakkı olduğunu anladı. Seyfi Paşa Refik'i görünce alışkanlıkla suratını astı, sonra yakınlık göstermesi gerektiğini anladı galiba ve gülümsedi, ama gülümsemesi ölçülüydü, uy gunsuz değildi. Refik bu kalabalıktan biraz çıkmaya karar verdi. Sait Nedim Bey'i gördü. Yanında kızkardeşi Güler vardı. Refik onun nasıl bir kadın olduğunu merak etti. Hava iyice sıcaktı, güneş artık bahar güneşi değil, yaz güneşiydi. Yüzlerde ter damlaları gözüküyordu. Yüzlerde sabır da gözüküyordu. Refik cami duvarına doğru yürürken Fuat Bey'i gördü. Karısı Leylâ yanındaydı, çok üzgündüler. Refik onların ne kadar üzgün ol duklarım gördüğünü, bu perişan halleriyle Cevdet Bey'i ne kadar sevdiklerini kanıtlamış olduklarını göstermek istedi, ama bunu göstermek için yapılması gereken şeyi bulamadı. Yalnızca başlarıyla "Bizi, babamı ne kadar sevdiğinizi anladım, artık yeter, üzülmeyin!" diyerek onlara başını salladı. Sonra babasının bazı iş arkadaşlarını gördü. Bunlardan birkaçı saygılı, sakallı bir ihtiyarla konuşuyorlardı. Galiba bu ihtiyar da bir paşaydı, ama uzak bir akrabaydı, Refik kim olduğunu hatırlayamadı. Refik'in Sirkeci'den tanıdığı başka tüccarlar ve bankacılar da vardı. Bunlar biraz sıkılmış gibiydiler, yüzlerinde, "şu tatil sabahı o gazete ilânını neden okuduk sanki!" diye bir anlatım vardı. Güneş de 211 cami avlusunu gittikçe kızdırıyordu. Tüccarların arkasında çelenkler vardı. Muhittin'i demin burada gördüğünü düşündü, çelenkler üzerindeki yazıları okudu: "Fuat Güvenç ve Ailesi... Tesisat-ı Elektrikiye... İş Bankası Sirkeci Şubesi... Bazaar de Levanı Anonim Şirketi... Anavi Ailesi." Sonra Muhittin geldi, Refik'e sarıldı, ne kadar ciddi, ne kadar üzüntülü olduğu anlaşılmıyordu. Birlikte dönüp gene çelenklere bakmaya başladılar. Birbirlerinden rahatsız oluyormuş gibiydiler. Galiba Muhittin söyleyecek bir şey arıyor, ama bulamıyordu. Sonunda çelenk yollamanın bizde de artık alışkanlık olduğunu söyledi. Bundan ne hoşnuttu, ne şikâyetçiydi, öyle söyleyivermişti. Refik de iki yıl önce bu alışkanlıkla birlikte Nişantaşı'nda bir çiçekçi dükkânının açıl dığını söyledi. Arkalarındaki kalabalığın uğultusunu, fısır fısır konuşan, bir rezalet, ya da savaş çıkmış gibi endişelenen, sonra bakışlarıyla, tavırlarıyla ve elbiseleriyle kelimelerinden daha çok şey söyleyen kalabalığın uğultusunu dinleyerek sustular. Refik böyle yapmasının daha yerinde olduğunu düşünerek, Muhittin'in yanından ayrıldı, caminin ağzına yürüdü. Gene, bazı paşaların, sefirlerin arasına girdi: Annesinin akrabalarıydı. Nigân Hanım oğlunu küçükken bu insanların oturduğu konaklara götürürdü, onlar da Refik'i severler, okşarlar, gülümserlerdi, ama hiçbir zaman o "iade ziyaret"lere gelmezlerdi. Şimdi de Refik'e gü- lümsüyorlar, ya da sevgiyle bakıyorlardı. Refik, "Çocukken beni çok sevimli bulurlardı!" diye düşündü. "Acaba şimdi nasıl buluyorlar?" Kızkardeşlerinin koluna giren annesini seyrederek bir süre hareketsiz durdu. Avlunun girişinde ağaçların oradaki işçiler de hareketsiz duruyorlardı. Dönüp camiye biraz daha sokuldu. Sonra sütunların üstüne, mermer alınlığa iliştirilmiş olan bir tuğrayı gördü. Abdülmecit'in tuğrasıydı. Bir hareket oldu. Osman kardeşine yaklaştı ve sordu: "Namaza gelmiyor mu sun?" "Namaz?" diye düşündü Refik. Başını salladı. Ayakkabılarını nasıl çıkaracağını düşündü. Eskiden camiye her gelişinde bunu düşünürdü. Eskiden hizmetçilerle, bir de bayramlarda babasıyla gelirdi buraya. Ayakkabılarını bir şey düşünmeden acele acele çıkardı. İçerisi serin ve loştu, küf ve halı kokusu vardı. "Aptes 212 almam lâzımdı!" diye düşündü, ama galiba Osman da almamıştı. Sonra kalabalık hızlı hızlı toplandı. Herkes elini göbeğinin üstünde birleştirerek bekledi. Refik, Osman'ın yanında olduğunu gördü. Yüzünde gene kibirli bir anlatım vardı; başını dik tutuyor, insanlara değil, onların üzerindeki bir noktaya, mihrabın mermer kakmalarına bakıyordu, ama ayağında ayakkabı olmadığı, ço- rapları gözüktüğü için bu kibirli tavrı tuhaf duruyordu. Refik dönüp baktı: Arka sıralarda yeralan bahçıvanların, kapıcıların çoraplı ayakları tuhaf değildi. "Onlar buraya yakışıyor!" diye düşündü. Sonra namaz başladı. Refik "Babam öldü," diye dü şündü ve önündeki adamın ensesine bakarak yaptıklarını tek rarlamaya başladı. İnanmadığı halde bu hareketleri yapmasının, yere eğilip kalkmasının doğru olmadığını düşündü, sonra dü şünmek istemedi ve "Babam öldü!" diye mırıldandı. Aynı şeyleri birkaç kere daha mırıldandıktan sonra namaz bitti. Yeniden güneşe çıkıldı. Refik tabuta doğru dalgalanarak toplanan, ha reketlenen kalabalığa katıldı. Güneş cayır cayır caminin avlusunu yakıyor, tabut orada duruyordu. Download 1.5 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling