Anadolu Sohbet Gelenekleri ve Yaren Bildiriler
Download 0.85 Mb. Pdf ko'rish
|
- Bu sahifa navigatsiya:
- SOHBET GELENEĞİNDE “MUHAMMEDİYE”NİN YERİ İbrahim AKYOL Öz
- ÇANKIRI YÂRENLERİNİN SOSYAL HAYATTAKİ YERİ: MECLİS DIŞI ETKİNLİKLER Ahmet Serdar ARSLAN Öz
- Giriş: Sosyal Bir Kurum Olarak Yâran
Kaynakça BAYKARA, Tuncer (1985), Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedi. 22 ÇAKIR, Vedat (2005), “Konya’nın Geleneksel Eğlence Kültürü”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 17, s.355-382. HALICI, Mehdi (1985), Konya Sazı ve Türküleri, İstanbul. ÖZÖNDER, Hasan (1998), Sille (Tarih-Kültür-Sanat), Konya: Merhaba Basımevi. PİRGON, Yüksel, DEMİRKAYA, Ezgi (2012), “Konya Kaşık Havalarının Usul, Makam ve Ayak Yönünden İncelenmesi”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 32, s.385-407. SAKMAN, M. Tahir (2001), Dünden Bugüne Konya Oturakları, İstanbul: Milenyum Yayınları. TAN, Nail (1987), “Konya Oturak Âleminin Folklorik ve Turistik Değerlendirilmesi”, Türk Folklor Araştırmaları, 614. 23 SOHBET GELENEĞİNDE “MUHAMMEDİYE”NİN YERİ İbrahim AKYOL Öz Halk kültürünün gelişmesinde, zenginleşmesindeki en önemli metotlardan birisi de sohbet geleneğidir. Sohbet ile milletin fertleri belirli bir eğitim ve ahlak terbiyesi alırlar. Geleneksel sohbet mekânlarımız sadece yâran ile sınırlı olmayıp köy odaları, mahalle odaları, dergâhlar, tekkeler, cemevleri, camiler, kıraathaneler vb. insanların çeşitli sebeplerle bir araya geldikleri mekânlardır. Bu mekânlarda dinî, tasavvufî, irfanî edebî ve kültürel hayatımıza etki eden birçok eser okunmuş ve bunlarla toplum kendi iç kültürel ve inanç dinamiklerini oluşturup geliştirmişlerdir. Bu eserlerden birisi de 15. yüzyılda yaşamış Gelibolulu Yazıcızâde Mehmed Efendi’nin kaleme aldığı “Muhammediye” adlı manzum mesnevisidir. Yazıcıoğlu Mehmed’in Hz. Peygamber’i rüyasında görmesi üzerine yazdığı Muhammediye, halk arasında Siyer-i Nebî olarak da bilinir. Genel olarak 3 bölüm olup toplamda 9 bin beyitten fazladır. Eser tarih boyunca çeşitli sohbet mekânlarında okunmuş ve zaman zaman günümüzde de okunmaktadır. Eser, Anadolu ve Rumeli’nin yanı sıra Kırım’da, Kazan’da ve Başkurt Türkleri arasında da tanınmıştır. Muhammediye’nin aruzun kolay kalıpları ile yazılması, sade ve samimi ifadesi, akıcı üslûbu ve halk dilinden tabirleriyle asırlardan beri geniş halk kitleleri üzerinde etkili olmuştur. Geleneksel sohbet mekânlarında çok sık okunması sebebiyle, Süleyman Çelebî’nin Vesiletü’n-Necât’ından sonra yaygın din eğitiminin dayandığı en mühim eserdir. Giriş İnsanoğlunun sosyal bir varlık olması, tek başına hayatını devam ettirmenin zorlukları fertleri bir araya getirmiş ve toplumlar oluşmuştur. Bir arada yaşama kültürünün gereği olarak insanlar arasındaki iletişim artmış ve bunun neticesinde yeni kültürler oluşmaya başlamıştır. Bu durum toplumun kendi iç dinamiklerini, sosyal ve kültürel hayatın oluşumunu, ardından da bunları düzenlemeyi gerekli kılmıştır. Halk kültürünün oluşumunda, gelişiminde, zenginleşmesindeki en önemli vasıtalardan birisi de sohbet geleneğidir. Sohbet ile milletin Yrd. Doç. Dr., Çankırı Karatekin Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. 24 fertleri belirli bir eğitim, öğretim ve ahlak terbiyesi alırlar, böylece yeni yetişen nesillere tevarüs ettikleri gelenekleri, kültürleri ve değerleri aktarmış olurlar. Onların ruh ve gönül dünyalarına da hitap ederek eğitilmelerini sağlarlar. Geleneksel sohbet mekânlarımız çok çeşitlidir. Bunlar sadece yâran evleri ile sınırlı olmayıp köy odaları, mahalle odaları, dergâhlar, tekkeler, cemevleri, camiler, kıraathaneler vb. insanların çeşitli sebeplerle bir araya geldikleri mekânlardır. Bu mekânlarda dinî, tasavvufî, irfanî, edebî ve kültürel hayatımıza etki eden birçok eser okunmuş, bunlarla toplum kendi iç kültürel ve inanç dinamiklerini oluşturup geliştirmişlerdir. Bu eserlerden birisi de 15. yüzyılda yaşamış Gelibolulu Yazıcızâde Mehmed Efendi’nin kaleme aldığı “Muhammediye” adlı manzum mesnevisidir. Yazıcıoğlu Mehmed (Muhammed), kardeşi Ahmed-i Bîcan’ın teşvikiyle Arapça olarak “Megâribü’z-zamân li-ġurûbi’l-eşyâ fi’l-‘ayn ve’l- ‘ıyân” adlı eserini kaleme almıştır. Yazıcıoğlu Mehmed, bu eserini Ahmed-i Bîcân’ın Türkçeye çevirmesini istemiş, Ahmed-i Bîcan da bu eseri “Envârü’l-âşıkîn” adıyla tercüme etmiştir. Daha sonra Yazıcıoğlu Mehmed kendisi, Megâribü’z-zamân’ın özellikle Hz. Peygamber ve ashabıyla ilgili kısımlarını manzum bir şekilde Türkçe olarak yeniden yazmış ve eserine “Kitâbu Muhammediyye fî na‘ti seyyidi’l-âlemîn habîbillâhi’l-a‘zam Ebi’l-Kâsım Muhammedeni’l-Mustafâ” adını vermiştir. Halk arasında Siyer-i Nebî olarak da bilinir. Ahmed-i Bîcân bu durumu “Envârü’l-âşıkîn”de şöyle anlatır: “Benim bir karındaşum var idi… Ben miskin ve derviş Ahmed-i Bîcân aydurdum ki dünyanın bekâsı yok ve rüzgârın vefâsı yok, bir yâdigâr düzün ki ‘âlemlerde okınsun. Benüm sözüm ile ol dahı Megâribü’z-zamân adlu bir kitâb düzdi… Sonra bana ayıtdı: Îy Ahmed-i Bîcân, işte bu senün sözün ile cemî‘ ‘âlemün serâyi‘ın ve hakâyıkın bir yire cem‘ eyledüm imdi sen dahı gel bu kitâbı ki Megâribü’z-zamân’dur bunı Türkî diline döndergil… İmdi benüm Envârü’l-‘âşıkîn’um ve karındaşum ki Muhammediyye adlu bir kitâb nazm itdi, ikisi dahı Megârib’den çıkmışdur. Sanki bir muhit taşup iki yüzden akdı. Ne denlü cevâhir var ise zâhir oldı.” Bu durum Muhammediye’de şöyle ifade edilir: Didüm Bîcân’a imdi ben dahi gel Çü düzdüm bu kitabı sen dahi gel Bunı Türkî diline dönder imdi Yayılsın ile şehre gönder imdi 25 Bu söz ile onu kıldı tamâm ol Gelibolu’da kıldı ihtimâm ol Benim de bu kitâbım kim düzüldü Gelip dür gibi cem‘ oldu dizildi İkisi de Megârib’den çıkupdur Taşup deryâ iki yüzden akupdur Bihamdillah bu biz iki karındaş Ki bu iki kitabı eyledük fâş Gerek Megâribüz-zamân’ın gerek Muhammediye’nin asıl yazılış sebebi Yazıcıoğlu Mehmed’in rüyasında Hazreti Peygamber’i görmesi ve Peygamber’in ona irşad, telkin ve işarette bulunmasıdır. Be-nâ-gâh düşüm olur bir gice ben Görürem kim Muhammed sırr-ı esrâ Oturmuş nûr olup ashâb içinde Tamâmet nûr olur şehr ü sahârâ Nikâb ile oturmuşlar tutup saf Gözükmekten kamu yüzler muarrâ Önünde çîni taslar dopdolu su İçilmekten velî sular müberrâ Dedim bir şahsa niçündür bu hâlet Beyân it niçin ederler teberrâ Dedi kim kime açılsınlar nikâbı Cemâlinden kim olurlar hayârâ Veyâhud kime versinler şarâbı Bu meclisde kim olurlar sükârâ Bu sözü işidicek aglayuben Yakamı eylemişem pâre pâre 26 Ne katlansın ciğerler bu firâkâ Ne döysün uşbu derde seng-i hârâ Bu kez çün zârılığım gördü ol şâh Yüregim yarasına urdu yara Girü sırrımdan itdi bana irşâd Ki gönlün perdesini aç dilârâ Götür gönlün hicabından nikâbı Cemâlin nûrunu cânında ara İçür hikmet şarabın ümmetüme Sözümi söyle halka âşikârâ Tamâmet dolsun iller mu‘cizâtım Yetişsin sözlerim mülk ü diyârâ Şu resme eyle imdi beni takrîr İşitsin Mısr u Şâm Rûm u Buhârâ Yenile mevlidim çıksın cihânâ Egerçi söylenir dehren fe-dehrâ Ki düpdüz ‘âlemin halkı işitdi Benüm evsâfımı berren ve bahrâ Kemâlâtım yetişdir sen dahi pes İşitsin ümmetim şehren fe-şehrâ Bana ümmet olan şoldur ki dâyim Hak’a hamd eyleye sabren ve şükrâ Tuta buyrugın Allah’ın tamâmı Sımaya hükmünü farzan ve emrâ Kişi kimi severs’onunla kopar Severse taş dahi hasren ve neşrâ Beni seven benim ile kopısar Bulısar mertebe fazlan ve kadrâ 27 Beni seven sözüm aydan işiden Yüzümü gözleyen ıyden ve kadrâ Çü dili kulağı ola sözümde Özü yüzü olan sadren ve bedrâ Çü buyurdı bana Sultân-ı kevneyn Sözini tutdum uş cebren ve kahrâ Sığındum Hakk’a sığandum elümi Ki yazam vasfını sırran ve cehrâ Demek ki Muhammediye’nin, kaynağı olması bakımından da Megâribü’z-zamân’ın yazılışı, Yazıcıoğlu’nun dostları ile kardeşi Ahmed-i Bîcân’ın ısrarı ve bizzat rüyasında Hazreti Peygamber’in telkiniyle olmuş oluyor. Eser, 853 Cemâziyel-âhir/Ağustos 1449’da Gelibolu’da tamamlanmıştır. Yazıcıoğlu, aktardığı eserinin nazım türünü Hz. Peygamber’in diliyle belirlemiş, (58. beyit) na‘t diye nitelendirdiği eserinin aynı zamanda mevlid (83. beyit) özelliği taşıdığına işaret etmiştir. Mevlidlerde yer alan bütün bölümleri içeren ve dinî törenlerde mevlid gibi okunduğu bilinen eser, siyer-mevlid arasına girecek dinî - destanî bir muhteva taşımaktadır. Eserin adından ve baştaki na‘t tabirinden de anlaşıldığı gibi bütün tahkiyeli taraflarına rağmen sanki baştanbaşa Muhammediye bir na‘t ve münâcât gibidir. Adeta her satırda aşk-ı Resûl ve tevhîd-i ilahî kokusu yayılır. Tahkiye kısımlarının dışında tevhid, na‘t, münâcât, medhiyyeler, mi‘râciyye, devriye ve şemail kısımlarından başka bir nazım türü yoktur. Tabiatıyla bu, müellifin gayesi ve şahsiyeti bakımından da normaldir. Eserde başta hezec olmak üzere aruzun çeşitli bahirleri kullanılmış, uzun kalıpların ardından kısa kalıpların seçilmesi eserin daha başarılı ve etkileyici olmasını sağlamıştır. “Kasîde ilâhiyye” başlıklı manzume, Türk edebiyatında daha sonra “ilâhi” adıyla gelişecek müstakil bir türün başlangıcıdır. Eserde yirmi dört tercî-i bend, bir terkîb-i bend, birkaç müstakil kaside (Vedâ haccı) ve mesnevi (hâtimetü’l-kitâb), biri Arapça altı adet kıta bulunmakta, ayrıca Arapça – Farsça mülemma beyitler yer almaktadır. Değişik konulardaki manzumelerden oluşan Muhammediyye geniş olarak üç bölümde incelenmektedir: 28 1. bölüm: Yaratılış: (1-1413. beyitler). Mülemma bir tevhidin ardından bir na‘t ile başlayan bu bölüm Hulefâ-yi Râşidîn’in övgüsü, sebeb-i te’lif ve içinde bir tevhidin yer aldığı “iftitâhu’l-kitâb” ile devam eder. Devriyye-i arşiyye tarzında kaleme alınan bu kısım önce Hz. Muhammed’in nurunun, daha sonra kâinatın onun şanına yaratılması anlayışı üzerine kurulmuştur. Cennetin, cehennemin, yerlerin, göklerin, meleklerin, cinlerin, şeytanların, diğer mahlûkatın, Âdem ve Havvâ’nın yaratılışı, bu ikisinin cennetten yeryüzüne inmesi, Arafat’ta buluşmaları da aynı bölümde işlenen başlıca konulardır. 2. bölüm: Hz. Peygamberin doğumu, hayatı, savaşları, mucizeleri ve yakınları (Siyer-mevlid bölümü) (1414-4756. beyitler). Burada Hz. Âdem’den itibaren bütün peygamberlerin bazı özellikleriyle tanıtılmasından sonra Hz. Muhammed’in doğumu, hayatı, savaşları, mûcizeleri, Ehl-i beyt’i ve halifeleri anlatılır. 285 beyitlik bir mi‘râciyyeyi de içeren bu kısımda ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’in hususiyetleri, Fâtiha, İhlâs gibi sûrelerin tefsiri, hadis şerhleri, Resûlullah’ın nasihatleri, salavat getirmenin faziletleri, ibadetlere, cihada teşvik gibi konular yer almaktadır. Muhammediyye’nin halk üzerinde en etkili kısmı olan “Vefât-ı Muhammed” bahsi de buradadır. Bu bölüm Hz. Fâtıma’nın, Hulefâ-yi Râşidîn’in, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in vefatlarıyla ilgili mersiyelerle aşere-i mübeşşere ve ashâb-ı Suffe’nin özelliklerinin ardından bir münâcâtla sona erer. 3. bölüm: Kıyamet alametleri, ahiret hayatı ve hususiyetleri (Fasl fî eşrâti’s-sâ‘a) (4757-9008. beyitler). Burada kıyamet alâmetleri, deccâlin çıkışı, nüzûl-i Îsâ, Ye’cûc ve Me’cûc, dâbbetü’l-arz, güneşin batıdan doğuşu, tövbe gibi konular işlenmiştir. Kıyametin kopması, sûr-ı İsrâfîl, haşr, havz-ı kevser, livâü’l-hamd, şefaat, hesap ve kitap, sırat, cennet ve cehennem hakkında bilgilerin ardından hâtime kısmı gelir. Bu kısımda müellif ayrıca eserin telif sebebini, Hz. Peygamber’i ve Hacı Bayrâm-ı Velî’yi rüyasında görmesini anlatır. Mahmud Paşa, Ahmed-i Hâs, Derviş Bayezid, hocaları Zeyne’l-Arab ile Haydar-ı Hafî’ye dair mâlûmat verir. “Eğer Rûm’un revânında görürsem ben dilârâyı Revânına revân edem Semerkand u Buhârâ’yı matla‘lı meşhur na‘tın ardından Muhammediye bir dua ve münâcâtla son bulur. Eser tarih boyunca çeşitli sohbet mekânlarında okunmuş ve hâlâ zaman zaman günümüzde de okunmaktadır. Eser, Anadolu ve 29 Rumeli’nin yanı sıra Kırım’da, Kazan’da ve Başkurt Türkleri arasında da tanınmıştır. Muhammediye’nin aruzun kolay kalıpları ile yazılması, sade ve samimi ifadesi, akıcı üslûbu ve halk dilinden tabirleriyle asırlardan beri geniş halk kitleleri üzerinde etkili olmuştur. Müellifin kafiye, redif ve diğer âhenk unsurlarına dikkat etmesi, Muhammediyye’nin ezberlenmesini ve dinî toplantılarda okunup dinlenmesini kolaylaştırmıştır. Ahmed-i Bîcân Envârü’l-âşıkîn ile Muhammediye’yi karşılaştırırken bu duruma şöyle işaret eder: “Ol kitâb nazımdur, bu kitâb nesirdür. Anunçün böyle vaki‘ oldı kim ilmi iki dürlü vech ile yazmışlardur. Bir dürlüsini şi‘r ile nazm itmişlerdür, tatlu olmag içün…” Geleneksel sohbet mekânlarında özellikle köy ve mahalle odalarında, tekkelerde, dergâhlarda, medreselerde, camilerde çok sık okunması sebebiyle, Süleyman Çelebî’nin Vesiletü’n-Necât’ından sonra yaygın din eğitiminin dayandığı en mühim eser haline gelmiştir. Muhammediye, Osmanlı toplumunda itikadi yapının teşekkülünde, yaygın din eğitiminde, Osmanlı medeniyetinin oluşumunda, kadınların dini yönden eğitilmesinde, tasavvufi düşüncenin yaygın hale gelmesinde çok önemli vazifeler görmüştür. Ayrıca Osmanlı zihin yapısının arka planını oluşturmada önemli bir işleve sahiptir. Muhammediye’nin muhtelif cami ve tekkelerde okunduğu, okuyanlarına “Muhammediye-hân” denildiği ve Muhammediyanlık’ın bir meslek olarak icra edildiği bilinmektedir. Elde bestesi bulunmamasına rağmen mûsiki araştırmacıları eserin XV. yüzyılda bestelenmiş olduğu kanaatine sahiptirler. XVII. yüzyıldan itibaren bazı sanatkârların “muhammediyehan” diye kayıtlara geçmesi eserin mevlid gibi irticâlen ve beste ile okunduğunu göstermektedir. Bu hususta Halvetî Şeyhi Müstakim Efendi, Akbaba imamı bestekâr Şeyh Mehmed Zaîfî, İstanbullu Hâfız Şühûdî Mehmed Efendi, Hatip Zakiri Hasan Efendi, Bursalı Sarıcâzâde İbrahim Efendi, Sarı Mustafa Efendi, Erzurumlu Derviş İsmail Efendi, Mustafa Aşkî Efendi gibi yaşadıkları dönemin üstatları bulunmaktadır. Sonuç Toplumun eğitilmesi, irfânî hayatın zenginleştirilmesi ve halk kültürünün zenginleştirilmesinde; sohbete dayalı yaygın eğitimin önemli bir yeri vardır. Geleneksel sohbet mekânlarımızda okunan dinî, tasavvufî, irfanî edebî ve kültürel hayatımıza etki eden birçok eser, bu 30 amaçlar doğrultusunda çok büyük katkılar sağlamışlardır. Bu eserlerden birisi de 15. yüzyılda yaşamış Gelibolulu Yazıcızâde Mehmed Efendi’nin kaleme aldığı “Muhammediye” adlı manzum mesnevisidir. Muhammediye, asırlardır başta Anadolu ve Rumeli olmak üzere Kırım, Kazan ve Başkurt Türkleri arasında okunmuş ve yer yer hâlâ okunmaya devam etmektedir. Muhammediye’nin hem içeriği ve nazım türleri hem de şekil, ahenk, sade ve samimi ifadesi, akıcı üslubu ve halk dilinde olan tabirleriyle etkisini sürdürmektedir. Kaynakça AKKUŞ, Ahmet (2010), Yazıcıoğlu Muhammed ve Muhammediye Adlı Eserinin Kültür tarihimizdeki Yeri, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, SBE, Yüksek Lisans Tezi, Rize. ÇELEBİOĞLU, Âmil (1996), Muhammediye, c. 1-2, İstanbul. UZUN, Mustafa (2013), “Yazıcıoğlu Mehmed Efendi”, DİA, c.43, İstanbul. 31 ÇANKIRI YÂRENLERİNİN SOSYAL HAYATTAKİ YERİ: MECLİS DIŞI ETKİNLİKLER Ahmet Serdar ARSLAN Öz Yâran kültürü, geleneksel bağlar nedeniyle günümüzde Çankırı’da önemini sürdürmekte, barındırdığı kültürel unsurlarını ve ritüellerini koruyarak çeşitli dernek, merkez ve topluluklar tarafından yaşatılmaktadır. Aynı zamanda kültürel bir eğitim kurumu olan yâran meclisinin üyesi, günlük hayatında da “yâren” kimliğinden ötürü bu sorumluluğun bilinciyle hareket etmek durumundadır. Bu yönüyle yârenlik, bir yaşam biçimi olarak da karşımıza çıkar. Bu noktada yâran geleneğinin üyesine; kültürün yaşatılması, geleneğin sürdürülmesi dışında sosyal hayatta da önemli görevler düşer. Bir yâren veya yâren meclisi, meclis dışında da çeşitli ziyaretler, hayır işleri ve toplumsal hizmetler vb. etkinliklerle kültürün etkin taşıyıcısından etkin yaşatıcısına dönüşür. Bu çalışma, Çankırı ilindeki yâran geleneğinin bir üyesi olarak yârenin sosyal hayattaki tutumu, davranışları ve etkinliklerini geleneğin karşıladığı işlevler dâhilinde gözlem, veri toplama ve mülakat yöntemlerini kullanarak incelemeyi amaç edinmektedir. Meclis dışı olarak nitelendirilen sosyal etkinliklerin neler olduğu Çankırı coğrafyası dâhilinde örneklerle ortaya konulmuştur. Giriş: Sosyal Bir Kurum Olarak Yâran Dostluk, kardeşlik, arkadaşlık anlamına gelen ve bu birlikteliği amaçlayan yâran geleneği, Anadolu’da var olan sohbet gelenekleri içinde en kurallı, düzenli ve sosyal hayat içinde en çok role sahip gelenektir. Yâran geleneği, kendi içinde otokontrol, takip, muhakeme gibi kurumsal özellikler barındırırken aynı zamanda geleneği taşıyan coğrafyanın karakterini de bünyesine katarak ona “özgünlük” katmıştır. Yâran, kökenleri açısından ele alındığında Türk boylarından günümüze kadar taşınan geleneksel öğretilere sahip bir eğitim yuvasıdır. 24 yâren ağasının her birinin bir Oğuz boyunu temsil ettiği bugün herkes tarafından kabul edilmiş bir gerçektir. Ekim (2008: 547-550), Doğu Türkistan’dan Makedonya’ya kadar çeşitli Türk topluluklarınca Arş. Gör., Çankırı Karatekin Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. 32 gerçekleştirilen, özellikle kış geceleri, haftanın belirli günlerinde periyodik olarak sürdürülen toplantılardan bahsetmektedir. Eski Türklerde ise 24 Oğuz beyinin katılımıyla gerçekleşen toy ve şölenlere değinerek herhangi bir beyin otağında gerçekleştirilen ziyafetten sonra güncel konuların yorumlandığını, sorunların çözülmesiyle ilgili danışıklık edilerek toplantıdan çıkan kararların bağlayıcılığı olduğunu eklemektedir. Bu açılardan, Çankırı yâran kültürüne bu temelde baktığımızda meclisin kurulduğu mekân, halk müziği, halk oyunları, orta oyunları, hiyerarşik yapısı ve ritüellerin varlığı Türk kültür ve geleneğiyle paralellik göstermektedir. Dolayısıyla Çankırı yâranı, millî sohbet kültürümüzün en önemli miraslarından birisidir. Anadolu sohbet gelenekleri içinde en çok kurumsal özelliklere sahip olan Çankırı yâran kültürü, bu yönüyle genellikle Âhilikle bağdaştırılır. Yâranı, Âhîliğin uzantısı olarak gören araştırmalar olduğu gibi; Sadık Softa (2009: 118), Ahmet Absarlıoğlu (2009: 3) gibi gelenek içinden temayüz eden kişiler, yâran kültürünü Ahîliğin bir alt kimliği olmadığını öne sürerler. Ahîlik bugün yâran teşkilatlarının bünyesinde barındırılan ve yaşatılan bir kurumdur. Sadık Softa (2009: 118) konuyla ilgili şöyle söylemektedir: “Ahîlikte, Bektaşilikte ve Mevlevîlikte olduğu gibi, Yâren meclislerinde de belli ve farklı bir statü vardır. Bunların hepsinde de sosyal yaşantıyı saracak bir boyuta ulaşmış ve dini olduğu kadar sosyal yaşantıyı da içeren Türk gelenek, görenek, ananelerini içine alarak, bunu İslami yaşayış tarzı içinde sindirmiş ve kendi statülerini oluşturmuşlardır. Türk kültürü içinde bu kurumların yeri ve etkileşim alanı ne ise Yâran Meclislerinin ki de odur.” Yâran geleneği, sohbet ve eğlence meclisi olarak ele alındığında ise ferfene, sıra gecesi gibi sohbet gelenekleriyle işlevsel açıdan birçok ortaklık barındırmaktadır. Ek olarak, söylendiği gibi kurumsallaşmış işlevlere de sahiptir. Bundan ötürü, bulunduğu kültür coğrafyası içinde hem diğer sohbet geleneklerinden farklıdır hem de Anadolu sohbet geleneklerini içinde barındıran bir bütünün parçasıdır. Örneğin coğrafî açıdan kimi yâran meclislerinde içki serbestken Çankırı yâranında bu suç olarak görülmektedir. Yine, Osmanlı’nın Cezayir’i kaybetmesinin bu topraklarda yankı uyandırmasına ilişkin yâran meclisinin kapanışında Cezayir havasının çalınıyor olması 19. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra bu kültüre eklenen başka bir örnektir. İnsanın olduğu her yerde ekonomik, toplumsal ve kültürel faaliyetler vardır. Esnafların bir arada toplanması sadece ahîliğe veya yârana özgü bir doktrin değildir. Yârana özgülük katan olgular, yerellik, kültürel farklılık ve bünyesindeki çeşitliliklerdir. 33 Konuya bu açıdan yaklaştığımızda yâranı özgün kılan şeyin ne olduğu sorusunu sorarak hem ortaklık hem de farklılıkları belirleyebiliriz. Yâranın sosyal bir kurum olarak yaşadığı Çankırı ilinde başağalardan Recep Deneci (36), yâranın sadece oyundan ve eğlenceden ibaret olmadığını vurgulamaktadır. Önceki yıllarda sosyal etkinlikler biraz boşlanmışsa da son yıllarda kurulan meclislerde sosyal hayat üzerinde çok daha fazla durulmaktadır. Dükkânını geç açan veya hileli mal satan esnaf, görevini layıkıyla yapmayan işçi ve memur gibi birtakım aksaklıklar meydana geldiğinde verilen cezalar sosyal fayda açısından iaşeye çevrilmektedir. Yağ, tereyağı, çay, makarna gibi gıdalar muhasıbına bildirilir; fakir ve fukara aileler tespit edilerek kapısına bırakılır veya elden teslim edilir. Yukarıda verilen örneklerden yola çıkarak yâranın yaptırım gücü olması açısından kurumsal özellikler gösterdiği ve yârene bu yönüyle bir kimlik atfettiği açıktır. Çankırı’da yaşayan halkın, kendi coğrafyasına çok uzak bir yerde olmasına rağmen devletin kaybını kendi kaybı olarak görüp onunla hüzünlenebiliyor olması; bu geleneğin, sosyal hayatı içinde barındırdığını ortaya koyan en önemli delildir. Toparlayacak olursak, yâran geleneği, insanları kötü alışkanlıklardan uzak tutan, yardımlaşmayı, eğlenceyi, halk hukuk ihtiyacını denetleyerek toplumun düzenini sağlamayı ve sosyal hayatı daha etkin yaşamayı ön plana alan çok fonksiyonel sosyal bir kurumdur. Download 0.85 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling