Filler Sultani
Download 60.22 Kb. Pdf ko'rish
|
· Dışanya çıktılar, alandaki yam�çlardaki kannca- 114 lardan ses çıkmıyordu, kanncalar ölü gibi, taş gibi sus muşlardı. Sultan, alanın üstbaşındaki kayanrn düzlüğüne çık tı konuşinağa başladı. Bütün düşündüklerini açık açık onlara söyledi. Onlann, olurlarsa ancak kannca kadar fil olabilecekleri üstünde özellikle durdu. Her sözünün başı bu kadim gerçeği söyledi. Durmadan yineledi. Ka - · rıncalardan, bu korkunç kıvıltıdan ses sada çıkmıyor du. Kıpırdamıyorlardı bile. · Sultan da hırsla, öfkeyle durmadan konuşuyordu. Konuştu konuştu, sonra da yoruldu. Belki de bütün ka nncalar ölmüştü. İçine acı bir küşüm geldi çöktü otur du. uÖlü müsünüz, ölü müsünüz?ı; Sesi dağlan gümbürdetti, gene kanncalardan hiç bir ses gelmedi. Hüdhüdler başı: «Dinle sultanımız,n diye onun yelken kulağının içi- ne doğru uçtu. · iıNe var?ıı ııDinle bak kanncalardan ses geliyor.ıı ııBir uğultu duyuyo rum. Ne diyorlar?ıı «Dinle sultanımız, dinle. Sesleri yavaş yavaş yük seliyor.ıı u Duyuyorum, duyuyorum . . . ıı «Açız, açız, açız. o o Buğday istiyoruz. Buğdayımız yok.» ııBal özü, çiçek özü yiyin siz de ! ıı ııBuğday istiyoruz, buğday . . . ıı uHüdhüdler başı yanıma gel . . .» «Buyur, geldim sultanım.ıı uŞunlann ululanm al da kanatlanna, yanıma ge- tir.ıı · Ulukepez aşağı indi, kanadına tuhaf kılıklı kann- 1 15 cayı, öteki ileri gelen ka rı ncal a n aldı, sultanın g özl eri nin önüne ge l d i . · Sultan: «Çok üzüldüm durumunuza,ıı dedi. uAçlıktan ölecek hale geldiniz de bana neden gelmedi niz?,, < rahatsız etmek isteme dik. ıı <<Çok incesiniz,ıı diye üzüntülü bir sesle k onuşt u sultan. «Biliyorsunuz, şu dağların altı baştan başa am barla dolu, ambarların içi de yiyecekle dolu . . . Hiç du rum böyleyken açlıktan ölünür mü?u < < ccSağolasımz sultammız . " ununun için de bir tek kO§Ulum var.ıı < «Her kanncaya bu kışı çıkaracak yiyecek v�rece ğim. Onun karşılığında da . . . ,, «Yeter ki ca nımı z ı kurtar, sultanımız, ne istersen yapacağız. , «Onun karşılı�nda da her karıncadan bir kıimızı sakallı kannca ölüsü isterim, dirisi olursa daha iyi Ölur. Kırnuzi sakallı topal karınca sağsa eğer, onun ölüsüne ya da dirisine . bir ambar dolusu çiçek özü, bal özü, çe kirdek öz4 vereceğlm.iı < i çimizde . . . » «Kırmızı sakal olmak olasılığı olan her ka nncay ı da kırmızı sakal sayabilir, ya dirisini ya. da ölüsünü ba na getirebilirsiniz. Böylece de kırmızı sakallılan, kırmı zı sakal gibi düşünebilme olasılığı olanların kökünü ka zımış oluruz . • , «Olur suıtanımız,>• dediler, «bu önerinizi kai'ınca- 1 16 lar ulusuna söyleyelim bakalım ne diyecek1er. Bizi gö tür, hüdhüdler başı.n Ulukepez hemen yukardan aşağıya süzüldü, sırtın daki kanncalan alana, öteki kanncalarm arasına bırak tı, suitanın yanına geri döndü. Beklediler, aşağıdaki alan dan� y ama çlardan sonsuz bir uğultu yayılınağa başladı ortalığa. Uğultu uzadıkça uzuyor, sultan sabırsızlaruyordu . «Git bak, şu lanet kanncalar. ne yapıyorlar, böyle niye uğuldaşıyorlar,)) diye ulukepezi oraya altı kere yolladı. Altısında da, ııhiç bir şey anlayamıyorum uğultuların dan, tuhaf kılıklı kannca.yla arkadaşlannı da bulamı yorum, sultanım,ıı dedi. Sultan, filler ne kadar iri olsalar da, karıncalar ne · kadar korkaksalar da, onlardan çekiiıiyordu. Bu dünya nın ortasındaki mavi elmas kayasını çıkartanlar, saray yapanlar, şu dağıann altını yiyecekle, balla, buğday, çe kirdek, çiçek özüyle dolduranlar isteseler, azıcık dü şünseler, yürekli olsalar, neler neler yapmazlardı ki bu dünyada. Kendi ağırlıklannın üç, dört mislini kaldıran lar bu kanncalar değiller mi? Onun için bu kanncalan yönetmek için çok feraset, bilim gerekiyordu. Kannca lardan faydalanmak, onlan yönetmek, kaba güçle ola cak iş değildi. Onlan ne aç bırakacak, ne çok doyura caksın. Ne çok yoksul, ne çok zengin olacaklar. Onlan düşündürmemek için her bir şeyi yapacaksın. Kannca lığın huyunda başkaldırma, değiştirme, kırmızı sakallı olma huyu vardır. Onlara gece gündüz til olma düşü kur ctu rman ın yolunu bulacaksın . . . Onlara böylelikle kann calıklannı unutturacaksın . . . Onun için de yeni biçim ler, yöntemler bulacaksın. Daha böyle çok · şeyler düşünüyordu ki su ltan, ka nncalara son bir daha giden hüdhüdler bc;l oradan 1 17 döndü, bu anda da · kıvıl kıvıl etmeğe başlamış karınca lardan gelen uğultu kirp diye kesildi. ((Ne oldu?» diye korkuyla sordu sultan. ((Kanadımdakilere sor,» dedi ulukepez . . ((Biz kırmızı sakallılan bulamayız, dediler kannca l _ ar,)) dedi tuhaf kılıklı. ((Delirmiş kanncalar. Biz bir lokma ekmek için, bulsak da, kırmızı sakallılan öldü . remeyiz, dediler. Ne yapalım, kendi düşen ağlamaz. Var sm acından ölsünler onlar da, ne yapalım, ulu sulta nımı z . . . » ((Siz karnınızı doyurun da . . . Kaç kişisiniz orada, hüdhüdlerin kanadında?>� ((Çoğuz,ıı diye karşılık verdi tuhaf kılıklı kannca. Sultan : ((Al bunları birinci bal özü ambarına götür,ıı dedi �lukepeze. ((Başüstüne,» dedi kuş, hemen ambara uçtu. Birinci bal özü ambanna inen kanncaların ululan, aç gözlülükle saldırdılar bal özüne, bir yediler, bir ye diler kannlarını davul gibi şişirdiler. Bunların karın larını bal özüyle şişirdiklerini kannca uluslan anın da duydular, ululara da fillere öfkelendikleri gibi öfkelen diler · d oyuran ulular, kanncaların arasına döndüğünde ötekiler onlara hiç bir şey bilmiyorlarmış, hiç bir şey olmamış gibi davrandılar. Sonra sevinç için de birden canlanıp: ((Gidin sultana · söyleyin, her biri miz bir kırmızı sakal getireceğiz,)) dediler. «Getirip, sul tandan yiyeceğimizi alıp açlıktan ölmeyeceğiz.)) Hemen o anda ulukepez alana gelqi, ululan kanat� lanna aldı havalandı. Ulular olanı biteni file söylediler, fil kullannın bu davranışından derecesiz kıvanç duydu: ((Kanncalar akıllandılar,ıı dedi. Ve kanncalar bu kesin kali,lrlanndan sonra �O§U şarak kentlerine doluştular, hemen sarıca kanncalar 118 avına giriştiler, aralannda ne kadar sanca kannca var sa hepsini teker teker yakalayıp · sakall annı kınnızıya boyayıp öldürdüler. Öldürdükleri bu sakalı kırmızıya boyanmış sanca karıncalan da sultana götürüp yiyecek aldılar. Sarayın önündeki alan, sultamn has bahçesi, ya maçlar, koyaklar, kayalıklar kınnızı sakallı kannca ölü leriyle doldu. Her kannca ölüsü geldikçe, sarayın önünde dağlar gibi kannca ölüleri yükseldikçe sultan sevincinden gö bek at�yor : «Ne kadar da, ne kadar da çokmuş bu kırmızı kann calar, bu öldürme işini akıl etmeseydim, yanmıştık, yan mıştık,» diye sevincini söylüyordu ulukepeze. Ne kadar şanca .kannca varsa o yıl kanncalar hep sini yakalayıp sakallannı kınnızıya boyadılar, sonra da onlan öldürüp, ölülerini suıtana götürüp yiyecek aldı lar. Bir kanncanın beş, altı, on sanca kanncayı kınnı · zıya boyayıp suıtana götürdüğü, karşılığında o kadar yiyecek ald.ığı da gerçekler arasındaydı. Bir gün de genç bir kannca topluluğu yaşlı ulular dan birisini yakalayıp iki ayağını kırdılar, sakalım kır mızıya boyayıp öldürdüler, ölüsünü sultana götürüp, «işte kınnızı sakallı topal kannca budur,ıı dediler. Sul tan hemen hüdhüdler başını çağırdı, ''bak şu ölüye,ıı dedi, ııbu mu topal kannca?ıı Ulukepez uzun uzun ölü kannc ı;ı.nın yöresinde çevrindikten sonra. «Bilmem ama, ölü d�şir ama, · bu yaşlı karınca nın ölüsü o topa! kanncaya çok benziyor,ı) dedi. ((Bu ka rıncalar da · o kadar biribirierine benziyorlar ki, sulta nıın, sancasını karacasmdan ayıramıyorsun . . . Mavice sini alacasmdan ayıramıyorsun. Bu delikanlılar yalan söyleyecek değiller ya, işte bu yaşlı kanncanın ayağı da topal, sakalı da kıpkı rmızı .>> '119 Sultan çok sevindi : ((Bu delikanlılara üç tane çiçek özü amban açın,ıı diye buyruk verdi. "İksir de verin onlara ki esrikleş sinler.ıı Delikanlı kanncalar üç ambann üçüne de birden dalıp bir . : iyice doyduktan sonra, arnbariann geriye ka lanlarını kente taşıdılar, bu çiçek özlerinden hekimler hasta kanncalara ilaç yaptılar. Ne kadar hasta karınca varsa ülkelerde kentlerde kurtuldular. Bir ara sultan, ulukepeze, aklıl)a düşüp, sanca ka rıncalan sordu : < küs müş olmasınlar?ıı Bunca deneyden geçnliş, gün görm\1§, ömür geçir miş hüdhüdler başı bile bu tepeden inme soru karşısın da bocaladı. Ne diyebilirdi sultana? ı nin o kannca kullann var ya, senin sanca kullarını ya kalayıp yakalayıp sakallannı kırıiU;!Ya boyadılar, son ra da öldürüp sana getirdiler, karşılığında da senden yi yecek aldılar,>> diyemezdi. Sultan öfkesinden deliye dö ner, o öfkeyle birlikte kannca ülkelerine filleri salar, klzgın filler ezmedik, öldürmedik bir tek kannca bile bırakmazlardı. Filler de hüdhüdler de _aç kalırlardı ka rıncalar olmayınca. Sultan, boşu boşuna aklına bu kadar takınıştı kır mızı sakallılan. Boşu boşuna sorun yapıyordu becerik siz serserileri . . . Kanncalarıİl. ellerinden kurtulan boya lı sakallı sancalar çoktan kaçmış gitmişler, onlann ara sına kanşmışlardı. ötekiler de bir iyice yutmuşlardı on lan. Onlan · alaya. vala ile düğün dernek, şölen toy kar şılamışlardı. İş�& � bu yüzden de biribirierine düşmüş lerdi kırmızı sakallılar, biı:fpirlerinin gözleı:lıll oyuyor lardı. Sarıca karıncalar da aldıklan emir üzre onları 120 daha da biribirine düşürecek, onlar da biribirlerinin gözlerini oyarak, biribirlerini öldürerek tükenecekler di. Sultan boşu boşuna bu kırnuzı sakallardan dolayı bu kadar korkuyordu. Onun korkusu değil miydi ki bun: ca sanca kardeşin öldürülmesine sebep olmuştu? cıSanca kanncaların hemen hepsi sultarum, kırnu zı sakallılar ülkesine gitti. &ı.kallannı boyayıp kırmızı kannca donuna girdiler. Orada ne kadar kırmızı sakalı kalmışsa geriye kalanını da onlar yakalayıp sultammı za getirecekler.» ıcİşte bu iyi,» diye gürledi sultan. «Bugün bütün kırmızı sakallann tükenmeleri onuruna, hiç bir kırmı zı sakallı kalmamacasına öldürülmeleri mutluluğuna seninle sabaha kadar içeceğiz. Hem içeceğiz şürada, şu çınann altında, hem de kıçımızı kaşıyacağız. Kı rmızı sakallı topal kanncanın ölüsünü getiren delikanlılan da al getir buraya hemen şimdi, onlara da bir diyece ğim var.» Ulukepez yanına beş hü�üd daha aldı, uçup karın calar ülkesine yıldırım gibi vardı delikanlılan aldı ge tirdi. Sultan: «Gelin şuraya,» dedi. cıSize fil rütbesi verdim. Si zin iyi bire}," til olmanız için de til olma okullan açıp sizi fil gibi fil yapacağım. Şimdilik kannca gibi fil ola rak kalacaksınız yazık ki . . . Ama bugün, bu gece benim le birlikte kıçınızı §U çınann gövdesine �ürüp kaşıy a - _ cak, filliğin yüceliğini ta yüreğinizin kökünde duy�cak sınız.ı> Sultan, hüdhüdler başı, hüdhüdlerin öteki uluları, delikanlı kanncalar, yani topal demirelnin kanlılan sa baha kadar içip eğlendiler ve kıçlanru çınar ağacına da yayıp sabaha kadar sürdüler, kaşındılar. Ve yeni fil olmuş delikanlıüu, gerçek topal kannca- 121 yı sultana getirmeyip, düzmece bir topal kannca getir diklerinden dolayı filllklerinden utanıp asıl kırmızı sa kallı topal kanncayı yakalayıp, diri diri sultanianna getirrne ğ e aralannda ant içtiler. Artık onlar fil olmuşlardı, hem de dünyalar sulta nıyla birlikte içecek, onun toyuna katılacak kadar fil olmuşlardı. Okula da gidip bir iyice fil gibi, fil kadar fil olacaklardı, böyle kannca kadar fi1 de ğ il . . . Yani ar tık bir yaşlı, topal, beli bükük demtreiyi de bulup sul tana alıp getirmek iş miydi? Aynlırken sultan onlan kutsadı, ellerine de birer «fil oldu)) beratı verdi. Bu onun şimdiye kadar verdiği ilk ccfil olduıı beratıydı. 122 1 Kırmızı sakaUı kl!:rıncaların . saklandıkları S(l.rp kayalık ülkede birbirlerine düşüp, hiç bir iş gÖ'i11reden biribirlerinin gözlerini oyup, azgın filleri, filler sultanını, kur1ULZ hüdhüdlen, fillerin tutsağı olmuş, üstelik de kendilerini fil S(l.y(Jn ulusdaşl(ırını unuttuklarıc!ır. Bakallan kırmızıya boyanmış sanca kanncaların ölümden kurtulan bir bölüğü dağlara kaçmışlardı. Mu rat!an kırmızı sakaiii kanncalan bulup onlara kanş maktı. Ama nerede bulacaklardı topa! kanncayı? Koca filler sultanı filler sultanıyken bunca zama n a ramı ş da kırmızı sakallardan en küçücük bir ipucu bile elde ede memişti. · Sanca karıncalar kı rmızı ya boyanmış tuhaf sakal lanyla korkudan gözleri dışanya uğrayıp pörtlemiş, o dağ senin, bu. tepe, kayalık benim, aç, yorgun dolaşı yorlardı. Perişandılar, bitkindiler. Başianna gelen bela nın ne olduğunu daha yeni yeni anlıyorlardı. Nasıl bir hışma uğradıklannı anlayabiltnişlerdi ya, iş işten çok tan geçmişti. Şimdi dönseler de sultana kanncaların · kendisine ne biçiı� bir oyun oynadıklarını, kırmızı sa kallıların yerine kendilerinin sakallarını boyayıp ölüle rini ona. verdiklerini, karşılığında da ambarlar dolusu yiyecek ald.ık1annı, onu kandırdıklarını söyleseler yer 123 yerinden oynar, sultan yeryüzünde ne kadar kannca varsa kökünü keserdi. Keserdi ya, bu boyalı k ınnızı sa kallarla sarıca olduklarına kimi, nasıl inandınrlardı? Bir de yollara beliere düşmüş sancalan fellik tellik ara yan, kanıarına susamış kanncaların ellerinden canlan nı nasıl kurtarabilir de sultanın yanına ulaşabilirlerdi. İyisi mi, nasıl olsa sakalları kırmızıya boyanmıştı, kır rnııı sakallara karışır, bu sancalann öcünü bunlardan · alırlardı. Onlara yapılanı, bu dünyada bir yaratık baş ka bir yaratığa layık görememişti. Nasıl korkunç, iğ renç bir kıyıma uğramışlardı, filler bile kanncalara, öteki karıncalann sarıcalara yaptıklarını yapmamışlar dı. Bin yıl geçse de o günü unutmayacaklardı. Göz açıp kapayıncaya kadarki bir sürede, sakalı kırmızıya boya rup öldürülmemiş, �ldüıi,ilüp sultan sarayının alanına atılmarriış bir tek sarıca kalmamıştı. Bunlar da canla rını nasıl kurtarmışlardı, hiç birisi o anı bir türlü anım sayamıyordu. Bir şe f i iyice anımsıyorlar, bir çınar ağa cının kabuğunun yarığında üç gün kaldıklanriı, sonra bir yoğurt çanağına 'üşüştüklerini, sonra. da arkalarma bakmadan dağların yolunu tutup hiç bir kanncaya gö zük.meden buraya geldiklerini . . . Ala şafaktı, öteki koyaktan buğulu, ince bir suyun sesi çığı! çığıl ediyordu, kanncalar uyanmışlar, ayakla rıyla gözlerini sıvazlıyorlardı. Birden, suyun ardından bir ses duyup irkildiler. Bu gelen ses gür bir kaniıca sesiydi : ıcTeslirn, teslim, teslim olun,» diye yırtınırcasına bağırıyordu ses. 11Teslim olma zsan ız yakanm. Çıkın or taya, bizim bıyıklanmız öylesine koku alır ki, kırk gün lük yoldaki kanncanın kokusunu ·alırız. Teslim, çabuk teslim olun da ca nınızı kurtann.ıı Kırmızı sakallı sarıca karıncalar: uEyvah,» dediler, ıceyvah ki eyvah ! Tatlı canı kurtardık sanıyordUk, de- 1 24 rnek ki kaı ıncalar bizi burada da yakaladılar. Şimdi öl dürürler, ölülerimizi de sultana götürürler, bir ambar, iki, üç ambar bal özü, çiçek özü, çekirdek özü alıp bir d oyar lar, bir doyarlar . . . Eyvah, eyvah ki eyvaaah, biz de tatlı canı kurtardık sanıyorduk.ıı Böylece konuşarak, bir kayaya t ırma nıp usulca, ka yanın doruğundaki bir yanğın içine doluştuhır. Yan ğın ağzını bir sütıeğen çiçeğinin mavisiyle örttüler: Az sonra baktılar ki yanlarında yörelerinde kum gibi kanncalar kaynıyor, ne görsünler, bu kanncalann hepsinin de sakalları kırmızı. Ölümden kurtul manın se vinciyle birden yanktan fırlayıp kırmızı sakallılann bo yunlarına atılıp ağlamaya başladılar: ((Ah ah, aaah, kırmızı sakallı kardeşlerimiz, bir bil seniz neler geldi başımıza, neler! Bizim başımıza gelen ler pişmiş karıncanın başına gelmedi. Bizim başımıza gelenler insanoğlunun başına gelmedi. Bizim başımıza gelenler . . . ,, rima yı kesin de, kimsiniz, necisiniz bize onu söyleyin.n ötekiler, uzun uzun onlann sakalları üstünde arll§ tınna yaptıktan sonra duclak büktüler: «Siz kırmızı sakaısınız kırmızı sakal olmaya ya, ne biçim bir kırmızı sakalsınız, bir türlü anlayamadık.�t Kırmızı sakallı sancalar oraya, yanğın �a otu rup olanı biteni, kanncaların açlığını, açlıktan dolayı kırnıızı sakallılan sultana nasıl teslim ettiklerini bir bir anlattılar. c(İşte biz de canımızı kurtardık, kendimizi dağlara zor attık. Bütün ülkelerin karıncalan düşmüşler orta lığa . yazı yaban, dağ bayır kırmızı sakal anyorlar. Kır- . 125 mızı sakallann büyük bir çoğunlu�u sakallarını hemen kestiler ya, gene de tanı nma ktan, öldürülüp sultan sa rayının avlusuna atılmaktan kurtulamadılar. Kannca lar, kırmızı sakal başlarından sultan sarayı önünde t.e peler yı�dılar. . . Ah, bu gözler neler neler gördü, aaah neler! Dille anlatılmaz, destanla söylenemez . . . Hiç bir kannca ülkesinde artık hiç bir kı rmızı sakal bulamaz sınız. İşte biz bu dünyadaki son kırmızı sakallanz ki, başımız olan kırmızı sakallı topal kanncaya gideriZ,>> dediler, çok zarılık eylediler. öteki karıncalann başı, beresinin önünde bir yıldız olanı kuşkulu konuştu: ııKırmızı sakaısınız kırmızı sakal olmaya ya, sizler bir tuhaf kırmızı sakalsınız, bizlere hiç benzemiyorsu nuz. Kanncalara <:fa hiç benzemiyorsunuz. Bana öyle geliyor ki, siz ayrı tuhaf bir soysunuz ama anlayama dım, kimsiniz, necisiniz?ıı diye sordu. ((Biz mi, . biz mi,» diye b�nştılar, ııbiz mi? Bizim kanncaya benzer halimizi mi koydular?» ııBizi zindami attılar.» ccBizi gerimizden şişirdiler.» nBir şişirdiler ki, her birimiz birer til kadar olduk.)) ıcBir şişirdiler kr bizi, yanmız patladık.» ııMısır patı$ gibi.» uFiller, kanncalar patlayışımızı seyrettiler.ıı < ııÇiftıeşme yerimizi yaktılar.ır ııCopladılar.ıı 110raya elektrik de tuttular.ıı ((Gırtla�ıza kadar topra� gömüp şişirdiler. Göz lerimiz pörtledi.ı. ııYa kırmızı sakal kardeşlerimiz, o karıncalar ki bi._ 1� ze birer işkence yaptılar ki, o ahmak insanlarm insan lara yaptığından da beter.>> ((Bu gözler neler neler gördü, kırmızı saka! kardeş lerimiz, siz ki hiç bir şey görmediniz, bilmiyorsunuz.» ((Bizde kırmızı sakallık hal mi bıraktılar! » uBize neler yaptılar, neler ki ! Değil kırmızı sakala, iyi ki kanncaya benzer halimiz kalmış da bizi kannca ya benzetebildiniz.ıı Kırmızı sakallılar, bu tuhaf kanncaların ba§lanna gelene, durumlarına . çok acındılar, yüreklerinden kan gitti. ((Kanncaların hepsi de fil oldular. Bir iğne ucu bü y�klüğündeki kannca bile kendisini til sanıyor. Bizi av layan karıncalar var ya, işte böyleleriydi.ıı Her §eyi · anlamış kırmızı sakallılar bunlara çok ya kınlık gösterdiler, yiyecek verip yumşak yataklara ya tırdılar, yaralannı sardılar. Sabahleyin uyanınca yarpuz kokulu bir pınann ba şında kahvaltı ettiler. Gerçekten bu kırmızı sakallılar sancalara ' bir kardeş gibi, kardeşten de öte davranıyor lardı. San ca kanncanın en ya§lısı: ııBizi,» dedi, ((kırmızı sakallı topal kanncaya götü rün, ona çok söyleyeceklerimiz var. Karıncalar, bu al çak, bu kırmızı ·sakal düşmanı kanncalar hiç bir za man fillerin köleliğinden kurtulamayacaklar ya, gene de to pal ustamıza birşeyler söylemeliyiz.» «Ah,» dedi alnı yıldızlı kırmızı sakal, ııah kardeş ler, yazık, hiç bir zaman, kıyamete kadar biz fillerden kurtul ama yacağız, aaah ! Gene de varın söyleyin usta mıza. Ne yazık, filler büyük, kanncalar küçük, aaah, ne ne yazık, ne yazık! >> ((Aaaah, çok yazık,» dedi sanca karıncalann yaşlı sı. ııFiller dağ kadar, kanncalannsa her birisi iğne ucu 1 27 kadar, aaaah, çok yazık . . . İçimizde bir tek, başka değil bir tek, bir tek fil ka . dar bir karınca olsaylnış, değil mi?ıı «Yok,ıı dedi içini çok derinden çekerek alnı yıldızlı karınca. ııYok öyle bir karınca, olmayacak da . . . " ııB1r tane olsaydı, dünyanın bütün fillerin! . · · '' ııSuuus,ıı dedi öteki. cıGerçekten, siz burada, bu ıssız dağda . durmuşsu nuz, neyi bekliyorsunuz? " ııBize,ır dedi alnı yıldızlı, ııbize dağgezen derler. Biz dağa çıktık. · Burada filleri bekliyoruz. Topal usta bizim dağa çıkmamızı istemedi. Sizinki hayal, dedi.ıı ııNeden?ıı ııDağda gezmekle filler avlanmaz, dedi. ıı ııSiz ne dediniz?ıı ııBiz avlayacağız, diyoruz.ıı < ııVar, sivrisinek hortumundan oklar.ıı ıcYaaa, iyi . . . ıı ((Bu sivrisinek hortumlanndan yaptığımız okları. burada bekleyeceğiz, gelen filin gözüne . . . " «Filler ağılanıp, sıtmalarup ölecekler.ıı Kırmızı sakallı dağgezen kanncalar coştular, hep bir ağızdan konuşmağa başladılar. ııHer !ilin gözüne bin sivrisinek hortumu.ıı ıcHer sivrisinek hortumunu yiyen fil titreyip oldu- ğu yere, daha ayaktayken ölüp yıkılacak ... ıı ııTopal usta dedi ki, bu olmaz, dedi.>> < ıcNe bildi?ıı ııSivrisinek oku değil file, kayaya, demire, ağaca bile batar.ıı 128 <(Batar,ıı diye bağırdılar bir ağızdan boyalı sakallı sarıca karıncalar. «Fili değil, insanı bile öldürür sivrisinek hortumun dan ok. " ((İnsanları bile,11 diye bağırdılar sarıcalar. <(Bu topal usta iyi, has, akıllı, cin fikirli, namuslu bir kırmızı sakal ama, onun beyni sulanmış, orada, dağ ların ortasında elini kolunu bağlamış, durmadan oku yup düşünüyor. Bir de karınca ülkelerine kırmızı sa kallar göndermiş, her gün dört gözle onlardan gelen ha berleri bekliyor.ıı ((Yanlış,ıı diye bağırdı kırmızı sakal sancalann en yaşlısı. ((Yanlış, o yanlış, siz doğrusunuz.ıı ((Biz doğruyuz,ıı diye bağırdı kırmızı sakallıların al· nı yıldızlısı. ((Bizim yolumuz, oklarımız. · · " · Dağgezen kırmızılar sevinç içinde bağırdılar. Ses- leri dağdan dağa yankılandı : ((Bizim gittiğimiz yol doğruuu . . . ıı ((Bir tek yanlışınız var,n dedi sarıcaların başı. «Nedir o?ıı diye kıpkırmızı kesildi alnı yıldızlı ka- nnca. ((Söyle bana, eeeey işkence görmüş kannca . . . Ba şından işler geçmiş arkadaş söyle, nedir o yanlışımız, söyle ki düzeltelim.ıı «Siz çok gençsiniz," dedi sancaların başı. ((Yoksa çok akıllı, yürekli kişilersiniz. Bu kadar genç olmasaydı nız, şu benim diyeceğimi de akıl ederdiniz. ıı «Ederdik,ıı dedi alnı yıldızlı. «Filler bu kayalıklara çıkamazlar ki ! O yüzdendir ki topal ustamız bu dağlara sığındı. Burada düşünüp de fillen yenecek aklı, feraseti bulacak . . . 11 ((Bunu hiç düşünmemiştik., ((Burada oturup da kıyamete kadar bekle.seniz bir tek filin bile bu dağlara kadar çıkablleceğint göremeye ceksiniz.l) FS/IJI 1 29 «Ne yapalım ya?» ((Ben gelm:eseydim ölünceye· kadar blırada bekleye cektiniz.ıı ccBekleyecektik. Çünkü topa! ustamız . bize dedi ki. mademki beni dinlemeyip dağgezen oldunuz, hiç olmaz sa dağlarda gezerek bekleyin filleri, ovaya zinhaaar in meyin. Topal usta bize dedi ki, dağgezenlik kadim zena attır, onun kurallan vardır, ve hem de bu kurallar ke sindir. Ol sebepten ötürü, ovaya dağgezenlerden her kim ki iner, ölüm hemen onun alnına yazılır.1ı ccDağda da fil olmaz.n ccBunu hiç düşünmedik,ıı dedi alnı yıldızlı. ccBak arkadaş,ıı dedi sancalann başı. · cı Beni iyi din le, sen şimdi hemen ovaya in, hüdhüdler başını bul, o ovanın her yanında dolaşır, gözü kırk günlük yoldaki kırmızı sakallıyı görür, kulağı kırk günlük yoldaki ayak seslerini duyar, sen onu çağır, ama okunu ona atma, çünkü o aradaki elçidir, elçiye zeval olmaz.ıı ccOlmaz,ıı diye coşkuyla bağırdı alnı yıldızlı. ccOna de ki, fillere savaş ilan ettim, işte bUrada da bekliyorum. O gider fillere söyler, filler de llemen k�a rak sizi ezmeğe gelirler. Korkmayın fillerin gözleri ka rıncalan göremez. Bir hendeğe sığınıp başlarsınız. oku nuzu atmağa. Tam gözlerinin içine, gözbebeklerinin or tasına. ıı cıOrtasına,ıı diye gürledi alnı yıldızlı. Sesi bir tilin sesi gibi çıktı. ((Böylece gelen fili öldürürsünüz, . gelen tili . . . Biz kanncalar da özgürlüğümüze kavuşuruz.ıı ccKavuşuruz,ıı diye bağırdı alnı yıldızlı. «Belki de hiç ölmezler o kocaman filler . . . Bu kadar küçücük ok larla ölür mü onlar? Batmaz ki fillere bu oklar. Topa! usta dedi ki fillerin derileri bir kalın, bir kalın ki kurşun 130 bile işlemez, dedi topal usta. O bilir, demircidir o. İnsan lara bile demirciliği topa( usta öğretmiştir.» < «Ölürler ama, gene biz burada beklesek daha iyi olacak,ıı diye ikirciklendi alnı yıldızlı. «Belki buraya da gelirler. Belki buraya da hüdhüdler başı bir kere uğrar.ıı Sarıcalann hepsi bir yerden kırmızı sakaUrtara bir giriştiler, ağızlarından girip burunlanndan çıktılar, on lan avaya inmeğe. filleri toptan öldürrneğe kandırdılar. Kırmızı sakallılar mutlu aşağıya, ovaya, sancalar mutlu, önlerinde yollan bilen bir kırmızı sakallıyla yu kan, dağlara topa! demircinin olduğu yere yollandılar. Bir şafak yakti, ıhırcık karanlıklar açılır, gül sa çaklı gün doğarken, tekmil gül saçaklı günler üstümü ze doğsun, sancalar kırmızı sakallı topa! demircinin üs Iendiği sarp, ulaşılmaz dağlarm ortasındaki düzlüğe gel diler. Topal demirciye hemen haber saldılar. Topal de' mirci mağarasının oyuğundan bu gelenlere baktı baktı da, bunl� hiç bir şeye benzetemedi : < sakailan tutmadı, ben ömrümde bu biçim bir kırmızı saka! görmedim,ıı dedi. «Bunlar böyle hayra alarnet değil, bunlan hemen defey Ieyin; canlan nereye isterse oraya gitsinler . . . n Ona haberi getiren kannca: uArnan ha aman bir yanlışlığa düşme, ustamız, aman ha! Bunlar çok işkence görmüşler ki, ne demek, insaniann insanlara ettiğinden beter,ıı diye onu uyardı. «İnsanlann insana ettiğinden beter mi?ıı Topa! ka nnc�nın içindeki bütün duygular ayaklandı, başkal dırdı: < rlan ok Java gibi şişerek. «Olamaz, hiç bir hayvan, hiç bir hay- 1 31 vana, hiç bir yaratık ü ısanların biribirierine yaptıklan nı yapamazlar. İnanmlyorum ve hem de bunlan istemi yorum. Yalancıdırlar . bunlar . > • _ öteki karıncalar direttiler, ta buralara kadar bu kırmıZl sakalların dağlar, ormanlar aŞarak, ölümlerden ölüm beğen geldiklerini söyleyip topal demircinin yaşlı yüreğini yumşattılar ve de demirci onları huzuruna ka bul etti. ccHoş geldiniz. ,, ccHoş gördük,ıı dedi sarıcalarm . başı. Topa! demiı-ci ustası sözünü esirgemez bi r karın ca ydı : , ((Siz ne biçim kırmızı saka! karıncasınız böyle, sa kalınız boyalı gibi duruyor," diye tepeden inme sordu. Sarıca kanncalar tepeden tırnağa ürperdiler. ((Kim, niçin kırmızıya boyadı sakalınızı? Siz mi bo yadımz yoksa, niçin boyadımı öyleyse? .. Demirelnin sesi örsün üstüne düşen çekiç gibiydi. alLak bullak etti sancalan. Bir süre ne karşıhk yerecek lerini şaşırdılar, biribirlerinin gözlerine baktılar. Sancalann başı ı kına sıkına : ccBiz çok çektik, aylardır yoldayız. yağmur. kar, do lu altında günlerce yürüdük. Yağmur yağdı ıslandık. güneş açtı kuruduk. · ışte böylece sakalımız soldu_., öteki sarıcalar da onu desteklediler: « Yağmur yağdı, ustamız, işte böyle oldu, .. dediler . " Yoksa bizim sakallanmız da sizinkiler gibi pın l pırıl. al al pariardı güneşte eskiden.ıı Daha da konuştular, başlarına gelenleri uzun uzun. bir bir anlattılar. Ağladılar sı zl adı l a r . Filler, karınca - · lar dünyasından haberler · verdiler. Onlan dinleyen kır mızı sakallıların gözleri yaş, yürekleri öç almanın ya lımlarıyla doldu. tcKeşki toptan öleydik de, u dedi sancaların başı. 132 • bu kara günleri görmeseydik. Bu kadar acı çektikten, ölümlerden ölüm beğendikten sonra yaşamışız ki neye yarar. ıı ��Biz ölüm acısını gördük geçirdik,ıı diye iniedi sıs kası çıkmış bir sarıca kannca. t<.Filler işkencesi, zulüm variken,ıı diye ağiaştılar öteki sanca karıncalar hep bir ağızdan. Demirci ustası . topal kanncanın yüreği bir türlü bu gelenlerin doğru dürüst, hayırlı bir iş için buraya gel diklerine kanmamıştı. İçinde bir ikircik dalgası gidip geliyor, kaynayıp duruyordu. Sanca karıncalan uzun bir sıra yapıp alana dizdi, her birisinin sakalım teker teker gözden geçirdi. Sonra da ellerini çenesine dayanak yapıp düşünrneğe başladı. Yeni kanncalann geldiğini duyan öteki kırmızı sa kallılar üslendikleri yerlerden, dağlardan, ormanlardan. kayalıklardan akın akın geliyor, alanı dolduruyorlardı. Sancalar da durmadan başia nna gelenleri anlatıyorlar: ��şu fillerin bize yaptıklannı insanoğlu insanoğluna yap mamıştır,» diyor, kırmızı sakallıların yüreklerini dağh yorlardı. Alanı doldurmuş, kaynaşan, kıvıl kıvıl eden kanncalann en katı yüreklilerinin bile gözlerinde birer damla yaş vardı. Sonunda demirel ustası kırmızı sakallı topal kann ca hir çöpün tepesine çıktı : ı•Arkadaşlar,ıı diye bağırdı, ıısize söyleyim ki, bu yeni gelen kanncalan l:'>enim gözüm hiç tutmadı. Bu yeni gelenlerin altında bir iş var, bir çapanoğlu var ya, çıkaramadım. Ben bu gelenlerin sakallanna baktım, sa kallan var bizim sakallara benzemez, iyice baktım san san yüzleri, huylan var bizim huya benzemez.ıı O böyle söyleyince karıncalar ona karşı çıktılar . Ortalık öy!e bir karıştı ki uzun bir süre ferman okun - ınadı tozdan dumandan. 1 3 3 uOnlar bizim kardeşlerimizdir.n «Yağan kardan, esen yelden sakaHan solmuştur.ıı < kanncalık hal kalır mı?» «Düşün bir kere bizleri, biz buraya geldiğimiz gün lerde bunlardan beter değil miydik?ıı «Düşün bir, usta; sen kendini düşün . . . ıı «Kuşun kanadından atladığında yedi gün yedi ge ce kendine gelernedin de, seni biz ölü gibi sırtımııda ta buraya taşımadık mı?n ıktan sonra, sen seni bir görseydin . . . . Sana değil kırmızı sakal, sana ka rınca demeye bin tanık isterdi.>> Alandaki kanncalar, yeni gelen yorgun konuk ka rıncalann her birisini omuzlanna bindirmişler, alanda dolaşıyorlar, bağırıp çağnşıyorlardı. En sonunda topal kannca edemedi, sesini yükselt ti, bağırdı, artık kimseye duyuramıyordu, bağırmaktan sesi kısılmıştı. «Beni dinleyin, beni dinleyin,w diye yal vanyordu habire. Bağıra çağıra bir hal olmuştu. Kimse artık onu dinlemiyordu. Çöpün üstünden bu durumda inemezdi, ne yapıp edip kanncalam bir iki söz söyleme nin yolunu bulmalıydı. Sonunda birden gökyüzü bulandı, ortalık karardı, şimşekler çaktı, yağmur başladı, hışıın gibi, karanlık . . . Kanncalarm sırtlarındaki sancalar bu sel gibi inen yağ mur içinde tepeden tırnağa suya batıp çıktılar. Sanca ların Sa.kallannın boyası çıktı, kanncalann sırtlanndan aşağılara süzülmeğe başladı. Alandaki gölekler kı rmızı ya kesti. Demirci ustası utıruyıa bağırdı: «Bakın bakın, ey kı rmız ı sakallı kardeşlerim, bakın! . Bunlann sakaUa nnın . boyalarma bakın. Yağmur yağın ca eridi. Demepim mi size bunlarda bir tuhaflık var, bun- 134 lar uydurına kırınıZı sakallardır, diye? Bakın su gölek lerine, onların sakaH annın boyasından kıpkırmızı. Bun lar sarıcalar, sarıcalar. Filler bunları bize casus diye gönderdiler. Atın bunlan dışarıya, öldürün bunları.>> Karıncalar önce yere, sçnra sırtlarındaki kanncala n indirip onların sakallanna teker teker baktılar. Sa kalların boyalan çıkmış, yerinde sapsan kıllar kalmıştı. «Ne bu haliniz, bu ne böyle, hani siz kırmızı sakal dıruz?» Sarıcalar ölüm' korkusuyla titrediler. «Bakın nasıl titriyoruz,» dediler. «Korkumuzdan, bir de açlıktan, yorgunluktan işte böyle sarardık,» de diler. «Siz korktuğunuzda bizden daha fazla sararmaz mısınız?» diye de sordular. öteki � er hep bir ağızdan: ccBiz de sarannz, biz de sararırız,» dediler, sonra da eklediler: ((Bunlar bizim kardeşlerimiz, buradan baş ka hiç bir yere gidemezler, ey demirciler başı ! » Hırçın laştılar. Demirci, yandım, diye düşündü. Filler sultam içi mize adamlarını da gö�derdi. Ama yüreğinde de bir ikir cik kalmıştı, filler sultanı adamlarını gönderseydi ara larına, böyle riıi gönderirdi? Hiç olmazsa bu sancalann sakallarını bir iyice boyar, teker teker, hüdhüdlerin kanadından aşağıya indirirdi. Onlar da gelir kırmızı sa kall ann aras ına katılırlardı. Kimse nin de ruhu duymaz dı. Bu işte bir bit yeniği vardı var olmasına ya, neydi? Bunca akiına, deneyine, gün görmüşlüğüne karşın de mirciler ba§ı bu sorupun karşılığını bulamıyordu. Alanda . artık her kafadan bir ses çıkıyordu. ccSen, sen, sen demirel, kuşun kanadından atıayıp da kaçtığında sakalın böyle san olmadı mıydı?» c man . . . >> 135 ••İşte o zaman haİini görürdün.ıı uZangır zangır titriyordun.ıı tıDe�il sakallann, saçıann bile sapsan kesilmişti. ıı ••Umon sansı. ıı uHepimiz kırmızı sakal cie�il. san sakal olmu�tuk.ıı ••Bir san sel gibi aktık da buraya geldlk.ıı ••Eeey, demirciler başı, yüce usta, biz kaç ay, kaç ay geçti de ancak sanlıktan kurtulabildik, kurtulabll - dik de . . . •> ••Kendimize gelebildik., Demlrciler başı orada, çöpün ucunda kımıltısız ka lakalmıştı, gözleri faltaşı gibi açılmış . . . Biliyordu bu ge lenlerin filler sultanının, hüdhüdler başının adamlan olduklannı ama, şu ahmak kınnizı sakallara bunu nasıl anlatacaktı? Düşündü taşındı, birtakım kandıncı, inan dırıcı sözler, yollar buldu, ötekiler onu - dinlemediler bile. ((Oya koyuyorum öyleyse,, dedi. < ((Koy,ıı diye ba�ırdılar hep bir a�ızdan. cıOya koyuyorum, bunlar sancalar mı, yoksa kırnu zı sakaUar mı?» <•Koy,, diye ba�ırdılar kendilerine güvenmiş. cıKoy, koy, koy . . . )) ((Bunlar sarıcalar mı?ıı <•Hayır, hayır, hayıııırrrr ! ıı < birden şahlandılar, alan, ayaklardan bir or man a kesti. cıPeki, ne deyim, sorumluluk sizin, siz kabul ettiniz.ıı c ııÇok büyük belalar gelecek başımıza bu sancalar . yüzünden. n 138 ccEy demirciler başı, in oradan aşağı da, artık kar deşlerimizi aşağılamaktan vazgeç.n ıcŞimdi hep bir ağızdan,' senin şu ağarmış sakalına bakıp . . . ıı �sana akçalar desek, bu yüzden de seni öldürsek olur mu? tn aşağıya.• Ne yapsın demirciler ustası, elden ne gelir, ister istemez, çamaçar çöpün b�ından aşağıya indi, tek ba şına kovuğuna yollandı. Kovukta kimse yoktu. Kimse de onun ardından gelmemişti. Alanda ateşler yakılmış, bir toy düğün başlamıştı bile. Ortalık, san calann sakaUanndan akan sulardan dolayı apal olmuştu. Atllçlar, çöpler, karıncalar, kaya lar, taşlar, otlar, topraklar hep kırmızıya boyanmışt!. Toy sabaha kadar sürdü: Konuklar yediler içtiler, gırt lağa kadar doydular. Sabaha karşıydı ki, sancaların başı, bütün sanca lan bir kayanın arkasına topladı: «Şimdi iş başına arkadaşlar. Şu karıncalardan sa ncalann öcünü almalıyız. Öldürulüp tl\ sultanı kapısı na atılmış her bir sancanın karşılığında bin tane ka rınca, on bin, yüz bin, yüz milyon tane karınca ölmeli. Şu dünyadan kannca soyu kalkmalı. Ve hem de tüke necek. Öyle bir öç kapladı ki yüreğimi, göğüs kafesim acıdan çatlayacak. Burada öteki alçak köle karıncalar ca bir yakını öldürülmemiş bir tek sarıca var mı? Biz de kaçıp kurtul masa k, şu yeryüzünden sanca soyunu kesecekti köle kanncalar. Arkadaşlar, yolda konuştuk, her sarıca kannca yapacağını biliyor. Şimdi şu mende bur, alçak kı rmızı sakallı topal karınca bu saf kırmızı sakalları kandırmadan biz ortadan toz olalım. İki sarıca bir araya gelmeyecek. B u büyük karınca kalabalığı için de yitip gideceğiz. Birkaç gün sonra da kırmızı sakaUar bizi unutur giderler. Bir iyice kırmızılara karışıp yitip 1.37 gittikten sonra, artık yapacağınızı biliyorsunuz. Yolda dağgezen karıncalara yaptığımızı bunlara da yapacak, her kanncayı bu topal demirci üstüne kışkırtacaksınız ki, ta ki bütün kırmızı sakaUar biribirine düşe, biribiri nin gözlerini oya, biribirini bir tek kırmızı sakal kalma masıya öldüre. Kırmızı sakalları, hem de öteki karınca ları biribirierine düşürmenin yolları kadimdir ve hepi niz bu yolların yüzlerce biçimini bilirsiniz.>> ((Biliriz,n diye bağırdılar hep bir ağızdan bütün sa rıcalar. «Unutmayın birçok kırmızı kannca kendisini dün yanın odağı sanır. Ona göre seçeceksiniz avlarınızı. Ken disini en büyük kurtarıcı sananları . . . » ((BiliriZ.» ((Kırmızı kanncaların bir bölüğünün içinde fi1 ol ma asianı yata : · . . . Ona göre.» ((Biliriz, ona g f. � · e . . . » ((Bir bölüğü üne çok düşkündür. Onlara da o yön den yaklaşırsınız.» ((Biliriz. Onlara da ö yönden . . . » «Hele genç kırmızı sakalları daha iyi bilirsiniz. Var sa da yoksa da hep kendileri . . . » ((Onları da çok iyi bilir, çok yakından tanınz.» ((Onları eİı çabuk doğru yoldan çıkarır, kendi ken dilerine düşman edebllirsiniz.» ((Kitaba, düşünmeye düşman edeceksiniz onları. Okusalar da fil kitabı okuyacaklar.» ((Filler yenilmez, kıyamete kadar, dünya güneşe ya pışıncaya kadar filler başımızda kalacak, herkesi, tüm kı rmızı karıncalan buna inandıracaksınız.» <(Onu da biliyoruz:» ((Biliyorum, sizler her şeyi biliyorsunuz, iyi yetişti niz. Yalnız bir şeyi gözden hiç mi hiç ırak tutmayacak smız, o da nedir?» 138 «0 da nedir?» diye yinelediler sancalar hep bir ağızdan. «0 da eli nasırlı kırmızı kanncalardır. Zinhaaar, onlara bir şey yutturayım demeyin. Onlara yaklaşına yın da . . . Onlan hiç iğvaya çalışmayın, onlar başkadır. Çok iğva, çok yalan, çok düzen görmüşlerdir onlar, dUrı ya dünya oldu olalı. Ve kalıreden ve yaratan ki onlardır. Onlar ki korkak, yürekli, cahil, hakim ve çocukturlar. On1an baştan çıkarmayı, kandırmayı, onlann kaburga lanndan yaratılan gözlüklü kırmızı sakallara bırakın.» uOnlan da çok yakından tanıyoruz,>> diye bağırdı lar sevinç içindeki sancalar. «0 eli nasırlılardan korkulur. Sonunda, eğer ister ierse, onlar filleri de yenebilirler. Onlar denizlerdeki kum, gökteki yıldızlardan da çokturlar.» «Biliyoruz.» «Fırsat buldukça, onlann gözlerini kör, kulaklannı sağır, burunlannı koku almaz, tenlerini duyarsız ede ceksiniz . . . Bütün kırmızı sakaHan da bu yolda kışkırta caksınız. Biz sancalara, atamız, şahımız fillere en bü yük düşman, en büyük tehlike bu eli nasırlı kırmızı sakallardır. >> «Gözlerine kül atacağız kü�, eli nasırlı kırmızı sa kallann, kül.» «İyi,» dedi yaşlı kannca, < dim ya, belli etmezler bunu. İşte bu kı rmızı sakaUar eri büyük düşmanıdırlar eli nasırlılann. Onlar fillerden de, bizden de daha düşmandırlar eli nasırlılara, ne kadar dost görünseler de, onlan eli nasırlılann üstüne durma dan gece gündüz kışkırtacaksınız.>ı uKışkırtacağız.>ı «Elhasıl, bin parçaya böleceksiniz kırmızı sakallı lan , her bölüğü ötekinin k anın a susayacak.» 139 ııSusayacak ! ,, diye bağırdı sancalar. ccBu kırmızı sakallann büyük bir bölümü yaşamın ateş çemberinden geçmemişlerdir, ağızLarı süt kokar. Yaşama karşı alçakgönüllü değillerdir. Kendilerini dev aynasında görürler.ıı cc Biliyoruz.,, ccOna göre işte. Siz kırmızı sakallar hakkında çok şey bUiyorsunuz. Öyleyse şimdi, şu anda dağılıp toz oLa caksınız, her kırmızı sakalın özüne, yüreğine öteki kır mızı sakala karşı onulmaz bir öç, korku, düşmanlık ya lımı atacaksınız. Korkuyu da unutmayacaksınız. En bü yük, en eski karıncaları biribirine düşürecek yol korku dur. Biribirine karşı onları korkutacaksınız. Korkuyu yüreklerine ekip, büyütecek, boy verecek korku yürek lerinde, kafalannda, gönüllerinde. Fil korkusunu, sel korkusunu, ne bulursanız, nasıl bir korku biçimi yaka Iarsanız yağmur gibi yağdıracaksınız başlarına. Korku kanncalan felç eder, kıpırtısız kılar, ölümden de beter eder. İsterseniz Allah korkusunu, biribirlerinden kor kuyu durmadan durmadan büyütebilirsiniz. ,, «Korkuyu büyüteceğiz. Kırmızı sakaBar üstüne tekmil korkulardan binlerce tann yaratacağız.» ıcBireycilik ateşini korkuyla birlikte körükleyecek siniz, onların hepsi biz kardeşiz, yoldaşız, derler, aldır mayacaksınız. Onların çoğunun içinde bir bireycilik ateşi sonsuzca yanar, kanncaların biribirierine düşman- _ lığı bu bireycilikten doğar, ölüm, yılgınhk, sevgisizlik bu bireycilikten doğar. Hiç bir kırmızı sakalın biribirini sevmesine fırsat, izin vermeyeceksiniz. Bunlar biribirle rini sevmeye başladılar mı, sevginin olduğu yerde birey cilik barınamaz, korku, a§ağılama bannamaz, zinhaaar, sevgiye izin vermeyeceksiniz. Bunlar biribirlerini sevme yi öğrenirlerse bizi de, tilleri de erinde geeinde yenme . nin bir yolunu bulurlar. Zinhaaar, bunlara biribirlerini 140 sevdirmeyeceksiniz. O eli nasırlılan hiç bir zaman göz den uzak tutmayacaksınız, onlardan her an bir ışık gibi bir sevgi seli bütün kırmızı sakallara dağılabilir, işte o zaman hapı yutanz. O eli nasırlının her birisi bir sevgi kaynağıdır. Tamam mı? Sevgisizliği, düşmanlığı körük leyeceksiniz. 1) ((Tamam, sevgisizliği, düşmanlığı körükleyeceğiz. n «Hakkınızı helal edin, gidip de gelmemek, vanp da dönmernek var. Ben de topal demirciyi baştan çıkanna ğa, onun yüreğine yılgınlık, kuşku, korku, inançsızhk. sevgisizlik közü atmağa gidiyorunu < yurdu yaşlı sanca. Arkasını dönüp yandaki kayanın ar dında yittikten az bir �üre sonra geriye döndü. «Bakın sakalıma,)) ded i . · < kal gördünüz mü?n Gerçekten sakalı gün ışığı gibi şınldıyordu. Hiç bir kırmızı sakalda böylesini görmemişlerdL Sakal, dalga dalgaydı ve hem de gürdü. Bir kırmızı orman gibiydi de. «Bu sakalı gören demirel · topal, kırk günlük yoldan temennaha kalkar mı kalkmaz mı? Bundan sonra kim benim kırmızı sakallığırndan kuşkulanabilir ki söyleyin?•• «Ne oldu, nereden buldun bu sakalı, eeey yüce baş- buğumuz? 1) diye ona hayran olaraktan bağırdılar sa rıcalar. < haketmişti. < bir kannca ölüsü boylu boyunca yatıyor, sakailan da yok. < ben bu kırmızı sakalı öldürdürn, sakalım da kesip 1 4 1 kendime taktım. İyice bakın hele bana, benim bir kırmı� zı sakaldan hiç farkım var mı?» ııYok,» dediler usulca. ((Tam bir kırmızı saka! olmuşsun ki başbuğumuz, senin kırmızı sakal olmadığının farkına topal demirci bile varama.z.» ııVaramaz,, diye konurlanarak güldü başbuğ. ((Öy le de bir yapıştırdım ki. Bir fil sakalıma hortumunu do layıp çekse, bir tek tel bile koparamaz oradı;m.ıı ((Yru;asın ! ıı diye bağırdılar kanncalar. ((Yaşasın başbuğumuz! Sana bundan böyle başbuğumuz diyece ğiz . . . Ulu başbuğumuz . . . ıı ııElinizden gelirse, siz de birer kırmızı sakal öldü rüp, sakallannı alıp kendi çenenize yapıştırın. O zaman. işte, hiç bir kimse sizin sanca olduğunuzun farkına va ramaz. Siz de işte bu kırmızı sakaUar ülkesinde cirit atarsınız babanızın evi gibi. Bunlan da biribirierine öl . dürtüp öcümüzü kannca soylanndan alırsınız. Bana başbuğ demenize de çok sevindim.» � Download 60.22 Kb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling