Orhan pamuk
İKiNci BÖLÜM BİR GENÇ FATİH İSTANBUL'DA
Download 1.5 Mb. Pdf ko'rish
|
Cevdet Bey ve Ogullari ( PDFDrive )
İKiNci BÖLÜM
BİR GENÇ FATİH İSTANBUL'DA "Avrupa, bizim için, bundan sonra yalnızca bir şey olacaktır. Şey diyorum: Bir... bir hedef! Daha doğrusu bir örnek." Sait Bey vagon-restoranla birlikte sallanıyor, hızlı hızlı konuşuyordu: "Artık gururu bir yana bırakmalıyız. Şunu hep söylerim: Kı lıçlarımızın şakırtısını, tüfeklerin ve makinelerin gürültüsü bastıralı yıllar oluyor... Artık devlet eski devlet değil; ne de dünya eski dünya! Yirminci yüzyılın yarısına geliyoruz... Bindokuz- yüzotuzaltı şubatı... Bindokuzyüzelli'ye ne kaldı? İçelim, içelim ve gururu bir yana bırakıp Cumhuriyet'i ve Avrupa'yı içimize sindirelim... Ama siz hiç içmiyorsunuz!" Ömer birşeyler söylemeye çalıştı. "Bindokuzyüzotuzaltı şu batı!" diye düşünüyordu... "İstanbul'a dönüyorum..." "Yok, yok, bir şey söylemeyin, anlıyorum," dedi Sait Bey, "Sizi bir bekleyen var herhalde. Dalıyorsunuz. Anlıyorum, anlıyorum!" Babacan bir amca şefkati takınmış, gülümsüyordu. Ömer: "Hayır, beni kimse beklemiyor!" dedi. "Benden bir şey bekleyen kimse yok!" Şarap bardağını Sait Bey'in elindeki şişeye yaklaştırdı: "Haklısınız, içmiyorum, ama artık içeceğim!" "Hanımlar da içsin," dedi Sait Bey. "Daha Türkiye'ye gelme dik..." Kültüre, zamana, değişen hayata ve Türkiye'ye, geceyarısı trenle yaklaşılan şu bizim sevgili, hüzünlü memleketimize ilişkin bir şakaydı bu. Sofrada uzun zamandan beri böyle şeylerden sö- zediliyor, şakalar yapılıyor, gülüşülüyordu. Sait Bey, herkesle 91 birlikte güldükten sonra, karısına takıldı: Atiye Hanım içkiyi ancak yurt dışında gönül rahatlığıyla içebiliyordu. Bunun üzerine Sait Bey'in kızkardeşi Güler de ağbisine takıldı: Sait de Fransa'ya her gidişinde şarap ve rakı hakkındaki düşüncelerini değişti riyordu. Sait Bey kızkardeşinin şakasından alınmış gibi yaptı. "Rakıyı tartışmam!" dedi. Ömer'e bakarak ekledi: "Rakı erkek içkisi dir!" . Buna gülüşülmedi. Yalnız Sait Bey Ömer ile bir şey paylaş maktan, erkekliğin tadını çıkarmaktan hoşnut gülümsedi. Ömer onlarla dün gene burada, vagon-restoranda tanışmıştı. Sait Bey özür dileyerek boş masa bulamadıklarını, oturmak istediklerini söylemişti. İlk nezaket sözlerinden sonra Paris'e neden geldiklerini anlatmışlardı; Sait Bey her yıl karısıyla Av rupa'ya çıkmayı alışkanlık edinmişti. Bu yıl yanma kocasından ayrılan kızkardeşini de almıştı. Ömer de onlara Paris'e Londra'dan dönerken uğradığını söylemişti. Dört yıldır. Londra'da inşaat mühendisliği okuyordu. "Ama biz kadın hakları konusunda birçok Avrupa ülkesinden ileriyiz," dedi Atiye Hanım. Sait Bey: "Doğru, bu önemli!" dedi... "Cumhuriyet işte bu..." Yüzüne yakışmayan haşarı bir çocuk bakışı takınarak ekledi: "Ama eninde sonunda kadınların dünyanın her yerinde görevleri aynıdır." Bir durgunluk oldu. Sonra Atiye Hanım kocasının kaba erkekliğinden utanmış gibi yaptı: "Sait Bey böyle düşünür." Ama bu çeşit öfkeler Atiye Hanım'a göre değildi. Birden gözleri parladı ve çantasından birkaç resim çıkarıp, gülümseyerek Ömer'e uzattı: "Bakın işte, bu da benim tatlı görevim!" dedi. Ömer alıp baktı: Resimde denizci elbisesi giymiş bir çocuk vardı. Bir elini bir iskemlenin kenarına koymuş, ötekiyle selâm veriyordu. Laf olsun diye sordu: "Kaç yaşında?" "Bir hafta sonra dört yaşını dolduracak!" dedi Atiye Hanım. "1932 Mart'ında doğdu." Ömer, "Ben de dört yıldır dışardayım!" diye düşündü. Trenin 92 gürültüsünü dinliyor, sallanıyordu. "Dört yıldır Türkiye'ye adımımı atmadım. Avrupa'ya kaçtım. Doktora yapacaktım, yüksek mühendis diplomasıyla yetindim, gezdim, tozdum, biraz kendimi düşündüm, annemle babamdan kalanlan yedim, yaşadım... Şimdi dönüyorum... Şimdi, 1936 Şubat'ında dönüyor ve teyzemin beklediği gibi hayata atılıyoruz." "O baktığınız resim, çocuk bir yaşındayken çekildi. Teşvi kiye'deki eve fotoğrafçı çağırmıştık!" Bu resimde çocuk annesinin kucağındaydı. Atiye Hanım'ın omuzunu tutan Sait Bey gövdesini hafifçe öne bükmüştü, ama bir kocadan çok kızkardeşini koruyan bir ağbiye benziyordu. Üçüncü resim bir fotoğraf stüdyosunda çekilmiş olmalıydı. Karı kocanın yüzünde donuk bir gülümseme vardı. Mutlu muydular, yoksa böyle olmaları gerektiğini mi düşünüyorlardı, anlaşıl mıyordu. Kucaktaki çocuksa ağlayacak gibiydi. Ömer bir şey söylemesi gerektiğini anlayarak: "Çocuk sevimli" dedi. "Herkes öyle diyor," dedi Atiye Hanım heyecanla. Sonra Ömer'den aldığı resimleri neşeyle gözden geçirmeye başladı. Sait Bey de başını karısına doğru yaklaştırıp baktı. Karı koca galiba Ömer'e "sevimli" dedirten şeyi resimlerde arıyorlardı. Ömer, "Ne için dönüyorum İstanbul'a?" diye düşündü. "Bir kadın, bir çocuk, mutlu bir aile, daha çok kazanılması gereken para... Bunlar için mi?" Daha Türkiye'ye girmemişlerdi, ama şimdiden hüznün ve küçük aile mutluluklarının kokusunu alır gibi oluyordu. Birden bardağını dikti: "Ben daha içeceğim," de di. "İçeceksiniz, içeceksiniz!" diyerek güldü Sait Bey. "Gençsiniz, şimdi içmezseniz ne zaman içeceksiniz?" Yıllık Avrupa gezisinden dönen bir kocaydı. Genç karısıyla gururlanıyor, çocuğunun resmine mutlulukla bakıyor, ithalatçılık yapıyor, arada bir de bir paşa oğlu olduğunu hatırlayıp hü- zünleniyordu. Ömer, "Ben başka şeyler yapacağım!" diye dü şündü. "Bütün bunların ötesine geçeceğim. Bütün bunları aşacağım!.. Her şeyi sarsarak, kırıp dökerek ele geçireceğim!" Gene bir sessizlik başlamıştı. Güler: "Avrupa'yı anlatıyordun, ağbi," dedi. 93 "Anlatıyordum, değil mi?" dedi Sait Bey. "Avrupa'yı ve bizi... Rahmetli paşa babamı anlatmıştım size değil mi? Sizin oğluyla ahbap olduğunuz o Cevdet Bey için Nigân Hanım'ı isteyen, aracılık eden benim rahmetli paşa babam ve annem olmuşlardır. Düğün de, bizim konakta yapıldıydı. Sonra o konağı baştanbaşa değiştirdik, zamana uydurduk." Atiye Hanım: "Acaba yirmi yıl sonra, otuz yıl sonra nasıl olacağız?" diyerek iç çekti. Ömer'e bakıyordu. Ömer, "Onları eğlendirmemi, ilginç şeyler söylememi bek liyorlar!" diye düşündü. Kendini vagonun sallanışına ve içkiye bırakmaya karar verdi. "Bir şişe daha isteyelim mi?" diye sor du. "Tabii isteyelim!" dedi Sait Bey. Hayata atılan şu delikanlıya sevgiyle bakıyor, herhalde kendisini, geçmişini, akan yılları hatırlayıp efkârlanıyordu. Garson yeni şişeyi getirdi. Ömer bir zamanlar çok içtiğini hatırladı. Babası öldükten sonra başlamış, annesi öldükten sonra da alışmıştı. İstanbul'da Mü hendis Mektebinde okurken sabahlara kadar içtiği, Beyoğlu'nda eğlence yerlerine daldığı, sarhoş sarhoş okula döndüğü çok olurdu. İngiltere'de de çok içtiği zamanlar olmuştu. İstanbul'da Mühendis Mektebi'ni bitirdikten sonra, "Biraz da dışarısını göreyim!" diye düşünmüştü. Arkadaşları da onu kışkırtıyorlardı. "Paran var, vaktin var, dönüp bakacağın kimsen de yok, hep bu çöplükte mi eşeleneceksin? Git, gör, gez, eğlen, biraz da birşeyler okursun işte!" diyorlardı. İngiltere'de arkadaşlarının dediği şeyleri yapmıştı. Sonra bir ara bir kıza tutulmuş, evlenmeyi, orada yerleşmeyi de tasarlamıştı. Garsonun getirdiği şarap şişesine bakarken: "İşte bizde de iyi şeyler yapıyorlar!" diye düşündü. Bir ara Türkiye'ye döndüğü, eski çöplükte gene eşelenmek zorunda kalacağı için pişman olmaya başlamıştı, ama şimdi sevinçliydi. Türkiye kendi çöplüğüydü, tutkularına göreydi. Oysa Avrupa çoktan ele geçmişti. Ömer şişenin etiketineba- karken, "Belki bunlar çocuksu düşünceler, ama orada yaşamaktan korkuyordum!" diye düşündü. "Orada gök kurşun gibi geliyordu bana... Türkiye'de her şey başka. Yeni, hazır bana göre..." "Oo, çok içiyorsunuz, efendim, vallahi yetişemiyorum!" 94 Ömer ulanarak: "Aa, evet. Öyle mi? Birden hoşuma gitti!" dedi. Atiye Hanım: "Ama içince neşeniz kaçıyor, susuyorsunuz," dedi. "Hadi bakalım, demin ne düşünüyordunuz, söyleyin bize... Ama hemen!" Sait Bey karısına, "Çocuğu rahat bırak canım!" diyen bir bakışla baktı! Ömer'e gülümsedi. "İstiyorsanız söyleyin, istemiyorsanız düşündüğünüz size kalsın!" diye bir tavır takınmaya çalıştı, ama yüzü başka şeyler söylüyor, "Sahi, kimbilir neler düşünüyor- sundur şimdi sen?" diyordu. "Kendimi düşünüyorum!" dedi Ömer. Atiye Hanım: "Yaa!" dedi. Başını gururla geriye attı. "Kendiniz hakkında ne düşünüyorsunuz?" "Çok şey yapmak istiyorum! Çok şey yapacağımı düşünü- yonım!" Sait Bey: "Eee, tabii. Gençsiniz siz!" dedi. "Hayır, onu demiyorum!" dedi Ömer. "Başka şey anlatmak istiyorum. Çok şey yapacağımı düşünüyorum, ama bunlar... Bunlar, çok değişik şeyler olacak!" Yüzünün yandığını hissetti. "Anlar gibi oluyorum!" dedi Sait Bey. "Anlatamıyorum ! " Atiye Hanım az önce ne düşündüğünü sorarken takındığı çapkın tavrı bir daha takınarak: "Anlatın o zaman işte!" dedi. Sofraya oturduğundan beri, daha önceki yemeklerde de okuduğu yemek listesini, kitap okur gibi dikkatle okuyan Sait Bey'in kardeşi Güler Hanım, başını okuduğu şeyden kaldırarak Ömer'e baktı. Ömer: "Sizde... Sizde hiç hırs var mı, Sait Bey?" dedi. Sait Bey gülümseyerek: "Nasıl, efendim?" dedi, sonra kaşlarını çattı. "Sizde hırs var mı efendim? Evet, hırs!" Sait Bey bir şey hatırlamaya çalışıyormuş gibi karısına döndü: "Bende var mı?.." Atiye Hanım telâşla: "Yok, yok, Sait hiçbir şeyi tutturmaz! Kuzu gibidir," dedi. Galiba gülecekti, ama Ömer'in yüzünü görünce korktu. Kültürlüydü, ama günahtan da çekiniyordu. Sait Bey: "Çok şükür, hırslı değilimdir!" dedi. "Küçük 95 zevklerimle, küçük dertlerimle bu hayat bana yetiyor." Bu sefer gülüştüler. Ömer: "Çok şükür ben de hırslıyım!" dedi. Güler'in gene kendisine baktığını farketli: "Küçük zevkler, küçük dertler bana yetmiyor!" Birden özür dilemek, kendini açıklamak istedi: "Çok şey yapmak istiyorum. Azla yetinmek istemiyorum. Bilmem anlatabiliyor muyum? Benim hırsım belirli bir şeye karşı duyulan hırs değil! Her şeye karşı hırslıyım. Bütün o şeyi... hayatı, önüme gelen her şeyi ele geçirmek istiyorum!" Atiye Hanım: "Gençlik, gençlik..." diye mırıldandı. Sait Bey: "Ele geçirmek istediğiniz nedir?" diye sordu. Ömer: "Her şey," dedi. Yemek istediği için değil, Sait Bey uzattığı için peynir tabağını eline aldı. "Bakın bu peyniri Fransızlar meyveden önce yerler. Pis kokuyor değil mi? Ama bir kere alıştınız mı kokusuna..." "Saitciğim, Ömer Bey anlatıyordu..." dedi Atiye Hanım. "Evet, evet, onu dinliyoruz ya işte!" Ömer üçünün de kendisine baktığını görerek: "Çok içtim galiba!" dedi. "Aaa, rica ederim! Ne hoş anlatıyordunuz," dedi Atiye Ha nım. Sait Bey: "Bizim hanım eğlenceli şeyler dinlemeye bayılır!" dedi. Okunun hedefi bulmadığına inanmış olacak ki, aceleyle ekledi: "Eğlenceli, hoş hikâyelere, gösterişe meraklıdır! Lütfen anlatın ! " Ömer heyecanla: "Ben de meraklıyım!" dedi. "Ben her şeye meraklıyım, her şeyi istiyorum. Demin sormuştunuz. Her şeyi ele geçirmek isliyorum. Güzel kadınları, parayı, şanı, şerefi, şöhreti. Görüyorsunuz. Ama çekinmeden, uğrunda can yakacak kadar istiyorum bunları." Sait Bey koruyucu bir tavırla karısına ve kızkardeşine dönerek: "Dikkat edin, etin sosu çok acı!" dedi. "Bu baharı biliyo- rum..." Ömer kıpkırmızı olmuştu. "Gösterişe merakı, heyecan, ka dınları etkileme isteği..." diye düşünüyordu. "Hiçbir zaman olgunlaşamayacağım. Oysa yirmialtı yaşındayım!" Birden Atiye Hanım atıldı: "Ah, galiba anladım sizi!" dedi. "Çağdaş bir Rastignac'sınız siz. Biliyor musunuz onu? Balzac'ın Goriot Baba romanında vardır hani... Öyle biri. Bir fatih... Evet, Türkçesi böyle olmalı, değil mi?" "Kızardınız, efendim!" dedi Sait Bey "Çok yakıyorlar şu kaloriferleri. Bir şişe daha isteyelim mi?" Dostça, az önceki babacan tavırla gülümsüyordu. "İsteyelim!" Atiye Hanım buluşunun heyecanıyla: "Evet, evet bir fatih, bir Rastignac!" diye mırıldandı. Ömer birden: "Türkçesini kullanmak istiyorum!" dedi. "Fatihliği seçtim!" "Ne güzel!" dedi Atiye Hanım heyecanla. "Hadi bir fotoğraf çekelim. Burada çıkar mı, Sait?" "Bu ışıkta çıkmaz! Makine yanında mı?" Birden Güler Ömer'e dönerek: "Ama sizin de pek Türk'e benzer bir haliniz de yok hani!" dedi. Sait Bey: "Hadi, hadi, bırakın şimdi bunları," dedi. "Bakın asıl ben size ne anlatacağım. Bir kaplumbağa ile bir tilki bir gün ormanda karşılaşıyorlar. Tilki..." Sait Bey'in ince, bakımlı bir bıyığı vardı. Hikâye anlatırken, üst dudağıyla birlikte, bu ince koyu çizgi de aşağı yukarı oy- . nuyordu. Ömer, "Şimdi gülmeye hazırlanıyoruz!" diye düşün dü. Sait Bey anlattığı hikâyeyi bitirdikten sonra hep birlikte gü lüşüldü. Atiye Hanım: "O bardakları karıştıran şaşkın hizmetçiyi de anlatsana..." dedi. Sait Bey, anlatmadan önce bir kere güldükten sonra hikâyeye başladı. Karısı da onun gibi hikâye anlatırken kıpırdanıyordu. Vagon-restoran hâlâ ağzına kadar doluydu. İleride bir masada dört ihtiyar erkek kahkahalarla gülüyor, kadeh kaldırıyorlardı. İçlerinden birinin uzun, beyaz sakalı güldükçe kravatına sü rünüyor, yeleğinden çıkan kösteği parlıyordu. Bir başka masada şapkalı bir kadın kucağında uyuyan bir çocuğu öpüp gülüyordu. Ömer, "Benim de çok güldüğüm zamanlar oldu!" diye düşündü. Mühendis Mektebi'ndeyken bütün gününü alay etmekle geçirirdi. Muhittin ve Refik'le poker oynar, her şeyle alay ederlerdi. Geçmişi hatırlayınca sıkıldı. Üstelik içki de etkisini kaybediyor, keyfi kaçıyordu. Anlatılan hikâyeleri dinlemeye karar verdi. Saat bire doğru vagon-restoran boşaldı. Sallanarak yürüyen garsonlardan biri onlara yaklaştı ve tatlı bir sesle: "Efendim birazdan kapıyoruz!" dedi. "Edirne'ye geliyoruz. Pasaport kontrolü için kompartımanlara..." Sait Bey: "Tabii tabii kalkıyoruz şimdi!" dedi. Sonra uzun bir sessizlik oldu. Kadınlar çantalarını ellerine aldılar. Sait Bey hesabı ödedi. Atiye Hanım pencereden dışarı baktı. Ömer: "Hüzün işte bu!" diye düşündü. "Türkiye'ye geldik diye neşemiz kaçıyor." Masadan kalktıktan sonra yalnız hissetti kendini. "Belki kompartımanlarına çağırırlar!" diye düşündü. "Sohbete orada devam ederiz!" Arkalarından yürürken de, "Ne var bunda yani?" diye söylendi. "Bir fatihim ben! Bir Rastignac... Belki biraz fazla içtim, ama içki bana..." "Yarın sabah artık görüşürüz!" Bunu söyleyen Atiye Hanım'dı. En anlayışlı olan galiba oydu. Ömer küçük yalnızlıklara, hüzne aldırış etmeyecek kadar hırslı olduğunu aklından geçirdi. Ertesi sabah onları, tren Sirkeci'ye girerken görebildi. Pen cereden sarkmış, heyecanla sağa sola bakıyorlardı. Ömer kompartımanlarına girip teker teker ellerini sıktı. Hepsi birer hoş söz söylediler. Sait Bey de babacan bir tavır takınarak: "Dün akşam sizi düşündüm!" dedi. "Haklısınız. Hırslı olun. Bizim memlekette pek yoktur bu!" Ömer eliyle; "Adam sen de! Benim gevezeliklerim için bu sözler değer mi?" anlamına gelen bir işaret yaptı. Bu el hareketine gözucuyla perondaki karşılayıcılara bakan kadınlar da gülüm sediler. İkisi de şapkalıydı: Geniş kenarlı şapkaları gözalıyordu. Atiye Hanım kaşla göz arasında Ömer'in fotoğrafını çekti. Ömer heyecanlandığını açıklayıp kompartımandan çıktı. Bavullarını aldıktan sonra gümrüğe doğru yürürken onları bir daha gördü. Kadınların şapkaları vagonun penceresinden perona meyve gibi uzanıyordu. Atiye Hanım ilginç bulduğu bu sevimli delikanlıya el salladı. Sait Bey de İstanbul'da görüşmek isteklerini bir daha hatırlattı. Sesi peronun uğultusunda dağılınca 98 Ömer duygulandığını düşündü. Gümrüğe girerken de karşıla yıcıların arasında dün akşam denizci kıyafetiyle resmini gördüğü çocuğu farketti. Şikâyetçi gözüken ihtiyar bir dadının kuca- ğındaydı, trene doğru boş boş elini sallıyordu. Ömer "Her şeyi aşacağım," diye düşündü. Gümrük binasına girince ilk defa Türkiye'de olduğunu farketti. İçinde kaç zamandır duymadığı, anısını bile güçlükle hatırladığı tuhaf bir sevgi uyandı. Bir süre elindeki bavulları gösterebileceği bir memur aradı. Sonra ihtiyar bir memurun önündeki sıraya girip beklemeye başladı. Burada beklerken uzun pardösülü şık bir adam, bir omuz vurup önüne geçti. İhtiyar memur onlara boş yere beklediklerini, denetimi şuradaki öteki arkadaşın yaptığını söyledi. O memurun önünde kuyruğa girerlerken bir itiş kakış oldu. Birisi, içerdeki odadan avazı çıktığı kadar ba ğırmaya başladı. Sıra bekleyen şapkalı bir adam da, vatandaşa boş yere eziyet edildiğini söyledi. Sıra Ömer'e gelince gümrük memurunun yanına bir ihtiyar memur yaklaştı: "Bırak da delikanlı geçsin, canım! Bir şeyi yoktur!" Memur azarlayıcı bir sesle: "Peki, tamam, tamam!" diyerek bavulları açmadan işaretledi. Sonra bir yerden koşarak çıkıveren bir hamal Ömer'in elindeki bavullan yapışıp kaptı. Birkaç saniye sonra Sirkeci'deydi. Köşede biı tıaıııvay dut muş, yolcularını boşaltıyordu. Arkasında bir at arabası bekliyor, sürücüsü sigara yakıyordu. Dört sırık hamalı Babıâli tarafına doğru kocaman bir fıçı götürüyordu. Bir çöpçü parke kaldırımın kenanna oturan bir dilenciyle gevezelik ediyordu. Eli şemsiyeli şık bir bey Karaköy tarafına doğru yürüyordu. Bir at arabasından bir lokantaya büyük tenekeler taşınıyordu. Bir taksi şoförü arabasında gazete okuyordu. Bir kadın elinden tuttuğu çocuğuyla kunduracı dükkânının vitrinine bakıyordu. Yukarıda sarı, tüy gibi hafif bir gök vardı. Hava nemliydi. Hamal dalgın bakan Ömer'e döndü: "Ne yana?" "Karaköy'e." Yürüyerek köprüyü geçmeye karar vermişti. Eli şemsiyeli şık beyin arkasından yürümeye başladılar. Ömer: "Bir fatihim ben!" diye düşündü. Kendini hafif hissediyordu: Gök yıllardır ilk defa üzerine abanmıyordu. 99 |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling