Filler Sultani
Download 60.22 Kb. Pdf ko'rish
|
<İyi, çok iyi. Sevindim. İstediğimiz buydu. Borazan
lan, televizyonu, radyoyu, gazeteleriı hepsini hemen ça lıştıralıın . . . Ve durmadan kıç kaşımanın erdemi üstüne yüzlerce, binlerce film çevtilsin öyleyse. Her gece kann calara gösteriiSin. Hem kıçlannı kaşısınlar, hem de fi llın seyretsinler.» ( , sul ta nım. Bir daha bundan s onra hiç bir karınca, kannca sözcü�ü ağzına bile almayacaktır.,. � doldurduklan mor şaraptan içip esrikleşelim. Bugün bi zim en güzel günümüz.» Babilin asma bahçelerinden _ de güzel sara yın has bahçesinde sultanla ulukepez iksir tadında mor, yaldız lı, altın ışıltılı şarabı içme � e başladılar. Geceydi, ortalıkta �ıl çağı! bir ayışığı vardı. Or man daki kanncalar bu ayışığında daha keyifliydiler, kıç larını · habire ağaçlara sürüyor kaşınıyorlardı. Sultanın borazanlannın, televizyon, radyo, sinema ve gazeteleri- 190 nin etkisi yaman olmuştu. Nerdeyse ağaçlara süre süre kanncaların tüm klçı aşınıp tükenecekti. Aşkla şevkle kıçlarını ağaçlara sürüyorlardı. Birden öteden, uzaktan dağın dibinden onlara doğru dalga dalga bir ses geldi. Karıncalar bu sesi, bu türküyü çok eski zamanlardan be ri tanıyorla�dı ya unutup gitmişlerdi. Kulak verip sesi dinlediler. ve · hemencecik de, türküyü duyduklan anda kıçlannı ağaçlardan çektiler: Türkü gittikçe çoğalıyor du. Doğudan, batıdan, güneyden, kuzeyden geliyordu. . Yerden bitiyor, gökten yağıyordu. Otlardan, çiçeklerden, · yapraklardan, sulardan, nereye dönseler, neye baksalar oradan, yıldızlardan, ateşten, arınanın üstündeki sis• ten geliyordu. Bu türkü onlara bir şeyler anımsa. tıyordu. - İçleiinde, yüreklerinde bir şeyleri klpırdatıyordu. Ve tür kü kesilmiyordu. Karıncalarda bir tuhaflık başlamıştı, bir telaş, bir kaynaşma, bir dev�e . . . Ne oluyordu? Ne olduğunu karıncalar da anlayamıyorlardı ya, kendilerin de bir değişme olduğunu seziyorlardı. Türkü sürüp gi diyordu. Kanncalar, derin, karanlık bir karabasan düşün den uyaruyar gibiydiler. Sabaha kadar ne kaşındılar, ne de uyudular, öyle arınanda bekleyip bu her bir yön den gelen türküyü dinlediler. Türkü biz karıncalarız, diyordu. Bir zamanlar bizler de kannca gibi kanncaydık, bizim de cennet gibi ülkelerimiz, kentlerimiz vardı. Ken dimiz çalışır, kendimiz yerdik. Eşittik, özgürdük. O ...za manlar biz karıncaydık, kannca ! Böyle uydurma fil de ğildik her birimiz. G ü l ün ç, cüce, fillere öykünen kann calar değildik Bir zamanlar b zler kendimizi hiç bir bi çimde aşağılamaz, kimsenin de bizi aşağı1am.asına izin vermezdik. Böyle kul, böyle uşak, böyle köle değildik. Bağımsızdık, banş için eydik, eşittik. Hep birlikte ko� rır, hep birlikte yer içerdik, ayr ımız gayrımız yoktu, di yordu tü:. 'tü. Türkü diyordu ki, ve karınca diliyle söylü yordu ve karıncalar unuttuklarını sandıkları karıncaca.-. 191 yı eskisi gibi anlıyorlardı. Yüreklerini de bir özlem ya lımı, türküyle birlikte ağır ağır sanyordu. Hep birlikte türkü söyler, hep birlikte sulardan çekerdik ağı, demiri oya gibi işleyip hep beraber, hep beraber sürerdik top rağı. Ballı incirleri, çiçek özlerini, bal özlerini, kara kıl çık buğday özlerini hep beraber toplar, hasat · eder, hep beraber yerdik. Tutsak değildik, köle değildik. Hep bir likte kurardık kentlerimizi, hep birlikte güzelleştirirdik ülkelerimizi, fillere köle, uşak, tutsak olmadan önce, di yordu türkü. Türkü, yıkacağız filler sultanının sarayı nı, dağıtaeağız hüdhüdlerin yuvasuu, kazıyacağız sanca lann kökünü, diyordu. Kalıreden ki, vareden kannca. lardır. Şu evrende kannca gücü üstüne güç yok, diyordu türkü. Sultan sarayını yapanlar kim, ehramlan kuran lar kim, Babile asma bahçelerini asanlar kim, bun ca kentleri, ülkeleri yaratanlar kim, kanncalar . . . Tür kü diyordu ki, bu kadar çok, bu kadar güçlü olan karıncalar fillerin de hakkından gelebilir. Türkü diyor du ki . . . Ve türkü dağlardan, denizlerden geliyor, toprak tan, ormandan, ışıklardan fışkırıyordu. Ve kanncalar bu sesi, bu türküyü çok iyi, yürekleri gibi bir sıcaklıkta biliyorlardı. Hep birden, ala şafak dünyanın üstünde bir ışık çi çeği olaraktan - -açarken : '\ «Sesli karınca, sesli karınca,» diye bağrıştılar. Ve _ ormanı bırakıp ülkelerine, kentlerine yürüdüler. Artık hepsi de bizler kanncayız diye düşünrneğe başlamışlardı. Nasıl oldu da bu kactar çabuk fi1 olduk, hem de gülünç, iğne ucu kadar birer küçücük fil olduk, diye yerindiler. Karınca olmuşlardı, türkü onlara kanncalıklannı ta yüreklerinin başında duyurmuştu ama, filleri altedebi leceklerini bir türlü akılları alınıyordu. Hüdhüdler hemen sultana · haber ulaştırdılar: «Karıncalar ormanlan bı·raktılar, doğru ülkelerine çekiliyorlar,» diye. 1 92 Sultan: cıNe oluyor, ulukepez kardeşim?» Hüdhüdler başı: cıÇok şaşırdım karıncaLann ormanı bırakmalanna. Oysaki fillik, filler gibi kıçlannı kaşıınalan çok hoşlan- na gidiyordu.» · «Na olmuş olabilir?ıı cıSordum soruşturdum, hiç bir şey olmamış, sulta nım. Bir gece, belki bir akşam, belki gece yansı, birden · kanncalar kıçlannı ağaçlardan çekmişler. Ormanda öy le kıpırtısız, dimdik orada dikilmişler kalınışlar. Bir şey dinler gibiyınişler ya hiç bir ses duyulmuyormuş.» «Tuhaf,» dedi sultan. «Şu kanncalar dünyanın en tuhaf yaratıklan. Sağlan Sollan hiç belli değil . . .» < lamışlar.>> «Bunda bir iş var . hüdhüdler başı. Yoksa durup du rurken bu dünyada hiç kimse kıç kaşıınaktan vazgeçe mez. Bu dÜnyanın biltekmil yaratığı bu dünyaya salt kıç kaşımağa gelmişlerdir. Kıç kaşıınak olanağını bir ke re eline geçiren yaratık bir daha ondan vazgeçemez. Bun da bir iş var ve hem de bu karıncalar bizim başımıza bir iş açacaklar ki, iş derim sana.» < sancalardan ?ıı «Yok,» dedi ulukepez içini çekerek. cıNe yazık ki yok, sultanımız.)) Sultan uzun bir süre başını önüne eğip düşün<;lü, sonra da hortumunu sırtında gezdirdi, ağaçlara yürüyüp kıçını çınar ağacının gövdesine dayadı, kaşıma makina sını arkasına takıp düşündü. cıKanneaları izlerneğe kaç kuş gönderdin?n FS/13 193 ((Yedi yüz yetmiş yedi, sultarum.ıı (ıYettyor mu bu kadar kuş ulukepezim, onlan izle meğe?ıı ııBunlar çok hızlı kuşlar, sultarumız, çok hızlı. Bun lar daha yeni fil olmuş hüdhüdler.ıı ııYedi yüz yetmiş yedi kuş daha uçur, ardında da sen git, hemen bana yeni haberler getir.ıı ((Başüstüne sultarumız.» Ulukepez yedi yüz yetmiş yedi yeni kuşla hemen uçtu, karınca ülkelerine vardı. Daha uzaktan, kentler den gelen azgın sesler duydu. Yaklaşınca sesleri anladı. Sesler : «ıBiz kanncayız, biz kanncayız,» diyordu hep bir ağızdan. ((Biz aldatıldık, yalan söylediler bize. Biz fll değil, karıncayız ! >ı ııVay anasını ! » dedi ulukepez. «ıBu karıncalara olan olmuş.» Hemen uçtu haberi suıtana ulaştırdı. Sultan: ««Onlar varsın kannca olsunlar. Ben onlara gösteri� rim karınca olmayı.)) ((Demek suıtanım,ıı dedi ulukepez, ((demek bizim bu kadar borazanımız, bu kadar televizyonumuz, sinema mız, radyomuz, gazetelerimiz hiç işe yaramadı?ıı ««Yaramaz olur mu hiç, görmedin mi, ölüyeriardı da fillikten aynlmıyorlardı. Sana bunda bir iş var, dedim. Bizim borazanlanmızdan, televizyonlanmızdan, slnema lanmızdan da daha güçlü, etkili bir yol buldu bu topal demireL Başka türlüsü olanaksız.» ı «. erir gibi. ((Var bir şey, yakında öğreneceğiz.» Derken tam bu sırada bir hüdhüd telaşla, kanatlan kepezi darmadağın geldi, sultanın hortumunun ucunda ki çınann dalına kondu: 194 «Bunlar,)) dedi, ıısultanım, bütün kanncalar bir tür kü duyuyorlarmış. Türkü diyormuş ki onlara, biz kann cayız, biz tutsak olamayız.ıı ı Bir gönderirsem on beş tane fili karınca ülkelerine, bir yandan girip öbür yandan bir çıkarlarsa, ayaklarının al tında kanncalar hamur gibi yoğrulurlarsa o zaman fil lere tutsak olmasınlar bakalım. Gene bir kesersem yi yeceklerini . . . Var git söyle onlara, onlara kanncalıkla nnı yasak ettim. Hemen şimdi uçun kannca ülkelerine söyleyin ki, hiç bir kannca, ben kanncayım d�yemeye cek.» Hüdhüdler: .. Başüstüne sultanım,» deyip kannca ülkelerine uç tular, . sultanın buyruğunu tekmil karıncalara duyur- dular. ' Şimdi türkü bütün ülkeleri, kentleri de sarmı Ş tı. Her yerden duyuluyordu. Topraktan, ışıktan, karanlık tan, bulutıardan, her yerden, her yerden, uykuda düşte her an bu türküyü duyuyorrlu kanncalar. Duyuyorlar, hep birden de türküye katılıyorlardı. Bu türkü kırmızı sakallılann üssünde de duyulma ğa başlamıştı aynı gece, aynı anda. Ve kırmızı karınca lar sonsuz bir coşkunlukla durup, kendilerinden geçe rek bu türküyü dinlemişlerdi. O gün bugündür türkü durmadan burada da söyle niyordu. Her bir yönden, gökten, kayalardan, çiçekler den, çalılardan geliyordu. Türkü duyulduğu andan bu yana kırmızı sakaHar da katılınışiardı türküye. Türkü bitip tükenmiyordu gür bir ırmak gibi , Fırat, Nil, Tuna gioi kanncalığın öz kaynağından coşup geliyordu. Kıvançtan sakalı al al parlayan kırmızı s�l{allı to pal kannca yanındaki başbuğa sordu: ııDuyuyor' musun bu türküyü, kanncalann kadim türküsünü?» 1 95 ((Ne türküsü?ıı diye başbuğ şaşkınlıkla sordu. Ger� çekten o, türkü değ _ il , en küçük bir sesi bile duymuyor du. ııTürkü,ıı dedi topal demireL < << Kim . söylüyor?>> <lar taşlar, gökler, yıldızlar, güneşler söylüyor. Sudakl ba lık, yerdeki yılan, böcek söylüyor,>> dedi demirel, �endisi de . türküye katıldı. Başbuğ ona bön bön bakıyor, salt de mircinin ağzını açıp kapadığını görüyor, bir damla ' ses bile duymuyordu. ııKarıricalann türküsü fillerin yasalanndan daha güçlüdür, anlıyor musun sayın başbuğ, duyuyor musun bu sesi? Kanncalarm türküsü doğanın yasalan gibidir, doğanın yasaları kadar sağlam, güçlüdür, duyuyor mu sun bu sesi?» < · < ı ben lanetli bir kırmızı sakal ka nncayım, lanetli olmasam filler lJenim yurdum� yuva- mı böyle dağıtırlar mıydı?» · Türkü sürüp gidiyordu. Topal demirci her şeyi, ya nındaki başbuğu da unutup türkü söyleyeniere katıl mış, kendinden geçmiş_ti. Böylece bu türküyü kaç , gün kaç gece evrenle bir likte söylediler, kırmızı sakaUar da bilemediler, topal demirci de bilemedi. Bir sabah . baktılar ki kırmızı sakal blann bir bölüğü aşağıya., ovaya, ülkelere doğru çekili yorla.r. < ötekiler dingin, soğukkanlı: < bekle ne olacak? Yüz bin yıl da beklesek hiç bir şey ola cağı yok. Biz gidiyoruz.» < <<Ülkelerimize gidiyoruz.>> < · ki başbuğ. «Öldüremezler.ıı «Gidip ülkelerin dört yanını hendekle çevirip, hen dekiere su dolduracağız. Filler de bu hendekleri geçip bizim ülkelerimize giremeyecekler. iŞte biz de böylece fillerin tutsaklıklanndan kurtulacağız.» «Olmaz, filler h_endek dinlemezler, geçerler,ıı diye ba ğırdı topa! demireL < ler gittiler. Sonra zartzurtçular bölümü geldi karşıdan, «yaka cağız, yıkacağız, fillerin ülkesini yerle bir edeceğiz.>> di yerekten. c · diye karşılık verdiler zartzurtçular. Onların arkasından da sıvamacılar geldiler. Bunlar fillere sıvanıp onlan devineksiz kılmak isteyenlerdi. On lann arkasından da gözoyucular geldiler, bunlar da fil lerin gözlerine çokuşup onlan gözsüz bırakacak olanlar dı. Gözoyucuların arkasından kuyucular, onlar da kuyu kazıp filleri kuyularm içine düşürüp öldürmek isteyen lerdi. Aralannda çivieBer de vardı, çiviciler de az bir ka labalık değillerdi, onlar da ülkelerin dört bir yaruna çivi çakıp, kanncaları böylelikle özgürlüğe kavllijturmak is teyenlerdi. Onların arkasından kandıncılar geldi, bun lar da, n e kırmızılar, ne filler, özgür ve bağımsız kann- 1 97 calar diyenlerdi. Böyle diyerek fillerin bir kıs mını kan dır.acak, tilleri birbirine düşürecek, karıncalan tutan fil lerle bir olacak, uluslan özgürlüğe, bağımsızlığa kavuş turacaklardı. Daha birçok karınca bölükleri geldiler, to pal demirci de yol üstüne durmuş hepsine: ı ı Ne r eye , nereye, kardeşler böyle nereye?ıı diye so ruyor, ö te k i ler , {(özgürlüğe,ıı diyorlar, başka bir şey d e miyorlardı. Böylelikle bi r k aç gün i ç i n d e kırmızı sakallıların üs sü boşaldı, üste topal demircinin yanında onu seven, ona g ü ve n e n , ona inananlar kaldı. B ir de başbu ğ , bir de baş bu ğ un a da mları n ı n bir kısmı k a l d ı. Olan bitenden dolayı çok üzgündü k,rmızı sakallı to p a! demireL Karıncalann başına gel ec e k ler i b i li y o r , i ç i kan a ğ lıyordu. Hüdhüdler sultana haberi ulaştırınca sultan çok se vindi. ııSusun, hiç seslenmeyin. Onlar ülkelerin dört bir ya n la r ını bendekle çevirsinler, ben de iki filimi gönde· rip hendekierin üstüne kalas koydurup, köprüler kurdu rayım, gene o ülkeleri , kentleri yerle bir edeyim de gör sünler, hah haaah," dedi g ü ldü . Karıncalar aşkla şevkle, geceyi gündüze katarak ül keleıin, kentlerin yörelerine hendek kazıp sular doldur· dular. Bitince s u lt a na gidip: ııBiz artık özgür bağımsız yaşayacağız, " dediler. Sultan da : ııYaa, öyle mi düdüklerim?)) dedi. uDemek siz bana b a ş ka l d ın y orsu n u z ? ,, ı ı Ba ş k ald ırıyor uz y a, ne olacakmış ! '' ııYani,>ı dedi sultan. ııYani siz ,şu kannca ulusları nın, yaratık azınanı fillere b a ş k a ld ı ra bile c ek l er i ni mi sa n ıyorsun u z ? ı> 198 «Sanıyor değil, başkaldınyoruz, başkaidırdık bile,)) dedi kanncalar. Filler sultanı bir güldü, bir güldü, kasıklannı tuta tuta bir güldü, onun bu gülüşünü üsteki topal demirel bile duydu. Duyunca da: � kesecek. Bu gülüşü ta eskiden beri tanırım, hayra ala rnet değildir.ıı Sultan uzun uzun güldükten sonra: ııHaydiyin fillerim, askerlerim, haydiyin hüdhüdle rim, kuşlanm, haydiyin, bugün artık karınca ülkelerin de taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmayacak.ıı Ve filler hendekleri yağdan kıl çekereesine kolaylık la aşıp kannca ülkelerine daldılar. Bir çatırtı, .bir gürül tü, tozu dumana kattılar. Her bir filin bir ayağı altında milyonlarca karınca birden eziliyor, kanlar şorluyordu topra�arda. Az bir sürede kanncalar arnana gelip: <ıBiz ettik, sen etme, sultanımız,ıı dediler. �ıBağışla bizi. Bağışla ki, sana kıyamete kadar kul köle olalım. Karıncalann fillerle hiç bir zaman başa çıkamayacağını bilemedik. Şu kırmızı sakalların iğvasına uyduk, özgürlü ğümüz de sizsiniz, bağımsızlığımız da . . . ,, ' Gene hüdhüdler başı araya girdi, kızmış, ateş saçan filleri yatıştırdı da ka.nncalann gerisini ölümden kur- tardı. · Kaçıp ulu bir ağacın tepesine sığınan kırmızı sakal . ların geriye kalanlan da: ııBiz yanılmışız, gözoyuculanna katılalım da fille rin gözünü oyup öcümüzü alalım,ıı dediler. Ve kanncalar göz oymak için filistana saldırdılar. He men gidip fillerin gözlerine doluştular. Sultana vanp: 199 uBfz özgürüz, bağımsızız,)) dediler. uŞu anda bütün fillerin gözlerini oyacağız.» Filler sultanı bir güldü, bir güldü, kasıklannı tuta tuta güldü. Bunu duyan topal demirci, ueyvah,ıı dedi, cıeyvah ki eyvah, gene birkaç karınca ülkesi yerle bir oldu.ıı Ve filler sultanı fillerine buyurdu: uSuyla doldurun hortumlarınızı, biribirinizin gözle rine sıkm.ıı Ve filler öyle yaptılar. Ve filler gene ülkelere saldırdılar ve karıncalar ge ne arnana geldiler. Gene ulu bir ağacın yapraklan arasına sığınan ka rıncalar bu sefer de sı,vanmacılara gidip kanştılar. · Sı vanmacı kanncalar da birer ikişer kanş kalınlıkta fille rin üstlerine sıvandılar ve filler sultanı gene güldü, to pal kannca onun gülüşünü duyunca yüreğinden kan gitti, < ıı Ve filler · sultanı fillerine · buyurdu: < -rinine attılar. Sular, sıvanmış kanncalan aldı götürdü. Dağgezenler daha önce ovad� bir tek fil tarafından ezilmişlerdi zaten. Onlar bir daha bellerini doğrultup d� gezemediler. Bütün deneyler boş çıktı, her deneyde filler sultanı güldü, topal demirci e)'\'ah, dedi, birkaç kannca ülkesi yıkıldı, karıncalar aman dilediler, ulukepez araya girip onları bağışlattı. Sonunda sağ kalabilmiş. hasta, sakat, yorgun, umut suz, bitkin kılıç artığı kırmızı sakallar geriye döndüler. Kırmızı sakallı topal kanncanın yüzüne bakamıyorlar dı. Giderlerken ne çok sövmüşlerdi topal demirciye bun- 200 lar. Fıkara topalın ne hayınlığı, ne alçaklığı, ne korkak lığı kalmıştı. Topal demirel bütün bunları unutup onla rın yaralarını sardı, sardırdı, onları teselli etti. Çaba ça baydı, her çabada bir de yenilgi payı vardı. Yenilmiş lerdi işte. Filler suıtanına gelince kıvançtan dört köşe olmuş - . tu. Artık hiç bir karınca, özellikle bunca deneylerden sonra bir daha başkaldırmayı akıllannın ucundan bile geçirmeyecekti. Hele kırmızı sakallılara bir iyice düşman ' olmuşlardı. Bir yerde bir kırmızı sakal görmesinler, he- men kan beyinlerine sıçrayıp o anda kırmızı sakalları parçalıyorlardı. Karıncalar arasında artık bir tek kır mızı sakallı bile bannamazdı. Ama bu deney çoğa mal olmuştu gene filistana. Birçok kannca ülkesi yıkılmış, milyarlarca kannca ölmüştü. Bu demekti ki, filler, hüd hüdler için daha az karınca çalışacaktır. Hüdhüdler başı: ((Üzülme sultanımız,» dedi, ((bu karıncalar var ya, şu evrenin en üreğen yaratıklandırlar. Birkaç yıl içinde o ölenlerin belki bin misli ürerler.» Sultan güldü: ((Demek böyle ha?ıı dedi. ccNe güzel ! Kırmızı sakal lann da kökünü kuruttuk ya, bir daha ne karıncaları kandırabilirler, ne de bir araya gelebilirler. Atnma da saf, amma da budala yaratıklarmış şu kırmızı sakal lar . . Bir bölümü de bizim tilleri bize karşı kışkırtmağa çalışıyormuş. Bizimkiler d� ezivermişler onlan, daha bana haber vermeden . . . Hahhah, haaaaah . . . n Bu gülüşü de duydu topal demirel: ••Şimdi de, utkusuna gülüyor,ıı diye öldü öldü . diril di. e romanlar, özellikle kanncayı f1l yapma okulundan çıkan aydınlar asıl bundan böyle işe yarayacaklar. Karınca uluslarınin 202 artık hiç bir ışıkları kalmadı. Umutsuzluk tutsaklığın gıdasıdır. Umutsuzluk köleliğin anasıdır. Umutsuzluk yüreğin yıkımıdır. Umutsuzluğu körükleyeceğiz. Yıl on iki ay, gece gündüz karıncalan fil etme okulundan çık ma aydınlar, radyonun, sinemanın, televizyonun, gaze telerin başına geçecekler, durmadan durmadan umut suzluğu söyleyecekler.ıı «Şimdiden başladılar bile . . . >> cıSancalarımdan ne haber?ıı · ııOnlar kırmızı sakallıların yanındalar. Kırmızı sa kalları bir bir izliyorlar, soluklarını bile dinleyip bana ulaştırıyorlar.ıı ıcTopal demirci?ı; ((Bilmiyorum,» dedi ulukepez. ((Bundan sonra topal demirel sağ olsa da kaç para eder, ne gelir elinden,>> dedi filler sultanı. cıBundan böyle elinden hiç bir şey gelmez ki . . . Hangi kannca bir daha onun aptallıkianna uyup da bize başkaldınr?ıı ((Topal ölmüştür,ıı dedi ulukepez. Filler sultanı daha çok, daha, daha yürekten güldü. Onun gülüşü dağlarda yankılandı. Onun bu gülüşünü ge ne topa! demirci de duydu, tepeden tırnağa ürperdi. 202 Topa.l demircinin bir sabah ala şafakta tanyerleri kocaman mavi, al, turuncu, ak katm;erli bir ışık çiçeği olaraktan açarken dört bir yönden gelen bir türküyle uyanıp alana giderek orada toplanmış bilumum kırmızı s a ı kallarla konuştuğudur. Topal karınca nın üssüne akın akın kırmızı sakal ol muş karıncalar geliyorlardı. Yılmış, umutsuz, bitmiş tü " k e n m i ş . üs birkaç ay içinde doldu taştı. dağlar, koyaklar, . a ç ık l ık lar gene tüm karıncaya kesti. Karıncalar, boyunları sünmüş, · devineksiz, ıhk dağ güneşine uzanmııı konuşmuyor, düşünüyorlardı. Aşağı dan, karınca ülkelerinden, kendileri gibi kırmızı sakal olup gelenler, kötü, kara, gittikçe de azgınlaşan haber lerle geliyorlardı. üste artık karıncalar üstüsteydiler. Karınca ülkelerinde durum gittikçe ağırlaşıyordu. Her fil � endine bir saray yaptırmıştı. Her fil o saraya sultanın tahtına henzer bir taht yontturmuştu. Bir de gene sultanın has bahçesinin tıpkısı has bahçeler donat mışlardı, dünyanın tekmil ağaçlarından çiçeklerinden . . . Kanncalar verdikçe onlar istiyorlardı. Akıll.arına. ne ge lirse, canlan neyi ister, neyi istemezse karıncalara bu yuruyorlardı. Sultan kendisine yedi saray, renk renk on altı taht daha yaptırmıştı. Tüm dağların doruklan, ulu denizin kıyıları sultanın saraylan, köşkleri, bahçeleriy- 203 le dolmuştu. Hüdhüd kuşlarının her birisine öyle yuva lar yapmı ş lardı . ki _ kannca lar, kuşlar kuş oldu olalı böy le yuvalar görmemişlerdi. Yuvalar en ulu çınarıann üs tüncieydi. Kanncalar onların yiyeceklerini çınar ağaç lannın tepelerine, yuvalarına kadar taşıyorlardı. Sulta na yaşam suyunu da bir bulup getirseler, kırk gün kırk gece b!r toy düğünden sonra sultan yaşam suyunu içe cek, ölmezliğe kavuşacaktı. Ondan sonra öteki filler de, hüdhüdler de isteyeceklerdi yaşam suyundan ve ka rıncalar sersefil, aç çıplak yollara düşeceklerdi gene. Dağların, tepelerin altına hep ambarlar oyulmuş, am barların içi de envai çeşit yiyeceklerle zınkazınk doldu rulmuştu. Karıncalar daha da ambarlar oyuyorlar, on lan dünyanın bulunmaz yiyecekleriyle dolduruyorlardı. Karıncalar yıl on iki ay hep çalışıyorlar, dur durak bi1miyorlardı. Nerde eskisi gibi ormana kaçıp da fil lere öykünmek, nerdeee filler sultanından bal özü, çi çek özü, buğday özü istemek, öyle eskisi gibi nerdeee, sultanın yüzünü görmek? Ulukepezin bile yüzünü an cak yılda bir kez görebiliyorlardı. Yeryüzünün, yer altı nın tekmil hazinelerini de taşımışlardı fillere, hüdhüd lere . . . Buna karşın bile onların yüzüne hiç bir fil, hüd hüd bakmıyordu. Yenilgiden, kırımdan önceki günler kanncalar için bir cennet düşü olarak kalmıştı. Filler, hüdhüdler, onlar verdikçe ötekiler daha daha, daha istiyorlardı. Hiç bir kanncaya artık uyku dünek yoktu. Bu ölürcene çalışmanın karşılığında da filler on lara ancak ölmeyecek kadar yiyecek veriyorlardı. Ambar lar doluyor taşıyor, çürüyor. Filler kanncalara her gÜn verdiklerinden bir damla fazla yiyecek · vermiyorlardı. Her ne hikmetse, bu yan aç yan tok, çalışmaktan fırsat bulup da başlannı kaşıyamayan kanncalar üredikçe ürüyorlardı. Ana kanncalar durmadan durmadan mil - . yarlarca yumurtluyorlardı. Bu da fillerin işlne çok yan- 204 yordu. Ve filler hantaliaştıkça hantallaşıyor, Şlştikçe şi şiyorlardı. Hüdhüdler o kadar semirmişlerdi ki neredey se uçamaz olmuşlardı. Eğer fillerin korkusu olmasa, ka ra kartallar, hüdhüdleri ne güzel yem edecekler, her gün binlercesini, yağlı yağlı, gövdeye indireceklerdi. Hüdhüd leri böyle yağ tulumu, böyle devineksiz gördükçe kartal lann boyunlan uzuyor, ağızlarının suyu akıyordu. Sultan, saraylan, tarlalan, hazineleri, ambarlan, bahçeleri dolaşıyor: < çıkıyor, sultan gene somurtup, < diyordu. Kanncalar öfkeden çok şaşkınlık içindeydiler. Bu kadar yiyecek, mal mülk, hazineler suıtana da, süla lesine de, sülalesi yüz misli artsa da kıyamete kadar ye terdi de artardı bile . . . Bir kıyamete, beş kıyamete kadar daha ömrü olsa dünyamızın bu yiyecekler fillere gene yeterdi. Eeee, peki derdi neydi acaba fillerin, hüdhüd lerin, niçin böylesine, bu kadar biriktiriyorlardı. Kann calann yaşlılan, akıldaneleri düşünüyorlardı ki, bu fil ler, hüdhüdler biriktirme deliliğine tutulmuşlardı. Bir oburluk, bir görmemişlik. � . Böylesi doymaz yaratıklan şimdiye kadar öteki yaratıklar hiç görmemişlerdi. Tek mil yeryüzü kurduyla kuşuyla, börtü böceği, yılanı çı yanı, tekmil yaratıklanyla lalü ebkem kalmışlar, bu ye ni yaratıklar karşısında Ş aşıyorlardı. Bu hüdhüdler, fil ler, bu oburlar, bu biriktirme hastalan delirmişlerdi. Ya ratıklar bunlar karşısında ne yapacaklannı da bilemi yorlardı. Hem bu biriktirme ne pahasına oluyordu ! Milyar� larca karıncanın öliimü, hastah�ı. sakathğı, yoksulluğU, açlığı pahasına. Filler bu kanncalam hiç acımıyorlar, üstelik de onları hiç sevmiyorlar, en küçük bir fırsa-tta aşağılıyorlardı. İlk zamanlarda sultan, kanncalaı· bizim soyumuzdan gelir, demişti de onlar da inanmışlardı.. On- 205 ların bir çiğneyişte yuttuklan her lokrna için milyonlar ca kannca canını veriyordu. Onların ambarlarda çürüt tükleri, kanncalara bir damlasını vermeyip denizlere döktükleri fazla ürünler için milyarlarca kannca kan emeklerini, canlarını veriyorlardı. Kırmızı sakallı topal kannca da aşağıdan, filista.n dan, kannca ülkelerinden gelen haberleri dinliyor, öfke sinden kuduruyordu ama, elden ne gelir . . . ı1Delirmişler bunlar, delirmişler,ıı diyordu d a başka bir şey demiyordu. 11Dünyanın bu delirmiş çağı da, bu alçalmış, bu obur, bu bencil çağı da geçecek ama, ne za man geçecek?ıı Üzüntüsünden kahroluyordu. Fil filken bile, bir canlıya, bir yaratığa bu kadar delirmeyi, ben cilliği, zulmü, alçalmayı yakıştıramıyordu. Kanncalar kurtulduğu zaman filler d , e , fil soylan da karıncatarla birlikte mutlu olacaklardı. Neydi bu kadar çaba, bu ka dar bencillik, a.lçalma, zulüm, işkence? Delirmişlerdi bu filler, ama delirmenin de bir sının olmalıydı. Karınca lara bu zulmü yapan filler, hüdhüdler, korkudan da de H oluyorlardı. Kanncalan kannca kadar bile görmü yorlardı ya, gene de korkudan gözlerine uyku girmiyor du. Dünyanın büyük lanetine, korku lanetine uğramış lardı. Ambarları yüz yıllık yiyeceklerle, hazineleri bin, on bin yıl yetecek kadar altınla dolu olmasına karşın, yarın aç kalacaklarmış gibi korkuyorlardı. Esen yelden, akan sudan, şınldayıp gelen ışıktan, gökyüzünden, top raktan, dünyayı doldurmuş çiçeklerin kokusundan, ka natları ince kelebeklerden korkuyorlar, korkuyor birik tiriyorlar, biriktiriyor korkuyorlardı. Kanncaların ülkelerde ve üste ta burasına gelmiş ti. Ülkelerden kırmızı sakal olup gelen kanncalar yer lerinde duramıyorlar, bıyıklarını biribirierine sürterek: Ne yapmalı, ne yapmalı, hep, ne yapmalı, diyorlardı. Ne yapmalı, ne yapmalı? 206 Kı rmız ı sakallı topa! kannca da hep soruyordu, hem kendi kendine, hem de önüne gelen her kırmızı sakallıya, ne yapmalı, ne yapmalı, bıçak kemiğe dayan dı, ne yapmalı? Büyük olaydan, yani yenilgiden, kırgııidan sonra kırmızı sakallı olsun · olmasın bütün karıncaların, topal demirciye ve onun arkadaşl)ln olan, onunla üste kalıp filler savaşına katılmayan eli nasırlı kırmızı sakallara güvenleri artmıştı. Onların sözlerinden dışarıya çikmı yorlardı. Topal karınca da gece gündüz ' okuyor, karınca ül kelerinden gelen karıncaları, kırmızı sakalları, özellik le nasırlı kanncalan dinliyor, onlara danışıyor, düşünü yordu. Daha doğrusu tekmil kanncalar artık bu işten kurtulmanın yolunu bulmayı düşünüyorlar, anyorlar dı. Topal demirci, ta baştan bu yana suyun buğuya dö · nüşmesi diyordu da, ötekiler bu suyun buğuya dönüş mesinden hiç bir şey anlamıyor, onunla alay ediyorlar dı. Su nerdeee, karınca nerdeee, diyorlardı. Ne derlerse desinler, ne kadar anlayışsız ol�rlarsa olsunlar, topa! karınca suyun buğuya dönüşmesi düşüncesinden caymı- yordu. · Bir gün bütün kanncalar alana toplanıp topal de mirciyi oraya istediler. Alan, kanncaların binde birisini bile alınıyordu artık. O binde bir karınca bile alanda üstüste kaynaşıyordu. �opal .karınca geldi, bu kez çitlembik ağacının da lının üstüne çıktı, çünkü daha büyük kalabalığa ses- lenecekti, o yüzden üstüne çıktığı ağaç daha yüksek ol malıydı. O ağaca çıkar çıkmaz kalabalık hep bir ağızdan bağırdı: ((Anladık, anladık, anladık.» ((Neyi anladınız?» diye sordu onlara topa! demireL 207 |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling