Öğleye doğru başında yine ağrıyla eve geldi. Gözleri de acıyordu, orman içindeki patikada
yürürken güneş gözlerini fena halde kamaştır-mıştı.
Neredeyse bütün bir öğleden sonra suratını asıp evde oturdu, ardından gidip yüzdü
ırmakta, yine biraz canlanıp kendine geldi. Artık kalkıp rahip efendiye gitmesinin zamanıydı.
Yolda atölyenin önünden geçerken ayakkabıcı Plaig Usta'yı gördü, pencerenin önünde üç ayaklı
bir taburede oturuyordu; Flaig Usta, içeri
çağırdı kendisini. "Nereye böyle evlat?
Yüzünü göremez olduk artık."
"Rahip efendiye gitmem gerekiyor şimdi." "Hâlâ mı? Sınav bitti ya."
"Sınav bitti ama bir başka şey var sırada: İncil. Demek istediğim, İncil Yunanca yazılmış
ama benim okulda öğrendiğimden değişik bir Yunanca. Şimdi işte bu Yunanca'yı öğreneceğim."
Flaig Usta kasketini ensesine yıktı, kuruntuların damgasını taşıyan geniş
alnını buruşturdu, kaim kırışıklar oluştu alnında. Derin bir göğüs geçirdikten sonra, "Hans,"
dedi alçak sesle, "bak sana bir şey söyleyeyim.
Şimdiye kadar sustum,
sesimi çıkarmadım, sınava girecektin çünkü ama artık seni uyarmak zorundayım.
Diyeceğim şu ki, rahip efendi dinsizin imansızın biridir.
Kutsal Ki-tap'ta yazılanların yanlış ve düzmece şeyler olduğunu sana anlatacak, gözünü
boyayıp seni buna inandırmaya çalışacaktır. Onunla oturup İncil'i okudun mu, sen de inancını
yitirirsin sonra, hem de nasıl!"
"İyi ama Flaig Usta, yalnızca Yunanca üzerinde çalışacağız rahip efendiyle. Bunu da
manastır okulunda zaten bize öğretecekler."
"Demek öyle. Ama bunu dini bütün ve güvenilir hocalardan öğrenmen başka, aziz Tanrı'ya
inancını yitirmiş birinden öğrenmen başka."
"Öyle ama rahip efendinin Tanrı'ya gerçekten inanmadığı kesinlikle belli mi bakalım?"
Do'stlaringiz bilan baham: |