Hercai hercai


Download 1.36 Mb.
Pdf ko'rish
bet32/66
Sana05.01.2022
Hajmi1.36 Mb.
#215141
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   66
Bog'liq
Sümeyye Koç - Hercai

Bazı insanlar, yaşarken ölürlerdi. Birçok sebeple, çetin bir gidişle. Bir kere
daha tekrarladı inanması güç olan gerçeği, haykırışlarının arasından.
“O  gitti…  Arkasından  bakarken,  söyleyemediğim  her  kelime  dudaklarımı
parçaladı. Suskunluğum zindan oldu düşlerime. Öyle kötü baktı ki gözlerime,
sanki  tüm  ömrüm  ezildi  avuçlarının  içinde.  Öyle  ani  oldu  ki  gidişi,  ben
ömrümde  böyle  ölmedim…”  Gözlerini,  Elif’in  gözlerine  kenetledi.  Elif  de
ağlıyordu şimdi. Yürekleri bir olan insanların, acıları da birdi.
“Söylesene, ben hangi günahın bedelini ödedim?”
Gözlerinin  önüne  yine  o  günün  sahnesi  kurulmuş,  Miran’ın  intikam  yüklü
mavi  hareleri  canından  vurmuştu  Reyyan’ı.  Yine  aynıydı  terk  edişi.  Öyle
kalleş, öyle cani…
“Geçmişin  küllerinden  harlanan  büyük  bir  ateş  yaktılar…”  Ses  tonundaki
gizli  bir  isyan  gizliydi.  Kalbi  kırılmış  bir  kız  çocuğu  misali.  “Söylesene,
neden yanan bir tek bendim?”
Kafasını  salladı  Elif,  çaresizce.  “Babanın  işlediği  suçun  bedeli,  senin
omuzlarına yüklenmemeliydi. Hayat bu kadar gaddar olmamalıydı. Sen bunu
hak etmedin ki!”
“En  çok  da  ne  yakıyor  canımı  biliyor  musun?”  Elif  merakla  yüzüne
baktığında,  gözlerini  kapattı.  “Gözleri…  Hiç  gitmeyeceğim  der  gibiydi.
Yemin  gibiydi,  söz  gibiydi.  Ben  o  gözlere  sığınmak  istedim  Elif,  bir  ömür  o
gözlerin ardına saklanmak istedim.”


“Bir  şeyi  merak  ediyorum  Reyyan,”  dedi  Elif.  “Miran,  senin  o  adamın  öz
kızı olmadığını biliyor mu?”
“Bilmiyorum,”  diyerek  omuz  silkti  Reyyan.  “Biliyorsun,  bunu  hiç  kimse
bilmiyor  Midyat’ta.  Neden  bilmem,  sır  gibi  saklıyorlar  herkesten.  Sanki
utanılacak  bir  şeymişim  gibi…  Herkes  beni,  o  adamın  öz  kızı  sanıyor.  O
benim  babam  değil  diyemedim  hiç  kimseye.  Küçüklüğümden  beri  hep  sıkı
sıkı  tembihlerdi  annem.  Onu  öz  baban  bil  çünkü  böyle  bilinmesi  gerekiyor
derdi.” Kafası karışmış gibiydi Reyyan’ın. “Sahi, Miran bunu bilseydi yine de
bana zarar verir miydi?”
“Sanmıyorum,”  dedi  Elif.  “Babanın  canını  yakmak  istedi  o.  Ve  en  büyük
detayı atladı.”
“Babamın canını yakmak mı?” Sinirle gülümsedi. “Aptal Miran. Ben ölsem,
umurunda olmam o adamın.”
“Ama o bunu bilmiyor.”
“Bilmiyor  çünkü…”  Ellerini  birbirine  kenetledi.  “Bizimkiler  bunu  ona
söylemediler. Sadece aile içinde olan bir sırrım ben. Bilse de değişen bir şey
olmayacak çünkü olan oldu.”
Elif  sıkıntıyla  ofladı.  Evin  duvarlarını  incelerken,  “Reyyan,  sana  bir  şey
söylemem  gerek,”  dedi.  Ses  tonu,  suç  işlemiş  gibi  kısıktı.  “Daha  doğrusu,
bunu bilmen gerek.”
“Nedir o?” diye sordu Reyyan.
“Buraya  gelmeden  önce  teyzem  sıkı  sıkı  tembihledi  beni,  sana  bir  süre
boyunca söylememem konusunda. Ama ben bunu senden saklayamam, bunu
sana yapamam.”
“Elif,  çatlatma  insanı,  söyle  ne  söyleyeceksen.”  Reyyan  hissediyordu,
Elif’in söyleyeceği şey her ne ise bu onu altüst edecekti. Zaten ne kalmıştı ki
Reyyan’dan geriye? Paramparça edilip ellerine bırakılan bir kalpten başka?
Elif, “Miran,” diye söze başladığında, Reyyan’ın kalbi sıkıştı. Adı bile kaç
neşter vuruşuna değerdi. Kendisi gelse, Reyyan nasıl ölürdü kim bilir?
“Miran, gerçekten çok kötü bir adam Reyyan.”
Reyyan  kaşlarını  çattı.  Elif’in  asıl  söylemek  istediği  şey  bu  değildi,
söyleyeceği  her  ne  ise  pişman  olmuştu  ve  geri  çevirmeye  çalışıyordu  fakat
Reyyan öğrenmeden bırakmazdı.
“Lafı  çevirme  Elif,  söylemek  istediğin  şeyin  bu  olmadığını  çok  iyi
biliyorum.”  Elif’in  kızaran  yüzüne  ve  sürekli  kaçırdığı  gözlerine  bakılırsa


eğer, kötü bir şey söyleyecek gibiydi.
“Sana bunu söylersem, üzüleceksin, biliyorum. Ama söylemezsem arkandan
iş çeviriyor gibi hissedeceğim. Ben senden bir şey gizlemek…”
“Elif söyle şunu, Allah aşkına!”
“Miran,”  dedi  Elif  son  kez.  İçinden  lanetler  yağdırıyordu  o  adama.
“Evliymiş Reyyan. Gönül aslında onun kız kardeşi değil, karısıymış.”
Amansız bir şaşkınlık, uçsuz bucaksız bir öfkeyle dalgalandı o an zihninde.
Reyyan’ın aklı almadı bu gerçeği. Nasıl olabilirdi ki böyle bir şey? Miran’ın
evli olmasından ziyade, Gönül’le evli olmasıydı onu bu denli hüsrana uğratan.
Nice  aciz  kelimelerin  tünediği  dudakları  hafifçe  aralandı  ama  titremekten
başka bir işe yaramadılar. Reyyan titreyen dudaklarına bastırdı elini.
“Nasıl?”  Bir  kez  daha  yineledi  sorusunu.  Yanlış  anlamış  olmayı  ne  çok
isterdi. “Nasıl yani?”
“Baban  ve  amcan  öğrenmişler  bu  durumu.  Konakta  herkes  biliyor.  Bir  tek
senden gizleniyor, teyzem sana söylemememi istese de dayanamadım ben.”
“İnanamıyorum,”  dedi  Reyyan  paramparça  bir  halde.  “Hangi  kadın,
kocasını  başka  bir  kadınla  paylaşır  ki?”  Öfkesi  öyle  doruklardaydı  ki,
çıkaracak bir yer arıyordu. Ellerini saçlarına attı. Annesinin öpe öpe sevdiği o
güzelim  saçlara.  “Bir  kadın  nasıl  bu  kadar  düşebilir?”  Hızla  çektiği
saçlarından birçok tel kopup avuç içlerine, parmak aralarına doldu.
“Yapma  Reyyan  kurbanın  olayım,  söylediğime  pişman  etme  beni!”
Reyyan’ın ellerinden tutup saçlarını kurtarmak istedi. Şimdi Elif de pişmandı
bunu söylediği için. Saklasa olmayacak, saklamasa canı yanacaktı.
Reyyan yere diz çöktü hıçkırıklara boğulurken. “Ben ölmüşüm de haberim
yokmuş Elif. Bu nasıl bir oyun böyle?”
“Reyyan… Yapma…”
“Allah’ım  sen  yardım  et,”  diye  isyan  etti  gözyaşları  içinde.
“Dayanamıyorum bu iğrençliğe!”
Ne çok büyütmüştü gözünde, her şeyi yalan olan bir adamı. Şimdi, yerlere
göklere  sığdıramadığı  o  adamın  nasıl  yerle  bir  olduğuna  şahit  oluyordu.
Gözleri önünde, ölüyordu Miran, yok oluyordu. Bir ömür gölgesine sığınmak
istediği  adamın,  hayalinden  bile  nefret  ediyordu.  “Ölüyorsun,”  diye
mırıldandı. “Nasıl da güzel ölüyorsun içimde!”
Zar  zor  araladığı  gözleri  Elif’i  bulduğunda  yaşlı  gözlerinden  ötürü  net
göremiyordu. “Bu saatten sonra onun, değil yüzünü görmek, adını dahi anmak


istemiyorum!”
***
Akşam  olmuştu.  Saniyelerin  dakikalara  düşman  kesildiği,  saatlerin
sonsuzluğa  saçıldığı  bir  zaman  diliminde  gibiydi.  İçindeki  kesif  acı  her  bir
zerresini  yakıp  geçmişti.  Mutluyken  nasıl  yitip  gittiğini  anlamadığımız
zamanın,  acı  çekerken  böylesine  ağır  çekimde  işlemesi  de  insanoğluna
bahşedilen bir tür azaptı.
Yemek masasının etrafında sıralanmışlardı. Reyyan, boğazına oturan acıdan
ötürü yutkunamıyordu bile. Yalandan tebessüm etmek zorunda kalmak kadar
azap  verici  bir  şey  yoktu.  Yanında  Elif  oturuyordu.  Karşısında  Fırat,  onun
yanında ise kız arkadaşı Aslı vardı. Masanın başında ise Sıdıka Hanım.
Evinde kalan iki misafire hoş görünmek istiyordu kadın. Bunun için, dillere
destan bir sofra hazırlamış, torununu ve kız arkadaşını da çağırmıştı. Nereden
bilebilirdi Reyyan’ın şu an ağlamamak için dişlerini sıktığını?
Önüne  koyulan  çorba  kâsesine  baktı  uzun  uzun.  İçi  hiçbir  şey  almıyor,
midesi  herhangi  bir  yiyecek  kabul  etmiyordu.  İstanbul’a  geldi  geleli
zayıfladığı  da  su  götürmez  bir  gerçekti.  Masada  dönen  muhabbet  bile,
kafasının içindeki gürültülü düşünceler yüzünden uğultu gibi geliyordu.
“Reyyan?”  Elif  koluna  dokunduğunda  irkildi  birden.  “Aslı  sana  bir  şey
sordu.”
“Neyi?” diye sordu şaşkınca. Yüzünü gölgeleyen bir tutam saçını kulağının
arkasına sıkıştırdıktan sonra ona merakla bakan Aslı’ya döndü yüzünü.
“Kaç yaşında olduğunu sormuştum,” dedi Aslı merakla.
Reyyan,  “On  dokuz,”  dedikten  sonra  pürüzlü  çıkan  sesini  düzeltmek  için
boğazını temizledi. “Yirmi olacağım yakında.”
“İkimiz  de  aynı  yaştayız,”  diyen  Elif,  Reyyan’a  soru  sorulmasını
engellemek  adına  dikkati  kendisine  çekmeye  çalışıyordu.  Ne  vardı  ki,
Aslı’nın dikkatini çeken Reyyan olmuştu. Neden Mardin’den kalkıp buralara
geldiğini sorguluyordu kendince, Fırat’ın onca uyarısına rağmen.
“Sen  okuyordun  değil  mi?”  Aslı  bu  soruyu  Elif’e  sorduğunda,  genç  kız,
“Evet,” diyerek yanıtladı. “Burada okuyorum ben.”
Aslı yine bakışlarını Reyyan’a çevirdi. “Peki sen Reyyan? Okumak için mi
geldin İstanbul’a?”
Reyyan’ın  sabrının  sınırları  zorlanıyordu.  Hayır,  bu  masadaki  kimseye


sinirlenmiyordu.  Onun  öfkesi  Miran’aydı.  Daha  saatler  öncesinde  öğrendiği
gerçeğin  sarsıntısından  kurtulamamışken,  böylesine  sorgulayıcı  bir  akşam
yemeği  ona  fazla  gelmişti.  Ne  Sıdıka  Hanım  ne  de  Fırat  ona  tek  bir  soru
sormazken, bu kız neden merak ediyordu?
“Hayır,” diyerek kestirip attı Reyyan.
“Siz aynı hastanede mi çalışıyorsunuz?” Elif, Aslı’ya ve Fırat’a baktı. Genç
adam gülümseyerek kafa salladı.
“İkiniz  de  doktorsunuz,  ne  güzel.”  Saçmaladığını  bilse  dahi  susmayacaktı
Elif.  İlginin  Reyyan  üzerinde  kalmasını  istemiyordu.  Zaten  bugün  onu
yeterince  yaralamıştı.  Keşke  birkaç  gün  daha  bekleseydim  söylemek  için
diyerek kendisini yiyordu şimdi.
“Branşlarınız ne?”
“Fırat, kalp cerrahı. Ben anestezi uzmanıyım.”
“Ne kadar zamandır birliktesiniz peki?”
“İki yıl olacak.”
“Aman maşallah, nazar değmesin. Evlilik ne zaman?”
Kaş  yapayım  derken  göz  çıkaran  Elif,  evlilik  kelimesinin  Reyyan  için  ne
denli sakıncalı olabileceğini düşünememişti. Ağlamaya bahane arayan gözleri
anında  doldu  Reyyan’ın.  Büyük  bir  gürültü  çıkararak  tabağın  üzerine  düşen
çatalı, masadaki tüm yüzlerin kendisine çevrilmesine neden oldu.
“Reyyan  kızım,  iyi  misin  sen?”  Sıdıka  Hanım  telaşlanmıştı.  Halbuki
geldiğinden  beri  hep  üstüne  titriyorlardı  Reyyan’ın.  İstemeden  onu  incitecek
bir şey mi yapmışlardı?
“Özür  dilerim,”  diyerek  ayağa  kalktı  Reyyan.  Firar  etmesini  engellemek
istediği hıçkırığı koy vermemek için ellerini dudaklarına kapattı. Sandalyesini
ittirip  salon  kapısına  yürüdü.  Nereye  gitsin  bilmiyordu,  tek  bildiği  artık
taşıyamıyordu. Bu yük, onun yüreğinin taşıyamayacağı kadar ağırdı.
Koridorun  ardından,  dış  kapıya  doğru  gitti.  Tek  isteği,  arkasından  hiç
kimsenin gelmemesiydi. Açtığı kapıdan, dışarıya savurdu bedenini. “Allah’ım
bu  nasıl  bir  acı?”  Ellerini  yüzüne  kapattı  soğuk  taşa  diz  çökerken.
“Taşıyamıyorum, sen yardım et!”
Hava  soğuktu  ama  onun  içi  yanıyordu.  Gönlüne  kara  kışları  getiren  adam
hangi  iklimin  avuçlarına  yüz  sürüyordu?  Miran  nasıl  yaşıyordu?  Nasıl  nefes
alabiliyordu? Anlam veremiyordu Reyyan.


“Kendine  gelmelisin.”  Arkasından  seslenen  kişi  Fırat’tı.  “Böyle  yaparak
hayata galip gelemezsin.”
Reyyan  ellerini  dizlerine  sarmış,  dizlerine  de  kafasını  yaslamış,  ağlıyordu
şimdi.  Herkesin  acısı  kendineydi.  Kimine  göre  belki  bu  bir  dert  bile  değildi
ama  Reyyan’a  göre  fevkalade  idi.  Bu  adam  onu  neden  teselli  ediyordu,
bilmiyordu.  Buna  bir  anlam  yüklemeye  de  çalışmıyordu.  Sonuç  olarak
birbirlerini tanıyor sayılmazlardı.
“Sana  söylüyorum,  duymuyor  musun?”  diye  sordu  Fırat.  Reyyan’ın  şu  an
onun  yüzünü  görmeyeceğini  bile  bile  kaşlarını  çattı  kızarcasına.  “Yoksa
duymazlıktan mı geliyorsun?”
Reyyan  kafasını  kaldırmadı.  Sesi  boğuk  çıkarken,  hırçın  bir  ses  tonuyla
bağırdı.  “İkincisi!  Beni  rahat  bırakır  mısın?”  Öfkesini  hiç  alakası  olmayan
birinden  çıkardığının  farkında  bile  değildi.  “Beni  yalnız  bırak,”  diye
tekrarladı. “Merak etmeyin, evinizde çok kalmayacağım.”
Fırat  istemsizce  gülümsedi.  “Ne  alaka  şimdi  bu?  Sen  benim  değil,
anneannemin misafirisin. Bunu bana neden söylüyorsun?”
Kafasını  usul  usul  kaldırdı  Reyyan.  Yüzüne  boca  etmiş  yaşları  elinin
tersiyle  hızla  sildi.  Karşısında  dikilip  suratına  aval  aval  bakan  Fırat’ın
gülümsediğini  görünce  gayriihtiyari  sinirlendi.  “Gülüyor  musun  sen?
Ağlamam komik geldi sanırım?”
“Yine saçmalıyorsun. Ben sadece sana yardım etmek istiyorum.”
“Ben  hiç  kimseden  yardım  falan  istemiyorum.  Benim  derdim  bana  yetiyor
zaten.”
“Acılar  paylaştıkça  hafiflermiş,  hiç  duymadın  mı  bu  sözü?”  Reyyan
anlamsızca bakınca açıklama gereği duydu. “Eğer sıkıntını anlatırsan belki bir
faydam dokunur sana, ne bileyim belki…”
Reyyan,  Fırat’ın  sözünü  kesti.  “Benim  acım,  paylaşılacak  cinsten  değil
doktor,  ayrıca  senin  hiçbir  tedavin  bana  iyi  gelemez.”  Oturduğu  kapı  önü
taşından kalktığında öfkeli bir bakış atmayı da ihmal etmedi. Fırat’a böylesine
sert çıkmasının en büyük sebebi, aklına Miran’ın gelmesiydi. Fırat da Miran
yaşlarında, genç bir adamdı. Reyyan ağzının payını fazlasıyla almıştı. Bundan
sonra yanına hiç kimseyi kolay kolay yaklaştırmazdı.
Eve  girip  kaldığı  odaya  yürürken  koridorda  Aslı’yla  karşılaştı.  Aslı’nın
kendisine olan bakışlarındaki öfkeyi ve kıskançlığı sezmemiş değildi Reyyan.
Belki  de  Fırat’ı  kıskanıyordu,  kim  bilir.  Esasen,  Reyyan’ın  pek  umurunda
değildi.  Nereye  gideceğini  bilmediği  halde  gitmek  istiyordu  bu  evden,  bu


yerden, hatta bu şehirden…
Çıkmaz  bir  sokağa,  isimsiz  bir  şehre,  kimsenin  olmadığı  ıssız  bir
harabeye…
Miran’ın  şehriydi  burası.  Buram  buram  ihanet  kokuyordu  sokakları,  hep
adını  fısıldıyordu  bulutları.  Bazı  geceler  yağmur  olup  yağıyor,  bazen  fırtına
gibi  esiyordu.  Her  bir  damlası  Miran,  her  bir  poyrazı  Miran.  Tek  bir  fark
vardı. İçindeki o büyük aşk, koyu bir nefrete dönüyordu.
Zaten  hep  böyle  başlamaz  mıydı  en  büyük  kinler?  İyilikle  kötülüğün
arasındaki  o  ince  çizgide  gidip  gelmez  miydi  körelmiş  zavallı  duygular?
Zaten  hep  böyleydi.  Hep  de  böyleydi.  Onlarca  umut,  binlerce  hayal,
pervasızca katledilir, masumiyet azılı bir canavara dönüşüverirdi.
Hayallerinden vurulmuş milyonlarca insan gibi.

Download 1.36 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   66




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling