1. BİR yaz hatirasi (летнее воспоминание)


DUVARDAKİ SIR (ТАЙНА ОДНОЙ СТЕНЫ)


Download 289.5 Kb.
bet15/15
Sana09.03.2023
Hajmi289.5 Kb.
#1255250
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   15
Bog'liq
Okuma ve dinleme

10. DUVARDAKİ SIR (ТАЙНА ОДНОЙ СТЕНЫ)
Yaz sonuydu. Ağustosun o sıcak günleri geride kalmıştı. Havada hafiften bir serinlik hissediliyordu. Bazen gök gürlüyor, şimşekler çakıyor ve yağmur yağıyordu. Bağlarda bahçelerde tam bereket zamanıydı. Meyveler olgunlaşmıştı, sebzeler çok güzel kokuyordu. Bağlarda üzüm salkımları sarı sarı parıldıyordu.
Çiftçinin yüzü gülüyordu. Asmalardan sarkan, toprağa bütün ağırlığıyla çöken üzüm salkımlarını gördükçe mutlu oluyorlardı. Artık tüccarlar gelmeliydi. Üzümler kesilmeli, kasalara yerleştirilmeli ve ülkenin her tarafına gitmeliydi.
Üzüm bağları, bölgenin en önemli geçim kaynağıydı. Ovanın her tarafı yemyeşil üzüm bağlarıyla doluydu. Köyün dışında, bağlar arasında, iki katlı gösterişli bir ev vardı. Herkesin parmakla gösterdiği bu bina köyün zengin ve itibarlı kişilerinden Kerim Ağaya aitti.
Burası büyük bir çiftlikti. Ovanın en büyük ve bereketli bağları burada bulunuyordu. Bu bağlar ünlüydü. Üzüm alıcılar önce onun çiftliğine gelir, üzümlere hayran kalır ve büyük bir ücret karşılığı üzümleri toptan alır giderlerdi.
Kerim Ağa çok zengindi. Zenginliği dillere destandı. Sürekli "Bu zenginliği kolay elde etmedim. Çok büyük zorluklarla çalıştım, çabaladım." derdi.
Bir zamanlar fakir bir ailenin çocuğuydu. Ama hep zenginlik hayalleri kurardı, gözü yükseklerdeydi. Başkalarının koyun sürülerine, malına mülküne bakar bakar imrenirdi ve ta o yıllardan itibaren:
"Bir gün... Bir gün ben de zengin olacağım." derdi.
Yememiş içmemiş, oyun oynamamış, insan içine çıkmamış; hırsla çalışmış, para biriktirmiş. Biriktirdiği parayla da bağlar tarlalar almış. Bu hırsı ve el sıkılığı giderek bir çeşit hastalığa dönüşmüş; cimriliği, çevre köylerde duyulmuştu.
Bu huyu yüzünden diğer insanlarla irtibatını kesmişti. Köyünden, köylülerden uzaklaşmış; köy dışına bir çiftlik evi yapıvermişti. Sadece bağ ve bahçe ile ilgileniyordu. Köylüleri de küçük görüyor, kimseye selam vermiyordu. Zaman su gibi akıp geçmişti. Kerim Ağa çok zengin olmuş, bu zenginliğinden dolayı "Ağa" diye söylenir olmuştu.
Çiftliği de çevrenin en güzel binası hâline gelmişti. Üzüm bağları genişlemiş, neredeyse köyün yarısı onun olmuştu. Bu arada iki oğlu olmuş, bu iki oğlunu bağlarda çalıştırmış, "Okuyanlar para mı kazanıyor?" diyerek ilkokuldan sonra okutmamış, ikisini de çiftçi yapmıştı.
Zamanla çiftliğin bütün işlerini oğulları yapmaya başlamıştı. Kerim Ağa artık yaşlanmış, bir kenara çekilmişti. Her şeyi uzaktan kontrol ediyordu. Ama alışkanlığından dolayı, şöyle kenara çekilip kaygısızca oturamıyordu. Malına gelecek zarardan çok korkuyordu. Bu yüzden kontrolü hiç elden bırakmıyordu.
Gün geldi, bağların işini oğulları da yapamaz oldu. Bu kadar bağ iki kişinin yapacağı iş değildi. Bu yüzden Kerim Ağa, uzun uzun düşündü, hesabını yaptı ve bin bir türlü sınavlardan geçirerek çiftliğe yetenekli bir kâhya aldı. O günden sonra şüpheleri de arttı. Ne de olsa kâhya yabancıydı, çocuğu değildi, akrabası değildi. Bu yabancı adam bir hile yapar mıydı? Üzümlerini çalar mıydı?
Oğulları ise kâhyayı sevmişlerdi. Onun gelmesi işlerini rahatlatmış, dinlenmeye zaman bulabilmişlerdi. Bu yüzden babalarının şüphelerini azaltmaya çalışıyorlardı. Kâhyanın güvenilir biri olduğunu söylüyorlardı.
Kerim Ağanın cimriliği köyde ve diğer köylerde meşhurdu. Herkes kahvede sokakta onun cimriliklerini konuşurdu.
- İnsan mezara para ile girmez, derlerdi. Kerim Ağa kızardı:
- Senin bağa tilki girmiş... Koş Kerim Ağa koş, diye dalga geçerlerdi.
- Kerim Ağam 'Geçen gün senin bağın yanından geçiyordum. Baktım, kocaman bir karınca senin üzümleri yiyiyor.' deyip gülerlerdi.
Bu cümlelere Kerim Ağa çok kızardı. Evet, bu sene üzüm boldu. Çok para kazanacaktı. Şimdiden bir, iki milyonu avucunda biliyordu. Üzüm alıcıları gelene kadar üzümlere çok iyi bakmalıydı. Kuşa yedirmemeli, kaplumbağalara ezdirmemeli, zarar ettirmemeliydi... Üzüm alıcısı dediğin çok dikkatli olur. Bir çürük, gözden düşürürdü bağının üzümünü, Onun için her an kontrol halindeydi. Sabahtan akşama kadar bağda dolaşır, kuşları korkutmak için bağıra bağıra kuşları kovalar, kaplumbağaları tekmeler, köstebekleri öldürürdü.
Bağların bitme mevsimi yaklaştıkça titizlenmeye başlardı. Kasabanın ziraat mühendisleriyle arkadaş olmuştu; hangi zaman hangi ilaç verilecek anında öğrenir ve uygulardı hemen. Köylü ilaç dönemlerini Kerim Ağadan öğrenirdi.
Kısaca, Kerim Ağa bağıyla yatar bağıyla kalkardı. Derken zaman geldi. Üzüm alıcıları bağlar arasında dolaşmaya başladı. Kerim Ağayı heyecan bastı. Bu sene üzümler kaça gidecekti? Kiloyla mı satsa, toptan mı?
Kâhyayı çağırdı, köylerden üzüm işçisi toplamasını söyledi. Kâhya da hemen harekete geçti, hazırlıklara başladı. Kerim Ağa beklemeye başladı.
Her sene evinin önünde bir kamyon veya otomobil dururdu. Ama bu yıl ne gelen vardı ne selam veren... Bir tanesi bile fiyat sormamıştı.
Günler geçtikçe Kerim Ağanın gerginliği artıyordu.
İşte tam bu sırada, oğulları bir iş yapmak istemişti. Aylardır beklettikleri işi böyle bir zamanda yapmaya karar vermişlerdi. Çiftliğin bahçe duvarları yapılacaktı.
- Oğulları: Baba, sen merak etme... Biz yaparız. Evin önüne tuğla, çimento ve kum taşımaya başlamışlardı. Kerim Ağanın canı sıkılıyordu. Üzüm alıcılarının gelmemesi iyice öfkelendirmişti. Yola baka baka yorulmuştu. Zihnini dağıtıp, biraz rahatlamak istiyordu. Hemen traktöre bindi, çalıştırdı. Kâhyayı çağırdı. Kâhya traktörün çalışmasından, bir yere gidileceğini anlamıştı; hemen geldi yanına. Kerim Ağa:
- Kâhya, bağa doğru gidelim.
Kâhya:
- Tamam, Ellerini yıkamak için çeşmeye yöneldi. Büyük oğlu yanına yaklaştı: "Baba çimento yetmeyecek. Para ver de kasabaya gideyim." dedi.
Kerim Ağa cevap verdi:
- Ben giderim. Sen pazarlık yapmasını bilmiyorsun. Bağa uğrar, oradan kasabaya geçerim.
Hüseyin başka da ses çıkarmadı, işine döndü. Daha sonra kâhyayla birlikte traktöre bindiler, evden ayrıldılar. Kerim Ağa, traktörü sürerken uzaklara bakıyor, bağlar arasında üzüm toplayanları görüyor, öfkeleniyordu.
Üzüm bu sene iyi para ediyordu. Üzümü satılan köylülerin yüzü gülüyordu. Ama onun bağları hâlâ müşteri bekliyordu. Hiç böyle olmamıştı. Çok sinirliydi.
Bağa gelince traktörü durdurdu, indi. Kâhyayla birlikte bağın içinde dolaşmaya başladı. Her zamanki gibi üzümleri kontrol etti. Üzümleri görünsün, güneşte iyice kızarsın, müşterinin gözünü alsın, büyülesin diye yaprakları araladı, kopardı.
Her salkımı inceledi, hayvanların zarar verip vermediğine baktı. Bazı tanelerin bozulduğunu fark etti, çok sinirlendi, kâhyaya döndü:
- Sen nasıl ilaç verdin bunlara? Ne bu böcekler, diye azarladı.
Azarlarken bir eliyle bozulmuş taneleri de hızlı hızlı kopardı, yere attı. Kâhya sustu, cevap vermedi. Cevap verse tartışma uzayacaktı, biliyordu. Kerim Ağa, sonra salkımlarda kuş yeniklerini gördü.
- Bu ne böyle? Ha.. ne bu? Kuşlar üzümleri ne hâle getirmiş, baksana!
Kâhya sustu, biliyordu, patronunu böylesine gergin yapan müşterilerin gelmemesiydi. Bağın içinde bir süre yürüdüler. Kerim Ağa üzümleri gördükçe yumuşadı, keyfi yerine geldi. Bir asmaya eğildi, üzümleri bir çocuk gibi sevmeye başladı.
- Şu üzümlere bak... Altın bunlar altın!
Üzümün tanelerini sevdi.
- Koparmaya kıyamıyorum.
Kerim Ağa tam o sırada asmalar arasında bir gürültü duydu. İrkildi. İleride bir grup çocuk kaçıyorlardı. Öfkeyle bağırdı, arkalarından koştu.
- Vay sizi üzüm hırsızları! Yakala şunları kâhya! Yakala!
Kâhya şaşkın hâlde bakındı. Kerim Ağa kızdı, öfkeyle söylendi.
- Bıktım bu çocuklardan! Üzümlerimi bitirecekler.
Kâhya:
- Çocukların yiyeceği ne ki...
Kerim Ağa:
- Bana bak kâhya. Sen onları mı koruyorsun, yoksa bu bağı mı?
Kâhya şaşırdı, başını önüne eğdi, sustu.
Kerim Ağa öfkeyle bağırmaya, talimatlar vermeye devam etti.
-Asıl bundan sonra dikkatli olacaksın. Üzümlere leke gelmemeli. Asla! Dikkatli olacaksın. Özellikle, işçiler geldiğinde. Onlar üzümleri toplarken radar gibi açacaksın gözlerini. Adamların nefes alışını kontrol edeceksin. Üzüm falan yemek yok, anladın mı! Yok! Ben bu bağı yetiştirmek için neler çektim, gel bana sor. Bak ellerime. Bak!
Kâhya sadece başını salladı.
O sırada üzüm yaprakları arasında bir gürültü daha duyuldu. Kerim Ağa gergin bir şekilde o tarafa döndü. Baktı küçük bir kaplumbağa. Henüz yavru denebilecek kadar küçüktü. Yere yakın olan üzüm salkımının dibinde... Üzüm tanelerinden bir iki tanesini yemişti.
Kerim Ağa, sinirli bir hâlde kaplumbağayı kâhyaya gösterdi.
-Bu... Bu... Bu ne?
-Şey... Kaplumbağa...
- Peki, ne işi var bu bağda? Niye atmadın? Ben sana niye para veriyorum. Ha... Niye?
Kâhya telâşlanıp kaplumbağayı eline aldı. Götürürken Kerim Ağa onu durdurdu:
- Tamam tamam... Şimdi onu traktörün arkasına koy. Ben eve giderken bir kenara bırakırım. Kâhya küçük kaplumbağayı traktörün arkasına koydu. Sonra Kerim Ağa'ya döndü. O ise sürekli konuşuyordu:
- Sen burada kalacaksın. Ve bağda bulunan kaplumbağaları atacaksın, kuşları kovalayacaksın, çocukları asla sokmayacaksın. Tamam mı?
- Tamam beyim!
- Ben de kasabaya gidip çimento alayım.
Kâhyanın traktöre attığı kaplumbağa sırt üstü kalmıştı. Kaplumbağa inşaat malzemeleri arasında biraz hareketlendi, sonra bir süre kımıldamadı. Etrafında ses kesilince ayaklarını çıkardı, dönmeye çalıştı.
Kerim Ağa bağda bir iki saat gezindikten sonra traktörüne bindi. Bağdan ayrılırken kâhyaya son emirlerini verdi. Traktörü çalıştırıp uzaklaştı. Kaplumbağa traktör de düzelmiş demir zeminde duruyor, bir yandan da yolun bozuk olması nedeniyle sarsılıyor, ürküyor, başını kabuğuna çekiyordu.
Traktör toprak zeminde yoluna devam ediyordu.
Kerim Ağa yüzüne çarpan rüzgâra, toza toprağa dikkat etmeden gaza basıyor, keyifle etrafını seyrediyordu. Kasabaya vardı, çimentocuyla uzun pazarlık yaptı ve istediği paraya
üç torba çimento aldı.
Çimentoyu yükleyenler kaplumbağayı fark edememişlerdi. Kerim Ağa da onu unutmuştu. Kaplumbağa traktörün köşesindeydi. Kerim Ağa traktöre bindi, kasabadan ayrıldı ve evine doğru gitti. Evde küçük oğlu ustalarla birlikte bahçenin duvarını örüyordu. Kerim Ağa traktörü tam çalışanların yanında, durdurdu...
- Haydi, alın şu çimentoları!
Traktörden indi, bir an onları seyretti. Harç karıyorlar, taşlan döşüyorlardı.
- Duvarı daha yüksek yapın. Hayvanlar bahçedeki sebzelere zarar vermesin. Daha yüksek... Daha...
Küçük oğlu Ercan itiraz etti:
- Ama baba elimizdeki malzeme yeterli değil ki...
- Alırız, hayvanların vereceği zarar alacağımız malzemeden fazla olur. En iyisi mi önceden önlem alalım.
Sonra Ercan'ı kenara çekti, elini omzuna koydu, fısıldar gibi:
- Bak oğlum, sen köye git de bir bak, alıcılar gelmişse yaklaş, bağımızı anlat, getir, görsünler. Haydi oğlum, sen bırak işi ben ustalarla ilgilenirim.
Sesine hüzün katarak:
Benim tek güvencim sizlersiniz oğlum. Annenle ben yaşlandık artık. Bu yerler de size kalacak oğlum. Ercan elindeki küreği bıraktı ve bağa doğru gitti. Kerim Ağa da ustaların yanına vardı, bir süre onların çalışmalarını seyretti. Ustalar Kerim Ağanın gelmesinden rahatsız olmuşlardı. Biliyorlardı ki Kerim Ağa hiç rahat vermezdi, her işlerine karışırdı. Ustalar traktörün arkasını açtı, inşaat malzemelerini aldılar, çimentoyu indirdiler. Arka kapıyı da açık bıraktılar. Sonra duvarı örmeye devam ettiler. Kerim Ağa bir kenarda seyrediyor, emir veriyordu. İşçiler ve büyük oğlu Hüseyin ise malzeme taşıyordu.
Ustalar taşlan döşeyip geniş ve yüksek bir duvar yapıyordu. Kerim Ağa, bir süre seyrettikten sonra eve girdi. Ustalar da rahatladılar.
Bu arada traktörün içinde bulunan kaplumbağa traktörden ağaçları ve toprağı görmüştü. Yerinden bir an evvel toprağa ulaşmak için hareket etti. Birden yere kaydı, traktörden aşağı, harcın içine düştü. Harcın içinde çırpındı, çırpındıkça battı, harca karıştı. Şarkı söyleyerek çalışan usta kaplumbağanın düştüğünü görmedi kaplumbağa da harcın içinde kayboldu. Sonra harç tenekelere doldu. Taşıdılar, duvara döktüler. Taşları yerleştirdiler. Kaplumbağanın harç içinde duvara malzeme olduğunu kimse farkına varamadı. O sırada evinde, pencere kenarına oturup elindeki küçük deftere gelir ve giderlerini yazan Kerim Ağa da unutup gitmişti. Traktörüyle giderken yolun bir kenarına bırakırım diye yanına aldığı kaplumbağayı unutmuştu. Bu unutkanlık bir felaketi hazırlamıştı. Küçük kaplumbağa duvarın içinde sır olmuştu.
Günler, haftalar geçti. Kerim Ağa bir sabah yatağından kalkamadı. Vücudu hareket edemiyordu. Telâşlandı, korkuya kapıldı. Oğulları durumu gördü, hemen doktor çağırdılar. Doktor geldi, muayene etti. "Felç" dedi. Hemen hastaneye kaldırıldı.
Odasında tek başına yatarken, hiç konuşmuyordu, canı çok sıkılıyordu. Bir gün hemşire ve oğulları gülümseyerek odaya girdiler ve bir tekerlekli sandalyeyi gösterdiler. "Bu senin." dediler. Kerim Ağa o zaman anladı, hastalığına çare yoktu, tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuştu, ömrünün sonuna kadar felç kalacaktı. Derin bir ah çekti, gözleri yaşardı.
Bundan sonraki günleri hep evinde geçti. Pencere kenarına, balkona oturdu, hep uzakları, yeşil yeşil bahçeleri seyretti. Kuş seslerini, kedi köpek seslerini dinledi. Köylülerin söylediği şarkıları, uzakta yol boyunca koşan oynayan, gülen çocukları... Her şeyde hayat vardı, insanlar gülüyordu.
Zaman geçti. Kış mevsimine geldiler. Oğulları da gelip bağın üzümünü çok iyi fiyata sattıklarını, ellerine çok para geçtiğini söylemişlerdi. Ama ilgilenmemişti. Önceden olsa, keyfe gelir kahkaha ile gülerdi, içindeki tüm hırslar, heyecanlar, coşkular donmuştu. Sanki bedeniyle birlikte onlara da felç inmişti. Sadece bakıyordu, düşünüyordu, hiç konuşmuyordu.
Hayatında ilk kez sevinememişti. Ürünlerini yüksek fiyata satmış; ama yüzü gülmemişti. Hep ayaklarına bakmış "Ah keşke kalksam, yürüsem!" demiş, bunun için bütün parasını bile harcamayı düşünmüştü. O zaman anlamıştı en büyük zenginliğin bağ bahçe mal değil, sağlık olduğunu.
Duyan olmadı, yine bağırdı, bütün sesiyle:
- Hüseyiiiin!
Az sonra oğlu Hüseyin yanında geldi.
- Ne oldu baba? Ne var? Bir şey mi oldu?
Kerim Ağa, titreyişler içinde, gözleri dönmüş hâlde eliyle kuşların konduğu bahçe duvarını gösterdi.
- Orayı yık! Hemen yık! Durma. Yık!"
Hüseyin şaşırdı:
- Ama baba, daha yapalı bir ay olmadı. Niye yıkayım?
- Yık dedim sana. Yık!
- Niye?
Kerim Ağa soluk soluğa, kısık sesle Hüseyin'e döndü:
- Bilmiyorum oğlum. Ama orayı yıkmalısın. Yoksa rahat edemeyeceğim. Yoksa... Yoksa... Ne olur?... Hemen! Hüseyin yanından ayrılırken elinden tuttu:
- Ben de geleceğim. Beni de oraya götür. Hemen hemen!
Hüseyin babasını kucakladı, tekerlekli sandalyeye bindirdi ve bahçeye kuşların konduğu duvarın yanına çıkardı. Kerim Ağa eliyle duvarı gösteriyor, ısrar ediyordu.
- Yık! Yık! Hemen yık!
Hüseyin az sonra balyozu eline alarak duvarın yanına geldi. Balyozu kaldırmadan evvel babasına baktı. Bir an düşündü "Yoksa babamın aklına bir zarar mı geldi? Niye yıkıyorum? Burayı yapmak için ne kadar çok çalıştım. Ne paralar harcadık. Ne oluyor babama? Nasıl razı olabiliyor, diye şaşırdı.
Kerim Ağa ise ısrarla duvarı gösteriyordu. Sayıklar gibi mırıldanıyor, yerinde titriyordu:
- Yık! Yık! Yık!
Hüseyin, babasını hiç bu kadar samimi görmemişti. Balyozu kaldırdı duvara vurdu. Duvarı babasının işaret ettiği yere kadar yıktı. Ter içinde soluk soluğa kaldı, babasına döndü:
- Yıktım işte. Bir şey yok.
Kerim Ağa:
- İyi bak. Bir şey olmalı oralarda. Muhakkak. Bir şeyler... Bak. Kuşlar boşuna gelmez.
Hüseyin yıkık duvarı araştırdı, taşları betonları karıştırdı, eline otlar sebze artıkları geldi:
- Sadece sebze kırıntıları var baba. Başka bir şey yok.
Sonra kendi kendine:
- Öff... Boşu boşuna yıktım. Bir de yapması var bu duvarı.
Babasının yanına vardı:
- Gördün ya... Yok baba. Hiçbir şey yok. Haydi eve girelim. Tekerlekli sandalyeyi sürmek için davrandı. Kerim Ağa, bakışları yıkık duvarda irkilerek bağırdı:
- Hareket ediyor.
Hüyesin önce anlayamadı.
-Ne?
Kerim Ağa şaşkın, gözleri iri iri sayıklar gibi söylendi.
- Hareket ediyor, hareket ediyor.
- Hüseyin babasının baktığı noktaya başını çevirdi. Gerçekten bir taş hareket ediyordu. Şaşırdı, merakla yaklaştı, baktı. Taş kendiliğinden hareket ediyordu. Hüseyin şaşkın hâlde hareket eden yuvarlak taşı eline aldı. Birden korkuyla irkilerek elindeki taşı yere attı: Anneeee!
Sonra attığı taşa baktı. Kerim Ağa da aynı şaşkınlıkla bakıyordu:
- Aman Allahım! Taş yürüyordu. Taşın dört ayağı, bir de simsiyah başı vardı. Taş yürüyordu. Kerim Ağa zangır zangır titreyerek fısıldadı:
- Yürüyor. Yürüyor.
Gözlerinden yaşlar akıyordu, vücudu sarsılıyordu. Hem "Yürüyor. Yürüyor." diye taşı gösteriyor, hem de farkında olmadan ona doğru adım atıyordu. Hüseyin babasının yürüdüğünü fark etti, şaşkın hâlde bakakaldı. Babası ayaktaydı ve yürüyordu. Kerim Ağa hiçbir şeyin farkında olmayarak, gözleriyle bedeniyle ruhuyla her şeyiyle taşa bakıyor ve söyleniyordu:
- Yürüyor. Kaplumbağa yürüyor...
Hüseyin şaşkın durumda; bir taşı andıran kaplumbağaya, bir de onun ardından ağır ağır yürüyen babasına bakakalmıştı. Kaplumbağa çözüldükçe Kerim Ağanın da vücudundan felç zincirleri çözülüyordu. Kerim Ağa:
- Duvar örüldüğünden bu yana ölmemiş. Gördün mü ölmemiş. Sonra durdu, ağladı ağladı. Hıçkıra hıçkıra ağladı...
Kerim Ağa:
- Ölmemiş, gördün mü? Ölmemiş. Ben onu traktörde unutmuştum. Harca karışmış, duvar olmuş; ama ölmemiş. Kuşlar beslemiş onu. Kuşlar... Yiyecek getirmişler, her gün karnını doyurmuşlar. Hem ağlıyor hem konuşuyordu Kerim Ağa:
- Yok yok... Onu, kuşları buraya gönderen beslemiş. Onu bütün bağların bahçelerin, her şeyin gerçek sahibi beslemiş. Sonra Hüseyin'e döndü, âdeta yeniden doğmuş gibi bir çocuk neşesiyle seslendi:
- Bundan sonra bağdaki hiçbir hayvana dokunulmasın. İşçiler de yiyebildikleri kadar üzüm yesin, evlerine götürsün. Çocuklar isterse bağın hepsini yesin. Bütün kaplumbağalar yuvasını asmaların arasında kursun. Duvarın içinde kaplumbağayı aç bırakmayan, besleyen Allah, elbet bizi de aç bırakmaz.
Derin bir soluk aldı, içinin tüm sıkıntısı azaldı, ruhunun tüm donukluğu çözüldü. Rahatladı.
- Bu hırs bitsin artık. Evine doğru yürüdü.
Ayakları yürürken, bedeni kuş gibi hafiflerken kalbi şükrediyordu. Kaplumbağa otların arasında kayboldu. Hüseyin ise şaşkın hâlde hâlâ olanlara inanamıyor, hâlâ yerinden kımıldamıyor, bu olağanüstü sırrı anlamaya çalışıyordu.
(1)
1. Kerim Ağa nasıl bir insandır?
a. Cimri ve hırslı
b. Çok zengin ve kibirli
c. Zengin ve cömert
2. Kerim Ağa, bağları ve işleri çoğalınca, ne yaptı?
a. Çiftliğe bir yabancı aldı
b. Çiftliğe köylü çalışanları aldı
c. Çiftliğe yetenekli bir kahya aldı
3. Üzüm zamanı Kerim Ağanın oğulları çiftlikte ne yapıyorlardı?
a. Üzüm satmak için satıcıyı oturup bekliyorlardı
b. Bahçenin etrafına duvarı örüyorlardı
c. Üzüm bağlarında üzüm topluyorlardı
4. Kerim Ağanın bağdan getirdiği kaplumbağaya ne oldu?
a. Çimentonun altında ezilmiş
b. Kimse farketmeden duvarın içine gömülmüş
c. Kaplumbağa kurtaldıktan sonra otların arasında kayboldu
5. Kerim Ağa hayatının sonunu nasıl geçirdi?
a. Hırsına devam etti ve daha da zengin oldu
b. Hayvanlara ve insanlara yardım ederek
c. Hırsını bitirip sağlıklı ve mutlu yaşadı
(2)
1. Köylüler, Kerim Ağayı çok seviyorlardı.
a.yanlış b.doğru
2. Kerim Ağanın üzümleri her sene satılırken problem olurdu.
a.yanlış b.doğru
3. Kahya, Kerim Ağadan pek hoşlanmazdı.
a.doğru b.yanlış
4. Tilki, üzümleri yiyordu. Bunu gören Kerim Ağa çok kızdı.
a.yanlış b.doğru
5. Kaplumbağa duvarın içinde kaldı.
a.doğru b.yanlış
6. Köylüler, Kerim Ağayı çok seviyorlardı.
a.yanlış b.doğru
7. Kerim Ağanın üzümleri her sene satılırken problem olurdu.
a.yanlış b.doğru
8. Kahya, Kerim Ağadan pek hoşlanmazdı.
a.doğru b.yanlış
9. Tilki, üzümleri yiyordu. Bunu gören Kerim Ağa çok kızdı.
a.yanlış b.doğru
10. Kaplumbağa duvarın içinde kaldı.
a.doğru b.yanlış
Download 289.5 Kb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   15




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling