ÇAĞDAŞ TÜrk edebiyatlari-ii yazarlar


Abdulla Kadirî, Ötken Künler, Okuma Parçası


Download 4.7 Kb.
Pdf ko'rish
bet12/31
Sana06.12.2017
Hajmi4.7 Kb.
#21657
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   31

Abdulla Kadirî, Ötken Künler, Okuma Parçası
Han Kızına Layık Bir Yiğit
İpekçi Ziya’nın evinde Atabey şerefine verilen ziyafette başka misafirler arasında Hamit, Rah-
met ve Hasan Ali de vardı. Tanışma bölümünden sonra Atabey ile sandıkçı Mirza Kerim sık 
sık göz göze gelmeye başladılar. Mirza Kerim Atabey’e bir şeyler sormaya fırsat bekliyor fakat 
Hacı Ekrem ile ipekçi Ziya’nın havadan sudan konuşmalarının ardı kesilmiyordu.
Onlar üçüncü defe göz göze geldiklerinde Mirza Kerim gülümseyerek sordu:
— Beni hatırlayabildiniz mi Bey?
Atabey Mirza Kerim’e dikkat ve itibar ile baktıktan sonra cevap verdi: 
— Yok, amca. 
— Kaç yaşına geldiniz? 
— Yirmi dört…
Sandıkçı kendi kendine bir şeylerin hesabını yaptıktan sonra:
— Anlaşılıyor ki, siz beni hatırlayamazsınız. — Ben Taşkent’te sandıkçılık yaptığım zaman-
larda siz tahminen beş altı yaşlı çocuktunuz… Sanki daha dün Taşkent’teymişim ve daha dün 
sizin evinizde misafir olmuşum gibi… Ama gerçekte aradan on beş yirmi yıl geçmiş, siz de 
kocaman yiğit olmuşsunuz, ömür atılan ok gibiymiş. 
— Siz bizim evimize gelmiş miydiniz? 
— Çok defa misafir oldum, o vakitler dedeniz de hayattaydı.  
Bu ikisinin konuşmasına kulak verip oturan Hasan Ali de söze katıldı: 
— Amcanız bizim eve gelip misafir olduğu vakitlerde siz küçücük çocuktunuz, bey - dedi. — 
Amcanız sizi saraylara da götürürdü. 
Atabey utangaç bir tavırla gülümseyerek Mirza Kerim’e baktı: 
— Maalesef hatırlayamadım, — dedi. Sandıkçı yine bir şeyler söylemek üzereyken Hacı Ek-
rem ona fırsat vermedi.
— Hacı Bey ağamız şu günlerde ne işle meşguller? 
Atabey: 
— Taşkent Beyi’nin huzurunda müşavir olarak görev yapıyorlar. 
— Aziz Bey şu günlerde de Taşkent’in hâkimi midir?
— Öyle.
— Beyliği batsın, Onu tıfıl Aziz deyin, — dedi Hamit ve Hacı Ekrem’e bakıp güldü: — Yakın-
lara dek çolak Müsülman’ın bezmi tıfıl Aziz’le eğlenceli olurdu, — diye ekledi ve büyük bir 
şey keşfetmiş gibi mağrurca ziyafette bulunanlara baktı. Hamit’in uygunsuz eleştirisi mecliste 
soğuk hava oluştursa da Hacı Ekrem soru sormaya devam etti: 
— Hâkiminiz çok zalimmiş, bu doğru mudur?
— Doğrudur, — dedi Bey. — Aziz Bey’in zulmünden halkın sabrı kalmadı artık. 
Atabey’in bu cevabından sadece Hacı Ekrem değil belki de mecliste bulunan başka kişiler de 
şaşırmıştı. Babasının velinimeti olan bir beyin zalimliğini itiraf etmek gerçekten de şaşılacak 
bir şeydi. Aziz Bey’in Türkistan Hanlığının en zalim ve müstebit beylerin birisi olduğu ve 
onun kendi yönetimindeki Taşkent halkına yaptığı zulümler Fergana’da dillere destan olmuş-
tu. Hacı Ekrem’in bu soruyu sormaktan amacı Aziz Bey’in en yakını olan kişinin oğlunu 
sınamaktı. Atabey’in cevabından Hacı Ekrem’in şaşkınlığı arttı ve daha da meraklanarak: — 
Babanız Aziz Bey’in müşaviriymiş, neden ona doğru yolu göstermiyor? — dedi. 

Çağdaş Türk Edebiyatları-II
82
— Affedersiniz, amca, — diye Atabey gülümsedi: — siz babamın müşavirliğini başka türlü 
anlamışa benziyorsunuz… Bizim beylere halkı yönetme konusunda müşavir olmak imkânsız 
bir şeydir. Babam Aziz Bey’in müşaviri ve yakın sohbet arkadaşı olduğu sanılsa bile aslın-
da bu cüzi işlerde geçerlidir. Bununla ilgili size bir örnek vereyim, bu iş yakınlarda oldu: 
Taşkent’teki Cuma sohbetlerinden birinde bir kişi Aziz Bey’i över ve bu övgülere karşı başka 
birisi ise “Niçin bu kadar övüyorsun, Aziz Bey dediğin bir tıfıl yahu” demiş. Onların ko-
nuşmasını işiten casuslardan biri bu sözü Aziz Bey’e iletmiş. Ertesi gün Aziz Bey o iki kişiyi 
huzuruna çağırmış ve kendisini övene yüksek mertebe verirken, ikincisine ölüm cezası tayin 
etmiş. Bu hüküm okunurken orada bulunan babam mahkûmun suçunu sorduğunda Aziz 
Bey cellâda bağırmış: “Hemen götür!” Babam yine bir defa mahkûmun bağışlanmasını iste-
yince Aziz Bey cellâda emretmiş: “Elindekini bırak yerine Hacı’yı götür!” — İşte gördünüz mü 
babamın kadir kıymetini? 
— Öyleyse ahali neden Han hazretlerine şikâyet etmiyor?
— Kaçıncı şikâyetten bahsediyorsunuz, — dedi Atabey. — Aziz Bey’den zulüm ve eziyet gö-
renlerle birlikte şimdi onuncu şikâyetnamemizi yollamışızdır. Lakin Han hazretlerinin mü-
şaviri olan kişinin zulümde Aziz Bey’den de zalim kişiyse biz ne yapabiliriz? Ancak şunu da 
söylemek gerekir ki, son zamanlarda Aziz Bey, Hokand’ın emir ve fermanlarını umursamaz 
oldu. “İtaatsizlik etmesin” şeklinde yazdığımız şikâyetlerimize de Merkez’in görmezlikten gel-
me ihtimali var. Anlaşılan o ki, Taşkent halkı Aziz Bey’in zulmünden artık bezdi de kimden 
yardım isteyeceğini bilemiyor. Hacı Yusuf Bey’in nasıl bir insan olduğunu Hacı Ekrem ar-
tık anlamış olacak ki, bu hususta soru sormadı ve başka konulara geçtiler. Ziyafet içtenlikle 
oluşturulduğundan sofra da kadirli misafire yakışır bir şekilde hazırlanmıştı. İpekçi Ziya ile 
oğlu Rahmet’in misafirleri sık sık sofraya buyur etmeleri başkalarının iştahını kabartsa da 
Atabey’de böyle bir şey hissedilmez, oturduğu yerde hayallere dalmıştı. O neleri hayal ediyor, 
neleri düşünüyordu - bilmek zor olsa bile onun şu anki hareketleri dikkati çekiyordu. Ha-
yal ederken dalgın gözlerle karşısındaki Mirza Kerim’e bakıyor, onun da kendisine baktığını 
hissedince gözlerini sofraya çevirip iştahını çekmediği şeylere göz gezdiriyordu. Atabey’in bu 
halini meclistekiler sezmeseler de Hamit onu takip ediyor gibiydi.
— Ticari işlerle hangi şehirlere gittiniz, Bey? — diye sordu sandıkçı. 
—  Kendi  şehirlerimizden  çoğunu  gördüm,  —  dedi  Atabey.  —  Rus  şehirlerinden  Şemey 
(Semipalatinsk)’e kadar gittim. 
— Aaa, siz Şemey’e de mi gittiniz? — diye şaşırdı ipekçi Ziya. 
— Geçen sene gitmiştim, — diye karşılık verdi Atabey, — gidişim uygunsuz bir zamana denk 
geldiği için çok eziyet çektim. 
— Greçek tüccar sizmişsiniz, — dedi sandıkçı, — biz bu yaşımıza geldik, hala kendi şehirleri-
mizin bazılarını göremedik, siz Rusların Şemey’ine kadar gitmişsiniz. 
— “Gezen derya, oturan şilte” imiş, — dedi Hacı Ekrem. 
Türkistan’da Rus şehirlerine gidip ticaret yapanların sayısı çok az olduğundan yabancı ül-
keleri gören Atabey mecliste hayli dikkat çekti. Ruslar hakkında olur olmaz rivayetler işiten 
sandıkçı ve ipekçi Ziya işin gerçek yüzünü Atabey’den öğrenmek istediler. Ondan Şemey’de 
neler gördüğünü sordular. Atabey Şemey’le ilgili hatıralarını anlattı. Rusların siyasî, ekono-
mik ve sosyal hayatları hakkında dinleyenleri hayrette bırakarak en ince ayrıntısına kadar 
anlattıktan sonra: 

3. Ünite - Çağdaş Özbek Edebiyatı-I
83
— Şemey’e gitmeden önce kendi yönetimimizi gördüğüm için her yerde de aynı olsa gerek diye 
düşünürdüm, — dedi Atabey. — Lakin Şemey benim fikrimi alt üst etti. Beni de tamamıyla 
değiştirdi. Ben Rusların idarî işlerini görünce kendi yönetimimizi sanki bir oyuncak oldu-
ğunu kabul etmek zorunda kaldım. Bizim idarî sistemimiz bugünkü düzensizliğiyle devam 
ederse halimiz ne olacağına aklım ermiyor. Şemey’de iken kanatlanıp uçsam da memleketime 
varsam ve doğruca Han hazretlerinin huzuruna girip Rus hükümeti kanunlarını tek tek açık-
lasam, Han hazretleri de anlattıklarımı dinlese ve Rusların idari yapısını ülkede uygulanma-
sına ferman çıkartsa, ben de kendi ülkemi bir ay içerisinde Rus’unki ile aynı düzeyde görsem 
diye hayal ettim. Fakat vatana dönüp gördüm ki, Şemey’de düşündüklerim, imrendiklerim 
sadece bir tatlı hayalmiş. Burada sözümü dinleyecek birisini bulamadım. Dinleyenler de: “Se-
nin hayallerini Han dinler mi, hangi bey bunu uygular?” — diye beni hayal kırıklığına uğrat-
tılar. Önceleri ben onların sözlerine aldırış etmediysem de sonradan doğru sözü söylediklerini 
anladım. Gerçekten de kabristanda “Hayyalal felah”ı kim duyar ki?  
Meclis Atabey’in Şemey hakkındaki hatıralarını merakla dinlediler ve bu güne kadar kimse-
den duymadıkları bu fikirler karşısında şaşkına dönmüşlerdi. Bu güne kadar istikbali düşün-
meyen bu Türkistan ataları Atabey’in içtenlikle söylediklerine ilgisiz kalmadılar. 
— Emirî Ömer Han gibi adil padişah gelseydi, — dedi sandıkçı, — Bizler de Rusları geride 
bırakırdık. 
İpekçi Ziya:
— Biz kendi huyumuzdan dolayı bu duruma düştük, — dedi.  
Hacı Ekrem:
— Doğru!
Hamit de başkalardan geri kalmamak için: “Allah kâfire bu dünyayı vermiş” — dedi. 
— Bence, Rusların bizden ileride olması onların ittifak içinde olmalarından olsa gerek, dedi 
Atabey. — Fakat bizim her gün geriye gitmemizin nedeni kendi aramızdaki kavgalardır, — 
diye düşünüyorum. Bu hususta Ziya amcanın dediklerine kısmen katılmak mümkündür. Ara-
mızda bu vahim durumu gerçek boyutunu anlayan insanlar yok. Aksine bozguncu ve kavgacı 
unsurlar çoğalıp, sade halkı sürekli uçuruma sürüklemektedir. Bu günkü “Karaçapan”larla 
(Kıpçaklar Özbekleri karaçapan derlerdi) Kıpçakların kavgasını örnek olarak göstereyim: iyi 
düşünün bu kavgalardan bize veya Kıpçak biraderlerimize ne menfaat geliyor ki? — Sade-
ce bundan çıkar gözetenler iki halk arasına düşmanlık tohumlarını saçmakta olan birkaç 
bozguncu yöneticiden başkası değildir. Örneğin Müslümankul’un iyi adam olduğunu kim 
söyleyebilir? — Onun ülke için kan dökmekten başka menfaatı oldu mu ki? Müsülmankul 
kendi çıkarları doğrultusunda kavga çıkartmak için damadı Şiralihan’ı öldürtüp, günahsız 
Murathan’ı şehit etti. Koyun gibi uysal Taşkent hâkimi Selimsak Bey’i öldürüp yerine Aziz 
Bey gibi zalimi tayin etti. Kendini emir ilan ederek akılsız bir çocuğu (Hudayar’ı) Han diye 
halkın tepesine getirdi. Doğru, eğer Müsülmankul bu işleri iyi bir niyeti uğruna yapsaydı, 
ülkede asayişi sağlasaydı, zalimi aradan kaldırıp yurda barış getirseydi ona kim ne derdi? 
Halbuki Taşkent tarihinde eşi benzeri görülmeyen Aziz Bey gibi vahşiyi ancak şu Müsülman-
kul başımıza getirdi. Eğer Müsülmankul iyi adam olsaydı halk başına bu belayı getirmezdi. 
Kendi çıkarları için istibdat yoluyla halka eziyet edenler ortadan kaldırılmayınca bize kur-
tuluş yoktur. Bunun gibileri kim olursa olsun iş başından uzaklaştırmak ve onların yerine 
dürüst ve samimi insanları getirmek kurtuluşumuzun tek yoludur. 

Çağdaş Türk Edebiyatları-II
84
Cedit  edebiyatının  önemli  isimlerinden  biri  Abdulhamit  Süleyman  oğlu  Çolpan 
(1897-1938) Andican’da doğdu. Babası Süleymankul Molla Muhammed Yunusoğlu, çift-
çilik ve ticaretle uğraşan münevver bir kişidir. Süleymankul’un sanat ve edebiyatla ilgi-
lendiği hatta “Rüsva” adıyla şiirler yazıp bir Divan oluşturduğu da bilinmektedir. Annesi 
Ayşabibi özellikle bir eğitim almamasına karşın ufku geniş, hoş sohbet, yöresel türküleri 
bütünüyle bilen bir kadındı.
Çolpan, ilköğrenimine kendi mahallesindeki mektepte başlamış ve daha öğrenim ha-
yatının ilk yıllarında keskin zekâsıyla sınıf arkadaşlarının arasından sıyrılıp öne çıkmış-
tır. O, kısa zamanda okumayı ve yazmayı öğrenmiş, Kuranı Kerimi ezberlemiştir. Devrin 
şartları doğrultusunda oğlunun Rus dili ve kültüründen de bilgili olmasını isteyen babası 
Abdülhamit Çolpan’ı Andican’daki mahalli Rus mektebine vermiştir. Böylelikle Çolpan 
söz konusu mahalli Rus okulunda Batı edebiyatı ile tanışma fırsatı bulmuştur. Çolpan bu 
okuldaki derslerini başarılı bir şekilde verdiğinde oğlunun medresede öğretmen olmasını 
isteyen babası Süleymankul, yetenekli oğlunu bu kez de medreseye göndermiş ve orada iyi 
bir eğitim almasını sağlamıştır. Abdülhamit medresede Farsça ve Arapça öğrendi. Ancak 
medreseye devam ettiği bu dönemde büyük Başkurt âlimi Zeki Velidi Togan’ın ve genç 
Özbek yazar Fıtrat’ın eserleri aracılığıyla Türkçülük ve Ceditçilik düşünceleriyle tanışan 
Çolpan, öğretmen değil “Özbekler’in milli yazarı” olmaya karar verdi. Evdekilerden izin 
almadan Taşkent’e gidip burada yazmakla meşgul olan Çolpan, Türk, Rus ve Fars dilleri 
aracılığıyla da dünya edebiyatının önemli eserlerini okumuştur.
Bu  sıralarda  İsmail  Gaspıralı’nın  ceditçi  fikirleri  Türkistan’da  hızla  yayılmakta  idi. 
Çolpan da bu fikirleri benimseyerek takip etti ve Türkistan’daki yenileşme hareketlerine 
önemli katkıda bulundu. 
Çolpan’ın şiir ve yazıları “Sedâ-yı Türkistan”,  “Sedâ-yi Fergana”,  “Türkistan Vilayetinin 
Gazeti” gibi süreli yayınlarda “Kalander”, “Mirza Kalander”, “Andicanlı”, “Çolpan” mah-
laslarıyla yayımlanmıştır. Sonraları “Çolpan” onun esas mahlası olarak kaldı. 18 Nisan 
1914’te “Sedâ-yi Türkistan” gazetesinde Çolpan’ın “Türkistanlı Ḳarındâşlarımızga (Tür-
kistanlı Kardeşlerimize)” adlı şiiri yayımlandı. Aradan on bir gün geçtikten sonra yine 
aynı gazetede onun “Ḳ
urbân-ı Cehâlet (Cehalet Kurbanı)” adlı hikâyesi yayımlandı. Aynı 
yıl içinde genç yazar Çolpan, kendi eserlerinin mahiyetini ifade eden “Adabiyât nadur? 
(Edebiyat Nedir?)” adlı makalesini yayımladı. Bir süre sonra da “Doktur Muhammediyâr 
(Doktor Muhammedyar)” adlı hikâyesi basıldı. Kısa zamanda Çolpan, “yeni edebiyatın 
parlak yıldızı” sıfatıyla tanındı.
Rusya’da siyasi çalkantıların yaşandığı dönemde bir süre Orenburg’ta yaşamış ve bu-
rada Başkurt Hükümeti mahkemesinde kâtip olarak çalışmıştır. Daha sonra Taşkent’e geri 
dönüp 1920 yılına kadar TurkRosta’da muhabirlik yapmıştır.
Bu yıllar aydınlar için kendi yollarını çizme, kendi kaderlerini tayin etme devriydi. Bu 
dönemde aydınlar, Çolpan ve Fıtrat’ın başkanlığındaki “Çağatay Görüngü” topluluğunun 
toplantılarına katılıp millete ve vatana daha iyi hizmet etmenin yollarını araştırıyordu.
Atabey mecliste bulunanlar için tamamen yeni ve duyulmamış fikirleri anlatırken onlar şaş-
kınlık içinde dinlerlerdi. Onlar mevcut kavgaların asıl sebeplerini iyi anlıyor ve kendilerince 
değerlendiriyorlardı. Atabey’in bu tür fikir ve görüşleri meclistekilere ipucu vermiş gibi oldu. 
Gerçi açıkça söylemeseler de yüz ifadelerinden Atabey’i takdir ettikleri ve alkışladıkları gö-
rülmekteydi

(Kadirî 1996: 5-9)

3. Ünite - Çağdaş Özbek Edebiyatı-I
85
1920 yılında Bakü’de düzenlenen Şark Halklarının Kurultayı Çolpan’ın fikirlerinin ge-
lişmesinde önemli bir yere sahiptir. O tam olarak burada vatanı uğruna fedakârlığa hazır 
milliyetçi bir şair olma yolunu seçmiştir. 
Bakü’den  döndükten  sonra  Çolpan  Fıtrat’ın  teklifi  üzerine  Buhara’ya  gitti  ve  1921- 
1922 yıllarında Özbek dilindeki “Buhara Ahbâri (Buhara Haberleri)” gazetesine başkanlık 
etti. Bu dönemde gazete, Özbek dilini resmi dil olarak yaymada, Buharalı emekçileri siyasi 
hayata yönlendirmede, edebiyat ve sanatı geliştirme yolunda önde gelen yayın olma nite-
liğini kazanmıştır.
1922 yılında şair Taşkent’e geri döndü ve “İnḳılâb” adlı dergiyle aynı yolu izleyerek pro-
fesyonel Özbek tiyatrosunun şekillenmesine ve bu alanın nitelikli eserlere sahip olmasına 
ortaklık etti.
1923  yılında  Çolpan  Andican’da  yeni  çıkmaya  başlayan  “Darhân”  gazetesinde  işe 
başladı. Bir yıl sonra gazete kapatılınca Taşkent’e geri döndü. Bu dönemde milli Özbek 
tiyatrosunu  oluşturmak  için  yirmi  dört  yetenekli  Özbek  genci  Moskova’ya  gönderildi. 
Burada kendi başına bir devlet olarak sayılan Buhara Maarif Evi’nde bir tiyatro evi mey-
dana getirildi. Rus dili ve edebiyatı hakkında derin bilgiye sahip olan Çolpan, 1924 yılında 
Moskova’ya gitti ve bu tiyatro evinde yönetmen olarak çalıştı. Çolpan bu yıllarda V. Bryu-
sov adındaki edebiyat fakültesinde derse katılmış. Moskova edebi muhiti Çolpan’ı ciddi 
derecede etkilemiştir. O en güncel edebî yeniliklerden doğrudan haberdar oluyordu. Rus 
sanatçılarıyla yakın ilişkiler kurdu. 
20’li yıllar Çolpan için verimli bir dönem olmuştur. 20’li yılların ilk yarısında o dö-
nemde Türkistan’da çıkmakta olan bütün önemli gazete ve dergilerde Çolpan’ın şiirleri 
basılır. Onun şiirleri “Özbek Yaş Şairleri” (1923), “Gözel Yazgıçlar” (1925), “Edebiyat par-
çaları” (1926) gibi antoloji ve şiir kitaplarında yer almış, mekteplere de girmiştir. Bu yıl-
larda onun “Uygânış (Uyanış)” (1922), “Bulaḳlar” (1923), “Tâng sırları” (1926) gibi şiir ki-
tapları yayınlandı. Bu yıllarda Çolpan “Yârḳınây” (1921), “Halil Fereng” (1921), “Çörining 
İsyâni” (1926), “Yene Üylenemen” (1926), “Ortâḳ Ḳarşıbâyev” (1928), “Hücum” (1928) 
gibi eserler ortaya koyup milli tiyatroyu zenginleştirmiştir.
1926  yılında  Taşkent’e  geri  dönen  Çolpan  Sovyet  hükümetinin  dalkavukları  hâline 
gelmiş yeteneksiz kişilerin hücumuna uğradı. Onu “milliyetçi ve karamsar” şair diye eleş-
tirdiler. Ülke basınında Çolpan’ın eserleri hakkında çeşitli fikirler öne sürüldü. Kadiri, 
Fıtrat gibi yazarların şairi koruyup kollamalarına bakılmadan şair Komünist ideolojinin 
hizmetkârları tarafından eleştirildi. Son olarak 1927 yılının Ekim ayında düzenlenen II. 
Kurultayda Çolpan’ın eserleri “ideolojik tutarsız” olduğu gerekçesiyle hükümetin danış-
manlarından biri olan Akmel İkramov tarafından eleştirildiği zaman Çolpan bu eleştiriler 
karşısında neredeyse yalnız kalmıştı.
XX. yüzyılın 30’lu yıllarına gelindiğinde Çolpan’a göre siyasi- ideolojik eğilim daha da 
güçlendi. Sonuçta, şair 1932 yılında taşınıp Moskova’ya gitti. Burada Gogol, I. Franko ve 
Andreyev gibi yazarların eserlerini Özbekçe’ye çevirdi. 1935 yılına kadar burada yaşadık-
tan sonra tekrar Taşkent’e döndü ve tiyatroda edebi danışman olarak çalıştı. Bu yıllarda 
Çolpan’a yöneltilen hücumlar daha da fazlalaştı ve yazarın eserleri basılmıyordu. Bundan 
sonra o, çoğunlukla edebi tercüme ile ilgilendi. Şekspir’in “Hamlet”, Puşkin’in “Boris Go-
dunov”, “Dubrovskiy”, Gorki’nin “Ana” gibi eserlerini Rusçadan Özbekçeye aktardı. Bu 
tehlikeli yıllarda Çolpan “Keçe ve kunduz” romanını, “Sâz” adlı şiir kitabını meydana ge-
tirdi.
Milletinin geleceği için fedakârlıktan kaçınmayan bu cesur yazar, 14 Temmuz 1937’de 
tutuklandı. Devrindeki bir grup aydın gibi o da 4 Ekim 1938 tarihinde öldürülmüştür.
Çolpan’ın 1921 yılında yazılan şiirlerinden biri ‘‘Güz” adını taşır. Bu şiirde de şair Rus 
istilâsı karşısındaki Türkistan’ın hâlini mecazî bir biçimde anlatmaktadır. Şiirde yaz mev-

Çağdaş Türk Edebiyatları-II
86
siminde; yemyeşil yaprakların sararması, gökyüzünün kara bulutlarla kaplanması, gök-
yüzünde kargaların sıra sıra dizilip geçmesi Türkistan’ın başına gelen istilâ manzarasını 
gözler önüne serer. Şiirin iki satırdan oluşan son kısmı gayet önemli mesajlar taşımak-
tadır: Bütün varlık – asırlık sönmek üzere, Soğuk… kara kışa girmek üzere. Şair ülke ile 
ilgili her şeyin uzun bir sönüş ve kayboluş dönemine girmekte olduğunu vurgularken, bu 
dönemi “soğuk… kara kış” diye adlandırmaktadır. Soğuk kelimesinden sonra üç noktanın 
konması hatta şiirin son kısmının iki satırla bitmesi de şairin yarım kalan arzularını, hay-
allerini ifade etmektedir. Aynı yemyeşil iken sararan yapraklar misali.
Çolpan’ın “Kişen” (Pranga) adlı şiirinde mecazi olarak şekilde, Türkistan’ı ve Türkis-
tanlıları prangaya vurulmuş tutsak olarak ve Rusya istilâsı altında esareti de prangaya bağ-
lı hayat olarak ele alır. (Yarkın, 1970)
Çolpan’ın bu şiirini şairin dünya görüşünü göz önünde tutarak açıklamaya çalışınız.
KÜZ
Köm-kök éken, sarġaydılar yaprâḳlar –
Âġrıḳ, maġlub, tutḳun şarḳnıñ yüzidék.
Borânlarnıñ közleri, kim oynâḳlar,
Ġâlib ġarbniñ ḳânga tolgan közidék,
Ḳâra bulut todаsı kiм köklerni –
Şаrḳnı yâpgen perde yanglıġ yâpmuşdır.
Küz ḳoşını – âġu toluġ oḳlаrnı
Yâz bаġrıga héç sаnâḳsız âtmishdir!
Bаlâ yañlıġ ḳаtâr-ḳаtâr çizilib,
Kök yüziden ḳаrġаlаr heм öteler.
Şаrḳdék içden yeşiringine éзilib,
Köp cânlılar soñgi tinni küteler.
Bütün bârlıḳ – çâġlık öçiş âldide,
Sâvuḳ… ḳârа ḳışgа köçiş âldide.
GÜZ
Yem-yeşil iken sarardılar yapraklar –
Hasta, mağlup, tutkun Doğu’nun yüzü gibi.
Boranların gözleri gibi oynar,
Galip Batı’nın kanla dolmuş gözleri gibi.  
Kara bulutlar gibi gökyüzünü
Doğu’yu örten perde gibi örtmüştür.
Güz ordusu  zehir dolu okları
Yaz bağrına sayısızca atmıştır.  
Bela misali sıra sıra dizilip
Gökyüzünde kargalar da geçerler. 
Doğu gibi içten sezdirmeden ezilip
Çok insanlar son sesi beklerler. 
Bütün varlık – asırlık sönmek üzere,
Soğuk… kara kışa girmek üzere.
Kişen
Kişen! gövdemdeki izler, bukün hem ketkeni yoḳtur! 
Temir barmâḳlarıñnıñ dâġı bütkül kétkeni yoḳtur! 
Né müdhiş, né sovuḳ-menhus, né ḳısḳanmaz ḳuçâġıng bâr! 
Beşer târihiniñ her safhasında ḳânlı dâğıñ bâr! 
Yumulmuş közleriñniñ her biri élni kahreyler, 
Faḳat bir barlığıñdur kim bütün bârlıḳnı zehreyler: 
Kulüp birden seniñ ârk’inde kop yıllar ḳâlup kettim. 
Faḳat her tebrenişden ḳurtuluşlıknı ümid ettim. 
Kişen! Gövdemdeki dâğıñ henüz hem bitkeni yoḳtur!
Faḳat bütkül ḳurtulmaḳla ümidim émdi artıḳtır!
Pranga
Pranga gövdemdeki izler bugün dahi gitmiş değildir! 
Demir parmaklarının yarası, büsbütün geçmiş değildir. 
Ne korkunç, ne soğuk uğursuz, ne acımaz kucağın var! 
İnsanlık tarihinin her safhasında kanlı yaran var.
Yumulmuş gözlerinin her biri ulusu kahreder
Fakat sadece varlığındır ki, bütün varlığı zehreder! 
Kilit altında senin sarayında çok yıllar kalıp gittim
 
Fakat her sarsıntıdan kurtulmayı ümit ettim. 
Pranga gövdemdeki yaran şimdi dahi geçmemiştir. 
Fakat büsbütün kurtulmak için ümidim fazladır!
3

3. Ünite - Çağdaş Özbek Edebiyatı-I
87
Özet
Çağatay  edebiyatının  17.-18.  yüzyılları  Özbek  Hanlıkları 
dönemi olarak da bilinir. Bu dönemde Çağatay edebî gele-
nekleri zayıflayarak devam ettiğinden bu dönem gerileme ve 
zayıflama dönemi olarak da değerlendirilir. Bu devirde, Hive, 
Buhara ve Hokand hanlıkları arasında iç çatışmaların, taht 
kavgalarının sıkça yaşandığı görülmektedir. Sanat bakımın-
dan yüksek edebî eserler ortaya çıkmadığı ve mevcut eserler-
de Ali Şir Nevaî dönemi şairlerinin eserlerinin taklit edildiği 
bilinmektedir. Bu devir edebiyatı, hanlık saraylarında geliş-
me  gösterdiğinden  Hive,  Buhara  ve  Hokand  edebi  muhiti 
olarak tasnif edilmektedir. 
19. yüzyılın ortalarında Türkistan’da siyasî, sosyal ve iktisadî 
hayat, bütün yönleriyle değişmeye başlar. “Marifetçilik Ede-
biyatı”  olarak  adlandırılan  bu  dönemde  Özbek  edebiyatına 
toplumsal yaşamla ilgili ve sıradan insana özgü imgeler, duy-
gular, halkın konuştuğu dille ifade edilen konular girmiştir. 
Bu konular özellikle Hokand, Buhara ve Hive edebî muhit-
lerinde daha etkin bir şekilde ele alınmaya başlar. Bu devir-
de eskiden mevcut olan manzum mektup türünün yeniden 
canlandığı  görülmektedir.  Mukimî,  Furkat,  Zevkî,  Nâdım 
gibi şairlerin kendi aralarındaki yazışmalarında bunun güzel 
örnekleri ortaya çıkar. Bu edebiyat ürünlerinde toplumsal so-
runlarının sade dille anlatıldığı göze çarpar. Şairler ülkedeki 
fakirliğin tek nedeni olarak cehalet ve eğitimsizliği gösterir. 
Onun için de bu dönemde maarifi geliştirme konusu ön pla-
na çıkmış ve edebi eserlere yansımıştır. 
20. yüzyılın başlarında Özbek sosyal hayatında olduğu gibi 
edebî  hayatta  da  pek  çok  yenilik  meydana  gelir.  Bu  döne-
me  Ceditçilik  (yenileşme)  devri  adı  verilmesinde  İsma-
il  Gaspıralı’nın  görüşleri  ve  faaliyetleri  etkili  olur.  İsmail 
Gaspıralı’nın Semerkant ve Buhara’ya gelerek “Usul-i Cedit” 
okulunu açması bu yenilikçi hareketin bütün Türkistan’a hızla 
yayılmasına neden olur. Bu hareket neticesinde Türkistan’ın 
çeşitli  yerlerinde  mezkûr  adı  taşıyan  okullar  açılır  Özbek 
dil  ve  edebiyatında  Cedit  devri  müstesna  bir  yere  sahiptir. 
Modern  Özbek  dilinin  temelleri  ve  kuruluşu  bu  dönemde 
gerçekleşmiştir. Roman, hikâye, drama, tiyatro gibi pek çok 
edebî tür Özbek edebiyatında bu dönemde ortaya çıkmıştır. 
Özellikle  basın-yayın  faaliyetlerinin  artış  göstermesi,  der-
gilerin  sürekli  yayın  faaliyetlerinde  bulunması  kalem  sa-
hiplerinin  ellerini  ve  zihinlerini  güçlendirmiştir.  Bu  tür 
faaliyetlerde kullanılan dilin millî dil olan Özbekçe olması, 
anlaşılma ve anlatma noktasında önemli katkılar sağlamıştır. 
Millî bir dil ve milli bir edebiyattan söz etmenin mümkün 
olduğu yıllar Cedit devridir. Marifetçiler millî edebiyata yeni 
konular getirdiler ise, ceditler Özbek edebiyatını tiyatro, ro-
man, hikâye gibi yeni türlerle zenginleştirdiler.  
Mahmudhoca Behbudî, Abdulla Avlanî, Hamza Hekimzade 
Niyazî,  Abdurauf  Fıtrat,  Abdulla  Kadirî,  Çolpan  vb  şair  ve 
yazarlar Özbek edebiyatının bu dönemdeki en önemli tem-
silcilerindendir.

Çağdaş Türk Edebiyatları-II
88
Download 4.7 Kb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   31




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling