Filler Sultani
Download 60.22 Kb. Pdf ko'rish
|
. . ı.ı «Duydum,» diye kubardı sultan. ııOnu dpydum.)) 41Belkısın sarayı altındandı. Ben onu gördüm,» dedi ulukepez. «Bir dağın doruğundaydı. Süleyman ona de ğil, sarayına tutuldu.)) < · · < ela gözlüydü. Uzun boyluydu. Belkıs o kısacık boy lu Süleymana tutuldu. Kıvırcık saçlıydı Süleyman.» Onlar böyle konuşurlarken bir yel esmeğe, yıldız lan oradan oraya sürükleme�e bB.şladı. Gökyüzünde yıl dızlar karmançonpan bir oraya . bir buraya çalkamp du nıyorlardı. Mavi$ üstüne savrularak yıldızlar dö- · külüyorlardı. Ormandan ışık fışkınyordu, yeşil. Ma- . viden yaldızlı maviler savruıuyordu dünyanın bu ucun etan öteki ucuna. Ötede yumşacık serilmiş toprak, d() ğurgan, güzel, verimli, ince, serilmişti tavında bir ka dın gibi. Ulu bir çınar geldi öteye, yamaca, kayalığın dibine kondu, dallan : hışırdadı . Büyük kentlerin elektrik ışık lan yandı söndü, bir uğultu doldurdu ortalı�� Canavar 62 . düdükleri üstüste çaldı. Bir yıldız savrularak aktı geldi sultanla ulukepezin önüne kondu. Sultanın gözleri ka maştı, bir süre · gözleri hiç bir şeyi görmez oldu. Bir ulu ırmak geldi yıldızın üstünden geçti. Yıldızın yeri geniş bir çimenlik oldu. Badem ağaçlan büyüdü çimende, ağaçlar tepeden tırnağa çiçeğe durdu. Çiçek yıldıza, mavi göğe, mavi gök ak güvercine, kırmızı yılana durdu. Filler sultam hortumunu uzattı kokladı. «Tahtım gibi bir tahtı bu dünya hiç görmemiş ola cak,» dedi. uAz önce buraya gelen yıldızdan da bir taht isterim.>> u Kannca kullarm sultanımız . . . » uSöyle kannca kullanma . . . Tahtımı gören yaratık hasedinden, hayranlığından çatıayıp ölecek.» · <(Ölürler,» dedi ulukepez. Dünya nergis kokmağa başladı. Ne güZel .' _ Uzun hortumun.u uzattı, dünyayı kokl@.dı sultan. u Bu k okudan da isterim ulukepez . . . ı> . ' «Baray bahçesiz olmaz.» < tüne sultansın, en görkemli sen olacaksın, senin sara - yın, senin tahtın, senin arkadaşiann olacak . . . ı> . . . «ıf � �anncalar,» diye bağırdı sultan. ((Ben o kanncaıannia çok bakacağım, onlara yiyecek de vere ceğim. Onlar benim . . . , <(Suuuuu sssss ,ı> dedi ulukepez, «ssssssuuuuus sul tanıml ı> Sultan sustu. O susar �?smaz · da ulukepez ağlama ğa başladı. Hem ağlıyor, hem de : «Ben ne yapacağım, ben ne yapacağım, ben, ben, ben,ı> diye çırı)ınıyordu. «Sus ağl ama kardeşim s ussss ! » Ulukepez ağl ama sını sürdfu:dü. 63 ıcAğlama, sana çok yiyecek veririm.ıı ((Yıldızlar yağdı, yağmur gibi, ağlanm.ıı ((Sana da elmastan, yakuttan, pırlantadan, yeşim- den bir yuva yaptınrım. Sus ağlama, suss ! , ııKonduğum dallar çürüyecek sultanım.ıı ((Çürüsün, suuuuussss ! ıı c ((Kuruyacak, suuussss ! ı> ((Yediğim bÖrtü böcek ölecek ! ıı ((Ölecek, suuuu sssss l 'ı> ((Toprak, deniz, tekmil sular, topraklar ağıya kese cek, ben ne yapacağım?ıı {(Ağıya kesecek, ağıya,» diye filler sultanı da ağla mağa başladı. <yor denizin üstüne doğru, bak sultanım.ı> ((İyi, bırak yürüsünler.>> ı «<şıklar akıyor çağıl ça�l. . .ıı ((Bırak aksu). . . . ıl ((Bir at kişniyor sultanımız, denizin arkasında.>> ccO at bizimdir.l> cc Bir ceren hopladı. ı> ccO ceren bizimdir.n ıcDünya kanncaya kesti, yeryüzü gökyüzü kannca ya kesti.)) ccKarıncalar bizimdir.» Birden bir uykudan uyanırcasına kendine geldi sul tan, gözlerini oğuşturdu. ccNe oldu bize?ıı diye sordu ulukepeze. ccYıldızlar savruldu üstümüze, cerenler, atlar, bu lutlar, ağaçlar, çiçekler savruldu sultanım. Elmaslar, pırlantalar, kı rmızı yakutlar, ışıklar savruldu sultanı mız.» «Söyle kanncalara hemen sarayımı, hemen isterim. Hemen tal'ıtımı, hemen isterim.>> «Ben, ben, ben ne olacağım?» dedi ulukepez. «Ben, ben de . . . Bana da . . . » ccSarayımın saçağına yaparsın yuvanı,» dedi filler sulta.nı. «Söyle onlara, senin için 4e bin yıllık yiyecek toplasın kanncalar.» cc8ağol sultanım,ı> diye ayağına kapandı ulukepez onun. «Şimdi mavi elmastan tahtımı da isterim.» ccBaşütüne sultanım. Mavi elmastan tahtın da ya pılacak b� yıl içinde. Yapılacak ama .. . » «Aması ne, söyle! » mukepez bu soruya karşılık vermedi. O başka bir şey düşünüyordu. Düşüncesini sultana açtı : «Beni de kondurur musun mavi elınas tahtına?ı> F 'lltan epey bir düşündükt�n sonra karşılık verdi : �cKondururum.n ecDünya çürüdüğünde . senin mavi ışıktan elmas tahtın çürümez değil mi? . . . ı> ccÇürümez.» ccDinle beni öyleyse sultanım.» ccDinliyo�um seni, benim akıllı, güzel, görkemli, ke . pezi de ışıklı hüdhüd kardeşim.• ccŞimdi sana söyleyim ki. . . Ben �)U kanatlarla o kadar çok, o kadar çok şu yeryüzünlin üstünde uçtum ki, gün doğUmundan gün batı mına kadar, kuzeyden güneye, güneyderi kuzeye kadar.• • altındakini söyle . .u uŞu bizim karıncalar ülkesinin kanncalan var ya . . . • cı:Var,» dedi sutan gerinerek. FS/1)5 85 «İ§te bu kadarcık kannca, yani bir ülkelik kannca bizim bütün isteklerimizi yerine getiremez. Güçleri yet mez, kıraliçeler ne kadar çok doğursalar da . . . » «Vah vah, vaaah,» dedi filler su1tanı. <<Öyleyse ne yapalım?» · ecDaha birçok - karınca ülkesi var bu dünyadan ((Deme! Sahi mi?» ((Bir ülke var ki ormanlıktır boydan boya, uçsuz bucaksız. O ülkenin kanncalan iridir, görkemlidir. Ora nın kanncalannm kaslan çok güçlüdür. Çok işimize yarı;ı.r. O ülkeye kara kanncalar ülkesi derler.» Hüdhüdler başı bundan sonra dünyada - ne kadar kannca ülkesi varsa _ hepsini bir bir filler sultanina söy ledi. O bir kannca · ülkesi söyledikçe, filler sultanı se vincinden uçuyordu. Kırmızı kanncalan, mavi, turun cu, ye§il, nıor, san kanncalan, ülkelerini birer birer söyledikçe ulukepez sultana, sultan sevincinden uzun hortumunu direk gibi ta gö�e dikiyor, bulutlara kadar uzatıyordu. ((İyi iyi, derhal seferim var tekmil kanncalar ülke lerine . . . >, ( uluke pez. ((Dur hele. Azıcık serinkanlı ol.» «Nasıl olayım serinkanlı,» diye güldü sultan. «Na sıl serinkanlı olunur, dünyanın bütün kannca ülkeleri ni buyruğum altına almak dururken . . . » ((Dur sultanım. Azıcık azıcık dingtnle ki sana bir kaç sözüm var.» «Söyle,» diye sevindi sultan. «Ben ne söylersen d� ru söylüyorsun. Bir saray da, blr taht da sana yaptıra cağım.» ((Ben taht, ben saray istemem sultanım. İstersen bana . . . » «Söyle, sana ne yaptırayım?» 66 ((Bana bir yuva yaptır ki . . . ıı (ıSana bir yuva yaptıracağım ki, ulu, görkemli btr çınar ağacının üstüne . . . O öyle afsunlu bir ağaç olacak ki, bir çmar ağacı, insanlar onu ne kadar ağılarıarsa : ağılasınlar, dibine ne kadar çürümüş su verirlerse ver- sinler, gene çürümeyecek. Baltalan da bu ağacı kese meyecek, yangınları yakamayacak.» (ıYakamayacak,» diye kanat çırptı sevinçle uluke- pez. uŞimdi söyle, bana olan sözün ne?» uBent iyi dinle sultan. Kannca ülkelerine senin bu koca, · top · lop gövdenle · sefer yapmanın hiç bir gereti yok.» �ıAllah Allah, nasıl buyruğum altına alacağım o ka dar ülkeyi öyleyse? Hiç olmazsa beni görmeliler, değil ıni, buyruğum altına girecek �anncalar . . . » ııHiç bir gereği yok,» dedi ulukepez. �ıNe yapacaksın söyle bana, ey hücfPüd?>> ( a rasın da çok kaldım. Onlardan çok · hileler öğrendim ki, hile derim sana.» ((Eeee?» «Efendime söyleyim, ben şimdi· bizim kanncalar dan on beş, yirmi kadannı sırtıma alıp yola çıkacağım. Tuhaf kılıklı kannca da olacak aralannda, bu ayakları, bıyıklan kuyruklan kopmuş. kannlan deşilnliş kannca lar arasında . . . Bu kanncalan sırtıma alıp uçacağıın ilk kannca ülkesine, sırtımdaki kannca harabelerini vanp kanncalar ülkesinin başkentine indireceğim, başkentin bütün kanncalannı alana toplayıp bizim karıncaların durumlannı göstereceğim onlara. Sonra da onlara, an latın bakalım filleri bu arkadaşlara diyeceğim. Onlar ülkelerinin fillerin ayakları altında nasıl ezildiklerini, 67 · yokolduklannı anlatacaklar. . . Ondan sonra, başkentte- ki kanncalara b uy ru ğum aza geçmelerini söyleyece�• «Ya geçmezlerse?» dedi sultan. ş k a rş ılı k verdi ulukepez. «Ya geçmezlerse?ıı d iye üsteledi sultan. «Geçmezlerse,ıı dedi hü�üd, ((onlar buyru ğum uz al- tına geçmezlerse, ben de orada genç bir fil bulurum. Buradan fil götürrneğe gerek yok. O genç fili saldırtınm ·o ke nt e . . . >> • < c Y a şşa ! ı ı dedi sultan. «Şu sendeki akıl insanlarda o ls a , ne dü n y a yı, ne kendilerini böyle berbat ederlerdi.» ıcSağolasın sultanım,» dedi ulukepez. «Haydi yo l u n açık olsun. Dünyadaki bütün kann caları bana bağla. Göteyim s e n i . » «Uzun s ü rme z , bütün yeryüzünün kanncalan buy . ruğundadır sultanım, senin şu fil ulusunda bu görkem varken.ıı < ı Şi md i sen doğru bizim kanncalarm ülkesine git, konuştuklarımızı bir bir onlara anlat. . . Sarayı çabuk i s tedi ğ i m i de bir daha sö y l e onlara. Yolun açık olsun.» s ulta n ı m . » Ulukepez uçtu Ka.nnca ülkelerine, orada ne kadar kör topal, kınlmış, bıyığı kopmuş, perişan kannca varsa topla d ı sırtına aldı kara kanncalar ülke sine doğru uçtu. Yollarda, ovalarda, ormanlarda sürü lerle filler görüyor, onlara ulu sultanın sel amını söy l ü yo r d u. Bir gün, gün kuşluğa gelirken hüdhüdler ba şı , ka ra kanncalar ülkesine geldi. Kara kanncalan kentin alanına toplayıp, onlara sırtından alana ln d ir d iğl peri şan ka n n ca l an gösterdi. Kara kanncalar bu elden ayak tan yoksun, yan ezik kanncalan görünce çok acmdılar. «Vah vah l • dediler. «Vah vaaah, kim böyle . yapmılJ bunlan böyle? V ah vaaaah! • Ulukepez durumdan faydaland.I: «Anlatın bakalım,» dedi perişan kanncalara. Perişan karıncalar ülkelerinin, kentlerinin basıldı· � o kara günü bütün aynntılanyla anıatmağa başladı lar. Kentin, ülkenin üstüne kara birer dağ gibi yüklen miş, her bir adım atışta binlerce kannca öldüren, yuva lar yıkıp söndüren, bir hışım gibi yeryüzünde dolaşan tilleri söylediler. Onlar söylediler, kara karıncalar ağ ladılar, kara kanncalar ağladılar onlar söylediler. Sonun da hüdhüdler başı a1a.nın üstünde uçup, bütün alanı ye di kere dolandıktan sonradır ki söze başladı: «İşte gördünüz bunlan, baştan sona kadar da din lediniz, f1llerin kim olduğunu bir iyice anladınız.» Durdu, aşa�da kaynaşan kannca kalabalığına bi raz �a yaklaşmak için kanatl annı kıstı. ıc Ş imdi dinleyin beni, filler sultani ordusunu çekmiş . sizin üstünüze geliyordu. Sizin ülkeniz d� şu · perişan ka rıncalann ülkesi gibi olacaktı. Ben, o ulu, o görkemli sultarun önüne geçtim, aman sult anım dur, · dedim . O de di, neden durayım, behey · ulukepez kardeşim? Ben de dim sultana, şunun için duracaksın ki, dünyada ya şayan her kannca senin buyruğundadır, ol sebepten sen buyruğundaki kanncalan neden öldüresin? Doğru, diye sevindi sultan, neden öldüreyim buyruğumdaki ka nnca kullanmı? Ben dedim ona, öyleyse ben kara kann calar ülkesine gideyim, senin yüce buyruğunu kara ka nncalara bildireyim ki, onlar da senin bir dediğinden dışan çıkmasınlar. Şimdi dinleyin beni ve hem de duy duk duymadık demeyin, yüce filler sultanının buyruğu nu bildiriyorum.)) Yukardan, bütün kent duyacak bir biçimde hüdhüd ler başı gür bir sesle öterek filler sultanının buyruk- lannı kara kanncalara bildirdi. · Birinci okuyuşta kara kanncalar bu buyruktan hiç 69 bir şey anlamadılar. Ulukepez onlara yeniden oirudu buy ruğu. Anladınız mı?,, Gene hiç bir şey anlamamışlardı karıncalar. Hüdhüdler başı geniş yüreklilikle, sabırla bir daha, bir daha okudu buyruğu, akşama kadar döndü okudu, döndü okudu, kanncalar gene hiç bir şey anlamadılar buyruktan. «Anladınız mı sultan ne istiyor?ıı saray, pembe elmastan bir taht · yapacak, ambarlarını da yiyecekle dolduracaksınız. B;.mda anlamayacak ne var?ıı �anncalar: «Çok zor,» dediler. ccÇok zor. Bu buyruktan biz hiç bir şey anlamıyoruz.» · «İyi öyleyse,ıı dedi hüdhüd, «yakında öyle bir an layacaksınız ki . . . ıı «Anlayamayız,ıı diye bağırdılar kanncalar hep bir ağızdan. «Biz fil dilini anlayamıyoruz.ıı Hüdhüdler başı yere indi, alana indirdiği perişan ka nncalan öfkeyle sırtına bindirdi, az ilerdeki ormana uç tu. Orada bir fil sürüsü durmuş, filler hortumlarını göğe dikmişler, gökten buyruğa benzer yağacak ' bir şeyler bek- liyorlardı. · «Beni mi bekliyorsunuz?ıı dedi hüdhüd. «Seni, seni bekliyorduk,ıı dedi filler. ccBuyruğun ba- . şımız üstüne.» · ccHaydi hemen kara kanncalar ülkesine yürüyelim. O ülkede taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalma yacak.ıı Filler kannca ülkesine doğru yola düşüp az bir sü� rede kara kanncalar ülkesine ulaşıp savaşa giriştiler. Bu dünya dünya olalıberi böyle bir hengameyi kanncalar görmemişlerdi. Yerler sarsılıyor, yanlıyor, gökler çatır çatir edip yere dökülüyordu. Kanncalar ülkesinin üstün den kuşlar bile uçmuyorlardı. Vakt erişip, gün tamam olurken akşa�a milyonlarca kannca fillerin koca ayak ları altında ezildiler. Ezilmeyenlerse ulukepeze gelip aman dilediler: «Sultanın buyruğunu mu, o ulu filler sultanının buyruğunu mu diyorsun? Onu b.iz sözcük be söze� an ladık,» dediler. «Biz ta ezelden beridir filce biliriz. Aslın da bizim soyumuz fil, fillerin soyu da kanncadır. İnan dık, iman ettik,» dediler. Ulukepez buna çok s�vinip filler sultaruna ilk utku haberini ulaştırdı: «Bu kara karinealar öyle güçlü bir soy ki, her biri si yüz karınca gücünde.>> Filler sultanı da.: «Oh oh oh,» diye göbeğini hoplattı. «İyi iyi . . . He men öteki ülkelere de uç ve buyruğumu san, yeşU, kır mızı kanncalara da ulaştır. Atlı kanncalan da unut ma. Dünyada bildiğimiz, ya da bilmediğimiz ne kadar kannca ülkesi varsa. hepsini, hepsini buyruğuma al! · Dünyanın bütün filleri bu iş için . senin buyruğuna ve rilmiş, tekmil fillere haber ulaştırılmıştır.» «Sağlıcakla kal sultanım.>Y «Yolun açık, kılıcın keskin olsun.» Ulukepez bu sefer de turuncu kanncalarm ülkesine uçtu. onlan da az bir sürede suıt anın buyruğuna aldı. Sonra kırriuzı, sonra yeşil . . . Bütün kannca · ülkelerini az bir sürede sulta.nın buyruğuna bağladı. özellikle Asyada, Afrikada hiç bilinmedik, duyulmadık kannca · ülkeleri, kannca soyl�n buldu ki ve bu kanncal ann öylesine ma rifetıeri vardı ki, sultan bunlan duyduğunda o iri gôv desine kanat takıp sevincinden hüdhüdlerle birlikte uçacaktı nerdeyse . . ; · 71 Filler sultanının . karıncalar impatatoru olup, karıncaların özenip bezenerek yaptıkları sarayına girip gene karıncala1'ca yer yuvarlağının tam ortasınd.(ın çıkarılarak yontulmuş, mavi ışıklar saçarak gece gündüz, binlerce yıldız bir araya gelmiş gibi yalp y(IJ,p ederek yanan, kıvılcımlanan tahtına oturduğudur. Karıncalar çekiliyordu da � a d <>Ant ve da � daki fi1 sarayı nerdeyse bitti. bitecek. Yollar beller, kayalıklar or manlar çekilen karıncalarla iplik iplik . . . Karıncalar son bir çabamn mutlulu� içindeler. Nasıl mutlu olma sınlar, ulular ulusu, görkemliler görkemiisi til sul � nına onlar saray yapıyorlar ye ryüzün de ilk olaraktim. Az iş mi? Yoruldular, bittiler tükendiler ama olsun. Yakında bu güzel sırça saray bitti � de bütün çektiklerini unu tacaklar. Kimbilir ulu filler sultam bu saraydan dola yı ne kadar mutlu olacak! Dünyanın ortasına yedi · yerden delik açıp mavi el mas kayalıkianna ulaşmış kanncalar da mutluydular, bir kere, yeryüzünün tam ortas:ına kadar ulaşan ilk ya ratıklar onlardı, vanp ye ryüz ünün ortasına, gözün ba: kamayaca � ı kadar parlak, ışıklar saçan mavi elmas ka yalı � ı bulan onlardı, bu kayalıktan kopardıklan par çalarla sultana dünya dünya olalı görülmemiş, insan sul- 72 tanla nnın bile a�zlannın suyunu akıtacak kadar güzel bir taht yapacak olanlar _da onlardı. Bu kadar büyük mutluluk hangi yaratık soyunun eline geçmişti ki . . . Dünyanın dört y anını , ova�arı, ormanlan, dağlan, bahçeleri bir bir dolaşarak, bir zırnı� bile yemek . değil, koklama.dan f1llere, hüdhüdlere, sanca karınca lara yiyecek toplayan kanncalar da mutluydular. Dün yanın her bir yerini didik didik ederek ç.içeklerin, ulu ağaçlann,. böceklerin, ekinierin özünü sağan, sağıp da fillerin ambarlannı ağzına kadar iksirle dolduranlar da onlar değiller miydi? Bu görkemli - yaratıklar, bu kann calann yeni tannlan onlann bu davranışlanndan kı vanç duyacaklardı, belki de her bir kanncayı, kıvanç tan kapıanna sığamayıp, birer ulu fil yapacaklardı. Ka nncalar canlannı dişlerine takıp çalıştıklannın elbette bir karşılı� göreceklerdi. Ambarlar, kı rmız ı has buğdaydan, ayçiçeğinden, mı sırdan, elma, gül, ayva, nar çekirdeğinden, çiçek özün den, baldan, incirden, üzümden dolup taşıyordu. Top layıcı karıncalar öylesine büyük bir çabayla yeryüzü nü dolaşıp yiyecek topl8.mışlardı ki fillerin ambarlann da yalıuz kuş sütü eksikti� O da olsa onu da ne yapıp edip ambarlara taşıyacaklardı. Saray yapmakta, mavi elmastan taht yontmakta, yiyecek toplamakta dünya nın kanncalan binbirleriyle yanşıyorlardı. Bütün dert leri de filler sult anının , hüdhüdler başının gözlerine gir mekti. O kocaman tiller sultanı, ye�ıi kanncalar tannsı onlarla konuşuyordu bile, unasılsınız · kannca kullarım,» diyordu. Yaaa, «nasılsınız sevgili karınca kulıanm,» di- · yordu onlara. «Siz böyle çalışırsanız yakında her bi riniz birer görkemli til Ol$Cak, sizler de o küçücük ka nncalan yöneteceksiniz. !sterseniz yönetmezsiİıiz de, yer · içer o rman daki en iri ağacın gövdesine sabahlardan ak şamlara kadar kıçınızı sürer kaşınırsınız. Bu dünya size 73 cennet olur. Yalnız sizden ricam, . öteki, eski fillere uy mayın, nolursunuz. Kıçınızı ağaçlara sürer, durmadan kaşınırken nolursunuz biribirinize düşüp kavga etme yin. Herkes de, öteki yaratıklar da bunlann haline, . kav galanna bakıp mutlu filler ülkesinde işler kötü gidiyor sanıyorlar. Oysaki, filler ülkesi . . . ,, Aaah, karıncalar bir fil olsalar, o şımarık filler gibi hiç kavga ederler mi? Filler cennetinde nasıl güzel, nasıl uslu yaşarlar, aaah, karıncalar bir fil olsalar, aaah . . . üstelik de filler gibi yıl on iki ay durmadan kıçlannı ağaçlara sürüp yan gelip yatarlar mı, çalışacaklar on lar, çalışacaklar. Hele onlar birer fil olsunlar, hele hele . . . Fil gibi güçlü olunca, bu dünya böyle mi olur? Kannca lar fil kadar büyük, güçlü olunca bu dünyayı tepeden tırnağa değiştirip, dünyada ne kadar yaratık varsa, in san, at, deve, an, kurt, fil, kannca, tilki, çakal; biltek mil yaratıklar, hepsini kul; tutsak ederler . . . Bütün dün yadaki en küçük yaratıklar, solucanlar bile, kelebekler bile onlar adına çalışaCaklar. Aaah, kanncalar bir fll olsalar, böyle, bu ahmak filler gibi fil mi olurlardı, � ! Hele ş u saray, şu mavi elmas taht bitsin, hele tann-sul tan bir sarayına girip tahtına kurulsun, hele bir yüz bin bahçelik çiçeğin özünden çıkanlmış iksirini içip esrik leşsin, hele bir . . . İşte o zaman belki fil sultanı coşup ka nnca kullarını bu coşkuyla fil eyleyebilirdi. İşte bütün bunları kanncalar durmadan düşüne- . rek çabalanna çaba katıp çalışıyorlar, yerin altını oyup elmas dağlanndan kaya kopartıp getiriyorlar, sırça sa rayı zerre üstüne zerre koyarak yükseltiyorlardı. Bu aşka şevke, çabaya dağlar dayanmıyordu. Gö zün alabildiğince dünya kanncaya kesmişti. Dünyadaki yaratıklar, kuşlar, böcekler, öteki hayvanlar şaşmış kal mışlardı, dünyaya tepeden tırnağa sıv anmı ş kannc anın çokluğuna. Ana kıraliçeler habire kannca dOğuruyorlar- 74 dı filler için, neredeyse, az bir süre sonra dünyada kann� cadan kıpırdayacak yer kalmayacaktı. Kanncalar da sa rayı tamaml ama k, tahtı yontmak için biribirleriyle ya rışa girmişlerdi. Koskocaman kannca dünyası soluk so luğaydı. Tan yerleri ışıdı ışıyacak, ortalık ıhırcık karanlık, birden dağın başında bir koskocaman top ışık patladı, ovalar, dağlar, sular aydınlandı. Dağın tepesinden öy lesine bir _ ışık seli şakırdayarak çağıldayıp geliyordu ki, bu ışık toprağın içine, ormanın en kuytu yerine, ağaç Iann köklerine, kabuklanna, kayaların özlerine işliyordu. Bu ı ş , ıkla birlikte bütün dünya dş. şaşkınlıkla uyan mıştı. Yaratıklar gözlerini dağın tepesine dikmişler, lalü ebkem kalmışlardı. Filler, hüdhüdler, kartallar, . do ğanlar, çaylaklar, hem de kırmızı kartallar, kurtıar, til kiler, aslanlar, kaplanlar, atıar, gergedanlar, çakallar, sürmeli gözlü cerenler, geyikler, karacalar, hem de ren geyikleri, develer, . martılar, albatroslar, bilcümle kara ve deniz kuşları, insanlar ve hem de genç yaşlı, bilgin ve de çocuk dağların üstünden sağılıp gelen bu ışığa dal mışlardı, böylesi bir ışık nereden, nasıl fışkınp geliyor du! Sırtlan yanar döner böcekler, kelebekler bu ışık se linin altında sert kabuklan yanar döner, bir ustura kır mızıs ında, sansında, yeşilinde, morunda, turuncusunda çakan, keskin, biçen, kanatları, gövdeleriyle . . . Ağaçlar, sular bu ışık içinde yuvarlanan, balkıyan, şavklanan. Ve birden ışık selinin üstünde şimşek gibi, bir ustura gibi keskin bir mavi sel, yalazlayarak, çakarak ışık selinin üstüne inen mavi, keskin çizgiler, kesen . . . Kuşlar gökyüzünde, ıhırcık karanlığı delmiş ışık selinin, mavi ustura şimşeğinin üstünde kanat kana da. . . Ve yerdeki yaratıkbır, yanyana, üstüste, kamaş mış gözleriyle . . . Ve insanlar olan bitenden aptallamıŞ . . . Filler sultanı uyandı, gözlerini sildi, gökyüzüne bak- '15 tı, gökyüzü tupturuncuydu hüdhüdlerden, gökyüzünün doğu yönüne gözleri ilişti, orası da apaldı, kırmızı kar tallardan, gökyüzünün batısına baktı, orası da som ma viydi papağanlardan, som yeşil, som al, som san, som turuncu, som papağan moruydu. Güneyi küçücük kuşlar tutmuşlardı, bir renk cum büşünde, gökyüzünü örtmüşlerdi. Yerdeki cerenlerin, ge yiklerin, sülün gibi atıann, tek boynuzlu gergedanlann üstüne ışık sağılıyordu durmadan. . . Dünya, yeryüzü, gökyüzü ve bilcümle yaratıklar ve biltekmil bitkiler, ka ya, su, toprak şimdiye kadar hiç görülmemiş bir ışığın içindeydiler. Gökyüzünde, suların, dağların, ormanla np üstünde som blr mavi geniş, yumşak, bir bulut gibl sallanıyordu, sağılan ışık selinin içinde. Keskin, ustura, biçen çizgilerle . . . Filler sultanı hemen hüdhüdler başını çağırdı: «Ne o, bu hal ne hal böyle, ulukepez? Ne oldu bu dünyaya kardeşim, bütün yaratık gökyüzüne, yeryü züne dökülmüş, şu vurdum duymazlar bile bak aşağıya, ayaktarup gelmişler, bu ne hal, bir olağanüstülük mu var?» Hüdhüdler başının ağzı kulaklanndaydı. «Var,» dedi, «sult anım ız, hem de öyle bir olağan üstülük var ki, dünyamız böyle bir olağanüstül� da ha önce görmüş değil. . . Bak oraya.» ( tam doruğuna . . . >> ( Az daha gördüğü gil zellik karşısında sevincinden yüreği duruyordu. Som mavi bir kuşak sarmıştı dört bir yandan yalp yalp eden sırça- sarayı. e<Çabuk, karıncalan getir bana ! ıı 76 Hemen o anda ulukepez başka on yedi hüdhüdle bir likte uçup kanncalar kentine geldi, alana kondular: <�Çabuk olun, sult anıınız sizi istiyor.ıı Kanncalarm ileri gelenleri ve hem de yorgun kıra liçe, bu yıl milyonlarca kannca doğurmaktan bir hal olmuştu, zaten giyinmişler kuşanmışlar onu bekliyor I.ardı. Hüdhüdlerin kanadına doluştular, filler sultanı nın y anın a geldiler: kardeşlerimsinı·z. Sarayın açılış törenine hepinizi, bil tekmil kannca kullanını bekliyorum. Sizi şimdi hüd hüdler sırtlanndan indirmeden oraya götürsünler. öte kilere de buyruk çıkartacağım; t�kmil emeği geçmiş ka nncalar törene katılacaklar. ıı Tuhaf kılıklı kannca: «Bütün kanncalar sarayın, tahtın yöresindeler. Bizler kentlerde kalmış, sultanımızın buyruğunu bekli yorduk. Sarayı, hem de mavı tahtı yapan kanncalar dün geceden beri durmuşlar orada gözlerini bir türlü yaptıklan saraydan, yonttuklan tahttan alamıyorlar, orada sarayın, tahtın güzelliğine çarpılıp kalmışlar., a natlanmıştı sanki, o iri gövdesl tüy gibiydi. Bütün fil lerini toplayıp dağdaki sarayına d�ru yollandı. 'Ostün de, bir bulut gibi kanat kanada hüdhüdleriyle. Bütün kanncalar, hüdhüdler, öteki kuşlar, böcekler, hem de tırtıllar, biltekmil yaratıklar gelmişlerdi törene. B4' tek insanlar gözükmüyordu ortalıkta. Hüdhüdler başı, ulukepez: ha insanlara haber vermeye Um bugünkü töreni. Ne yapıp edelim de insanlar sara yı da, tahtı da, töreni de bilmesinler. Ben insanları çok iyi bilirim. Onlarda bir Süleyman vardı, bütün yaratığın 77 dilini bilir, sihirbaz bir kişiydi, onun gününden beri biz insanlarla birlik olduk. Ben onlan bildim bileli nereye burunlanm sokmuşlarsa berbat etmişlerdir. Çok övün gen yaratıklardır, bir yaparlarsa bin övünürler. Sonra..: cığıma da kendilerini evrenin kilidi sanırlar. Hepsi de · az çok delidirler. Sonra da o insanlar var ya, bizim gibi de ğildirler, onlar ölümlüdürler. Ölümlü olduklannı bilip, ölüm karşısında delirmişlerdir. Bu yÜzden do�aya, ken di kendilerine, yıldızlara, her �eye kinle . bakarlar. Sevgi leri tükenmiş. Sevmeyi unutmuşlar, yaşam sıcaklığını yitirmişlerdir. Şimdi bu sarayı, bu tahtı görsünler ya yıkar, bozar, yerle bir ederler, ya da durmadan biribir lerine satarlar. Senin bu güzel sarayın, görkemli tahtın onlar için salt bir satış aracı olur . . . Onla� bir güzelllte, bir yıldıza, güzel bir hüdhüd dişisine, · bir ku�ya, bir cerene içieri sıcacık sevgiyle dolarak bakmazlar,» diye konuştu. Filler sultanı da korkudan, şaşkınlıktan gözleri öı- şanya u�ramış: · ·.( . . ((İnsanlar dünyada sarayımın yerini bile bilmesin- ler, tahtımı duymasınlar. Büyücü hüdhüdü gönder bü tün insaniann gözlerini ba�Iasınlar,» diye kesin buyruk verdi. ((B111yorum, ben de biliyorum şu insan yaratı�ın her bjr şeyi berbat ettiklerini. Tann hiç bir yaratığı on lara benzetmesin. Onlar gibi, tann hiç bir yaratığı ölüm karşısında dellrtmesin. Biliyorum, onlann işi d� lanndan ölümlerine _kadar kendilerinden, ölümden, ger çeklerden kaçmak. Ve bu kaçıştan, korkudan dolayı ön lerine ne çıkarsa yoketmek . . . >> Tören başladı. Filler sultanı sarayın önündeki beş apartıinan yert büyüklü�ündeki kayalığın düzüne çık tı. önce hortumunu gö�e dikti, sonra da arka ayaklan üstüne dikilerek ön ayaklanm gö�e açtı, mını mını dua lar okudu bir süre. Duası bitince hortumunu aşağıdaki 78 ovayı, yamaçlan zınkazınk doldurmuş yaratıklara uzat tı, sonra gene gö�e dikti, gök - kuşlardan kapanmıştı, en küçük bir parçası bile gözükmüyord�. Filler sultanının sütbeyaz bedeni bugün, bu ışık se li altında her zamankinden daha da beyazdı, yıldırdıyor du. Konuşmasına başladı: ccSayın, sevgili, görkemli yaratıklat, kardeşlerim, si zi bu sevinçli günüme, mutlulu�uma kıvançla ça�ırdım, hoş geldiniz. Bilcümle yaratıklar, görüyorum ki, biltek mil ça�nma gelmişler, sa�olun, varolun . . . Bir tek in san lar eksik bu toplantıda . . . Hiç biriniz onlan buraya ça �ırmamı benden beklemezdiniz, de�il mi?n Bütün yaratıklar hep bir ağızdan bağırdılar: «Beklemezdik. n Bu korkunç sesi · duyan insanlar bunu şiddetli bir gökgürültüsü sandılar. ccBu insanlar da bizim gibi, tüm öteki yaratıklar gi bi alçakgönüllü olsalar, her birisi kendisini tann s aym a sa, sonra da bu tannlar korkulanndan geberip canavar laşmasalar onlan da bu mutlu güne ç�ğırmamak iç �n hiç bir sebep kalmazdı.n «Kalmazdı,)) diye hep bir ağızdan bağırdılar öteki yaratıklar. İnsanlar bunu da gökgürültüsü sa nı p aldır madılar. «İnsanlar çok yozlaştılar, dünyadan, yaratıklardan koptular. ÖlÜm korkusu bitirdi onlan. Başlannı bu kor kudan dolayı taştan taşa vuruyorlar. Vurdukça da tozu· tuyorlar. İnsanlar bir gün kannca olduklan gün, kann calar gibi alçakgönüllü olduklan gün, biribirlerini ye medptleri gün kendllerini k u rta ra c a k l a r . . . » ccKurtaracaklar,n diye bağırdı tekmil yaratıklar hep bir ağızdan. İnsanlar bu gümbürtüyü de duyup gene gökgürültüsü sandılar. «Evet .sayın kardeşlerim,» diye gene . başladı filler 79 sultam, gırtlağım temizleyerek. «İnsanlar tuHattırlar, tuhaf kılıklı kanncadan da beter. Çünkü o insaniann yasalan berbattır. Biri yer, bini bakar, kıyamet de on dan kopar, derler, bir türlü o bekledikleri kıyamet kop maz. Bini çalışır aç kalır, on bini, yüz bini - çalışır aç ka lır, birisi, yalnız birisi döke saç.a yer, tıksınncaya kadar yer yer doymaz. Her çağda bir şey uydururlar; şimdi bü tün işleri güçleri beşe alıp ona satmaktır bir şeyi. Topra ğı alıp toprağı satıyorlar, ağacı suyu, insanı, ellerine ne geçerse, anaLarını, babalarını, çocuklarım, kanlarını, göz leri şu evrende neyi görürse alıp satıyorlar. Taşı alıp ta şı, yıldızı, altını, elması, çiçeği, yüreklerini, gözlerini alıp satıyorlar . . . İnsanlar kendilerini bir alıp satma de liliğine kaptırmışlar ki, delilik derim sana . . . Evrende ne bulurlarsa alıp satıyorlar. inanın bana yaratık kardeş lerim, bu insanlar bizim tuhaf kılıklı kanncadan da da ha tuhaf. Bu alip satma deliliği onların başına bir iş açacak ama, bu kesin ya, bunun zararı biz yaratıklara da dokunmasa . . . Bu her şeyi alıp satmaları, bu delilik leri şimdiye kadar yaşadıklan delilikierin en korkuncu. Alınm beşe de satarım O!,la, bir iş açacak iı)sanlann, dünyamızın başına. Allah bizi, dünyamızı insanların şer rinden esirgesin.>ı «Amin,n diye gürledi yaratıklar. İnsanlar bunu da gökgürültüsü sandılar. Filler sultam konuşmasını sürdürdü: «Şimd.i bırakalım .insanları. Allah onların belasını vermiş zaten. Onlar böyle giderlerse dünya mıza , evrene onlardan · hiç bir hayır gelmez. O�rdan kötülükten baş ka bir şey bekleyemey.iz. Şimdi sözüm sizedir soylu, gör kemli kardeşlerim. İşte bu gördüğünüz, kannca kulla rımın bana yaptıklan bu sarayı hiç bir yaratık kendi sul tanıanna yapmamıştır. Böyle bir sarayı sultanianna an cak karıncalar yapabilirler. O lnsanlar ki sultani anna 80 ne saraylar, ehra,mlar, asma bahçeler, anıtıaı - yapmış lardır. Hiç birisi kanncalarm ben sultanımza yaptıklan bu saray gibisini yapamamışlardır. Şu anda dünyanın en güzel sarayı ben sultarumzın sarayıdır. Şu gördüğünüz mavi elmas t 8.ıı t gibisini hiç kimse dünya kurulduğun dan bu yana hiç bir sultana ve hiç bir firavuna yapama mıştır. Yalnız kannca kardeşlerimdir ki, dünyayı dele rek yer toparlağının ortasından bu büyülü elmas tah tın taşını yeryüzüne çıkarmışlardır. Ancak kannca kar deşlerimizdir ki bu sırçadan sarayı ben sultaniarına dik mişlerdir. Ben ol sebepten yeryüzünün tekmil yaratığı nı buraya, bu kutlama törenine çağırdım. Bir tek, . insan kavmini çağırmadım; o olumsuz yaratiklan, o yıkıcı ya kıcıları, o gözleri doymazlan, kıskançlan, o birbirlerinin gözlerini durmadan oyanlan . . . İnsan kavmi hem insan lığın, hem de dünyamızın bir felaketi oldu. İnsan kavmi bu alışveriş işine başladıktan sonra insanlığından çıktı. Yeryüzünde her şeyi a.ldı . sattı. Toprak aldı sattı, toprak topraklıktan çıktı. Su ·su olmaktan, orman orman ol maktan, g()kyüzü gökyüzü olmaktan çıktı. Yakında ayı, yıldızlan da alıp satacaklar ve yıldız yıldız olmaktan, ay ay olmaktan çıkacak. «Soylu kardeşlerim, tann kimseyi insanın düştüğü yere düşürmesin, insanoğlu bezirgan olduktan sonra her şeyi alıp sattıktan sonra, insan olmaktan da çıktı. Yü reği alıp sattı insanoğlu, yürek, yi.irekllkten çıktı. Aşkı, sevgiyi, dostluğu, kardeşliği, banşı: : arkadaşlığı, kanda ki sıcaklığı, güzelliği alıp satti insanoğlu, insanoğlu in sanlıktan çıktı, oburlaştı. Biriktirme hastalığına tutul du. Ol Sebepten, sayın yaratık kardeşlerim, insanlan bu gün bu mutlu günümüze çağırmadım. _ Korktum da ça· ğırmadım. Şu mavi tahtı var ya, bir görmesinler, bu ça ğı! çağıl ışık boşanan sarayı gözleri bir görmesin, hemen ne yapar yapar da alıp satarlar. Hiç bir mümkünatı FS/06 81 yok, alır da satarlar. Bu saray da, taht da alınıp satıla satıla hiç bir işe yaramadan eskir, kırılır, yıkılır gider. «Şimdi biz kardeşler, bırakalım da insanları, onlar kendi belalarını kendilerinden bulmuşlar. Büiz kannca lar, soylu görkemli kanncalar, dünyanın en soylu, güç lü yaratıkları ve hem de en büyük yaratıcılan, imtiyaz sız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz . . . Biiiz kanncalar, fil ler, kardeşlik, özgürlük, eşitlik, barış üzre yaşıyoruz. Bi riiniz hepimiz, hepimiz birimiz içiniz. Özgürlük her şeyin başıdır. Bakın insan�ara, onlar özgürlüğe, eşitliğe biz ka nncalar kadar önem vermedikleri için, ve hem de barışı hiç istemedikleri- için bu hale düştüler. İşte şimdiki, şu andaki özgürlük, bizim özgürlük düzenimiz, kıyamete kadar sürecektir. Bizde · hiç bir ayrı gayrı yoktur. Bunu ; burada topl anm ış bütün yaratık kardeşlerimize, kırka · yaklara, solucanlara, sivrisineklere bile söylüyorum, bü- _ tün evren benim bu sözlerime tanık · olsun ki, her kannca bir fildir. Her fil de bir kanncadır. Bakın kardeşlerim, her kannca bir fil olmasaydı, şu saray nasıl yapılırdı? Bu sa raya bakan her yaratık anlar ki }\er kannca bir tildir. Her kannca bir fil ol masa ydı şu yer yuvarlağının orta sındaki bu büyülü taş nasıl çıkarılır da böyle bir taht yapılabilirdi? Demek ki her kannca bir fildir. Size, sayın yaratıklar, bir gizimizi söyleyeceğim. Kulak verin de be ni iyi dinleyin.n Filler sultanını dinleyen kalabalık soluğunu tuttu. Ortada an uçsa kanadının sesi duyulurdu. Fiİler sulta nının büyük gizini herkes merak etmişti. · «Eskiden . . . ,, Burada gene sustu sultan, küçücük gözlerini kalabalığın · üstünde dolaştırdı. Gökyüzündeki kanat kanada olan kuşlar da kanatlarını kıpırdatma dılar. ; ). : «Eskiden . . . » diye yirie başladı sultan. 1ıEskiden biz ler de, yani filler de birer , küçücük kanncaydık. Sonra 82 çalışarak, sonsuz bir çaba harcayarak fil olduk. Onun için sayın kannca atala nmı z, size atalanmız diye ses leniyo rum şimdi, bu andan sonra. Çünkü sizler fillerin soylu atalan olan kanncalarsınız. !şte bizler, bu soylu kannca ırkından gelerek fii olduk. Her ırkın üs tünde kannca ırkı. O ırk, o kannca ırkı ne mutludur ki, az bir çabayla soylan fil olabilir ! Tanrı kannca ırkını korusun. !yi bakın şu dünyaya, ne kadar çok kannca var, ne kadar, ne kadar Çok. Bu dünyada kannca soyundan daha çok, daha çabuk üreyen hiç bir soy yoktur, ola maz. Her karınca da sonunda bir fil olacağına göre en güçlü soy kimdir? Soruyorum size, karşılık verin. Bu , evrende en güçlü soy kimdir?n Sustu, bekledi, hortumunu kalabalığın üstüne uzat tı, gezdirdi. Birden yeryüzü gökyüzü sarsılırcasına yer deki ve hem de gökteki kalabalıktan bir gümbürtü kop tu. l'iller sultanı bu korkunç, top patlar gibi çıkan güm bürtüden hiç bir şey anlamadı. Yetmiş bin yaratık yet miş bin dilden karşılık veriyordu sultana. · Sultan: ccKimdiiiir?» diye daha heybetli, kab annı ş gene sordu. Kalabalık gene gümbürdedi. Sultan: · ((Kanncalar l » diye b$rdı. Kalabalık bu sefer fil dillnce, hep bir ağızdan: 11Kanncalar,n diye gümburdediler. ccEvet, kanncalar, yaaa, karıncalar,» diye dinginle di filler sultanı. cıEvet, her kim c anını dişine takarak ça lışırsa, sıfırdan başlayarak çalışır da evrenimize böyle, bu saray gibi bir anıt dikerse, şu büyülü mavi taht gibi bir taht yaratırsa, işte o her zaman, her istediği za man bir fil olabilir.» 83 · Sustu, sevinç içinde güldü, lmlaklarını havalandınp şapırdattı : «Şimdi ben ne söylersem siz yineleyeceksiniz . . . Her kannca bir fildir! )) Kalabalık yetmiş bin yerden yetmiş bin ayrı sesle yineledi: < Download 60.22 Kb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling