bir acıyla benliğini sardı. Sonunda iyice bitkin düşerek tasa ve kaygılar içinde uyudu.
Yatakhanede bunlar olurken, Heilner birkaç mil ötedeki bir koruluktaydı.
Soğukta üşüyor, bir türlü uyuyamıyordu, gene de güçlü bir özgürlük duygusuyla derin bir
nefes aldı, sanki kapatıldığı dar bir kafesten kaçıp kurtulmuş gibi uzanıp gerindi. Öğleden beri
yürüyordu, Knittlingen'de ekmek satın almıştı. Oturduğu yerde ekmekten arada bir parça
koparıp ağzına atarken henüz iyice dallanıp yapraklanmamış ağaçların dalları arasındaki
boşluklardan gecenin karanlığını, gökteki yıldızları ve havada pupa yelken bir taraftan bir
tarafa seğirten bulutları seyretti. Gideceği yer neresi olursa olsun fark etmezdi hiç, o lanet olası
manastırdan kurtulmuş ve kendi iradesinin müdür beyin tüm buyruklarından ve yasaklarından
güçlü olduğunu göstermişti ya, yeterdi!
Manastırdakiler ertesi gün de sabahtan akşama kadar aramayı sürdürdülerse de, Heilner'i
bulamadılar. Heilner, ikinci geceyi köye yakın bir tarlada saman yığınları arasında geçirdi;
sabahleyin yine ormandan
içeri vurdu, ancak akşamüzeri ormandan çıkıp geceleyeceği bir köy ararken bir
jandarmanın eline düştü.
Güler yüzlü biriydi jandarma; şakalar, takılmalarla Heilner'i alıp köydeki karakola getirdi,
burada Heilner esprili sözleri ve tatlı diliyle muhtarın gönlünü kazandı, muhtar da onu gece
evinde misafir etti, yatmadan önce karnını doyurması için bol bol jambon ve yumurta çıkardı
önüne. Ertesi gün ekspres mektu-bu alıp manastıra gelen babası köye uğradı ve oğlu Heilner'i
alıp götürdü.
Kaçak öğrencinin yeniden manastıra getirilişi ortalığı heyecana vermişti.
Ne var ki, Heilner'in başı dimdikti ve o küçük dâhiyane gezisinden dolayı pişmanlık
Do'stlaringiz bilan baham: |