Orhan pamuk


İKiNci BÖLÜM  BİR GENÇ FATİH İSTANBUL'DA


Download 1.5 Mb.
Pdf ko'rish
bet18/79
Sana28.12.2022
Hajmi1.5 Mb.
#1012237
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   79
Bog'liq
Cevdet Bey ve Ogullari ( PDFDrive )

İKiNci BÖLÜM 


BİR GENÇ FATİH İSTANBUL'DA 
"Avrupa, bizim için, bundan sonra yalnızca bir şey olacaktır. 
Şey diyorum: Bir... bir hedef! Daha doğrusu bir örnek." Sait Bey 
vagon-restoranla birlikte sallanıyor, hızlı hızlı konuşuyordu: 
"Artık gururu bir yana bırakmalıyız. Şunu hep söylerim: Kı­
lıçlarımızın şakırtısını, tüfeklerin ve makinelerin gürültüsü 
bastıralı yıllar oluyor... Artık devlet eski devlet değil; ne de dünya 
eski dünya! Yirminci yüzyılın yarısına geliyoruz... Bindokuz-
yüzotuzaltı şubatı... Bindokuzyüzelli'ye ne kaldı? İçelim, içelim 
ve gururu bir yana bırakıp Cumhuriyet'i ve Avrupa'yı içimize 
sindirelim... Ama siz hiç içmiyorsunuz!" 
Ömer birşeyler söylemeye çalıştı. "Bindokuzyüzotuzaltı şu­
batı!" diye düşünüyordu... "İstanbul'a dönüyorum..." 
"Yok, yok, bir şey söylemeyin, anlıyorum," dedi Sait Bey, "Sizi 
bir bekleyen var herhalde. Dalıyorsunuz. Anlıyorum, anlıyorum!" 
Babacan bir amca şefkati takınmış, gülümsüyordu. 
Ömer: "Hayır, beni kimse beklemiyor!" dedi. "Benden bir şey 
bekleyen kimse yok!" Şarap bardağını Sait Bey'in elindeki şişeye 
yaklaştırdı: "Haklısınız, içmiyorum, ama artık içeceğim!" 
"Hanımlar da içsin," dedi Sait Bey. "Daha Türkiye'ye gelme­
dik..." 
Kültüre, zamana, değişen hayata ve Türkiye'ye, geceyarısı trenle 
yaklaşılan şu bizim sevgili, hüzünlü memleketimize ilişkin bir 
şakaydı bu. Sofrada uzun zamandan beri böyle şeylerden sö-
zediliyor, şakalar yapılıyor, gülüşülüyordu. Sait Bey, herkesle 
91 


birlikte güldükten sonra, karısına takıldı: Atiye Hanım içkiyi 
ancak yurt dışında gönül rahatlığıyla içebiliyordu. Bunun üzerine 
Sait Bey'in kızkardeşi Güler de ağbisine takıldı: Sait de Fransa'ya 
her gidişinde şarap ve rakı hakkındaki düşüncelerini değişti­
riyordu. 
Sait Bey kızkardeşinin şakasından alınmış gibi yaptı. "Rakıyı 
tartışmam!" dedi. Ömer'e bakarak ekledi: "Rakı erkek içkisi­
dir!" . 
Buna gülüşülmedi. Yalnız Sait Bey Ömer ile bir şey paylaş­
maktan, erkekliğin tadını çıkarmaktan hoşnut gülümsedi. 
Ömer onlarla dün gene burada, vagon-restoranda tanışmıştı. 
Sait Bey özür dileyerek boş masa bulamadıklarını, oturmak 
istediklerini söylemişti. İlk nezaket sözlerinden sonra Paris'e 
neden geldiklerini anlatmışlardı; Sait Bey her yıl karısıyla Av­
rupa'ya çıkmayı alışkanlık edinmişti. Bu yıl yanma kocasından 
ayrılan kızkardeşini de almıştı. Ömer de onlara Paris'e Londra'dan 
dönerken uğradığını söylemişti. Dört yıldır. Londra'da inşaat 
mühendisliği okuyordu. 
"Ama biz kadın hakları konusunda birçok Avrupa ülkesinden 
ileriyiz," dedi Atiye Hanım. 
Sait Bey: "Doğru, bu önemli!" dedi... "Cumhuriyet işte bu..." 
Yüzüne yakışmayan haşarı bir çocuk bakışı takınarak ekledi: 
"Ama eninde sonunda kadınların dünyanın her yerinde görevleri 
aynıdır." 
Bir durgunluk oldu. 
Sonra Atiye Hanım kocasının kaba erkekliğinden utanmış 
gibi yaptı: "Sait Bey böyle düşünür." Ama bu çeşit öfkeler Atiye 
Hanım'a göre değildi. Birden gözleri parladı ve çantasından birkaç 
resim çıkarıp, gülümseyerek Ömer'e uzattı: "Bakın işte, bu da 
benim tatlı görevim!" dedi. 
Ömer alıp baktı: Resimde denizci elbisesi giymiş bir çocuk 
vardı. Bir elini bir iskemlenin kenarına koymuş, ötekiyle selâm 
veriyordu. 
Laf olsun diye sordu: "Kaç yaşında?" 
"Bir hafta sonra dört yaşını dolduracak!" dedi Atiye Hanım. 
"1932 Mart'ında doğdu." 
Ömer, "Ben de dört yıldır dışardayım!" diye düşündü. Trenin 
92 


gürültüsünü dinliyor, sallanıyordu. "Dört yıldır Türkiye'ye 
adımımı atmadım. Avrupa'ya kaçtım. Doktora yapacaktım, yüksek 
mühendis diplomasıyla yetindim, gezdim, tozdum, biraz kendimi 
düşündüm, annemle babamdan kalanlan yedim, yaşadım... Şimdi 
dönüyorum... Şimdi, 1936 Şubat'ında dönüyor ve teyzemin 
beklediği gibi hayata atılıyoruz." 
"O baktığınız resim, çocuk bir yaşındayken çekildi. Teşvi­
kiye'deki eve fotoğrafçı çağırmıştık!" 
Bu resimde çocuk annesinin kucağındaydı. Atiye Hanım'ın 
omuzunu tutan Sait Bey gövdesini hafifçe öne bükmüştü, ama 
bir kocadan çok kızkardeşini koruyan bir ağbiye benziyordu. 
Üçüncü resim bir fotoğraf stüdyosunda çekilmiş olmalıydı. Karı 
kocanın yüzünde donuk bir gülümseme vardı. Mutlu muydular, 
yoksa böyle olmaları gerektiğini mi düşünüyorlardı, anlaşıl­
mıyordu. Kucaktaki çocuksa ağlayacak gibiydi. 
Ömer bir şey söylemesi gerektiğini anlayarak: "Çocuk sevimli" 
dedi. 
"Herkes öyle diyor," dedi Atiye Hanım heyecanla. Sonra 
Ömer'den aldığı resimleri neşeyle gözden geçirmeye başladı. 
Sait Bey de başını karısına doğru yaklaştırıp baktı. Karı koca 
galiba Ömer'e "sevimli" dedirten şeyi resimlerde arıyorlardı. 
Ömer, "Ne için dönüyorum İstanbul'a?" diye düşündü. "Bir 
kadın, bir çocuk, mutlu bir aile, daha çok kazanılması gereken 
para... Bunlar için mi?" Daha Türkiye'ye girmemişlerdi, ama 
şimdiden hüznün ve küçük aile mutluluklarının kokusunu alır 
gibi oluyordu. Birden bardağını dikti: "Ben daha içeceğim," de­
di. 
"İçeceksiniz, içeceksiniz!" diyerek güldü Sait Bey. "Gençsiniz, 
şimdi içmezseniz ne zaman içeceksiniz?" 
Yıllık Avrupa gezisinden dönen bir kocaydı. Genç karısıyla 
gururlanıyor, çocuğunun resmine mutlulukla bakıyor, ithalatçılık 
yapıyor, arada bir de bir paşa oğlu olduğunu hatırlayıp hü-
zünleniyordu. Ömer, "Ben başka şeyler yapacağım!" diye dü­
şündü. "Bütün bunların ötesine geçeceğim. Bütün bunları 
aşacağım!.. Her şeyi sarsarak, kırıp dökerek ele geçireceğim!" 
Gene bir sessizlik başlamıştı. Güler: "Avrupa'yı anlatıyordun, 
ağbi," dedi. 
93 


"Anlatıyordum, değil mi?" dedi Sait Bey. "Avrupa'yı ve bizi... 
Rahmetli paşa babamı anlatmıştım size değil mi? Sizin oğluyla 
ahbap olduğunuz o Cevdet Bey için Nigân Hanım'ı isteyen, 
aracılık eden benim rahmetli paşa babam ve annem olmuşlardır. 
Düğün de, bizim konakta yapıldıydı. Sonra o konağı baştanbaşa 
değiştirdik, zamana uydurduk." 
Atiye Hanım: "Acaba yirmi yıl sonra, otuz yıl sonra nasıl 
olacağız?" diyerek iç çekti. Ömer'e bakıyordu. 
Ömer, "Onları eğlendirmemi, ilginç şeyler söylememi bek­
liyorlar!" diye düşündü. Kendini vagonun sallanışına ve içkiye 
bırakmaya karar verdi. "Bir şişe daha isteyelim mi?" diye sor­
du. 
"Tabii isteyelim!" dedi Sait Bey. Hayata atılan şu delikanlıya 
sevgiyle bakıyor, herhalde kendisini, geçmişini, akan yılları 
hatırlayıp efkârlanıyordu. 
Garson yeni şişeyi getirdi. 
Ömer bir zamanlar çok içtiğini hatırladı. Babası öldükten sonra 
başlamış, annesi öldükten sonra da alışmıştı. İstanbul'da Mü­
hendis Mektebinde okurken sabahlara kadar içtiği, Beyoğlu'nda 
eğlence yerlerine daldığı, sarhoş sarhoş okula döndüğü çok 
olurdu. İngiltere'de de çok içtiği zamanlar olmuştu. İstanbul'da 
Mühendis Mektebi'ni bitirdikten sonra, "Biraz da dışarısını 
göreyim!" diye düşünmüştü. Arkadaşları da onu kışkırtıyorlardı. 
"Paran var, vaktin var, dönüp bakacağın kimsen de yok, hep 
bu çöplükte mi eşeleneceksin? Git, gör, gez, eğlen, biraz da 
birşeyler okursun işte!" diyorlardı. İngiltere'de arkadaşlarının 
dediği şeyleri yapmıştı. Sonra bir ara bir kıza tutulmuş, evlenmeyi, 
orada yerleşmeyi de tasarlamıştı. Garsonun getirdiği şarap şişesine 
bakarken: "İşte bizde de iyi şeyler yapıyorlar!" diye düşündü. 
Bir ara Türkiye'ye döndüğü, eski çöplükte gene eşelenmek 
zorunda kalacağı için pişman olmaya başlamıştı, ama şimdi 
sevinçliydi. Türkiye kendi çöplüğüydü, tutkularına göreydi. 
Oysa Avrupa çoktan ele geçmişti. Ömer şişenin etiketineba-
karken, "Belki bunlar çocuksu düşünceler, ama orada yaşamaktan 
korkuyordum!" diye düşündü. "Orada gök kurşun gibi geliyordu 
bana... Türkiye'de her şey başka. Yeni, hazır bana göre..." 
"Oo, çok içiyorsunuz, efendim, vallahi yetişemiyorum!" 
94 


Ömer ulanarak: "Aa, evet. Öyle mi? Birden hoşuma gitti!" 
dedi. 
Atiye Hanım: "Ama içince neşeniz kaçıyor, susuyorsunuz," 
dedi. "Hadi bakalım, demin ne düşünüyordunuz, söyleyin bize... 
Ama hemen!" 
Sait Bey karısına, "Çocuğu rahat bırak canım!" diyen bir bakışla 
baktı! Ömer'e gülümsedi. "İstiyorsanız söyleyin, istemiyorsanız 
düşündüğünüz size kalsın!" diye bir tavır takınmaya çalıştı, ama 
yüzü başka şeyler söylüyor, "Sahi, kimbilir neler düşünüyor-
sundur şimdi sen?" diyordu. 
"Kendimi düşünüyorum!" dedi Ömer. 
Atiye Hanım: "Yaa!" dedi. Başını gururla geriye attı. "Kendiniz 
hakkında ne düşünüyorsunuz?" 
"Çok şey yapmak istiyorum! Çok şey yapacağımı düşünü-
yonım!" 
Sait Bey: "Eee, tabii. Gençsiniz siz!" dedi. 
"Hayır, onu demiyorum!" dedi Ömer. "Başka şey anlatmak 
istiyorum. Çok şey yapacağımı düşünüyorum, ama bunlar... Bunlar, 
çok değişik şeyler olacak!" Yüzünün yandığını hissetti. 
"Anlar gibi oluyorum!" dedi Sait Bey. 
"Anlatamıyorum ! " 
Atiye Hanım az önce ne düşündüğünü sorarken takındığı 
çapkın tavrı bir daha takınarak: "Anlatın o zaman işte!" dedi. 
Sofraya oturduğundan beri, daha önceki yemeklerde de 
okuduğu yemek listesini, kitap okur gibi dikkatle okuyan Sait 
Bey'in kardeşi Güler Hanım, başını okuduğu şeyden kaldırarak 
Ömer'e baktı. 
Ömer: "Sizde... Sizde hiç hırs var mı, Sait Bey?" dedi. 
Sait Bey gülümseyerek: "Nasıl, efendim?" dedi, sonra kaşlarını 
çattı. 
"Sizde hırs var mı efendim? Evet, hırs!" 
Sait Bey bir şey hatırlamaya çalışıyormuş gibi karısına döndü: 
"Bende var mı?.." 
Atiye Hanım telâşla: "Yok, yok, Sait hiçbir şeyi tutturmaz! 
Kuzu gibidir," dedi. Galiba gülecekti, ama Ömer'in yüzünü 
görünce korktu. Kültürlüydü, ama günahtan da çekiniyordu. 
Sait Bey: "Çok şükür, hırslı değilimdir!" dedi. "Küçük 
95 


zevklerimle, küçük dertlerimle bu hayat bana yetiyor." 
Bu sefer gülüştüler. 
Ömer: "Çok şükür ben de hırslıyım!" dedi. Güler'in gene 
kendisine baktığını farketli: "Küçük zevkler, küçük dertler bana 
yetmiyor!" Birden özür dilemek, kendini açıklamak istedi: "Çok 
şey yapmak istiyorum. Azla yetinmek istemiyorum. Bilmem 
anlatabiliyor muyum? Benim hırsım belirli bir şeye karşı duyulan 
hırs değil! Her şeye karşı hırslıyım. Bütün o şeyi... hayatı, önüme 
gelen her şeyi ele geçirmek istiyorum!" 
Atiye Hanım: "Gençlik, gençlik..." diye mırıldandı. 
Sait Bey: "Ele geçirmek istediğiniz nedir?" diye sordu. 
Ömer: "Her şey," dedi. Yemek istediği için değil, Sait Bey 
uzattığı için peynir tabağını eline aldı. 
"Bakın bu peyniri Fransızlar meyveden önce yerler. Pis kokuyor 
değil mi? Ama bir kere alıştınız mı kokusuna..." 
"Saitciğim, Ömer Bey anlatıyordu..." dedi Atiye Hanım. 
"Evet, evet, onu dinliyoruz ya işte!" 
Ömer üçünün de kendisine baktığını görerek: "Çok içtim 
galiba!" dedi. 
"Aaa, rica ederim! Ne hoş anlatıyordunuz," dedi Atiye Ha­
nım. 
Sait Bey: "Bizim hanım eğlenceli şeyler dinlemeye bayılır!" 
dedi. Okunun hedefi bulmadığına inanmış olacak ki, aceleyle 
ekledi: "Eğlenceli, hoş hikâyelere, gösterişe meraklıdır! Lütfen 
anlatın ! " 
Ömer heyecanla: "Ben de meraklıyım!" dedi. "Ben her şeye 
meraklıyım, her şeyi istiyorum. Demin sormuştunuz. Her şeyi 
ele geçirmek isliyorum. Güzel kadınları, parayı, şanı, şerefi, 
şöhreti. Görüyorsunuz. Ama çekinmeden, uğrunda can yakacak 
kadar istiyorum bunları." 
Sait Bey koruyucu bir tavırla karısına ve kızkardeşine dönerek: 
"Dikkat edin, etin sosu çok acı!" dedi. "Bu baharı biliyo-
rum..." 
Ömer kıpkırmızı olmuştu. "Gösterişe merakı, heyecan, ka­
dınları etkileme isteği..." diye düşünüyordu. "Hiçbir zaman 
olgunlaşamayacağım. Oysa yirmialtı yaşındayım!" 
Birden Atiye Hanım atıldı: "Ah, galiba anladım sizi!" dedi. 


"Çağdaş bir Rastignac'sınız siz. Biliyor musunuz onu? Balzac'ın 
Goriot Baba romanında vardır hani... Öyle biri. Bir fatih... Evet, 
Türkçesi böyle olmalı, değil mi?" 
"Kızardınız, efendim!" dedi Sait Bey "Çok yakıyorlar şu 
kaloriferleri. Bir şişe daha isteyelim mi?" Dostça, az önceki 
babacan tavırla gülümsüyordu. 
"İsteyelim!" 
Atiye Hanım buluşunun heyecanıyla: "Evet, evet bir fatih, 
bir Rastignac!" diye mırıldandı. 
Ömer birden: "Türkçesini kullanmak istiyorum!" dedi. 
"Fatihliği seçtim!" 
"Ne güzel!" dedi Atiye Hanım heyecanla. "Hadi bir fotoğraf 
çekelim. Burada çıkar mı, Sait?" 
"Bu ışıkta çıkmaz! Makine yanında mı?" 
Birden Güler Ömer'e dönerek: "Ama sizin de pek Türk'e benzer 
bir haliniz de yok hani!" dedi. 
Sait Bey: "Hadi, hadi, bırakın şimdi bunları," dedi. "Bakın asıl 
ben size ne anlatacağım. Bir kaplumbağa ile bir tilki bir gün 
ormanda karşılaşıyorlar. Tilki..." 
Sait Bey'in ince, bakımlı bir bıyığı vardı. Hikâye anlatırken, 
üst dudağıyla birlikte, bu ince koyu çizgi de aşağı yukarı oy- . 
nuyordu. Ömer, "Şimdi gülmeye hazırlanıyoruz!" diye düşün­
dü. 
Sait Bey anlattığı hikâyeyi bitirdikten sonra hep birlikte gü­
lüşüldü. 
Atiye Hanım: "O bardakları karıştıran şaşkın hizmetçiyi de 
anlatsana..." dedi. 
Sait Bey, anlatmadan önce bir kere güldükten sonra hikâyeye 
başladı. Karısı da onun gibi hikâye anlatırken kıpırdanıyordu. 
Vagon-restoran hâlâ ağzına kadar doluydu. İleride bir masada 
dört ihtiyar erkek kahkahalarla gülüyor, kadeh kaldırıyorlardı. 
İçlerinden birinin uzun, beyaz sakalı güldükçe kravatına sü­
rünüyor, yeleğinden çıkan kösteği parlıyordu. Bir başka masada 
şapkalı bir kadın kucağında uyuyan bir çocuğu öpüp gülüyordu. 
Ömer, "Benim de çok güldüğüm zamanlar oldu!" diye düşündü. 
Mühendis Mektebi'ndeyken bütün gününü alay etmekle geçirirdi. 
Muhittin ve Refik'le poker oynar, her şeyle alay ederlerdi. Geçmişi 


hatırlayınca sıkıldı. Üstelik içki de etkisini kaybediyor, keyfi 
kaçıyordu. Anlatılan hikâyeleri dinlemeye karar verdi. 
Saat bire doğru vagon-restoran boşaldı. Sallanarak yürüyen 
garsonlardan biri onlara yaklaştı ve tatlı bir sesle: 
"Efendim birazdan kapıyoruz!" dedi. "Edirne'ye geliyoruz. 
Pasaport kontrolü için kompartımanlara..." 
Sait Bey: "Tabii tabii kalkıyoruz şimdi!" dedi. 
Sonra uzun bir sessizlik oldu. Kadınlar çantalarını ellerine 
aldılar. Sait Bey hesabı ödedi. Atiye Hanım pencereden dışarı 
baktı. Ömer: "Hüzün işte bu!" diye düşündü. "Türkiye'ye geldik 
diye neşemiz kaçıyor." 
Masadan kalktıktan sonra yalnız hissetti kendini. "Belki 
kompartımanlarına çağırırlar!" diye düşündü. "Sohbete orada 
devam ederiz!" Arkalarından yürürken de, "Ne var bunda yani?" 
diye söylendi. "Bir fatihim ben! Bir Rastignac... Belki biraz fazla 
içtim, ama içki bana..." 
"Yarın sabah artık görüşürüz!" 
Bunu söyleyen Atiye Hanım'dı. En anlayışlı olan galiba oydu. 
Ömer küçük yalnızlıklara, hüzne aldırış etmeyecek kadar hırslı 
olduğunu aklından geçirdi. 
Ertesi sabah onları, tren Sirkeci'ye girerken görebildi. Pen­
cereden sarkmış, heyecanla sağa sola bakıyorlardı. Ömer 
kompartımanlarına girip teker teker ellerini sıktı. Hepsi birer 
hoş söz söylediler. Sait Bey de babacan bir tavır takınarak: 
"Dün akşam sizi düşündüm!" dedi. "Haklısınız. Hırslı olun. 
Bizim memlekette pek yoktur bu!" 
Ömer eliyle; "Adam sen de! Benim gevezeliklerim için bu sözler 
değer mi?" anlamına gelen bir işaret yaptı. Bu el hareketine 
gözucuyla perondaki karşılayıcılara bakan kadınlar da gülüm­
sediler. İkisi de şapkalıydı: Geniş kenarlı şapkaları gözalıyordu. 
Atiye Hanım kaşla göz arasında Ömer'in fotoğrafını çekti. Ömer 
heyecanlandığını açıklayıp kompartımandan çıktı. 
Bavullarını aldıktan sonra gümrüğe doğru yürürken onları 
bir daha gördü. Kadınların şapkaları vagonun penceresinden 
perona meyve gibi uzanıyordu. Atiye Hanım ilginç bulduğu bu 
sevimli delikanlıya el salladı. Sait Bey de İstanbul'da görüşmek 
isteklerini bir daha hatırlattı. Sesi peronun uğultusunda dağılınca 
98 


Ömer duygulandığını düşündü. Gümrüğe girerken de karşıla­
yıcıların arasında dün akşam denizci kıyafetiyle resmini gördüğü 
çocuğu farketti. Şikâyetçi gözüken ihtiyar bir dadının kuca-
ğındaydı, trene doğru boş boş elini sallıyordu. Ömer "Her şeyi 
aşacağım," diye düşündü. 
Gümrük binasına girince ilk defa Türkiye'de olduğunu farketti. 
İçinde kaç zamandır duymadığı, anısını bile güçlükle hatırladığı 
tuhaf bir sevgi uyandı. Bir süre elindeki bavulları gösterebileceği 
bir memur aradı. Sonra ihtiyar bir memurun önündeki sıraya 
girip beklemeye başladı. Burada beklerken uzun pardösülü şık 
bir adam, bir omuz vurup önüne geçti. İhtiyar memur onlara 
boş yere beklediklerini, denetimi şuradaki öteki arkadaşın 
yaptığını söyledi. O memurun önünde kuyruğa girerlerken bir 
itiş kakış oldu. Birisi, içerdeki odadan avazı çıktığı kadar ba­
ğırmaya başladı. Sıra bekleyen şapkalı bir adam da, vatandaşa 
boş yere eziyet edildiğini söyledi. Sıra Ömer'e gelince gümrük 
memurunun yanına bir ihtiyar memur yaklaştı: 
"Bırak da delikanlı geçsin, canım! Bir şeyi yoktur!" 
Memur azarlayıcı bir sesle: "Peki, tamam, tamam!" diyerek 
bavulları açmadan işaretledi. Sonra bir yerden koşarak çıkıveren 
bir hamal Ömer'in elindeki bavullan yapışıp kaptı. Birkaç saniye 
sonra Sirkeci'deydi. 
Köşede biı tıaıııvay dut muş, yolcularını boşaltıyordu. Arkasında 
bir at arabası bekliyor, sürücüsü sigara yakıyordu. Dört sırık hamalı 
Babıâli tarafına doğru kocaman bir fıçı götürüyordu. Bir çöpçü 
parke kaldırımın kenanna oturan bir dilenciyle gevezelik ediyordu. 
Eli şemsiyeli şık bir bey Karaköy tarafına doğru yürüyordu. Bir 
at arabasından bir lokantaya büyük tenekeler taşınıyordu. Bir taksi 
şoförü arabasında gazete okuyordu. Bir kadın elinden tuttuğu 
çocuğuyla kunduracı dükkânının vitrinine bakıyordu. Yukarıda 
sarı, tüy gibi hafif bir gök vardı. Hava nemliydi. 
Hamal dalgın bakan Ömer'e döndü: "Ne yana?" 
"Karaköy'e." 
Yürüyerek köprüyü geçmeye karar vermişti. Eli şemsiyeli şık 
beyin arkasından yürümeye başladılar. Ömer: "Bir fatihim ben!" 
diye düşündü. Kendini hafif hissediyordu: Gök yıllardır ilk defa 
üzerine abanmıyordu. 
99 



Download 1.5 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   79




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling