Orhan pamuk
Download 1.5 Mb. Pdf ko'rish
|
Cevdet Bey ve Ogullari ( PDFDrive )
SI
Truva atının hikâyesini bilenlerle dolu. Bir Avrupalıyla konuşmak bazan nasıl bir zevk olur anlatamam! Ama tabii, buradaki pis misyonerlerle bankerleri demiyorum. Gerçek Avrupalılar: Voltaire, Rousseau, Danton... Revolüsyon..." Birden bir marş söylemeye başladı. Cevdet Bey bıkkınlıkla: "Ağbi, yorma kendini," dedi. Nusret nefes nefese: "Sus ve saygıyla dinle!" dedi. Yuvarlanan bir kaya gibi başlayan, sonra eğilip bükülen, gerilip atılan bir marş odayı doldurdu. Cevdet Bey önce müzikten hoşlandı, sonra ağbisinin hırıltılı sesiyle söylediği Fransızcayı çözmeye çalıştı. "İşte, bu Marseyez'dir," dedi Nusret. "Fransız Ihtilâli'nin büyük marşı. Şanlı Marseyez! Bunu burada ne zaman duyacaksın ba kalım?.. Sen republique ne demek biliyor musun? Bilmiyorsun tabii. Şemsettin Sami korkudan Kamusu Fransevi'ye bunun karşılığını yazamadı. Republique bize gereken idare şekli. Bu Fransa'da vardır. İşte onu, şu marşı söyleyerek kurdular. Şu marşa bak: Allons enfants de la..." Birden kapı açıldı. Mari: "Ne oluyor? Lütfen Nusret sus! Yalvarıyorum!" dedi. "Sen karışma. Nasıl olsa öleceğim. Bunu söylerken öle yim!" "Sesin taa aşağıdan duyuluyor. Bu pansiyondan da atsınlar mı bizi?" Cevdet Bey'e döndü: "Lütfen siz de bir şey söyleyin!" "Ben böyle şeyleri doğru bulmadığımı söylüyordum!" dedi Cevdet Bey. "Burada beni anlayan kimse yok!" dedi Nusret. Mari'ye öfkeyle bakıyordu. Mari Ziya'yı nasıl yatırdığını, çocuğun önce korktuğunu, ama sonra nasıl uyuyakaldığını anlattı. Galiba sevimli bulmuş, hoşlanmıştı ondan. Nusret: "Aptal etmişler onu!" dedi. Bir süre düşündü: "Zaten anası da öyleydi. Avrupa'da kadınlar seçme hakkı istiyorlar, eşitlik istiyorlar, ne dersin? diye sorardım. Siz bilirsiniz efendim, derdi. Ben de onu evine yolladım! İnsan burada nasıl bir kadın almalı bilemiyorum." Mari'ye bakıp gülümsedi: "Hıristiyan bir kadın almalı." Cevdet Bey'e döndü: "Müslüman da alınabilir mi dersin? 82 Ama bence bir paşa kızı yanlış bir seçim! Çünkü bütün paşaların ve sülâlelerinin kanının akıtılacağı bir ihtilâl gerek. Olacak mı? Yeter artık!" "Evet, sen uyusan iyi olacak artık!" dedi Mari. "Uyumak istemiyorum. Kaç gündür ilk defa bitkin hisset miyorum. Dün akşam öleceğimi sandın değil mi? Bu çok rast lanılan bir durum: Hasta ilk buhranını atlattı, biraz açılır gibi oldu. İkincisi birkaç gün içinde biter. Uyuşuk uyuşuk yatarım, uyuyakalırım, ateşler içinde kıvranırım sonra... 1 ' Gene öksürmeye başladı, ama bu sefer uzun sürmedi. "Sonra ölürüm. Şimdi konuşmak istiyorum! Evet, konuşalım, konuşalım! Neden sö- zedelim? Mari bana benim hakkımda ne düşündüğünü söyle. Sonra Cevdet hakkında... Yok, yok... E, ne susuyorsunuz? İçki içmek istiyorum! Çok sağlıklı hissediyorum! Acaba aşağıda hâlâ gevezelik ediyorlar mı? Gidip bakayım. Ediyorlarsa ben de onlara göre bir konu bulmalıyım ama... Romatizma meselâ iyi bir konudur. Ya da eskiden her şeyin daha ucuz olduğunu... Durun! Ben size bir revolüsyon anlatmak istiyorum. Burada gereken şey o! Kanlı bir ihtilâl! Giyotinler nereye kurulacak? Sultanahmet Meydanı'na! Giyotinler günlerce şakır şukur çalışacak. Padi şahların, sultanların, prenslerin, paşaların ve bütün paşa soy luların ve onlara yasaklananların kanı gürül gürül akacak. Kan seli Sirkeci'den denize dökülecek." Cevdet Bey: "Ağbi yeter artık!" diyerek ayağa kalktı. "Niye? Gücendin mi? Sen tüccarsın. Sana dokunan olmaz. Ancak böyle bir şey olursa buraya ışık gelir. Bu karanlıktan başka türlü kurlulunamaz. Otur da beni dinle. Ben ne diyordum? Evet, giyotinler. Hiç uzlaşma yok. Her şey en derin yerinden, kökünden sökülüp atılmalı. Uzlaşma yok!" Birden öne doğru bükülen gövdesi arkaya düştü, başı yastığa vurdu: "Ama biliyorum, bunlar olmayacak. Ne yazık! Bunlar yapamazlar! Bunlar yapamazlar!. Bak, sana ne anlatacağım. Üç ay önce yatağa daha düşmeden, Tevfik Fikret'e, Aşiyan'a gittim. Robert Koleji'nde dersteymiş. Bekledim, geldi. Ona şiirlerine hayran olduğumu, yeni bir Namık Kemal olduğunu söyledim. Bana şüpheyle baktı. Şimdi utandığım daha bir yığın övgü sözü söyledim. Avrupa'daki durumu anlattım. Burada mücadelenin daha güçlenmesi için neler yapılması gerekir, S.3 ne düşünüyorum, onları anlattım. Bana neden Avrupa'dan geri döndüğümü sordu. Galiba beni önce polis sandı. Aldırmadım. Bütün coşkumla ona, onun şiirlerini okudum. Namık Kemal okudum. Biraz da içki içmiştim... Yokuşu çıkmaktan yorul muştum, başım dönüyordu, sonunda coştum işte! Anlamadı. Bana evini gezdirdi, gururla planını kendi çizdiğini söyledi. Yaptığı resimleri gösteriyor. Evet, bir ihtilâlci şair, her şeyi bı rakıyor, resim yapıyor. Resimler: Dökülen yapraklar, bir sonbahar manzarası. Bir tabak içinde meyveler var. İki elmayla bir portakalı bir tabağa koymuş, resmini yapmış. Bir ihtilâlci bunu yapar mı? Bir ihtilâlci şair bütün gün tabağa koyduğu bir portakalla iki elmaya bakıp gördüğünü çizmek için uğraşır mı? Bir ihtilâlci, öteki ihtilâlciye bunları mı gösterir? Ona dedim ki: Bunları niye yapıyorsun? Daha çok şiir yaz. Bağır, haykır, herkes seni işitsin! Bağır! Ey ahali kalkın, uyanın, uyanın. Yıkılsın İstibdat!" "Ne olur sus artık!" dedi Mari. "Beni küçümsedi, ağzımın kokusunu da aldı galiba... Dersi olduğunu söyledi. Ama gene de bir incelik yaptı. Bana küçük bir şiir kitabı verdi. Kendi kitabını değil, bir Fransız şairinin kitabını hediye etti. Sonunda polis olmadığımı anlayınca, galiba, gönlümü almak istedi. Şiir kitabının cildini övdü, yazarına da hayran olduğunu söyledi. Sonra araştırdım. Bu yazar, adı François Coppee, Dreyfus davasında bütün aydınlık düşmanlarıyla aynı saflarda yeralmış, aşağılık hımbıl bir ihtilâl düşmanı... Nerede o kitap, Mari? Gözde duruyor, şurada, getir onu yırlayım!" Birden, Cevdet Bey, öğleden sonra, Nişantaşı'nda farkettiği, ama nereden kaynaklandığını anlayamadığı gücün, içinde kı pırdandığını hissederek ayağa kalktı. "Yeter artık!" diye bağırdı ve bu kesin, sert öfkenin hiç de iğreti durmamasına şaşarak: "Artık uyu sen!" dedi. "Yoksa doktor çağırırım." "O doktoru, İtalyan'ı çağır da onunla konuşayım. Aklın ışığı ilk önce İtalya'da parladı. Orası aydınlığın anayurdudur. Peki, peki! Ben uyuyacağım. Sen de istiyorsan git! Ne zaman gele ceksin?" "Yarın gelirim ! " dedi Cevdet Bey. Sonra birden, "O kadar çok işim de var!" diye düşündü. "Öbür gün mü deseydim keşke?" Ağbisine öfke duyarak bütün işlerinin ve düzeninin buradaki, bu tatsız havadaki bir şeyden, ya da kimbilir neden, tepetaklak olmasından korkarak sinirlendi. "Bütün gün boşa gitti!" diye mırıldandı. Bu sefer bu düşünce canını sıktı. Odanın içinde aşağı yukarı bir yürüdü. "Ne yürüyorsun, ne düşünüyorsun öyle?" diye sordu Nusret. Sonra bir şeyler anlatmaya başladı. Cevdet Bey onu dinlemedi. Mari arkasından kapıya kadar geldi. Cevdet Bey, yarın geleceğini kadına bir daha söyledi. "Evet, lütfen gelin!" dedi Mari. "Sizi görünce coşuyor, zekâsı parlıyor, iyi oluyor..." Gözlerini kaçırarak: "Belki sizi biraz sıkıyor ama..." diye ekledi. "Çocuk da görmek istiyor sizi. Yatmadan önce arabayla gezecek miyiz diye sordu ! " Cevdet Bey: "Evet, onu gezdiririm!" diyerek güldü. • Download 1.5 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling