Cİlt 1 – 1978 erciyes üNİversitesi yayini-163
Download 3.2 Mb. Pdf ko'rish
|
, 1963, 32/b–33/b, 36/a-b. İleriki tarihlerde de cizye toplanırken öngörülen meblağdan başka bir şey alınmaması görevlilere tembihlenmekteydi. Meselâ valinin buna dair bir buyrultusu 19 Safer 1262’de ilgililere tebliğ edilmişti. TŞS, 1972, 15/b. 67 Bazı misaller verelim: Kemah ve Kuruçay’da sakin Ermeni rahip, papaz ve diğer Ermenilerden icap eden cizye alındıktan başka cizyedarlar tarafından çocuklar- dan dahi cizye alındığı Ermeni Patriği tarafından yapılan şikâyet üzerine cizye evrakı haricinde herhangi bir adla ilave vergi alınmaması tembihlenmekteydi. 83 Prof. Dr. Abdullah SAYDAM şikâyetçi oldukları keyfî davranış ve kanunsuzluklardan Müslümanlar da, hatta bizzat padişah da şikâyetçi idi. Ancak devlet kurumlarındaki genel zaaflar yüzünden diğer vergilerde olduğu gibi, cizyede de gerek Hıristiyan yetkililerce gerekse devlet memurlarınca bir takım adalet- sizlikler yapılmaktaydı. Devlet düzeninin bozulması sadece gayrimüslimleri olumsuz etki- lememekteydi. Bu durumdan Müslümanlar çok daha fazla rahatsızlık duymaktaydı. Bazı açılardan Hıristiyanların durumu Türklerden iyiydi, çünkü askerlik hizmetinden muaftılar ve bazen sırtlarını yaslayacak yabancı konsolosları vardı. İzmir’den ‘Türk köylülerin Hıristiyan köylülere daha fazla baskıya maruz kaldıkları’ bildirilmekteydi. Aynı dönemde bir kısım Rumların Osmanlı yönetimini daha hoşgörülü bir patron olarak görmesi nedeniyle, bağımsız Yunanistan’dan Osmanlı İmparatorluğu’na doğru göç akını yaşandığını gösteren kanıtlar vardır 68 . Osmanlı düzeninden memnuniyetsizliğin bir sebebi de, bu düze- nin gayrimüslim cemaatlerin idaresi konusunda dinî liderlere verdiği geniş yetki idi. Bu dönemlerde pek çok yerde gayrimüslimlerin kendi dinî otoritelerinden çokça şikâyetçi oldukları görülmektedir. 69 Nitekim İngiltere’nin Selanik konsolosunun 23 Temmuz 1860 tarihli raporun da; BOA, Cevdet-Maliye, Belge No:6303 (13 Şaban 1240). Erzincan, Bayburt, Tercan ve Kiğı kazalarında sakin Ermenilerin cizye tevzi ve tahsilâtında tahsildarlar fazla para alıp reayaya zulmettiklerinden menedilmeleri, BOA, Cevdet-Maliye, Belge No:15985 (18 Şevval 1254). Keban Madeni kazasında bulunan Ermenilerin cizyeleri an-cemaatin tahsil olunduğundan Harput ve Çemişgezek cihetlerine göç etmiş olanların cizyeleri dahi Keban’da kalanlardan tahsil edilmekte ve bu ise mağduriyetlerini mucip olduğundan o suretle göç edenlere ait cizyenin bulun- dukları mahallerde tahsiliyle Keban hesabından tenzili, BOA, Cevdet-Maliye, Belge No:1344 (15 Şevval 1269). Arapkir kazasındaki Ermenilerden mükerrer olarak talep olunmasının uygun olmadığı, Herek kazasında ikamet eden Ermenilerden bedel-i cizye adıyla fazla olarak alınan verginin usule aykırı olduğundan mene- dilmesi emredilmişti. BOA, HR.MKT., Belge No:74/96 (21 Recep 1270), 77/51 (26 Şaban 1270). 68 Davison, Reform..., C.I, s.139. 69 Mesela Galata kazasına bağlı Kulaksız köyü Ermenileri üzerlerine mürettep tersane ocaklarından kürek bedeli ile hane-i avarız bedellerini tamamen eda ettikleri halde Habercis Kilisesi cemaatbaşıları tarafından başka adlarla para talep edilerek ile halksızlığa uğradıklarından menedilmeleri, BOA, Cevdet-Bahriye, Belge No:4728 (21 Şaban 1222). Ermeni Patriği Bogos’un uygunsuz hareketi Ermeniler tarafın- dan vaki olan şikâyet ve yapılan tahkikatta tebeyyün ettiğinden azliyle yerine başkasının intihabı, BOA, Hatt-ı Hümayun, Belge No:36331 (29Zilhicce 1238). Yozgat Ermenileri karabaşı Mıgırdıç mugayir-i ayin harekette bulunduğundan
84 HOŞGÖRÜDEN YOL AYRIMINA ERMENİLER / CİLT 1 Hıristiyan otoriteler -bu nunla dinî şefleri ve kocabaşıları kastediyorum- yetki alanlarıyla kıyaslanırsa, Müslüman otoritelerden daha haris ve zalim davran- maktadır. Piskoposlar ve metropolitler pek çok zulüm olayından suçludur lar. O halde ki, eğer bunları Türkler yapsaydı, Hıristiyanlar arasında büyük bir infial dalgası meydana gelirdi denilmektedir 70 . Bir Rum kasabasındaki İngiliz Konsolosu; Türkiye’deki başka yerlerde olduğu gibi, her türlü adaletsizli- ğin, fonların kötü harcanmasının ve çürümenin sorumluluğu, Hıristiyanlar tarafından açıkça kendi din adamlarına bağlanıyor 71 . Osmanlı toplumunda gayrimüslim din adamlarının oldukça güç sahibi olduğu bu yıllarda, Avrupa’da uzun bir süreden beri artık din adamları eskisi kadar etkili değillerdi. Osmanlı düzeninin dinî karak- terine karşılık batıda yaygınlaşan laik devlet düzenlerinin gayrimüslim cemaatler arasında rağbet görmesinin bir sebebi de bu ruhban nüfuzuna duyulan tepki idi. Gayrimüslimlerin idareye yönelik genel hoşnutsuzluğu elbette sadece ruhani liderlerin tutumlarından kaynaklanmamaktaydı. Ermeni sarraf ve bankerleri, bir taraftan hükümeti dolandırmaya çalışırlarken, diğer taraftan da kendi halklarını sıkıştırma konusunda devlet memurlarıyla işbirliği halindeydiler. Bu işbirliğini özellikle devletin adını kullanarak kendi kazançlarını daha da artırmak şeklinde gerçekleştirmekteydiler. Nitekim dönemi gözlemleyenlere göre Adana yakınındaki bir kasabada yaşayan Ermeniler Türk validen baskı görmelerine rağmen, kendi baş- larındaki adamlardan daha çok çekiyorlardı. Bu insanlar vali adına vergi toplarlar; ama valiye bir kuruş toplarlarken, kendilerine üç kuruş alırlardı. Bandırmada önde gelen Ermeniler (çorbacılar), Türk valiler, kadılar, civar yerlerin yetkilileri ve kim varsa o, Ermeni piskoposla kutsal olmayan bir birlik... oluşturmaktaydılar. Ruhanî ya da sivil bütün dinî görevliler bir ve yalnızca tek bir amaçta halkı ezip koyun gibi kırkmak ve hükümeti Ermenilerce memuriyet yerinin değiştirilmesi söz konusu olmuştu. BOA, HR.MKT., Belge No:55/50 (13 Rebiyülahir 1269). 70 Bozkurt, Gayrimüslim..., s.63. Daha eski yıllarda da zaman zaman Hıristiyan halkın kendi metropolitlerinden şikâyet ettikleri görülmektedir. Meselâ bkz. 3
71 Davison, Reform..., C.I, s.139-140. Şu notu da aktaralım: 1867’de Cyrus Hamlin, kendisinin keskin Protestanlığına ve yerleşik geleneklere karşı çıkmasına göz yumulduğu halde, daha da yıkıcı bir suçlama yapar; Türklerin doğuştan dürüstlüklerinin bozulma- sından dolayı Rum Kilisesini suçlar. Davison, Reform..., C.I, s.155 (not: 9). 85 Prof. Dr. Abdullah SAYDAM dolandırmak amacında birleşirler 72 . Bu tür davranışları önleyemeyen devlet, potansiyel düşmanlar üreten bir mekanizma haline dönmekten kurtulamamaktaydı. XIX. yüzyılda Osmanlı düzeninin siyasî güçsüzlük, ekonomik verim- sizlik, adli yetersizlik, sosyal dengesizliklerine rağmen tebaanın ezici çoğunluğunun ayrılma peşinde olduğunu söylemek doğru değil. Bu yüzyılda Balkanlarda birtakım bağımsız devletlerinin kurulmuş olması, Hıristiyan tebaada Osmanlı Devleti’nden kitlesel olarak memnun olun- madığının göstergesi olarak değerlendirilemez. Bağımsızlık hareketleri- nin başarısı ayrılıkçıların kararlılığına, örgütlenme becerilerine ve zamanın
başlangıçta toplumun büyük çoğunluğuna dayanan hareket olmaktan ziyade küçük bir azınlığın örgütlediği hareketlerdi. Ayaklanan öncü kadro Osmanlı egemenliğinde sağlayamadıkları ekonomik ve siyasî ayrıcalıkları elde etme peşinde olan belirli zümreler idi. Nitekim sonradan bağımsız birer devletin vatandaşı olarak ortaya çıkanlar, önce uluslaşıp sonra devlet kurmuş da değillerdi, önce devlet kurdular sonra uluslaşmaya çalıştılar. Uluslaşmak için de bir dış düşman olarak her zaman ve daima Osmanlıya saldırdılar, hem siyasî ve askerî bakımdan hem de kültürel bakımdan. Yani vahşi kâfir taktiğini kullanmayı tercih ettiler 73 .
kaynaklı kimlik tanımlamaları yerine etnik kimlikler daha fazla ilgi gör- meye başlamıştı. Mesela XVIII. yüzyılda Peç Sırp Patrikliğini (1766), Ohri Bulgar Eksarhlığını (1767) ve Antakya Patrikliğini Rum piskoposlarının hükmü altına girerek hâkimiyet tümüyle Rum Ortodoksluğu’nun eline geçmiş oldu. Buna karşılık XIX. yüzyılda etnik siyasetin ön plana geçme- siyle milli kiliselerin tesisi hız kazandı. Dolayısıyla bu yüzyıldaki ayrılıkçı hareketler aslında Osmanlı idaresine karşı olduğu kadar Rum Ortodoks kilisesinin kültür emperyalizmine de karşı idiler. Yunan devletinden sonra 1833’te bağımsız Yunan Kilisesi, Sırp devletinin kurulmasından sonra Sırp Kilisesi kuruldu. 1870’te Bulgar Eksarhhanesi, 1885’te bağım- sız Romen Kilisesi’nin ortaya çıkması aynı sebeplere dayanmaktaydı. Bu bağımsız kiliselerin her biri kendi etnik kimliklerini yaratma veya 72 Davison, Reform..., C.I, s.140. 73 Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s.270. 86 HOŞGÖRÜDEN YOL AYRIMINA ERMENİLER / CİLT 1 pekiştirme çabası içindeydi. Bu ayrılıklar neticesinde Ortodoks Kilisesi zamanla sadece Rumları temsil etmeğe başladı 74 .
birtakım yabancı sermayeli şirketlerin kurulması ile birlikte bunların işgücü istihdamında takip ettikleri siyasetin etki etmesi oldu. Osmanlı topraklarından yatırım yapan yabancılar, şirketlerinin en üst yönetici kadrolarında kendi vatandaşlarını, bunların hemen altındaki orta sevi- yede yöneticiliklerde ve vasıf gerektiren işlerde gayrimüslimleri, şirket hiyerarşilerinin en alt seviyedeki, en düşük ücretli işlerde ise Müslü- manları istihdam ederlerdi. Böylece ülkede yabancı sermayeye dayalı iktisadi birimlerde gayrimüslimlerin ayrıcalıklı konumda bulunduğu bir işgücü üretilmiş oldu. Bu hiyerarşi yabancıları ve gayrimüslimleri üstün konumlara getirmiş ve yüzlerce yıllık Müslüman üstünlüğü görüntü- sünü tersine çevirdi. Dolayısıyla Batının büyüyen ekonomik, politik, toplumsal ve kültürel gücü, mevcut düzeni alt üst eden bir değişim meydana getirdi 75 . Gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarının yabancı şirketlere dayanarak elde ettikleri avantajlı konum, özellikle himaye sistemi ile hem siyasal hem de hukukî bir yön de kazanmış oldu. Yükseliş devrinden itibaren Osmanlı Devleti’nin çeşitli mülahazalarla bazı Avrupa devletlerine birtakım imtiyazlar verdiği bilinmektedir. Böyle hareket edilmesinin sebepleri, ülke ekonomisini canlandırmak, rakip ülkeler arasındaki ilişkileri asgarîye indirmek, kendisinin merkezde bulunduğu ve her bir devletle münase betlere yöneldiği uluslararası bir ortam sağlamak idi. Fakat bu imtiyazlar XVII. yüzyıldan itibaren devlet kontrolünden çık- mış ve şartlarını yabancı ülkelerin belirlemeye başladığı bir hal almıştı. Zamanla kapitülasyonlarla ilgili anlaşma ların sınırları aşılarak, gümrük vergilerinde muafiyetin çok ötesinde olan ibadet, seyahat, yerleşim, mülkiyet edinme ve hukukî imtiyazı kapsayan bir duruma ulaşılmıştı 76 . Böylelikle gittikçe yabancı uyrukluların Osmanlı ülkesinde işle dikleri suçlar dan ötürü Türk mahkemelerine çıkarılamadıkları, dolayısıyla dev- letin hükümranlık haklarının zedelendiği bir durum ortaya çıkmıştı 77 . 74 Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s.269. 75 Quataert, Osmanlı İmparatorluğu..., s.264-265. 76 Lewis, Ortadoğu..., s.228-229. 77 Meselâ 1217 (1802-1803) tarihinde Fransa elçi, konsolos, tercüman ve tacir- lerin himayesine dair bkz. BOA, Kepeci Tasnifi, Amedî Defterleri Kalemi, Belge
87 Prof. Dr. Abdullah SAYDAM Yabancılara tanınan bu hak ve ayrıcalıklar, Osmanlı Devleti’nin gücü nün doruğunda olduğu bir dönemde verilmişti. Ülkenin çıkarları doğrultusunda işlemediğini fark ettiği takdirde, kapitülasyonları tek taraflı feshedecek güç Kanuni’nin elinde mevcuttu. Yükselme devri sultanları, dünya siyasetini kendi doğrularına göre yönlendirdikle- rinden daima kazançlı çıkan taraf olmuşlardı. Buna mukabil XVIII. ve XIX. yüzyılda güçler dengesi değişmişti. Gittikçe zayıflayan Osmanlı Devleti, 1856 Paris Antlaşması’yla Avrupa siyasî sistemi kapsamına alınmış, bunun tabiî sonucu olarak kapitülasyonlar, sanayileşmiş ülke- lerin Türkiye’yi sömürmesini kolaylaştıran bir yöntem haline gelmişti. Böylece büyük güçler, sınaî ürünlerini hemen hiç bir gümrük barajı ile karşı laşmaksızın Osmanlı pazarlarına yığıyorlar, ülkenin yerli sanayii ise iflasa sürüklüyorlardı. Ne gelen yabancılar çoğu zaman devletlerinin gücü ve itibarı sayesinde bazı çıkarlar elde ediyorlardı 78 .
yakın dan ilgilendiren ve Osmanlıları tedirgin eden bir yöntemin ortaya çıkmasına sebep olmasıdır. XIX. yüzyılda yabancı ülkeler ile düzenli diplomatik ilişkilerin tesisini müteakip Osmanlılar, devletlerinin var- lığını çok tehlikeli biçimde tehdit eden ve genel olarak himaye sistemi (protégé) diye anılan uygulama ile yüz yüze geldiler. Himaye sistemi ilke olarak, Osmanlı tebaasından olan bir gayri müslimin yabancı bir ülkenin vatandaşlığına geçmesi ve buna karşılık o dev lette değil de, Osmanlı ülkesinde bir yabancı gibi yeni milliyetiyle yaşamaya devam etmesidir. Esas olarak Osmanlı vatandaşı olan gayrimüslimlerin yabancı devlet- lerin himayesine girmesini sağlayan bir kavramdır. Böylece Osmanlı Devleti’nin koruması altındaki zimmîler olmaktan çıkan gayrimüslimler, Avru pa devletlerinin vatandaşları sıfatıyla hareket ediyorlardı 79 .
sınırlı olup Osmanlı Hıristiyanları ile Yahudilerin yabancılar hesabına konsolos vekilliği, tercümanlık, ticaret acenteliği ve hizmetçilik gibi işleri yerine getirme leri için uygulanmaktaydı. Bu görevlere atananlara No:9/58.
78 Buna dair çok ilginç örneklerden biri için bkz. Nedim İpek, “Churchill Vak’ası (1836)”, Ondokuzmayıs Üniversitesi Eğitim Fakül tesi Dergisi, 8 (1993), s.105- 146. 79 Salahi R. Sonyel, “The Protégé System in the Ottoman Empire and Its Abuses”, Bel leten, 214 (1991), s.675, 677. 88 HOŞGÖRÜDEN YOL AYRIMINA ERMENİLER / CİLT 1 Babıâli’ce Osmanlı yargı sisteminden ve bazı vergilerle yükümlülüklerden muaf olduklarına dair berat verilmekteydi. Böylelikle bir gayrimüslim Osmanlı vatandaşı yabancı bir ülke nin, kapitülasyon antlaşmaları ile tanınan haklarından faydalanmakta ve onun himayesine girmekteydi. Antlaşmalara göre sefaret ve konsolosluklarda çalışan lara yalnız şahsî olarak ve görev süreleri için verilmesi gerekiyordu. Başlangıçta tercüman, ajan, ev hizmetçileri ve sefaret ya da konsolosluğun diğer işlerini gören- lere verilen bu beratlar; zamanla, diplomatlar tarafından akrabalarına, manastır ve dinî kurumlarda çalışan zimmîlere, kon solos veya sefirlerin alışve riş ettikleri esnafa ve Avrupa ile ticaret yapan zimmî tüccara da satılmaya baş landı 80 . Beratlarla tanınan muafiyetleri içeren ve patent adı verilen himaye kâğıdını yabancı devlet büyükelçilerinin diledikleri kadar dağıtmaları, devletin himayelilerin sayısını sınırlandırma şansını yok etti. Zamanla bu hakların mi rasla intikali, Osmanlı Devleti’nde bir beratlı sınıfının doğmasına sebep oldu. Da ha XVIII. yüzyılda imparatorluğun sonradan kaybedeceği topraklarda Avus turya’nın yaklaşık 250 bin kişiye imtiyaz belgeleri dağıttığı tahmin edil mekte dir 81 . Böylelikle Osmanlı dış ticareti çoğunlukla Yahudi ve Rum unsurun eline geçti. 1793’te Halep valisi, Babıâli’ye yazdığı bir raporda şehirde 1.500 kadar konsolos tercümanı bulunduğunu, hepsinin ticaretle meşgul olmasına rağmen vergiden muaf olduklarını yazmaktaydı 82 . XIX. yüzyıl ortalarında İngiltere’nin koruması altında olan insan sayısı bir milyona yakındı. Sadece 1851 yılında 3.965 kişi İngiliz himayesine girmişti 83 . 1860’ta İstanbul’daki Amerikan temsilciliği, başkentte yabancı statüsünde olan Osmanlı vatandaşının sayısını 50.000 olarak vermektedir 84 . Devletin önleyici çalışmaları ise sonuç vermemekteydi 85 . 80 Gittikçe himaye sisteminden yararlanmanın bedeli artmış ve 1785’te yirmi yıl önceye nazaran 5 livreden 6.000 livreye çıkmıştır. Sonyel, “The Protégé System...”, s.676. 81 Çağlar Keyder, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İstanbul 1993, s.35. 82 Sonyel, “The Protégé System...”, s.676. 83 Bozkurt, Gayrimüslim..., s.140-141. 84 Sonyel, “The Protégé System...”, s.683. Yer yer sahte beratlarla yabancı himayesine sahip olduklarını iddia edenlere de rastlanmaktaydı. BOA, Babıâli Evrak Odası, Mektubî Kalemi, Belge No:195/5. 85 Meselâ Ermenilerin İran himayesine meyletmelerinin önlenmesine dair bkz. BOA, İrade-Hariciye, Belge No:6207 (17 Muharrem 1272). İzmit’te Ermenilerden bazılarının İngiltere, İran ve Avusturya himayesine geçtikleri bunun önünün 89 Prof. Dr. Abdullah SAYDAM Berat alan bir kişi, ticarî ve malî imtiyazlar elde ediyordu. Artık Os manlı kanunlarına tâbi olmuyor, bazı vergileri ödemiyordu. İthalat ve ihra catta gümrük vergilerini diğer Osmanlı vatandaşlarından daha az veriyordu 86 . As kerlik mükellefiyetleri de ortadan kalkıyordu, böylece cizye (veya bedel-i askeriye) vermi yor lardı. Adî ya da siyasî suçlardan ötürü sorumlu tutulamıyorlardı. 1852’de İngil tere’nin Midilli konsolosu olan Newton; Mahkemelerde İngiliz koru masının avantajları çoktu. İngiliz
87 . Himaye sisteminden yararlanan tüccarlara verilen imtiyazlar zamanla Müslümanlar aleyhine gelişme gösterdi ve Avrupa himaye- sindeki tüccar çok sayıda muafiyetle haksız bir reka bet sayesinde yerli tüccara nazaran hızla güç lendi. Buna karşılık Müslüman esnaf pek çok yükümlülük altında onlarla reka bet edememeye başladı. Kapitü- lasyonlardan faydalanan yabancıların Osmanlı vergi sistemin den muaf olmaları dolayısıyla gayrimüslimler için himaye sistemi vergi kaçakçılığı için en kolay yol olmaktaydı. Sadece vergi kaçakçılığı yapılmı yor, tefe- cilik yoluyla Müslü man halk acımasızca sömürülüyordu. Buna yer yer bizzat yabancı diplomat ve görevliler de katılarak halk üzerinde zulüm ve baskı uyguluyorlardı 88 . Gayrimüslimlerin himaye sistemini benimsemelerinin en önemli hedefl erinden biri de siyasî idi. Avrupalı devletler, kendi korudukları zimmî gruba bu beratları satarak, onlar üzerindeki himaye politikala- rını kolaylaştırıyorlardı. Avrupa’daki milliyetçilik akımları Balkanlarda bağımsızlık hareketlerini körük lemişti. Uygulanan millet sistemi saye- sinde, kalabalık Müslüman topluluklar arasında rahatça varlıklarını sürdüren bu cemaatler asimile olmayarak zamanla siyasî oluşumların temellerini kolaylıkla atmaya fırsat bulmuşlardır. Bu itibarla onlar için alınması ve vaziyetin tahkik edilerek bu şahısların isimlerini havi defterin gön- derilmesi mahallî yöneticilerden istenmesi, BOA, HR.MKT., Belge No:100/37 (8 Cemaziyülevvel 1271). 86 Rum tüccarlar ile Ermeni bankerlerin çoğu bu statüyü elde etmiş, bu halleriyle yabancılardan da daha fazla imkânlara kavuşmuşlardı. Erik Jan Zürcher, Modern-
87 Bozkurt, Gayrimüslim..., s.140. 88 Meselâ İngiliz albayı Churcill’in Şam’daki hareketleri Babıâli’yi oldukça rahatsız etmişti. BOA, İrade-Hariciye, Belge No:8728. Ayrıca bkz. Ali İhsan Bağış, Osmanlı Ticaretinde Gayrimüslimler, Ankara 1983, s.87 vd. 90 HOŞGÖRÜDEN YOL AYRIMINA ERMENİLER / CİLT 1 yabancı devletin himayesine girmek, kendi çıkarlarına yaradığı kadar, bağımsızlık yolunda atılmış bir adımdı. Yunan isyanında olduğu gibi, güçlü hamilerine baskı yapabilirler ve o milletin bağımsızlığını sağ- layabilirlerdi. Bu duygu ve düşüncelerle her bir azınlık grubunun bir büyük ülkeye yanaştığı görülmektedir. Rumları ve Ermenileri Rusya, Katolikleri, Marunîleri, Protestanları ve Yahudileri İngiltere ile Almanya, Eflâk-Boğdan’ı Avusturya-Macaristan, Dürzîleri de yine İngiltere hi maye altına almıştı 89 .
ları arttıkça, o devletlerin ülkedeki nüfuzu da artmakta, güya artık kendi vatandaş ları sayılan bu grupların hak ve menfaatlerini korumak için müdahalelerde bu lunmaktaydılar. Bu müdahaleler gerek devlet adamlarını gerekse halkı derinden yaralayacak derecelere varmakta, konsolosluk tercümanları ise işi tamamen küstahlık düzeyine getirmek- teydiler. Meselâ Tanzimat yıllarında Kayseri’de bulunan bazı konsoloslar bölgedeki Ermenileri kışkırtarak devletle karşı karşıya gelmelerinde rol oynamışlardı 90 .
melerin kararlarına müdahale etmekteydiler 91 . Ecnebiye ya da o statüde olan birine ev ya da iş yeri kiralayan bir kimse, kiralayan şahıs gidip aylarca gelmese veya kira ödemese bile orayı boşalttıramıyordu 92 . Bil-
hassa devlet merkezine uzak olan yerlerdeki ayanlar ve kabile şeyhleri de konsolosları, bazı işlerinin halli için aracı olarak kullanmayı tercih ettiler. Nite kim 1830’da Mevali ve Aneze aşiretlerinin şeyhleri, Halep 89 Sonyel, “The Protégé System...”, s.677; Mim Kemal Öke, “Son Dönem Osmanlı İmparatorluğu”,
Download 3.2 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
ma'muriyatiga murojaat qiling