Filler Sultani
Download 60.22 Kb. Pdf ko'rish
|
)) erOl sebepten,ıı diye başladı hep bir ağızdan yetmi§ bin tür ses. - < «Kanncalardır ı » < fi1 karınca, karın- ca fil, filkar . . . filkar . . . karfil. . . filkar, karfil . . . ıı · Hep bir ağızdan: «Filkar, karfil . . . kar . . . fil . . . fil . . . fil . . . kar . . . )) Durmadan , yineliyordu bunu kalabalık. Kanncalar da bu işten sonsuz kıvanç duyuyorlar, artık kendilerini birer koskocaman fil olmuş . görüyor lardı. Bu yolda en karamsar kannca bile, hiç olmazsa yarın gün doğarken bir büyülü elin kendisini bir kosko caman fil yapacağını düşlüyordu. Yukardaki hüdhüdler, kartallar, akbabalar, serçeler, ispinozlar, sakalar, kuy ruk sallayanlar şimdiden birer uçan fil olmuşlardı. Şu dan dünyada fil olmayı kim istemez ki, değil mi? Filler sultanı çok güzel konuşmuş, bütün yaratıkla rın, hele kanncaların gönüllerini kazanmıştı. Şimdi ar tık karıncalara o isteğini gerçekleştirmelerini buyurabi . lirdi. Tok, buyurucu bir sesle: ccSizden bir dileğim daha var, ey filkar ulusu . . . Bu dileğimi yerine getirmenizi buyuruyorum. Bu buyruğum yerine getirilmezse, bizim bu mutlu ülkemiz ayakta ka- 84 lamaz, mutl�luğumuz uzun . süremez, tilkar kardeşle rim.» Karıncalar hep bir ağızdan karşılık verdiler: uSenin her buyruğun başımız üstüne . . . » öteki yara:tıklar da hep bir ağızdan karşılık verdi ler, yani top patbir gibi gümlediler: uSenin her buyruğun bizim başımız üstünedir. Sen sultanımızın . . . Dünyadaki her yaratık sonunda bir fil · olacaktır. Biz burada buna inandık, iman ettik.» "Sayın yaratıklar, sizler susun bakalım, bu bizim iç sorunumuzdur. Yalnız kanncaları ilgilendirir. Ol seoep ten sizler susmalısınız, sa� öteki filkar kardeşlerimiz.>, Kanncalar: - «Söyle buyruğunu, sulta nımız . Söyle ki, buyurursan eğer bu dünyayı alıp güneşin oraya götürelim. İstersen, sultanımız, ayı alip buraya getirelim. Yıldızdan sana taht yapalım.» <ıOlmaz olmaz öyle şey, siz sağolun, kannca kar deşlerim. Benim isteğim o kadar önemli değil. Bakın, dinleyin beni, bu mutlu günde benim canımı sıkan kü çük bir şey var.» «Nedir o, söyle de hemen . . . » Kanncalar coşmuş, yer Jerinde du ramı yorla.rdı. «0 da şudur ki� bir kırmızı sakallı karmca vardı, benim düşmanım, biltekmil yaratıkların düşmanı, in san gibi bir şeydi o . . . !şte oen bugün sizden bu kırmızı sakallı kanncanın dirisini, ya da ölüsünü istiyorum. Bu kırmızı .,sakallı kannca beni işte şu hüdhüd kardeşimi zin sırtında aşağıladı, sonra da o kanattan aşağı atlayıp kaçtı. O -günden beri ben bu kı rmızı sakallının dirisini ya da ölüsünü · istiyorum. Bu kırmızı sakallı karınca bir ulu demirciymiş. Soyu vanmuş da tı;ı.aa insanlar . kıralı Davuda dayanırmış. Demek ki demirel kırmızı sakalın s oyu · insandan gelirıpiş. Anladınız mı, ne kadar tehlike- 85 li? .. Bu kırmızı sakalın soyu insandan getirmiş ! Ondan başka. da bu Özgürlük düşmanı kırmızı sakallılardan çok varmış bu dünyada. Bunlar özgürlük, din, eşitlik düş manı kanncalarmış. Bunlar kannca, bunlar fil düşma hıymışlar. Bunlar şu yeryüzündeki tekmil yaratığa düş manmişlar. Bunlar üstüne çok çok bilgi aldım. Bunlar ka pılara şapka da asarlarmış. Bunlar ırz düşmanı imişler. Bunlar ırk, soy, kan, gelenek gÖrenek, tarih tanımazlar mış. İyi dinleyin beni, bu kırmızı saka! kanncalarm so- · yu insandan gelirmiş. Uzun söze ne gerek, onlann hep sini öldürmek için, onlann insan soyundan gelmeleri yetmez mi? Bu insandan gelen kırmızı sakallar, hiç bir şey yapmazlarsa bile, bir muzurluk Snn arasına, kanncaların arasına, bütün yaratıklara, ka nncalara, filler e biribirlerini kırdınrlar. İnsan muzur luğunu evreniriıize yayarlar. Onlar ortadan kalkarsa dünyamız durulur. O kırmızı sakaHar ortadan kalkınca da kurtla kuzu yayılır. O kırmızı sakaUar ortadan kal kınca - hiç bir yaratık öteki yaratığı yemez. İşte ben şıtn di, önce kanncalardan, sonra öteki yaratıklardan, kuş lardan, anlardan tekrn.ll kırmızı sakallılarm dirilerini, ya da ölülerini isterim. Herkes bir kırmızı sakallıyı; ya ölüsünü ya dirisini getirecek şu alana atacak . . . O de- mirel kırmızı sakallıyı, o Ôeni aşağılayan, o beni aşağıla yaraktan tekmil yaratığı aşağılayan kanncayı bulup ge tirene de sarayımda bir oda vereceğim. Ölünceye kadar bu odada yaşayacak o yaratık ve çiçek özü balıyla bes lenecek . . . Çoluk çocuğu ve de kıyamete kadar bütün · onun soyundan gelenler çiçek özü balıyla beslenecek ler . . . n Sultan sözünü · bitirir bitirrnez tekmil yaratıklar, ıca.. nncalar, kuşlar dünyaya dağılıp kırmızı sakallı a vına gi riştiler. Az bir sürede filler sulta nının gösterdiği alan kırmızı sakallılarm öluleri dirileriyle doldu. 86 Sultan bu kadar çok kı rmızı sakalı, ölü, yaralı, diri, bir arada görünce sevindi, fillerine buyurdu: «Alana marş ! Hemen şimdi şu kırmızı sakallılal1D üstüne çıkın ölülerini de, dirilerini de ezip toz edin . . . » _ · Filler işe girişip kısa bir sürede kırmızı sakallılann işlerini bitirip toz ettiler. Alana yığılmış kırmızı saka11a nn hepsi kayalığın düzüne yapışmışlar, bir varmış bir yokmuş olmuşlardı. Kırmızı sakaHar toz olduktan sonra, düzlüğe bakan sultan bir an düşündü, hemen o �nda da aklına geldi, te laşlandı: «Ya demirel kırmızı sakal, ya demirel kırmızı sa- kal?» Kalabalıktan çıt çıkmadı: «Ya demirel?» Hiç bir yaratıktan en küçük ses Çıkmıyordu. «Demirel?>> � · Hüdhüdler başı geldi sultanın başı yöresinde üç kere döndü. Başın yöresine üç turuncu halka çizdi. «Konuşamazlar sultanım. Demirel onlan büyüle miş.» «Ya benl de büyüierse?n diye korktu sultan. «Büyü' ler de sarayımı, tahtımı eliniden alırsa?» «Kanncalar. Jillerl büyüleyemezl�r. sultanım.» . «Ama onun soyu insan,>> dedi sultan, daha da ür kerek, korkusundan dill damağı kurumuş. <<0 insan . . . » mukepez onun külağının içine girdi, bir şeyler söy ledi, sultan da onun bu gizli sözlerine güldü güldü� Eliy- · le koca man , apak göbeğini bastırarak güldü. < toy, şölen var. Hay . daaa, sazbir çalınsm cümbüşe başlansm.» Birden dağlar ovalar büYülü tuhaf seslerle öt.meğe bqladı. 87 eelşte bu güzel,» dedi filler sultaru. «Çiçek özü, bal, böcek ölüsü dolu üç ambann kapılanın açın,» diye buy ruk bağırdı sonra da. ccAtala nını z kanncalar bugün do yasıya kannlarını doyursunlar. ÜÇ ambar onlar için az bile.» Karıncalar birden çoktandır aç olduklannı anımsa dılar, arnbariara koştular. Toplayıcı karıncalar ne ka dar da çok çiçek özü, bal, buğday özü, böcek ölüsü top lamışiardı! Kanncalar arnbariara dalıp üç gün üç- gece yedi ler bir iyice doydular. Uzun bir süreden beri bölyesine bol yiyecek yememişlerdi. Sultana minnettar kalıp: cıBu dünyada bu sultan kadar hayır sever, karınca sever bir sultan, bir tann yok,>> dedi-ler. •Üstelik de üç kuşak ötesi _ karınca bu ta nnru n,>> dediler. «Allah bela sını versin o kırmızı sakallı topal demircinin,» dediler. cıBakın karıncalardan da ne iri, dünya kadar büyük ne . sultanlar, ne sultan-tanrılar çıkıyor,>> dediler, öğündü- ler. · Bütün ülkelerdeki kanncalar yarattıklan bu saray dan, tahttan, tann-suıtanın onlara söyledikleri sözler den, bir gün nasıl olsa fil olacaklan umudunun verdiği sevinçten esrikleşmişler, kendilerine. . gelemiyorlardı . Kanncaların bu esrik durumlan tam üç ay sürdü - . Tam üç ay kanncalar sevinçlerinden toprağa basma- dılar. · 88 Karıncaların, filler su.ltanıruı saray yapıp taht işlerken kendilerini unutup kışlık yiyecek biriktirememeleri, aç yoksul kalmal(Lrıdır. Yorgun kanncalar kıvanç içinde ülkelerine döndu ler. Sevinçten dolup taşıyorlardı. Nasıl sevinmesinler ki, düny anın en güzel, en büyük sarayını onlar.dünyanın en haşmetli sultanına yapmışlardı. Ya mavi. elinas taht, milyarlarca kannca bu elması zerre zerre dünyanın orta sından taşı y arak yeryüzünde birleştimiişlerdi. Bu taht yalbırdadıkça tekmil yeryüzü · mavi, tatlı bir ışığa batı yordu. Koca bir sultana mutluluk, kıvanç bağışlamış lardı. Sonra ne demişti sultan? ((Her kannca bir fildir. Şu koskocaman fillerin atalan da, benim atam da, be ni.m özüm de hep kanncadır. Bir tek kannca bir dün yaya bedeldir. Her kannca da çalışarak bir fil olabilir. Daha çok çalışırsa bir kannca, çalışması oranında bir f11 de, beş fil de olabilir. Biz filler kanncayken nasıl · fil olduk? Söyleyin söyleyin, şu filler kanncayken na� sıl bu hale geldiler, nasıl gelecekler, sultanıarına saray, taht yaparaktan, sultanıanna yeryüzünün bütün bal özlerini, çiçek özlerin!, Çekirdek özlerini toplayaraktan geldiler. Böyle giderse, sultanıanna bağlılıklan böyle sü- 89 rerse, karıncalar fil de�il, daha üstün yaratıklar · ola bilirler .• . » demişti. Kanncalar daha şimdiden kendilerini fil samyor lardı. Fil sayıp birer fil heybetinde ·şişine "r ek dolaşıyor- • !ardı ülkelerini, kentlerini. Artık her kanncada bir fil afuru tafuru bir fil kuruntusu vardı. Hele sarıca kann calar kendilerini bir iyice fil sayıyorlardı. «Biz fillerin öz atasıyız,>> diyorlardı da hiç başka bir şey demiyorlardı. Bıyıkl.arı�ı hortum gibi uzatıyorlar, hüdhüdlerin sırtına binip suıtana karıncalar ülkesinde olup bitenleri ulaş tırıyorlardı. Sultan da gelen haberlerden sonsuz kıvanç duyuyordu. «Her _ karınca şu anda kendisini bir fil samyor.» «Ne iyi, sansınlar. Benim istedi�m de buydu. Ka- rıncalıkJarını unutsunlar da ne sayariarsa saysınlar.)) «Kanncalar fil gibi yürüme�e başladılar.)) «Bu daha güzel. Benim istedi�im de buydu.>, . (cFil gibi koı:ıuşma�a u�raşıyorlar.» (eBu en güzeli . . . Yardım edin, elinizden gelen her yardımı yapın, o anlaşılmaz kannca dilini unutup fil ceyi ö�rensinler. Daha, daha çok yardım edin.)) Bundan başka haberler d� gelme�e başladı kannca ülkelerinden, kentıerinden. Bu gelen yeni haberler eni konu midesini bulandınyordu sultanın. Kanncalar fil Ukte çok ileri gidiyorlardı. Bu böyle sürüp gidecek olur sa, ettikleri hayır ürküttükleri kurba�aya c:ıe�meyecek· ti. Filler sultanı çok telaşlandı: «D� mu? Nasıl olur, kanncalar filler gibi nasıl yerler? Nerden çıkardılar bunu?» «Biz fil de�il miyiz, diyorlar, ellerine ne geçerse ha· şır huşur yiyorlar;» 90 «Bu olamaz,» diye ba�rdı filler sultanı. Sesinden dağlar ovalar, ormanlar inledi. Bunu duyan kanncalar, «bir gün bir de sultanımız gibi ba�racak, dağları, de nizleri; ormanlan, ovalan inleteceğiz, biz fil değil mi yiZ,» deqiler. Sultan, bağırmasını büyüiterek sürdürüyordu: ccİ.şte buna izin veremem. Kanncalar fil gibi yiye mezler, çatlar ölürler. Aman ha, hemen önüne geçin bu nun. Hüdhüdler başı hemen, hemen şimdi kannca ül - / keterine uç, kannca kullarıma söyle, onlara fil gibi ye meyi yasak ettim. Sonra onlar da filler gibi yerlerse, yiye yiye çatlar ölürler. O zaman işte, ben bu dünyada kannca kullanın ve hem de atalanm olmadan nasıl ya şanm? Kanncalar tildir, amenna fildir ya, fiiler kadar, filler gibi yememek koşuluyla . . . Amanın ha, hüdhüd ler başı, en büyük tehlikeyle karşı karşıyayız. Söyle ka nnca kullanma, eğer kanncalar flller gibi yiyecek olur larsa, bu dünyadaki tekmil yiyecekler bir anda biter. Dünyada yiyecek diye hiç bir şey kalmaz. Eğer kann calar filler gibi, filler kadar yiyecek olurlarsa dünyada bir anda öyle bir kıtlık olur ki gökteki kuş yerdeki sü rüngen, cümle yaratıklar açianndan ölürler. Kannca lar üç gün, çok değil üç gün filler gibi1 filler kadar ye sinler bu dünyada ağza atılacak bir damla yiyecek bile kalmaz, bütün yaratıklar açlıktan kınlıp dünyanın so nu gelir. Bu sözl�rimi olduğu gibi kannca kullanma net, oıilann fil · gibi yemelerini kesinlikle yasakladım. Bu buyruğum kesindir, kim dinlemezse buyruğum.u, fllle rin ayaklan altında o kişi ezilecektlr.» Ultıkepez hemen kannca ülkelerine uçtu, sultanın · buyruğunu bütün kentlere ayn ayn borazanla bildirdi. Karıncalar bu buyruğa ses çıkarmadılar ya, bu ne bl- . çim flllik,, diye diil}ünmekten de kendilerini alamadı- 91 lar. «Mademki filler bizden çıkmış, bizler de tiller gibi yeriz ve hem de yemeliyiz,» dediler. < «Hiç bir söze varmadılar,» diye karşılık verdi hüd hüdler başı. ııSalt homurdandılar. Ben buraya doğru kannca kentlerinin üstünden uçarken aşa�da kentler den durmadan homurtular geldi� duydum. Kannca kentleri homurtudan u�ul uğul u�lduyordu.» - . Sultan güldü: "Homurdanmasınlar da ne yapsınlar. Daha hiç bir yiyecekleri olmadığının farkına varmış değiller. Bu yıl fil gibi de�il de, karınca kadar bile yemek yiyemiyecek lerinin farkında de�Hler. Kendilerine hiç yiyecek topla yamadıklannın farkında de�ller. Bir de !il gibi yemeğe kalkıyorlar ahmaklar. Farlana varineadir ki ambarlan bomboş, sen o zaman seyreyle gümbürtüyü ·karınca ül kelerinde . . . Şimdilik bırak da homurdansınlar.» Bir süre sonra hüdhüdler, sanca kanncalar bir tu haf bir haberle gene geldiler kannca ülkelerinden: «Kanncalar biz fil değil miyiz, diye bağınyorlar, biz de filler gibi bal özü, çiçek özü, çekirdek özü yiye- ceğiz, diyorlar,» dediler. · Bu kanncalar iyice iyice �ımartblar, kendilerini bi rer gerçek fil sayınağa başladılar. Sultan böyle düşünür ken, geniş uzun kahkahalarla giilı:neden de edemiyor du. Kendi de kanncalarm fiWtinde çok ileri gitmemiş miydi? Kanncalar da am ma da hazırlarmış fi1 olmağal Vay anasını, can atıyorlarmış da filliğe, kimsenin habe ri olmuyormuşl Kannca kısmı kapalı kutu. Ulukepeze, sanca ke.nncalara: ((Bu buyruğu mu . da tez ula.ştı.r.m kulları ma, zinhaaar bal özüne, çiçek özüne ağızlarını sürmesinler., zinhaaarl yasakladım 92 bu _ yiyecekler! onlara. Bu · yiyecekler bu kadar küçük fillerin yiyecekleri değildir. Karıncalar sözü geçen yiye cekleri eğer yiyecek olurlarsa ağılanıp ölürler. Fillerin yaptıklan her şeyi yapsınlar da kannca kullanın, onlar gibi zinh aaaa r yemesinler. Ya çatlar ölürler, ya ağıla nırlat . . . Aman ha aman bu sözlerimi de çabuk ulaştı rm kullanma.» Hüdhüdlerle onlann kanatlanndaki sanca kannca lar uçtular, kannca ülkelerine vardılar. Sult anın buyru ğunu borazanlarla kannca vatandaşiara bir daha du yurdular. uNe oldu?» diye sordu sultan. «Ne dedi kannca kul lanm?ıı «Bu sözleri duyunca hep bjrden gülme�e başladı lar. Biz filiz, biz filiz, diye de hep bir ağızdan, durup dinl enm eden, kesip kısmadan çağırmağa başladılar. ; . Biz buraya gelirken, arka.mızdari daha sesleri geliyor du.» «Gü�ünler,» dedi sultan. «Biz filiz, diye d urma dan gülerek söylesinler. Dünyadaki on yıllık bal özü, çiçek, çekirdek özünü toplayıp benim amba nma yığdıklannı da unutmuşlar . . . Hele gülsünler, yakında farkına vara caklardır ki . . . » Birkaç gün sonra hüdhüdler ve sanca kanncalar öyle bir haberle geldiler ki, filler sultanının şaşkınlık tan o yelken kulaklan havaya bir dikildi ki kolay kolay bir daha inmeyecek biçimde. «Bu olamaz ı İşte bu ol amaz ,» diye filler sultanı ye rinde du ramı yor, deli gibi kendi yöresinde dönerek hop luyordu. «Söyle söyle, bir daha söyle,» diye buyruk üs tüne buyruk veriyordu hüdhüdler başına. tnukepez de, turuncu kepezl, kanatıan, ayaklan biribirine karışarak anlatıyordu: «Vardım gittim Ülkelerine. Gittim ki ne göreyim? . 93 Ülkede, kentlerde hiç kimse kalmamış. Hasta bir kann eaya sordum, nerede kanncalar hey arkadaş, dedim, ka nncalar bir iyice fil olup, ormana gittiler, dedi. Derken hemen oradan ormanıara uçtum. Vardım ki, ne göre yim suıtanım, bütün kanncalar kıçlannı havaya dik• mişler, a�açlara, çalılara, çöplere, otlara dayamışlar kıç lanın sürüp duruyorlar, tıpkı filler gibi. Uçtum orman larca, günlerce dünyayı orman orman, çalılık çalılık do laştım, her yerde, her a�acın dibinde, her çalının, her kuru çöpün altında bir kannca · yuma� kıçlanm daya mışlar sür ha sür ediyorlar. Her gitti�im yerde soru yordum, bu ne hal arkadaşlar? Biz fil olduk, bir iyice fil gibi fil olduk diye yamtlıyorla.rdı beni. Ooooh, fil ol mak da ne iyi, ne hoşmuş, diye kıçlannı sürerek mesto luyorlardı. Şu · anda sultamm, dünya kanncalı�, top tan, işi gücü bırakmışlar, dünyanın tekmil kanncalan yediden yetmişe, hasta sayn ormandalar, kıçlannı da yamışlar a�açlara, çöplere, çalılara sürtüp duruyorlar. Durmadan, f1l olmak ne hoşmuş, ne hoşmuş, diye konu şuyorlar, habire sürtüp duruyorlar. Yemeyi içmeyi, ça lışmayı, gezmeyi tozmayı, uykuyu düne�i, her şeyi, dün yalannı unutmuşlar kıçlanm a�açlara, bir ancık bile ara vermeden sürüp duruyorlar. Tıpkı filler gibi hiç bir iş görmeme�e. ellerini ılıktan s$�a vurmama�a kararlılar. Diyorlar ki, bundan sonra ölsek bile, bizi kı yık kıyık kıysalar bile, kıçımızı a�açla;rdan ayıramayız. Ooooh, fil olmak ne hoşmuş, ne hoşmuşl Sa�olsun sul tan, o bizi !il eyledi de, filli�mizi bize ö�retti de yaşa mın ne olduğunu gördük. Yoksa şu dünyaya, a�aca kıç sürmeyi bilmeden, eşşek gelip bön gidecekmişiz. Biz ölünc · eye kadar böyle, işte tam böyle fil olarak kalaca ğız ve kıçımız işte böyle a�açlarda habire kaşımp du rac�ız.» Ulukepez, gagası, ayaklan, kanatlan, kepezi biribi· rine girmiş, karınançorman olmuş, daha neler neler an latmıyordu! Anlattı anlattı, sonra yoruldu, dinginledi, suıtanın gözlerinin önüne, ceviz ağacının . dalına kon du. Sultan: ( «Karıncalann yerden göğe kadar haklan var,» de di ulukepez. < şarlandım, hoşarlandıkça kaşıdım, işte böyle kıçımda bir tek tüy kalmadı, apayaz oldu kıçım böyle, ayna gi bi. öteki bütün hüdhüdleı- de, kuşlar da bana · öykün düler, kıçlannı ağaçlara dayadılar, kaşınmağa başladı lar; Şimdi ağaçlann üstbaşında kuşlar, aıty anın da ka rıncalar · dumiadan sürüştürüp esrikleşiyor, kendilerin den geçiyorlar.» «Yasssaaaak ! » diye bir fil boyu havaya sıçrayarak bağırdı filler sultanı. Ona öykünen ormanlardaki kann calar, hüdhüdler de, ııyaaassssaaaak,» diye hep bir ağız dan sevinçle bağırdılar. «Bu dünyanın ölümüdür. Bü tün yaratıklar buna bir alışırlarsa, bu yaratıklığın, do ğanın, evrenin ölümü olur, yaaasssss aaa.a ak ! >) bütün or mandakiler onun sesine öykündüler: «Ölümü olur, ölü mü olur, yaaaasssssaaaak ! » Filler sultanı duyduğu bu inanılmaz durum karşı sında çılgına dönüp soluk soluğa: «Ey hüdhüdler başı, ey ulukepezler ulusu bir ke re sen, bir kere sen şu kıçını ağaçlara sürmekten ilk önce sen vazgeç.)) ((Vazgeçemem sultanım, vazgeçemem,» diye hüd hüdler başı kıçını dayadığı arkadaki dala durmadan sür tüştürerek öttü. «Vazgeçemem suıt anım , oooh, vazgeçe mem� İstersen beni hemen şimdi ayağının altına al da 95 ez, gene de vazgeçernem suıtanıriı, kıçımı k�ımaktan . . . Oooh, oooh, oh sultanım, sana şükrolsun, fil olmak ne iyiymiş. Dünya varmış. Fil oldum da, 'bunca fil oldum da, kıçımı ağaca sürdüm de, dunnadan kaşıdım da ya şamın tadına vardım. Ooooh sultanım, bundAn önce biz hiç yaşamamışız. Öldür beni, öldür beni sultanım da şu filliğimi elimden alma, olur mu?n dedi de başka bir şey demedi. Sultan dinginledi, başını elleri arasına aldı, has bahçeye yürüdü, başının yöresinde uçan hüdhüdler ba şına da: «Hele sen şimdi git, kıçına bir ağaç bul da sü . rüştür, ben bir düşüneyim fillik durumunu,>> dedi. «Sağol, varol sultanım,)) diye hüdhüdler başı uçtu, hemen en yakın çınar ağacına gitti, onun sert kabuklu dalına kıçını dayadı, mestolarak sürtmeğe başladı. Filler sultanı da has bahçeye salt kıçını sürtmek için diktirdiği ulu çınarıarın altına vardı, kıçını ulu bir ağacın sağlam gövdesine dayadı, sürterek düşünrneğe başladı. Uzun bir süre düşündükten sonra ulukepezi yanı na çağırdı. Bu arada hüdhüdler başı da düşünmüştü. Filler sultanı: ccÇok düşündüm arkadaş,» dedi. «Bir sonuca ulaşa madım. Ben sizlere, karıncalara filsiniz, fil olacaksınız dedim ama, filler gibi " yiyip şişeceksiniz, sonra da çatıa yacaksınız, demedim. Ben sizlere, karıncalara filsiniz, ça lışırsanız f1l olacaksınız, dedim ya, bal özünü, çiçek özü' nü, çekirdek özünü filler gibi yiyeceksiniz, demedim. Ben sizlere ve karıncalara filsiniz, dedim ya, kıç ınızı filler gibi bir yaşam boyu kaşıyacaksınız, demedim. Siz, hepiniz fillikte çok ileri gittiniz. Bana bu işte, bu aşın fillik işinde yardım et, ulukepez kardeş. Sen ki insan lan ve bilcümle yaratığı, ölüleri dirileri tanırsm, çok 96 deneylerden geçmişsindir yüzlerce yıl, bana yardım et, hiç olmazsa bu kaşıma işinde.ıı «Edemem,» dedi hüdhüdler başı. «B'u tatlı fil hu yundan hiç bir yaratığı vazgeçiremem. Bereket ki bu hoooş, tatlııı fil · huyunu öteki yaratıklar daha duyma dılar. Bir duysalar, dünyanın altı üstüne gelir.» <ıAınan duymasınlar ! ıı diye coşkuyla, korkuyla ba ğırdı filler sultanı. Sonra da kesin buyruğunu verdi: ((Yasakladım,ı) dedi. < manı, çalılıklan derhal terketsinler, hemen bugün. E�er terketmezlerse, yann sabah bütün ormanıara yıldınm atıp yakıp kavuraca�ım onlan. Hüdhüdler, kaşımacı öteki kuşlar, hem de kanncalar bir anda kömür olacak lardır.» ı . . . ıı <ıKarşı mı koyuyorsun?» < lara. Yann · sabaha kadar kıçlarını a�açlardan çektiler çektiler, çekmedller artık gerisini kendileri bileler.ıı Ne yapsın hüdhüdler başı, yanında birkaç hüdhu düyle ormana uçtu, geldi kanncalann üstüne. Kannca lar yumak yumak yı�ılmışlar a�açlann altlarına, göv delerine, daUarına habire kıçlarını sürüyorlardı. Hüd hüdler başı uçarak bütün ormanı. sonra da ormanlan dolaştı, kannca ülkelerinde gördükleri hep buydu. Ormanın üstünde, tam orta yerinde bir �acın en uç dalına kondu, burada kendini bütün kanncalar gö rebilir.. sesini duyabilirlerdi. «Eeeeey kanncalar,» diye başladı borazanıyla. Se si ta uzaklardaki ulu da�larda yankılandı. < ki, bilcümle yaratı�a baştır. Aslanlara kapJanlara, kurt- FS/07 97 · lara çakallara, gergedanlara, yaban eşeklerine, yılanla ra, timsahlara baştır. Size sultanımızın, o görkemli, o dünyalar sultanının buyruğunu ulaştırmakla onur du yuyorum: Bundan önceleri de insanlar ve biltekmil ya ratıklar sultanı Süleymanın buyruğunu kullarına · ul aş tırmakla onurlanırdım. Şimdi beni kulak verip de din leyin, eeey yüce fil soylu karıncalar. Sultanımız buyur du ki, kıçınızı, öteki yüce fiÜere öykünerek . yıl on iki ay ağaçlara sürmeyeceksiniz, bu kesinlikle yasaktır. Biz size filsiniz, fil olacaksınız, dedik ama, böyle o küçücük kıçınızı ağaçlara süresiniz durmadan, durmadan, deme dik. Bu bÖyle giderse, kıçınızı sizler ağaçlardan çeke mezseniz. kim, kim çalışacak da bize bal özü, çiçek özü toplayacak? Siz bu fil huyundan vazgeçmezseniz, ben de, . filler de siz de aç kalacaksınız. Ol sebepten, kıçla rını ağaçlara sürerek -uyumak yalnız asıl fillere malı sustur, sonra fil olmuş kannca filler için değildir. Eeeey karınca fil kullanın, size kesinlikle buyuruyorum ki, he men . şimdi; şu anda bu fif huyunuzu bırakıp, kıçları nızı ağaçlardan çekip kentlerinize gideceksiniz. Sultan Löyle buyurdu, sultan böyle buyurdu, .duyduk duyma dık demeyin. n · · O kadar mestti ki karıncalar, hüdhüdler başının bu çağrısına kimse en kuçük bir tepkide bulunmuyör du. Ona dönüp bakmıyorlardı bile. ((Sultan diyor ki,n diye bas bas bağırıyordu hUdhüd ler başı. ((Yüce sultanımız diyor ki, onlar fildirler de dim ama kıçlarını ağaçlara sürecek kadar fil olacaklar demedim. Bal özü, çiçek özü, çekirdek özü · yiyecek ka dar fil olacaklar demedim. Onlar tildirler ama, boylan kadar fildirler.ı> Orman baştan aşağı uğuldadı: ((Biz filiiilz! ıı «Biz filiiiiz! ıı c( Biz filiiiiüz ! » ((Siz filsiniz ama, boyunuz kadar,ıı diye bağırdı b<.r razanıyla ulukepez. <(Boyumuz, boyumuz, boyumuz kadar.» cıBiz filiz, filler gibi filiZ.» uFiller gibi filiz.ıı ccFiller gibi.ıı ccFilsiniz filsiniz ama. . . Sultan · kesinlikle buyruk saldı size. Yarın sabaha kadar kıçınızı bu ağaçlardan çekmezseniz, sultan da sizin üstünüze, ormana, dünya ya yıldınmını atacak, o da sizi kavuracak, yakacak, kül edecek. Siz hiç yıldınm ne demektir, biliyor musunuz? Sultanımızın buyruğu kesindir. Kıçlannızı ağaçlardan çekeceksiniz. ıı c(Biz filiiiz,ıı diye gene uğuldadı orman. Hüdhüdler başı bu kez sarıca kanncı;ı.lara seslen di. Onlar da: ciBiz filÜiiz,ı) diye karşılık verdiler. Vay anasını, dünya değişmiş, o sümsük, hayın, kötü sancalar bile, biz filiz diye dayatmağa başlamışlardı. . · Bu sefer dallardaki hüdhüdlere döndü, hepsinin de kıçı kavlamış, ayna gibi, bir tuhaf, durmadan kıçlannı dallara sürüyorlardı. ccSize söylüyorum sultanımızın buyruğunu, hüd hüdlerim. Hiç olmazsa daha siz fil olmadınız, siz de be nim gibi daha kuşsuİıuz, değil mi?ıı «Biz filiiiiz! ıı diye bütün orman baştan sona, uçsuz bucaksız öttü. ccBiz filiiiz ! ıı · Ulukepez daldan dala uçup büiün kanncalarla, hüd hüdlerle konuştu. Hiç birisini kandıramadı. Hiç birisini fil olmadıklanna, olamayacaklarına, inandıramadı. Na sıl inandırsın, kendi de, hüdhüd kuşlannın başı uluke pez de fil olduğuna, hem de nakışlı, güzel, parlak, renk renk, cümbüşlü bir fil olduğuna inan;ıyordu. En küçük 99 bir fırsatta da hemen kıçınl bir dala dayayıp kaşınıyor du, kaşınıyor bağınyordu: ııSuıtanın - buyruğunu diniemiyor musunuz?>� Kimse ses ve!miyordu. Ne bir tek karınca, ne bir tek hüdhüd. Bir küçücük sanca bile ona karşılık ver miyordu. «Yarın sabah yıldınm, sultanın yıldınmı . . . Hiç bir canlı kalmayacak. Tekmil yaratıklann kökü kuruya cak.ıı Ormandan bir kaşıntı hışırtısından başka. hiç bir ses gelmiyordu. Ulukepez inatla, kendini de inandırarak, kuşlarla, kanncalarla durmadan iki gün üç gün konuştu, buyruk dedi, yıldırim, ateş, su, dedi, sultan tekmil yaratığın kö künü, dedi, hepinizi, dedi, öleceksiniz, dedi. Taşta ses vardı, karıncalarda, kuşlarda ses yoktu. Sonra birden, derinden, boğuk, kalın bir uğuıtu or manı doldurdu: «Sultanlar sultam sultanımız her şeyimizi elimiz · - .. den alır da, filliğimizi elimizden a.lamai. Kaşınmamızı elimizden alamaz. Şu darı dünyada bir kere fil olduk, onu da sultana şaha vermeyeceğiz. İşte böyle kıya.me te kadar götümüzü kaşıyacağız.» Uğultuda.n sonra da ormanı bir kaşınma hışırtısı aldı. Hüdhüdler başı uçtu, konuştu, yalvardı yakardı, korkuttu, artık bundan sonra kimsenin ağzından bir söz cük bile alamadı: Yanındaki hüdhüdlerle birlikte sulta na geldi. Sultan onu günlerdir, kulağı kirişte, yemeden içmeden, uyumadan bekliyordu. «Ne oldu?» diye sordu hemen. «Hiç bir şey olmadı,» dedi hüdhüdler başı. «Hiç bir şey. Ben böyle bir şey görmedim. Belki dünya kuruldu ğundan beri şu yeryüzünün üstünde uçanm, bunca in- 100 san, bunca yaratık gördüm, bunca yaratıkla · ya ş adİm . ben böyle bir şey görmedim. Bu fi1 olmak da ne yaman bir işmiş ki hiç kimse kıçını ağaçlardan çekmiyor. Ne kanncalar, ne bizim kuşlar, ne de sarıca karıncalar, hiç kimse. Öyle mestolmuş gitmişler ki . . . Buyruk, declim, yangın, yıldınm, dedim. Daha neler neler söyledim on lara sultanım, boş veriyorlar. Hiç bir kanncanın, kuşun tüyü bile kıpırdamadı. GÜnlerce cebelleştim de onlarla yalnız ağızlanndan . birkaç sözcük alabildim. önce hep bir ağızdan, biz filiz, biz filiz, dediler, sustular. Sonra da, tam üç gün sonra da, sultan bizim elimizden her . şeyimizi alır da filliğimizi alamaz, dediler. Blz filiz, fil kalacağız. Bu dünyaya fil geldik, fil öleceğiz. Şu · dan dünyada bir kere fil olduk, dediler; Bundan sonra da onlara ne söyledimse bir daha onlardan bir karşılık ala madım Bütün kanncalar kuşlar sağır dilsiz kesilmiş lercfi. O sümsük sarıcalar bile . . . ıı Sultan: cıSen nasılsın?ıı diye birden , beklenmedik sordu ulukepeze. ((Hiç sorma,» dedi kuş. uBenim halimi hiç sorma. Bir yerde bir ağaç, dal, çalı görmeyeyim uçarken, ko narken, hemen vanyorum ona başlıyorum kıçıriıı sür meye . . . Hiç bir şeye yanınıyorum da sultanım, bunca yıl fil olarak yaşayamadığıma yanıyorum.» ccVah vah,» dedi sultan. ((Vah, vah vah ! ıı ıcÜzülme sultanım, ben du rum umdan dolayı çok kı vançhyım,» dedi kuş. uBu fillik, fil olmak ne yaman, ne güzel bir şeymiş de sultarum, biz bilmiyonnuşuz . . . ıı << Şi m di seni yıldınmım içine atsam . . . ıı ıc Vazgeçernem filliğimden sul tanım.» ((Kanatla�ı kırsam, koparsam . . . » uVazgeçemem filliğim�en sultanım.» ıcİki gözünü birden çıkarsam . . . » 1 01 ı <bir tek hüdhüd kalmasa . . . » «Vazgeç_emem, hiç kimse de fillik tadını almış, bu yüce tada vararak mestolmuş hiç ki!TISe de filliğinden vazgeçemez sultanım,)) dedi kı.,ış, öğündü. « y ay be, fil olmak da neymiş be ! ıı Durdu, azıcık utandı, sonra da çabuk çabuk: ccBana azıcık izin sultamm.» Hemen uçtu vardı çınara, kıçını hızlı hızlı ağaca sürdükten sonra geri geldi. Sultan: cc Anladım, ıı dedi güldü. Ve bÜtün bunlar sultanı derin derin düşündürdü. Enayilik etmişti, hem de enayiliğin büyüğünü. Ne de mişti de kanncalara, kuşlara her biriniz birer filsiniz, filler karıncalann, kuşlann soYtından gelir, demişti ! Al şimdi ayıkla pirincin taşını, al bakalım, çık bakalım bu işin altından. . . · ccNe yapacağız, ulukepez kardeşim?» «Bunun hiç bir uman yok, sultanımız. Hiç bir uman . . . Kıyamete kadar hüdhüdler ve kanncalar fil kalacaklar.>> ccAma onlar fil değiller ki . . . » «Fil oldular, suıt anımı z. Sen onla�ı fil yaptın ya . . . » ccFil yaptık onlan aaah, kendimiz fil yaptık şu ka- darcık karıncalan, aaah, fil yaptık, kendi çorab ımızı , kendi başımıza kendi elimizle biz ördük. Eee, ne ola cak şimdi?» cı!Iiç bir şey olmayacak.» ccKıyamete kadar böyle ıİli? ıı _ ccBöyle sultanımız, ağaçl arın altında yumak y uma k kanncaln, üstünde küme küme kuşlar, kıçlan ayna gibi açılarak k.aşın ha kaşın edecekler.» 102 «Biz ne yiyeceğiz o zaman, biz soylu filler? Siz ne yiyeceksiniz o zaman, siz soylu kuşl�r, fillik öğrettik , ama karıncalara, kötü fillik; fii yaptık onlan ama, bin diğimiz dalı kendi elimizle kestik. Bana kim saray ya pacak brmdan sonra, kim _ ambarlarımı bal ozü, çiçek özü, çekirdek, böcek özüyle dolduracak, kim? Aaah, bir bulup da bir yitirdiğim karıncalanm, aaah l Söyle, hüd hüdler başı, biz ne yaptık böyle, biz kırmızı sakallı mendeburdan korkarak ne yaptık böyle, ne yaptık? Ne çabuk da inandılar o küçücük şeyler fil olduklarına . . . Ne de hazırlafmış fil olmağa. Ben ne bileyim ben . . . Ben biliyordum ki, kadim gelenekti ki bu, onları fil gibi fil değil de, fil yapmadan, karıncalıklannı unutturmadan sonuna kadar güçle buyruğumda tutamazdım. İnsan lardan öğrendim bunu. Onların her buluşu iyidir diye, işte bak, başıma öyle bir işler açtım ki ne işler, ne işler ki ne işler! Silah geriye tepti. Ben onlara karıncalıkla rıJ?-ı unutturayım derkeıı . . . Aaah, şu insanlar yok mu, yok mu ! » «Kurnazdır1ar,» dedi hüdhüdler başı. ccO insanlar yok mu, çok kurnazdırlar. Onlarla çok yaşadım, onları yakından tanıtım.» < «Çıkmazlar,ıı dedi ulukepez. «İnsanlar karıncalara siz filsiniz demişlerse, üç yüz yıl bor azan çalarak ka nncaları bir gün fil olacaklarına inandırmışlarsa bun da bir iş_ . var.» «Öyle mi?» diye sordu sultan . . «Bunda bir iş var,ıı dedi kuş. <<öyleyse · düşünelim, » dedi sulta�. ccOlur,ıı dedi kuş. «Hele ben gideyi.m şu dala kona yım da kıçımı bir iyice kaşıyayım. Kıçımı kaşımadan hiç düşünemez oldum, sultarum.n 1 03 <•Tuhaf,» dedi sultan. «Ben de öyle. Haydi git kaşı da gel. Yok yok, bak, gel benim ağacıma kon, sen yu karda, ben aşağıda kaşınalım. Ve hem de kaşınarak dü şünelim, olur mu?ıı «Çok güzel,ıı dedi ulukepez. Altta sultan kıçını ağacın gövdesine vermiş, yukar da kuş arkasını bir dala dayam�ş. durmadan gidip ge liyorlardı. Uzun bir süre sonra, birden keskin bir sevinç çığ lığı kopardı sultan: c(Çabuk gel, çabuk gel,ıı diye de kuşu çağırdı. Kuş hemen yukardan aşağı uçup indi. «BUyur sultanım.)) «Tamam,)) dedi sultan. «Oldu. Bu kadar telaş et memize hiç gerek yokmuş.>> «Nasıl?ıı «Karıncalann yiyecekleri var mı kentlerindeki am barlarında? Bütün topladıkları yiyecekleri bana taşıma dılar mı? Bunca zaman saray, taht işinde çalışmadılaı: mı? Kendilerine yiyecek taşıyacak vakitleri oldu mu?ıı «Olmadı,>> dedi kuş. ııAmbarlannda bir damlacık yiyecekleri yok.» ııŞimdi iyi, daha karınlan tok. Oradan buradan bi razcık da yiyecek buluyotlar. Kış gelip de kar yağınca, kış gelip de dünyada hiç bir böcek, çiçek, buğday, çe kirdek kalmayınca . . . » · ıcKalmayınca,ıı dedi kuş, «ne yapacaklar?, ((Ne mi yapacaklar, açlıktan kınlacaklar,. AÇ kalın ca da hemen fil · olmadıkl a rını aniayıp karıncalıklannı, kuşluklarını anımsayacaklar, ondan sonra da ölüm be dene gelince bana gelip yiyecek isteyecekler . . . Ben de . . . ıı Çok korktu kuş: ıcBen kıçımı hep kaşırsam, hep fil olarak kalırsam, bana bir şey yapmazsın, değil mi?ıı diye yalvardı. 104 <«Sana hiç bir şey yapmam, istediğin kadar da yiye cek veririm. Sen istediğin kadar kıçını sür ağaçlara, sen bir filsin.ıı «Kuşlanm?ıı ııOnlar da birazcık fil.>> «Olsun olsU:n,>1 diye coştu hüdhüdler başı. <«Biraz cık fillik yeter onlara. Ya sarıca karıncalara ne diyor sun sultanım, onları bırakır da tillikten ata.rsak, zaten kanncalıktan çıktılar, öyle ortada kalırlar. >> «Onlar da birazcık fil olup, kıçlarını senin kuşlar gibi yılda bir ay kaşıyacaklar, olur mu?n <ıOlur,>l diye seyindi hüdhüdler başı. Sevincinden o dala konup ondan kalkıyor, o daldan kalkıp ona konu yordu. ııSen bütün yıl hiç durmadan iyi bir filden de, ben den de daha çok kıçını kaşıyabilirsin.» ııSağol, varol sultanım. Şimdi kanncalar kış gelip aç kalınca . . . » ııBekleyelim,>l dedi sultan. cıKıçiarını kaşımaktan vazgeçmesinler de göreyin onların kıçlanru . . . 11 KıŞ geldi, kar bastırdı, karıncalar kuşlar daha or manda kı�lannı bıkmadan usanmadan ağaçlara sürü yorlardı. Hüdhüdler başı da birkaç güne .bir sultarun sarayından karmca ülkelerine, ormanıara uçuyor, on larla hiç konuşmadan yukardan ormanlan seyreyliyor. geri sultanın sarayına dönüyor, gördüklerini ona en kü çük ayrıntısına kadar söylüyordu. Ve sultan gelecek gü nü sabırla bekliyordu. Karıncalar yerde, kuşlar dallarda birden farkına vardılar ki üşümüıjler ve hem de �çlar. Kuşlar hemen uçup yuvalanna gittiler, sultanın onlara verdiği arn barlardaki yiyecekleri yeyip keyiflerine baktılar. Kann- 1 05 calarsa ilkönce şaşınp ormanda oraya buraya başvur mağa, aranmağa, yeni doğmuşcasına doğayı koklamağa başladılar. Ağaçlara tırmandılar, sıvandılai, yapraklan kokladılar, bıyıklannı biribirierine ' sürterek uzun uzun konuştular, baktılar ki aç biilaç ortalıkta kalmışlar; Sürüler halinde karıncalar birkaç gün ornianda dalga landilar durdular. Açlık öylesine vurmuştu ki başlarına artık ne (il ol dukları akıllanna geliyor, ne ağaçlara kıçlannı sürmek. Yaşlılar, çocuklar açlıktan yürüyemez olmuşlardı. Tuhaf karınca ortaya atılıp: < du?» diye soruncaya kadar kanncalanrr bu şaşkınlıkla rı sürdü. < bizler fil olmadan önce?ıı < <<Öyleyse günlerdir bu ormanda ne dolanıp duru yoruz?ıı <(Gerçekten,ıı dediler, «ne dolanıp duruyoruz bu or man çıkmazında?ıı < ıı · . < <0>01> Download 60.22 Kb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling