olsa her şey çoktan sona ermiş, geçmişe karışmıştı. Okul arkadaşlarından August geldi aklına.
Değirmenin yapımında ve tavşan kümesinin çatılmasında kendisine yardım etmişti. Öğleden
sonralarını burada oynayarak geçirmişler; sapanla taş atmış, kedileri kovalamış, çadır kurmuş,
ikindi kahvaltısında bahçeden sarı sarı ham havuçlar çıkarıp yemişlerdi. Ama sonra bir baltaya
sap olmak için uğraşıp didinme zamanı gelip çatmış, August bir yıl önce okuldan ayrılıp bir
teknisyenin yanma çırak girmişti. Hans, o günden beri iki kez görebilmişti arkadaşını. Ne de olsa
onun da vakti yoktu artık. Bulutların gölgeleri ovanın üzerinden hızlı hızlı kayıp geçiyordu.
Giderek alçalan güneş karşı tepelere yaklaşmıştı çoktan. Bir ara kendini oracığa atıp hıçkıra
hıçkıra
ağlamak geldi Hans'm içinden ama kendini tuttu, sundurmadan baltayı alıp geldi, sıska
kollarıyla kaldırıp kaldırıp tavşan kümesine indirdi, belki yüzlerce parçaya ayrıldı kümes.
Latalar ayrılıverdi birbirinden, çiviler garç gurç ederek eğilip büküldü, geçen yazdan kalmış bir
avuç kokuşmuş
tavşan yemi saçıldı çevreye. Ne varsa hepsinin üzerine baltayı indiriyordu Hans, sanki
böylelikle tavşanlara, Au-gust'a ve bütün o geride kalmış
çocuksu heyecanlara duyduğu özlemi dindirebilecekti.
"Hey, hey, hey! Ne oluyor orada bakayım?" diye seslendi babası pencereden. "Ne
yapıyorsun öyle?" "Yakacak odun kırıyorum."
Hans, başka bir şey demeden elindeki baltayı kaldırıp bir kenara attı, bahçeden ayrılarak
sokağa çıktı, ırmak boyunca yürümeye koyuldu. Bira fabrikasının yanı başında kıyıya bağlı iki
sal gördü. Böyle sallarla eskiden ırmaktan aşağı saatlerce yol alırdı; sıcak yaz ikindilerinde,
aralardaki boşluklardan şap şup tomrukları döven suların bir ninni gibi gelen, bazen de insanı
Do'stlaringiz bilan baham: |