Charlotte Brontë 2007, Can Sanat Yayınları Ltd. Şti


(Fr.) Büyük tutku. (Y.N.) 39


Download 1.77 Mb.
Pdf ko'rish
bet15/36
Sana25.02.2023
Hajmi1.77 Mb.
#1229882
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   36
Bog'liq
8330-Jane Eyre-Charlotte Bronte-Nihal Yeghinobali-2013-494s

38. (Fr.) Büyük tutku. (Y.N.)
39. (Fr.) Atletik yapısını. (Y.N.)
40. (Fr.) Krokan, gofret. (Y.N.)
41. (Fr.) Meleğim. (Y.N.)
42. (Fr.) Araba kapısı. (Y.N.)
43. Kutsal Kitap, Eski Ahit, Eyub Kitabı’nda Levyatan, bir deniz canavarı ve Tanrı’nın yaratma gücünün
simgesidir. (Y.N.)
44. (Fr.) Erkek güz eli. (Y.N.)


XVI
Bu uykusuz gecenin ertesi gününde Mr. Rochester’ı hem görmek
istiyor, hem de göreceğim diye korkuyordum. Onun sesini duymak
istiyordum gene, ama onunla göz göze gelmekten korkuyordum. Sabah
saatlerinde, her an onun yoluna baktım. Ders odasına sık sık gelmek
huyunda değilse de, arada birkaç dakika için uğradığı olurdu. Bana da
bu sabah mutlaka uğrarmış gibi geliyordu.
Sabah saatleri her zamanki gibi geçti. Adela’nın derslerinin
dinginliğini bozacak hiçbir şey olmadı. Yalnız, kahvaltıdan biraz sonra
Mr. Rochester’ın odasından yana birtakım gelip gitmeler, Mrs. Fairfax’le
Leah’nın, aşçı kadının (yani John’un karısının), John’un seslerini
duydum: “Tanrı korumuş da Bey diri diri yanmamış!”; “Uyurken mumu
yanar bırakmak tehlikelidir!”; “Sürahiyi akıl edebilmesi ne iyi olmuş!”;
“Ama kimseyi uyandırmayışına şaşıyorum!”; “Umarım kütüphanede
yatmaktan soğuk almamıştır!” gibi konuşmalar kulağıma çarpıyordu.
Bu şaşkınlık, heyecan dolu konuşmalara temizlik, çalışma
gürültüleri de ekleniyordu. Öğle yemeği için aşağıya inerken odanın
önünden geçtim; açık duran kapıdan içerisinin yeniden düzene
kavuşmuş olduğunu gördüm. Yalnız karyolanın perdeleri, örtüleri
alınmıştı. Leah pencere başında, dumandan kararmış camları
ovuşturmaktaydı. Ona, ne olup bittiğine ilişkin bir şeyler sormak
üzereydim ki biraz ilerleyince odada birinin daha bulunduğunu
gördüm: Yatağın başucunda oturmuş, yeni perdelere halkalar diken bir
kadın. Bu kadın Grace Poole’dan başkası değildi. Her zamanki gibi,
kendi halinde, yüzü gülmez; kahverengi elbisesi, damalı önlüğü,
boynundaki beyaz mendili, başındaki büzgülü başlığıyla, orada
oturuyordu. Kendini işine vermiş, düşüncelere dalmış gibi bir hali vardı.
Sert görünüşlü alnında, yüzünün gösterişsiz çizgilerinde, bir gece önce
adam öldürmeye kalkışmış olan birinden umulabilecek herhangi bir
çılgınlık, solgunluk ya da öfkeye benzer hiçbir şey yoktu. Hem de
öldürmeye kalkıştığı kişi onu izleyerek ininde kıstırmış ve besbelli de,


cinayet tasarlamakla suçlamıştı. Afallayıp kaldım onu görünce...
Küçükdilimi yuttum sanki! Gözlerim hâlâ üzerindeyken o da başını
kaldırdı. Ne irkildi, ne de solup sarararak ya da kızararak bir heyecan,
suçluluk ya da korku belirtti. Her zamanki donuk, durgun tavrıyla,
“Günaydın, Küçükhanım,” dedi; yeni bir halkayla biraz daha şerit
alarak dikişine döndü. İçimden, “Onu bir sınava çeksem,” dedim. “Bu
derece büyük bir soğukkanlılığı insanın kafası almıyor doğrusu!”
“Günaydın, Grace,” dedim. “Bir şeyler mi olmuş burada? Demin
hizmetçilerin bir şeyler konuştuklarını duydum da!”
“Beyefendi dün gece yatakta kitap okuyormuş. Mumunu
söndürmeden uyuyakalmış. Perdeler tutuşmuş. Şükürler olsun, ateş
tahtalara geçmeden uyanmış da ibriğindeki suyla yangını
söndürebilmiş.”
Ben alçak sesle, “Tuhaf bir olay!” dedim. Sonra gözlerimi onun
yüzüne dikerek, “Mr. Rochester kimseyi uyandırmamış mı?” diye
sordum. “Kıpırtılarını hiç duyan olmamış mı?”
Grace gene başını kaldırıp bana baktı. Hem bu kez gözlerinde bir
anlayış, bir bilgiçlik var gibiydi. Beni sanki sakınganlıkla süzdü bir an.
Sonra, “Biliyorsunuz, hizmetçilerin yattığı bölük öyle uzakta ki pek bir
şey duyamazlardı,” dedi. “Mr. Rochester’a en yakın olan Mrs. Fairfax’le
sizin odanız. Mrs. Fairfax, ‘Bir şey duymadım,’ diyor. İnsanlar yaşlanınca
çoğu kere uykuları da ağırlaşıyor.” Grace Poole durakladı, sonra
yapmacık bir ilgisizlikle, gene de kasıtlı, anlamlı bir sesle, “Ama siz
gençsiniz, Küçükhanım,” dedi. “Uykunuz pek öyle derin olmasa gerek.
Acaba siz hiçbir gürültü falan duymadınız mı?”
Leah hâlâ pencere camlarını siliyordu. O işitmesin diye sesimi
alçaltarak, “Duydum,” dedim. “Önce Kılavuz sandım ama köpek
gülemez ki! Bense bir kahkaha duymuştum, eminim buna; hem de
garip bir kahkaha!”
Grace Poole bir sap iplik alıp balmumuyla dikleştirdi, titremeyen
bir elle ipliği iğneye geçirdi, sonra da kılı kıpırdamadan, “Beyefendinin
böyle bir tehlike içindeyken kahkaha atabileceğini hiç de aklım
kesmiyor, Küçükhanım,” dedi. “Belki düş görmüşsünüzdür.”
Biraz hırslanarak, “Düş falan görmedim!” dedim. Kadının böyle
yüzsüzce soğukkanlı davranışı tepemi attırmıştı.
Grace Poole bana baktı gene. Gözlerinde de o deminki sakıngan,
bilgiç, ölçüp biçen bakış vardı. “Bir kahkaha sesi duyduğunuzu


beyefendiye söylediniz mi?” diye sordu.
“Bu sabah henüz onunla konuşacak fırsat olmadı.”
“Dün gece kapınızı açıp dışarı bakmayı düşünmediniz mi?”
Grace Poole beni sorguya çeker, ağzımdan laf almaya çalışır gibiydi.
Birden düşündüm ki kendisinin marifetlerini bildiğimi ya da ondan
kuşkulandığımı anlarsa korkunç oyunlarından birini de bana oynamaya
kalkışabilirdi. Dikkatli, tetik davranmayı, doğru bularak, “Bakmadım,
üstelik kapımı içerden kilitledim,” dedim.
“Her gece yatarken kapınızı kilitlemek huyunda değil misiniz yani?”
İçimden, “Canavar!” diyordum. “İblis! Huyumu suyumu öğrenmeye
çalışıyor ki ona göre plan yapsın!” Öfkem gene sağduyumdan baskın
çıktı; sertçe bir karşılık verdim:
“Şimdiye kadar sürgüyü ihmal etmiştim. Gerek görmüyordum
buna. Thornfield Malikânesi’nde tehlike olabileceğini ya da rahatsız
edilebileceğimi aklıma bile getirmemiştim. Ama bundan sonra (bu
kelimeleri üzerlerine basarak söylemiştim) kapımı iyice kilitlemeden
yatıp uyumayı göze alamayacağım.”
Grace Poole, “İsabet edersiniz,” dedi. “Gerçi bu dolaylar son derece
güvenliklidir. Konağın da kuruldu kurulalı hırsız yüzü gördüğünü hiç
duymadım. Oysa, gümüş dolabında binlerce lira değerinde gümüş eşya
olduğunu herkes bilir. Sonra, büyük bir yer olmasına karşın, Beyefendi
pek uzun kalmadığı için, hizmetçi uşak sayısı oldukça azdır. Beyefendi
geldiği zaman bile, bekâr olduğu için, pek fazla hizmet gerektirmez.
Ama ben şuna inanırım ki korkulu düş görmektense uyanık yatmak
hayırlıdır. Kapıyı kilitlemek atla deve değil ya! İnsanın sürgüyü çekip
herhangi bir kötülüğe karşı güvende yatması iyidir. Birçok kimse
canlarını mallarını Tanrı’ya emanet ederler, ama bence insan önce
önlemini almalı, sonra Tanrı’ya güvenmeli.”
Grace Poole, onun için pek uzun sayılabilecek olan konuşmasını
burada kesti. Son derece sakin, hanım hanımcık bir ifadeyle
konuşmuştu. Ben onun bu olağanüstü soğukkanlılığının,
ikiyüzlülüğünün karşısında dilim tutulmuş gibi kalakalmıştım ki aşçı
kadın içeri girdi.
“Hizmetçilerin yemeği hazırlanıyor, Mrs. Poole, geliyor musunuz?”
diye sordu.
“Yok. Benim şarabımla biraz da turta veriverin; tepsime alıp
götürürüm.”


“Et istemez misiniz?”
“Bir lokma. Bir tadımlık da peynir olsun, yeter.”
“Ya nişasta peltesi?”
“Şimdilik zahmet etme. Çay saatinden önce gene geleceğim. O
zaman kendim hazırlarım.”
Aşçıbaşı bu kez bana dönerek Mrs. Fairfax’in beni beklediğini
söyledi; ben de oradan ayrıldım.
Yemekte Grace Poole’un kişiliğiyle, Thornfield’deki yerinin
bilmecesiyle kafam öylesine doluydu ki, Mrs. Fairfax’in perde yangını
konusunda söyledikleri kulağıma pek girmedi bile. “Grace o sabah
neden hemen polise teslim edilmedi, hiç olmazsa neden işinden
kovulmadı?” diye kendi kendime sorup duruyordum. Dün gece Mr.
Rochester onun suçluluğunu kabul etmiş gibiydi. Bunu açığa vurmasını
önleyen hangi gizemli nedenler vardı acaba? Neden bana da, “Kimseye
bir şey söyleme,” demişti? Tuhaf şeydi doğrusu! Cesur, gözüpek, gururlu,
haşin bir beyefendi, kapısında çalışanların en önemsizlerinden birinin
elinde nedense oyuncak gibiydi. Öylesine bir oyuncak ki bu insan onu
öldürmeye kalkınca bile beyefendi onu, cezalandırmak şöyle dursun,
açıkça suçlayamıyordu!
Grace genç, alımlı bir kadın olsaydı Mr. Rochester’ın ona karşı zayıf
davranmasında başka nedenler arayabilirdim. Ama yaşını başını almış
haliyle, o sert, donuk yüzüyle insan ona böyle bir şey kondurmayı
düşünmüyordu bile. “Yalnız bir zamanlar o da gençti elbet,” diye
düşündüm. “Efendisiyle aşağı yukarı yaşıt olsa gerek. Mrs. Fairfax bir
keresinde bana onun yıllardan beri konakta bulunduğunu söylememiş
miydi? Sanmam ki gençken de güzel olsun, ama belki güzelliği
aratmayacak bir kişiliği, zekâsı vardı. Mr. Rochester değişik şeyleri seven
bir adam. Grace’in de en azından değişik bir kişiliği olduğu ortada! Mr.
Rochester gibi kendi başına buyruk, ateşli kimselerin türlü esintileri
olur. Ya bir gençlik hevesi yüzünden yakasını Grace’in eline
kaptırmışsa? O gün, bugündür de Grace’e karşı gelmeyi göze
alamıyorsa?”
Düşüncelerimin bu noktasına gelince Grace’in o düz, tıkız yapısı, o
alımsız, yavan, hatta kaba saba yüzü gözümün önünde öyle açıkça
canlandı ki, “Yok, olamaz!” diye düşündüm. “Bu kuşkularımın aslı
olamaz!” Ama içimizde bizimle konuşan o gizli ses bu kez de, “Sen de
güzel değilsin ama Mr. Rochester’ın seni beğendiğini umuyorsun,” diye


fısıldadı. “Çok zaman onun seni beğendiğini sezer gibi oluyorsun. Hele
dün gece... Anımsasana onun o sözlerini! O bakışını, o sesini anımsa,
hadi!”
Hepsini de pek iyi anımsıyordum. O sözler, o bakış, o ses şimdi
gene bütün açıklığıyla kafamda canlanmış gibiydi. Bu sırada ders
odasına dönmüş bulunuyordum. Adela resim çiziyordu. Eğilip kalemine
yön verdim. Çocuk irkilerek başını kaldırıp bana baktı.

Download 1.77 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   36




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling