Hazirlayanlar


Download 3.42 Mb.
Pdf ko'rish
bet39/41
Sana17.10.2017
Hajmi3.42 Mb.
#18082
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   41

Özet

Bu bildiride Türk-Ermeni birlikteliğinin yansımaları Türk-

çede ve İngilizcede hemen hemen aynı dönemlerde 

yazılmış beşer edebî eserden hareketle tartışılacaktır. Bu 

edebî eserlerde söz konusu birlikteliğin yansıma alanları, 

bu birlikteliğin hangi çerçevede algılandığı ve bu algıda 

edebî eserlerin yazarlarının içinde bulunduğu sosyal ve 

siyasî yapının rolü tartışılacaktır. Türk-Ermeni ilişkileri gibi 

hassas bir konuda edebî eserlerin de en az tarihî eserler ve 

hatta olaylar kadar rol oynadığı ve kamuoyu oluşturduğu 

tezi savunulacaktır.


565

Yrd. Doç. Dr. Zekeriya BAŞKAL



Giriş

1

Türk-Ermeni ilişkileri, Türkiye’nin devlet olarak dış politikada ve 

yurt dışında yaşayan Türklerin günlük hayatlarında karşılaştıkları ve bu 

güne kadar çözümün kolay olmadığının anlaşıldığı problemli bir alandır. 

Bu problemin başlangıcından itibaren oluşmasında, gelişmesinde ve çö-

zülmez bir hale gelmesinde her iki tarafın dışındaki güçlerin katkısı olduğu 

kadar; ortak tarihi, beraber yaşanmış yüzyılları ve birliktelikleri yeterince 

vurgulamayan, bütün bunları her iki toplumun bu gününe ve geleceğine 

hiç bir faydası olmayan bir nostaljiden ibaret gören ve daha da önemlisi 

çok küçük ve geç bir tarihsel dönemi genelleştirip tüm ortak tarihe ve asıl 

önemlisi geleceğe bu dar açıdan bakan anlayışın da katkısı vardır. Barış 

için savaştan daha çok emek gereklidir ifadesi şüphesiz bu konu için de ge-

çerlidir. Bu amaca ulaşabilmek için gerek politik, gerek kültürel araçların 

her birini kullanmak yapılması gereken bir zorunluluktur. Bu yazı, Türk-

lerle Ermenilerin ortak tarihi üzerine Türkçe ve İngilizce yazılmış eserle-

rin belli yönlerini, Türk-Ermeni ilişkilerine yapması muhtemel olumlu ve 

olumsuz katkılar açısından inceleme çabasıdır. 

Türk-Ermeni birlikteliği üzerine yazılmış eserleri bir kaç açıdan tasnif 

etmek mümkündür. Bunlardan en kolay olanı eserin yazıldığı dildir. İkinci 

1 Bu 

tebliğ TÜBİTAK tarafından desteklenen Türk-Ermeni İlişkilerinin Barışçı Yönü: Tokat, 



Amasya Sivas ve Kayseri Örnekleri adlı proje kapsamında hazırlanmıştır. Proje kapsamın-

da İngilizce ve Türkçe yazılmış Türk-Ermeni ilişkilerini konu edinen diğer eserler de ince-

lenecektir. 


566

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

bir tasnif kriteri de yazarın hangi gruba ait olduğudur. Üçüncü bir tasnif 

kriteri olarak yazarların Türk-Ermeni birlikteliğinin fırtınalı dönemlerine 

olan zamansal uzaklıkları kullanılabilir. Bu yazının sonunda söyleyeceğim 

şeyi, tezi ifade etmek açısından yukarıdaki kriterler bağlamında başta ifade 

etmek gerekirse aşağıdaki tespitleri yapmak mümkündür. Bu yazının daha 

geniş bir çalışmanın parçası olduğundan bu tespitlerin ihtiyatla alınmasını 

da belirtmek istiyorum. 

Genel olarak Türk-Ermeni birlikteliği hakkında yazılan eserlerden 

İngilizce yazılmış olanlar bu konu hakkında Türkler açısından daha katı, 

daha kindar, diyaloğa kapalı, karşı tarafı düşmanca genellemelerle nitele-

yen ve Türk-Ermeni birlikteliğinin en temel konularında bile son derece 

bilgisiz bir tutum içindedirler.

Aynı konuda Türkçe yazılmış eserlere bakıldığında Türk-Ermeni bir-

likteliğinin fırtınalı dönemi diğer eserlerde olduğu gibi önemli bir yer tut-

masına rağmen, bu eserlerde daha anlayışlı, düşmanlıklardan çok dostluk-

ları ön plana çıkaran, insanları değişmez kategoriler içinde değil zamana, 

mekâna ve kişiye göre değerlendiren bir tutum söz konusudur. Her iki tu-

tumun elbette birtakım nedenleri vardır. Bunlardan en önemlileri edebî es-

relerin belli bir okur kitlesi için yazılması ve aslında yazarın okuru etkile-

diği kadar okurun da yazarı etkilemesi sözkonusudur. Bu konuda İngilizce 

yazan bir yazar, daha başlangıçta dilin imkânlarını ve kültürel kalıplarını 

kullanmaya açıktır.

Yukarıdaki tezleri destekleyebilecek eserlerden biri Micheline Ma-

haronian’ ın eseridir. 2000’li yıllarda Batıda yazılmış ve Doğu hakkında, 

Müslümanlar hakkında, hatta Türkler hakkında olumlu şeyler söyleyen ve 

son derece başarılı olmuş çok az eser vardır. İngilizce yazan bir yazar ya 

ister istemez başarısızlık riskini göze alacak ya da dalgaların akışına doğru 

kürek çekecektir. Başat kültür ve o kültürün taşıyıcısı olan dil, yazarı ister 

istemez belli yönde zorlayacaktır.

Türkçe ve İngilizce yazılmış eserler arasında yukarıdaki tespitleri da-

yandırdığımız eserler şunlardır: Michelin Maharonian’ın Three Apples Fell 

from Heaven ve 2004’te çıkan Day Dreaming Boy; Abraham Hartunian’ın 

Neither to Weep nor To Laugh; Peter Najarian’ın Daughters of Memory; 

Franz Werfel’in Forty Days of Musa Dagh; Peter Balakian’ın Black Dog of 



Fate; Adam-Bagdasarian’ın Forgotten Fire; Nancy Krikorian’ın Zabelle 

ve Mae M. Derdarian’ın Vergeen. İkinci grupta ise Mıgırdıç Margosyan’ın 

Gavur Mahallesi, Biletimiz İstanbula Kesildi, Söyle Margos Nerelisen

567

Yrd. Doç. Dr. Zekeriya BAŞKAL

Kirkor Ceyhan’ın Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, Seferberlik Türkü-

leriyle Büyüdüm adlı eserleri sayılabilir. Bu yazı daha geniş bir çalışmanın 

sadece küçük bir parçasıdır ve bu yazıda  İngilizce yazılmış ve pek çok 

yönüyle tipik olan bir eser üzerinde durulacaktır. 

2001 yılının ilk aylarında, Amerika’da kitapçı rafl arında Türklerin hiç 

de yabancısı olmadığı bir başlığı taşıyan bir kitap belirdi: Gökten Üç Elma 

Düştü

2

. Bu kitap, ataları Türkiye’den göçmüş genç bir Ermeni Amerika-



lı yazarın ilk eseriydi. Kısa sürede roman, pek çok yazarı kıskandıracak 

bir üne kavuştu. Ülkenin en önemli edebî tanıtım dergilerinden biri olan 



New York Times Book Review kitabı okuyucularına övücü sözlerle tanıttı

3



Ulusal Halk Radyosu’nda eser tartışıldı

4

, kitabın yazarı imza günlerine, 



radyo konuşmalarına davet edildi. Kitap, yazar ve yayıncı açısından bakıl-

dığında tam bir başarı öyküsüdür. Ancak kitabı incelediğimiz zaman, edebî 

olarak çok başarılı bir eser olmadığını, zaten eserin değerlendirmelerinin 

de bu yönüne çok az değindiklerini, yazarın Berkley’de öğrendiği yazma 

tekniklerini, Amerikan dizilerinin insanı yormayan ve her beş dakikada 

bir reklam arası veren fi lmler  rahatlığında okura sunduğunu görüyoruz. 

Kitabı asıl önemli yapan, Amerikalıların korkunç Türk (terrible Turk) im-

gesinden ve yine XX. yüzyılın başında Anadolu’ya yoldan sapmış Ermeni 

kardeşlerini tekrar hidayete erdirmek için gelmiş misyoner mektupların-

dan bildiğimiz, medyada çesitli şekillerde gizli veya açık bir tarzda ifade 

edilen ve biraz da zamanlama açısından ilginç bir tesadüfl e 11 Eylül son-

rasına gelmesiyle oluşan rüzgarın yönünde imgeler sunmasıdır. Romana, 

ve bu imgelerin kurduğu üst dile göre- Edward Said buna Oryantalizm 

diyor- Türkler Müslümandır -romanda Muhammedî ve Türk eş anlamlı-

dır- ve Türklerin insanlık adına, yok denecek kadar az değerleri vardır. Bu 

kabulün de 11 Eylül sonrası hâkim olan havada, kitap için artı bir değer 

getirmesi sözkonusudur. Kısacası roman, Avrupalıların ve Amerikalıların 

Türklerle ilgili bilinç altlarında yatan ve değişik eserlerde defalarca ifade 

edilen kalıba uygun olduğu için, ya da Amerika’daki insanların 11 Eylül 

sonrası iyice kronikleştirilen ancak eskiden beri ve özellikle Avrupa’dan 

tevarüs ettikleri beklentilerine cevap verdiği için başarılı olmuştur. 

2  Micheline Aharonian Marcom, Three Apples Fell from Heaven, (Gökten Üç Elma Düştü), 

Riverhead Boks, New York 2001. 

3  Margot Livesey, “Three Apples Fell From Heaven Book Review,” The New York Times 

Book Review, April 22 2001. 

4  Eser 30 Nisan 2001 tarihinde Alan Cheuse tarafından Ulusal Halk Radyosu’nda (National 

Public Radio) tanıtıldı. http://www.npr.org/features/feature.php?wfId=1122255 (28 Mayıs 

2004)


568

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

Roman, Ermenilerin ve Türklerin XX. yüzyılın başında yaşadığı acı-

ları anlatma iddiasıyla yola çıkıyor. Belli bir anlatıcı ya da baskın bir an-

latım tarzı yok. Okura kısa epizotlar halinde bazen bir Ermeni kadınının 

yaşamından bir kesit, bazen bir Amerikan elçisinin ülkesine gönderdigi bir 

mektup, bazen de Allahuekber dağlarında ölen Türk askerleri sunulmuş. 

Eserin temel ekseni Türk-Ermeni ilişkileri. 

Romanın ünlü olmasının en önemli nedeni belli imgeleri güçlendiri-

yor olmasıdır demiştik. Türklerle ilgili akla gelebilecek ve Türkleri öte-



ki olarak şekillendirecek bütün ögeler hemen romanın ilk on sayfasında 

çıkıyor karşımıza. Daha ikinci sayfada yazar Mezopotamya böceklerinin 



kan içtiğini, İnciller’in yakıldığını, altınların gömüldüğünü söylüyor. Aynı 

sayfada  zindancının haremine kapatılmış  kızlar… boşalmış kiliseler... 



ve harap olmuş matbaa var. Bütün bunlar, daha ikinci sayfadan itibaren 

okurun zihninde Hıristiyan-Müslüman, zengin-fakir, medenî-ilkel karşıt-

lıklarını oluşturuyor. Ancak yazar, bunu zaten açıkça da söyletiyor kahra-

manlardan birine. Sayfa 5’te bir Ermeni kadın kendilerinin o köpeklerden 



(Türklerden) daha medenî olduğunu söylüyor. Yine hemen romanın ba-

şında yazar, güçsüz savunmasız bir Ermeni kadını olan Anagul’u bir kaç 

kalem darbesiyle okurla özdeşleştiriyor: Evde erkek olmadığı için çarşıya 

yumurta almaya giden Anagul’e, Amerikalıların aklına hemence pis yaşlı 



adam (dirty old man) ifadesini getiren iğrenç bir yaşlı Türk cinsel tacizde 

bulunuyor. Kadın insanların adam doğradığı bıçakların bilendiği çarşıdan 

eve dönerken, yazar perdeyi o İngiliz Hasta fi lmindeki acımasız hemşire 

sahnesinden ya da Gece Yarısı Expresi fi lmindeki Reyhanî’nin sesiyle zen-

ginleştirilen ve Türklere has ve tercüme edilemez, otantik bir hava katılan 

o tecavüz sahnesine çok benzeyen bir sahneyle kapatıyor: Yani minareler 

ve ezanla. Bunun, okurda, zaten birkaç sayfa önce yazarın açıkça belirtti-

ği Hıristiyan-Müslüman karşıtlığını yaratacağını tahmin etmek için uzun 

okur tepkisi ya da okur algılama tahlillerine gerek yok. Nitekim Ermeni-

lerle Türklerin ve başka pek çok dinî ve etnik rengin bir arada yaşadığı o 

zengin tarihi görmezden gelen veya kendi kültüründeki ve toplumundaki 

ön yargılardan dolayı göremeyen Alan Cheuse 30 Nisan 2001’de Ulusal 

Halk Radyosu’nda romanı XX. yüzyılın başında Türkiye’deki Hıristiyanla-

rın katledilmesini inceliyor şeklinde sunuyor. 

Roman boyunca okur, Türkler hakkında insanın tüylerini ürperten 

onlarca imge ile başbaşa kalıyor. Kızı ve hanımı, işkenceler sonrası çıl-

dıran Ermeni profesörü eve götürmeye çalışırken Türkler iki adım ötede 

gülüyorlar (s.13). Amerikalılara hemen Yahudi soykırımını (Holocost) 


569

Yrd. Doç. Dr. Zekeriya BAŞKAL

hatırlatan bir betimlemeyle ölünün üzerinden elbise almak günah olduğu 

için, elbiselerini almak istedikleri insanları önce soy(uyorlar) (s.56), hay-

vanlarla cinsel ilişki kur(uyorlar) (s.168),  insanların cinsel organlarına 

ellerini sok(uyorlar) mücevher aramak için (227), kadının karnını yarıp 

çoçuğunu çıkarı(yorlar) (s.236).

Türk-Ermeni ilişkileri söz konusu olduğunda akla gelebilecek ilk ko-

nulardan biri, Ermenilerce XX. yüzyıldan önceki tarihin nasıl değerlendi-

rildiğidir. Bu konu, gerçekten de Türk-Ermeni ilişkilerini daha sağlıklı bir 

düzleme çekebilecek bir ağırlığa sahiptir. Bu eserde, her nedense yazar, 

tarihe 1453’le başlıyor. Türklerin Ermenilerle çok daha önce ta Türklerin 

ilk Anadolu’ya geldiğinde karşılaşmasına rağmen, Ermenilerin Türklerle 

ilişkisinin tarihini 1453’ten başlatmanın, şüphesiz eserin genel anlam çer-

çevesiyle çok yakın ilişkisi var. Avrupalılar için İstanbul’un fethi bir an-

lam ifade eder ve önemlidir, ancak Ermeniler için bu nasıl bir anlam ifade 

eder. Bunun Ermenilerin Türklerle ilişkilerine ve hatta kendi tarihlerine, 

maalesef, toplumuyla ve tarihiyle özdeşleşememiş sömürge aydını ya da 

yarı aydın bakış açısıyla, yani başkasının perspektifi nden kendi tarihine 

bakmaktan başka açıklaması yoktur. Yazar şöyle diyor: Selçuk Türkleri XV. 



yüzyılda İstanbul’u fethetti. Uzun yıllar biz onların millet-i sâdıka sıydık. 

Sadık, çalışkan… 1894 Sasun kıyımı hakkında ya da Adana kıyımı hak-

kında hiç düşünmedik(s.163). Yazarın kendi baz aldığı tarihten başlasak 

bile 450 yıllık bir devreyi alelacele atlaması ve itiraz olarak çok da eskiye 

gitmeyen 1894 tarihini getirmesi, yazarın bu konuda çok rahat olmadığını 

ve aslında İstanbul’u fethedenin Selçuk Türkleri değil, Osmanlı Türkleri 

olduğunu farketmeyecek kadar tarih bilgisinden mahrum olan okuru aldat-

tığını söylemek temelsiz bir yargı olmasa gerek. Yazara göre, Ermenilerle 

Türkler arasındaki olaylar, belli bir tarihin ve olağanüstü sosyal ve siya-

sal şartların doğurduğu geçici olaylar değil, Türk halkının inancından ve 

karakterinden kaynaklanan doğal bir sonuçtur. Nitekim iyilik ve kötülük 

kavramlarının felsefî çözümlemesinin yapıldığı bölümde Türk imajı, yılan 

imajıyla özdeşleşir (s.45-47).

Türklerle ilgili olumsuz ögelerin en yoğunlaştığı alan, yine Oryanta-

list eserlerde çokça görülen bir alan olan kadın konusudur. Örneğin Türk 

bir anne şöyle diyor: Kadın acı çekmek için yaratılmıştır. Çünkü Havva 



zayıftı ve biz hepimiz zayıfız. Havva... şeytana daha yakındı. Senin görevin 

dinlemek, itaat etmek. Düşüncelerini asla göstermemelisin. Sadece din-

le, itaat et. (s.74) Aynı düşünce, kadının şeytana yakın olduğu, nerdeyse 

aynı cümlelerle sayfa 201’de de tekrar edilir. Mustafa’nın karısı, kocasının 



570

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

dönüşünü düşünürken çok güçlü bir ölüseverlik duygusuyla ölümü arzu-

layarak ve bu öldürme eyleminin Türkler tarafından rahatça yapılan bir 

eylem olduğunu ima ederek şöyle der: Savaştan sonra gelecek Mustafa ve 

kardeşleri. Vücudumu yere koyacaklar, başımı kurbanlık koyun gibi geriye 

bükecekler, deri gerilecek ve çabucak ikiye ayıracaklar. (s.201) Türkler-

den kaçmak için çatıda saklanan ve çıldıran bir Ermeni delikanlısı olan 

Sargis’in, bir Türk genci olan Hakan’a duydugu homoseksüel ilgiyi anla-

tırken kullandığı sözler de romandaki kadın imgesini yansıtması açısından 

önemlidir: Senin kadının olabilirdim. Ayaklarını yıkar, günde beş kez senin 

için namaz kılabilirdim  (s.212). Yazar, aynı  şekilde galiba televizyonda 

gördüğü ve Şiilerin Muharrem ayında yaptıkları bir geleneği de ilginç ve 

yanlış bir şekilde aktarıyor: 1903’te anne ölüm döşeğindeydi. Evdeki ka-

dınlar örtülerini taktılar ve gece gündüz dövdüler kendilerini onun iyileş-

mesi icin (s.74). Bu örnek yazarın Osmanlılarda ya da Türkiye’de böyle bir 

geleneğin olmadığını ya da Şiilerin söz konusu ritüeli birilerinin iyileşmesi 

için yapmadıklarını bilmeyecek kadar yazdığı konuya yabancı olduğunu 

gösteriyor. 

Peki, yazar romanda iyi Türklerden ve ortak yaşanmışlıklardan hiç 

bahsetmiyor mu? Karısı çocuk istediği için bir Ermeni çocuğuna acıyıp 

evlâtlık olarak alan isimsiz jandarma (s.64) aynı şekilde bir çocuğa acıyıp 

evlâtlık edinen isimsiz Kürt kadını (s.65), Allahuekber dağlarında donan 



Türk askerleri (s.121-125) insanın tüylerini ürperten onlarca olumsuz im-

genin yanında çok sönük kalıyor. Kitapta farkedilen en bariz ortak yaşantı 

da  yüzyıllardır hamamda cinsel ilişki kuran ve hiç bir şey yokmuş gibi 

davranan Türk, Ermeni ve Kürt erkekleri (s.167-168).

Şüphesiz bütün bunların olumlu bir amaca hizmet etmesi ve az da olsa 

Türk-Ermeni ilişkilerini, ya da yabancıların ve Ermenilerin Türklere bakı-

şını etkilememesi imkânsız. Tevfi k Fikret, Halit Ziya’nın böbürlenerek, 



azizim! Muhakkakki hayatı romanlar yapıyor dediğini anlatır. Umud ede-

lim ki bu tür eserler Türk-Ermeni ilişkilerinin belirleyicisi olmasın. Ede-

biyat eleştirmeni, bu tür eserlerin olumsuz yanlarına ve çelişkilerine işaret 

ederek, tarihte görülmüş barışçı birlikteliklerden biri olan Türk-Ermeni 

birlikteliğinin olumlu yönlerini ön plana çıkarabilir ve böylelikle, edebiya-

tın medeniyet tarihinin bir parçası olması durumuyla, medeniyet tarihine 

ya da yarının medeniyetine olumlu bir katkıda bulunabilir.


OSMANLI DEVLETİ TARAFINDAN

ERMENİLERE VERİLEN NİŞAN VE MADALYALAR

Arş. Gör. Zeynep İSKEFİYELİ

Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü

E-mail: zcumhur@sakarya.edu.tr; Tel: 0 264 346 03 77-78


Özet

Osmanlı Devleti’nde, form ve şekil itibariyle günümüz an-

layışındaki nişan ve madalyaların ihdas edilmesi XVIII. yüz-

yılın son çeyreğinde gerçekleşmiştir. Nişan ve madalyalar, 

devletin varlığı, birliği, bütünlüğü ve gelişiminde üstün 

gayret, hizmet ve özveri ile çalışarak başarıya ulaşan ve 

bu başarısı ile toplumu üst düzeyde etkileyen kişilere veri-

len bir semboldür. Bu sembolün verilmesindeki amaç, bir 

yandan kişiyi taltif etmek ve onurlandırmak, diğer yandan 

ise toplumun diğer bireylerini özendirerek aynı başarıya 

ulaşmaya teşvik etmektir. Bu çerçevede Osmanlı Devleti 

Millet-i Sâdıka olarak isimlendirdiği Ermenileri, hüsn-i hiz-

metlerinden ötürü çeşitli dönemlerde nişan ve madalya-

larla taltif etmiştir. 

Bu bildiride Osmanlı Devleti’nin çeşitli vesilelerle Erme-

nilere verdiği nişan ve madalyalara birtakım örnekler 

verilerek, Türk-Ermeni münasebetlerine etkileri üzerinde 

durulacaktır. Başta Ermeni katagikosu, Patrik, piskopos ve 

papazları olmak üzere din adamlarına; devlet hizmetinde 

bulunanlara, murahhaslara ve Ermeni ileri gelenleri ile 

üstün gayret ve hizmetleri görülen Ermeni cemaati men-

suplarına olmak üzere çok sayıda kişiye nişan ve madalya 

tevcih edilmiştir. Osmanlı Devleti tarafından kendi milleti-

nin meşrû istekleri hakkında ciddi müdafaada bulunduğu 

için Ermeni Patriği nişan ile taltif edilmiş, Padişah’ın do-

ğum günü münasebetiyle takdim edilen dua kesesini iş-

leyen Ermeni hanımlara Sanayi madalyası ve Şefkat nişanı 

verilmiş, Van kalesinin tamirindeki gayretleri sebebiyle 

Van müftüsü ile beraber Ermeni murahhasasına da nişan 

tevcih etmekten geri durulmamıştır. Başbakanlık Osmanlı 

Arşivi’nde bulunan belgelerde bu türden birçok örneğe 

rastlamak mümkündür. Bu husus, Osmanlı topraklarında 

huzur ve sükûnet, adalet ve güven içinde uzun yıllar hep 

birlikte yaşayan Türk ve Ermeni toplumlarının dikkat çekici 

bir özelliğidir.

 


575

Arş. Gör. Zeynep İSKEFİYELİ



Giriş

Osmanlı Devleti, dünya tarihinin en uzun ömürlü imparatorlukların-

dan biri olarak üç kıtada, çok geniş topraklar üzerinde hüküm sürmüştür. 

Devletin en önemli özelliği, adalet ve liyakat ilkelerini esas alan bir devlet 

felsefesi ve hoşgörülü yaklaşımı ile her dinden ve her milletten insanları 

asırlarca aynı devlet çatısı altında huzur ve mutluluk içerisinde yaşatmayı 

başarmış olmasıdır. Osmanlı idaresinde İslâmiyet’ten başka dinlere ina-

nanların, farklı inanç ve kültüre sahip insanların şahsî hakları kanunlarla 

korunmuş, kanun önünde hiçbir gruba iltimas geçilmemiş ve baskı uygu-

lanmamıştır. Her cemaate örf ve âdetlerine göre bir düzen kurma imkânı 

veren, cemaatleri her türlü dinî ve dahilî işlerini düzenlemekte serbest bı-

rakan Osmanlı Devleti’nin birlikte yaşama sanatındaki başarısı inkâr edi-

lemeyecek bir tarihî gerçektir. 

Ermeniler arasında eskiden beri cari olan meşhur bir söz vardır; Tür-



kün itimat ve teveccühünü bir kere dahi olsa kazanacak olursan, kâfi dir. 

O sana bütün varlığı ile bağlanır, çünkü taktir kudreti onda mevcuttur

1

. 

Gerçekten de Osmanlı Devleti özveri ile çalışarak başarıya ulaşan, bu ba-

şarısı ile toplumu etkileyen kişileri din ve milliyet ayrımı yapmaksızın 

taktir etmekten geri durmamıştır. Devlet hizmetinde yararlılık, bağlılık ve 

fedakârlık gösterenleri çeşitli hediye ve ödüllerle taltif etmiş, bu suretle 

1  Y. Gomidas Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler (1453-1953), İstanbul 1953, s.12. 


576

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

sadakatlerinin devamını temine çalışmıştır. Hazineden büyük harcamalar 

yapılarak nişan ve madalyalar imal ettirilmiş ve dağıtılmıştır. 

Kelime anlamı ile belirti, işaret, hedef, alâmet-i farika, ayrıcalık gibi 

anlamlara gelen nişan devletin varlığı, birliği, bütünlüğü ve gelişiminde 

üstün gayret ile çalışarak kişisel başarıya ulaşan ve bu başarısı ile top-

lumu üst düzeyde etkileyen kişilere verilen bir semboldür. Bu sembolün 

verilmesindeki amaç, bir yandan kişiyi taltif etmek ve onurlandırmak, di-

ğer yandan ise toplumun diğer bireylerini özendirerek onları aynı başarı-

ya ulaşmaya teşvik etmektir

2

Madalya ise bir muharebenin veya mühim 



bir hadisenin hatırası olmak üzere madenden hazırlanmış nişanın adıdır

3



Osmanlı Devleti’nde ilk nişan III. Selim devrinde verilmiştir. Hükümda-

rın 1798 yazında Fransız donanmasını yakan Amiral Nelson’a gönderdiği 

kıymetli taşlarla süslü çelenk ilk nişan olarak kabul edilir

4

. Bunu 1801’de 



çıkarılan Hilâl nişanı izlemiş ve meşhur Vak’a-i Mısriyye madalyası

5

 da bu 



tarihte çıkarılmıştır. 

2  T. Nejat Eralp, “Osmanlılarda Nişan ve Madalya”, Türkler, C. 13, Ankara 2002, s.683-686. 

Madalya, madalyon ve nişan kavramları birbirine karıştırılmıştır. Osmanlı Devleti bazı ma-

dalyalarını nişan olarak, bazı nişanlarını da madalya olarak zikretmiştir. Madalya ile nişan 

arasındaki farkı tanımlamak her zaman kolay olamamıştır. Her ikisi de işlevi açısından 

birbirine çok benzemektedir. Birkaç istisna dışında madalyalar yekpare olarak para gibi 

basılmışlardır. Nişanlar ise birçok parçanın birbirine montesi ve kuyumculuk teknikleri ile, 

kıymetli taşlar ve mine işçiliği kullanılarak meydana getirilmişlerdir. Bilhassa ilk dönemde 

bazı Osmanlı madalyaları yekpare olarak Darphane-i Amire’de basıldıktan sonra üzerle-

rine kıymetli taşlar ilâve edilmek suretiyle nişan haline sokulmuşlardır. Metin Erüreten, 

Osmanlı Madalya ve Nişanlarındaki Bazı Farklı Tipler, http://www.turknumismatik.org.

tr/turkce/yayinlar/bultenler/bulten03940/makale16_tr.html, 28.03.2006.

3 Mehmet 

Zeki 


Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C.II, İstanbul 1993, 

s.377. İlk gerçek örnekleri Roma devletinde görülen ve kelime olarak İtalyanca medag-



lia sözcüğünden türeyen madalyalar, metal üzerine darp edilmiş sikkeler gibi, devletin ve 

yöneticilerinin simgelerini taşıyan bir şekilde ödüllendirme vasıtası olarak kullanılmaya 

başlanmış, bir müddet sonra pek çok ülkede ve bilhassa yeni çağın başlamasıyla birlikte 

Avrupa’da yaygınlaşmıştır. Erüreten, a.g.e., s.12.

4  O zamana dek kişileri onurlandırmak için sunulan hediyeler, genellikle yabancı elçilere 

verilen hil’at (şeref cübbesi), altın enfi ye kutusu veya at ile sınırlıydı. Yüksek kalitedeki 

samur kürkler ise Osmanlı devlet erkanı için kullanılıyordu. Nelson’un çelengi değeri iti-

bariyle Osmanlı Padişahlarının ve üst düzey bürokratların kavuğunu süsleyen sorguçlara 

benziyordu. Nelson’un çelengi ile ilgili detaylı bilgi için bkz: Edhem Eldem, İftihar ve 

İmtiyaz, Osmanlı Nişan ve Madalyaları Tarihi, İstanbul 2004, s.16-23.

5  21 Mart 1801’de Canope Muharebesi’nde Fransız ordusu, Osmanlı-İngiliz ittifakı karşı-

sında yenik düşmüş ve 27 Haziran’da imzalanan bir ateşkes ile Fransızların Mısır’ı terk 

etmeleri sağlanmıştır. 27 Ağustos’ta ise Mısır’daki son Fransız kalesinin düşmesiyle, bu 

topraklarda yeniden Osmanlı hakimiyeti tesis edilmişti.  İngilizlerin desteğiyle kazanılan 

bu başarılar, yeni bir madalya ihtasını gündeme getirdi ve 1801 tarihli Vak’a-i Mısriyye 

madalyası İngiliz kumandan, subay ve askerlere dağıtıldı. İngilizce The Sultan’s Medal for 



577

Arş. Gör. Zeynep İSKEFİYELİ

Nişanların resmî bir konum almaları ise II. Mahmut (1808-1839) dö-

neminde olmuştur. 1839’da Abdülmecit’in hükümdar olmasından itibaren 

nişan, Osmanlı Devleti’nde artık iyice yerleşmiş, nişanlar nizamnameye 

bağlanarak beratları ile birlikte verilmeye başlanmıştır. Nişan-ı İftihar, ni-

şan-ı İmtiyaz özellikle hükümdarın adını taşıyan Mecidî nişanı bu dönemin 

önemli nişanlarıdır. Abdülaziz döneminde çıkarılan nişanların en önemlisi 

ise nişan-ı Osmanî’dir. II. Abdülhamit döneminde ise bunlara ilâve olarak 

üç nişan daha görülmektedir. Bunlardan ilki 1876 yılında çıkarılan Şefkat 

nişanıdır. Bu nişan savaş zamanında, tabii afetlerde ve barışta fedakârlıkla 

çalışmış, gayret ve üstün başarı göstermiş bayanlara verilmek üzere hazır-

lanmış olması bakımından önem taşımaktadır. Bu nişanı 1879’da çıkarılan 

ve bilim, askerlik, yönetim alanında üstün hizmet gösterenlere verilen ni-

şan-ı Âli-i İmtiyaz izlemiş, 1895’te ise dönemin son önemli nişanı olan Ha-

nedan-ı Âl-i Osman çıkarılmıştır. Osmanlı soyundan nişana lâyık görülen-

lerin yanı sıra, yabancı devlet adamlarından ve hanedanlarından Osmanlı 

Devleti’ne maddî ve manevî yakınlığı görülenlere verilmiştir

6



Yeni nişanlar çıkarılması Sultan V. Mehmet Reşat zamanında da de-

vam etmiş bu dönemde öğretmen, ilim ve sanat adamlarına verilmek üzere 

1912’de Maarif nişanı

7

Meziyet nişanı, Ziraat Liyakat nişanı ve Meclis-i 



Mebusan nişanı çıkarılmıştır. Nişanların çıkarılması form ve şekilleri, ne 

zaman takılabileceği ve hangi kıstaslarla kimlere verilebileceği Abdülme-

cid döneminden itibaren nizamnamelere bağlanmıştır. Nişanlar hakkında 

önce irade çıkarılmış, daha sonra nizamnameler hazırlanarak yürürlüğe 

girmiş ve nişan verilmeye başlanmıştır

8



Bu çerçevede Osmanlı Devleti, vatandaşı olan Ermenilere nişan ve 

madalyalar vererek onları taltif etmekten geri durmamıştır. Zaten, yüzyıl-

lar boyu Osmanlı Devleti idaresinde büyük bir itimat ve güven kazanarak 

önemli devlet kademelerine yükselmiş olan Ermeniler tarihlerindeki en is-

Egypt adıyla bilinen, altın ve gümüş olarak darp edilmiş bu irice madalya, bir amaç için 

verilmiş olan ilk Osmanlı madalyası olarak kabul edilmektedir. Eldem, a.g.e., s.40-41.

6  Eralp, a.g.m., s.683-684.

7  Yüksek askerî okullardan, Hukuk Mektebi ve Dar’ül Muallimîn’den mezun olan öğrenci-

lerden birincilere altın ve ikincilere gümüş olarak verilmektedir. Celil Ender, ‘Maarif Ma-

dalyası”, Toplumsal Tarih, Sayı 26, İstanbul 1996, s.43-45. Ayrıca Tıbbiye’den başarı ile 

mezun olan öğrencilere, okuldaki hocalara ve yardımcılarına, hastanelerde yardımcı olan 

talebelere verilen Tababet nişanı da mevcuttu. Ender, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Tabib-

lere Verilen Tababet Nişanları”, Tıp Tarihi Araştırmaları, Sayı 5, İstanbul 1993, s.132-140.

8  Eralp, a.g.m., s.684.



578

HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER

tikrarlı ve huzurlu yılları yaşamışlardı

9

. Ermeniler, diğer gayrimüslimlere 



nazaran Türklerle en çok kaynaşan

10

 cemaat olduğundan kendilerine mil-



let-i sâdıka unvanı verilmişti. Bu sadık millete her devirde sosyal, iktisadî, 

siyasî hayatta verilen hak ve mevkiler, Osmanlı Devleti sınırları dışındaki 

ne Ermenilere ne de diğer azınlıklara verilmemiştir. Bu hususu vesikalan-

dıran birçok Ermeni, Türk ve yabancı belge bulunmaktadır. Hatta birçok 

Ermeni yazar bile bu durumu itiraf etmekten kendilerini alamamışlardır

11



9  1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu ve 1856 Islahat Fermanı’ndan sonra, Ermenilere gösterilen 

güven çoğaldığı gibi, verilen imkânlar da arttırılmıştır. Dışişleri de dâhil olmak üzere çeşitli 

bakanlıklar, genel müfettişlikler, müsteşarlıklar gibi en üst düzey görevlere getirilmişler-

dir. Abdurrahman Çaycı, Türk-Ermeni İlişkilerinde Gerçekler, Atatürk Araştırma Merkezi, 

Ankara 2000, s.15. Osmanlı tarihi Ermenilerden 29 paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 bü-

yükelçi, 11 başkonsolos ve konsolos, 11 öğretim üyesi ve 41 Osmanlı Devleti’nin yüksek 

kademelerinde görev yapan memur kaydetmektedir. Bunlardan bazıları Dışişleri, Maliye, 

Ticaret ve Posta bakanlığı gibi önemli görevlere getirilmişlerdir. Davut Kılıç, Osmanlı İda-

resinde Ermeniler Arasındaki Dinî ve Siyasî Mücadeleler, Avrasya Stratejik Araştırmalar 

Merkezi Yayınları, Ankara 2000, s.52.

10 XIX. asrın son çeyreğine yakın bir dönemde İstanbul’da bulunan ve iyi bir gözlemci olarak 

buradaki yaşayışı anlatan Edmondo de Amicis, Ermenilerin Türklerle kaynaştıklarını  şu 

benzer cümlelerle ifade etmektedir: “ Ruh ve iman bakımından Hıristiyan, doğuş ve cisma-

niyet bakımından Asya Müslümanı olan Ermeniler, sadece hususî bir inceleme açısında güç 

değil, aynı zamanda ilk bakışta Türklerden ayırmakta güçlük arz ederler. Çünkü Avrupa 

kıyafetini henüz benimsememiş olanları, pek küçük farklarla Türk gibi giyinirlerdi. Bazı 

hususî renklerle, bu milletin ayırıcı işareti olan eski büyük çuha başlığı da hemen hemen 

hiç giymezlerdi. Görünüş itibariyle de Türklerden pek farklı değillerdi. Kendilerini munis 

bir tebaa ve hürmetkâr bir dost olarak göstermek suretiyle, Türlerin itimadını kazanmışlar-

dır. Yabancı erkeğe, Müslüman evi kadar sıkı sıkıya kapanan Ermeni evinin kadınları, Türk 

kadınları gibi giyinirlerdi. Ziya Kazıcı, “Osmanlılarda Hoşgörü”, Türkler, C.10, Ankara 

2002, s.221-232. 

11  Türk hakimiyetindeki bütün yüzyıllar boyunca Ermenilerin millî kimliklerini muhafaza 

edebilmelerinin en önemli sebebi, Osmanlı Devleti’nin bu idarî yapısıdır. Millet Sistemi 

Ermeniler için her zaman faydalı ve iyi işleyen bir sistem olmuştur. Ermeni Kilisesi millî 

inançlarına olan sadakatlerini korumak suretiyle Ermenilerin kimliklerini himaye etmiştir. 

Richard G. Hovannisian, Armenia on the Road to Independence 1918, Berkeley and Los 

Angeles 1967, s.25. 

 Sayıları gittikçe çoğalan Ermenilerin büyük bir çoğunluğu Anadolu’da bulunuyor ve ek-

seriyetle ticaretle meşgul oluyorlardı. İstanbul’da bulunanların vaziyetinin nispeten daha 

iyi olmasının sebebi devlet makamlarını  işgal eden Ermeni vatandaşlarının kendileri ile 

yakından alâkadar olmalarına atfedebiliriz. Bunlar elbette ki, cemaatlerinin rahatlığı ve 

refahı için ellerinden geleni esirgemiyor, nüfuzlarını kullanıyorlar ve çok kere de nazlarını 

geçirebiliyorlardı. Birçok Ermeni müesseselerinde Saray tarafından senelik yardım bağlan-

mış olması hatırlardadır. Bundan ayrı hükümet büyük yortularda hastanelere ekmek, et ve 

en zarurî olan maddelerin gönderilmesini emrederdi. Buna karşılık kiliselerde hükümet için 

ayrı dualar yapılırdı. Yüksek makamlar işgal etmiş olan Ermeni vatandaşları memleketleri-

ne ve vatanlarına sadakatle hizmet ettikleri müddetçe, hükümet de karşılık olarak yardımını 

eksiltmemiştir. Çark, a.g.e., s.240-241. 


579

Arş. Gör. Zeynep İSKEFİYELİ

Osmanlı Devleti millet-i sâdıka  olarak isimlendirdiği Ermenileri, 

hüsn-i hizmetlerinden ötürü çeşitli dönemlerde nişan ve madalyalarla taltif 

etmiştir. Başta Ermeni katagikosu ve Patrikleri olmak üzere din adamları-

na; devlet hizmetinde bulunanlara, murahhasalara ve Ermeni ileri gelenleri 

ile üstün gayret ve hizmetleri görülen Ermeni cemaati mensuplarına olmak 

üzere çok sayıda kişiye nişan ve madalya tevcih edilmiştir. Osmanlı Dev-

leti tarafından kendi milletinin meşru istekleri hakkında ciddi müdafaada 

bulunduğu için Ermeni patriği nişan ile taltif edilmiş, Padişah’ın doğum 

günü münasebetiyle takdim edilen dua kesesini işleyen Ermeni hanımlara 

Sanayi madalyası ve Şefkat nişanı verilmiş, Van kalesinin tamirindeki gay-

retleri sebebiyle Van müftüsü ile beraber Ermeni murahhasasına da nişan 

tevcih etmekten geri durulmamıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulu-

nan belgelerde bu türden birçok örneğe rastlamak mümkündür. Bu husus, 

Osmanlı topraklarında huzur ve sükûnet, adalet ve güven içinde uzun yıllar 

hep birlikte yaşayan Türk ve Ermenilerin birlikteliklerinin dikkat çekici bir 

özelliğidir. 


Download 3.42 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   41




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling