az önce okudukları metinde geçen Romalı bir halk topluluğunun gözleriydi bunlar, belki
bilmediği, tanımadığı insanların gözleri, yalnızca düşlerinde yaşattığı ya da resimlerde bir zaman
görmüş olabileceği kişilerin gözleriydi.
"Bay Giebenrath!" diye bağırdı öğretmen bunun üzerine. "Uyuyor musunuz yoksa?"
Hans usulca gözlerini açtı, şaşkın şaşkın öğretmene bakıp hayır anlamında başını salladı.
"Yo, yo, uyudunuz! Uyumadmızsa söyler misiniz bana, hangi cümlede kalmıştık? Evet,
bekliyorum." Hans kitabın içinde bir yeri işaret etti, nerede kaldıklarını iyi biliyordu.
"Şimdi ayağa da kalkar mısınız acaba?" diye sordu öğretmen alaylı. Hans ayağa kalktı.
"Neyle meşgulsünüz bakalım? Yüzüme bakar mısınız?"
Hans, öğretmenin yüzüne baktı. Ama bakışı öğretmenin hoşuna gitmedi pek, hayretle
başını
salla
dı.
"Rahatsız mısınız yoksa, Bay Giebenrath?"
"Hayır, efendim."
"Peki oturun şimdi yerinize, dersten sonra odama gelin!"
Hans oturdu ve Livius'tan okunan metnin üzerine eğildi. Tamamen uyanıktı, bütün
okuduklarını anlıyor ama iç gözüyle o bir sürü yabancı yüzü izliyordu; pırıl pırıl gözlerini asla
üzerinden ayırmadan yavaş yavaş
büyük uzaklıkların gerisine kayan gözler, sonunda çok çok ötelerdeki bir sisin içine
gömülerek yitip gitti. Öte yandan, öğretmenle o sırada çeviri yapan öğrencinin sesi ve sınıftaki
bütün o küçük sesler giderek yaklaşıp sonunda yine normaldeki gerçek kimliğine büründü,
yaşanılan an içindeki yerlerini aldı, öğretmen kürsüsü ve karatahta yine eski yerindeydi,
kocaman tahta pergel ve gönye yine duvarda asılıydı, dört bir yanında yine sınıf arkadaşları
oturuyor, içlerinden pek çoğu yan gözle, meraklı ve arsız kendisine bakıyordu. Hans, şiddetle
Do'stlaringiz bilan baham: |