Hercai hercai
Download 1.36 Mb. Pdf ko'rish
|
Sümeyye Koç - Hercai
12
ÖLÜYORSUN İÇİMDE Bazı kalpler, sonunu kendi seçer. Riyakârdır sevmeler. Ziyansızdır haykırışlar. Sonunu bildiğin kitabı defalarca okumak gibidir, çekeceğin acıyı bile bile ettiğin canhıraş ihanetler. Ve kaçınılmazdır, acının seni sarıp sarmaladığı dumanlı geceler. Merhaba dersin, merhaba ey vicdan yarası. Selam olsun sana, yüreğimi kanatan merhamet yanığı. Tükenmeyen ihanetlere, sonu gelmeyen tüm kalp sancılarına, ömrünü pişmanlığın kor avuçlarına peyda edenlere selam olsun! Şehir içi hız limitini katlederek yol alıyordu İstanbul’un serseri yollarında. Patlamış dudağını, acıdan gümlemiş kalbini umursamaksızın, gözlerinden akmak için gururuna savaş açan yaşlara aldırmaksızın, hızla gidiyordu. Saatler öncesinde kalmıştı, Azat’la hesaplaştıkları o anlar. Hiçbir şey acıtmamıştı canını, kapıdan çıkmadan evvel Azat’ın söylediği o son sözler kadar. Babasına sarf ettiği o nahoş kelimeler bile yakmamıştı bu kadar. Daha yeni idrak ediyordu Miran. Ne denli yandığını, ne denli tutulduğunu, nasıl da savrulduğunu… Uzun zamandır itiraf edemediği duyguları bugün kaburgalarını delip geçmiş gibiydi. Öyle bir acıyordu ki o sol yanı, bu acıyı daha önce hiç tatmadığına dair, defalarca yemin edebilirdi. Aşkın ateşi, sevdanın belkemiğini oluşturan zehirli bir hasret gibi sardı dört bir yanını. Pişmanlık desen, kızgın ateşlerde kavruluyor gibiydi. Neşter vurulmuş intikam duyguları bile köşesine sinmiş, gücünü kaybetmiş sessizce izliyordu bu durumu. Bilirsiniz, öldüresiye korkaktır gücünü yitiren her tehlike. Şimdi Miran, intikamdan daha güçlü bir zayıflığın pençesindeydi. Adı aşktı, adı ateşlerde yanmaktı, adı Reyyan’dı! “Yavaş ol,” dedi Arda, uyaran sesiyle. Onca söylenmesine rağmen, Miran’ın direksiyon başına geçmesine engel olamamıştı. Onu ele geçiren öfkenin ne denli yakıcı olduğunu görüyor ve ister istemez ürküyordu. Bu gecenin sabahında ölen, iki genç adamdan biri olmak istemiyordu. Fakat bu gidişat onu gösteriyordu. Miran arabayı böylesine hızlı sürerken, kim bilir ne düşünüyordu da canlarını böylesine tehlikeye atabiliyordu? “Yavaş ol dedim lan!” diye bağırdı Arda hiddetle. “Öldüreceksin bizi!” Çığlık atarak duran tekerleklerin ardından istemsizce öne doğru savruldular. Arda derin bir nefes aldı. Ölümün elleri enselerinden çekilip uzaklaşmış gibiydi. “Anlıyorum, öfken çok taze. Ne yapalım, ölelim mi yani? Bunu sen istememiş miydin?” Miran kısa bir bakış attı Arda’ya. O an Miran’ın gözbebeklerinde titreşen duygu silsilesi, Arda’nın ilk defa tanık olduğu bir şeydi. Ne oluyordu bu adama böyle? Miran sadece susuyordu. Oysa şu an bağırıp çağırması gerekmez miydi? Sükûnete teslim olup kafasını direksiyona yasladı. “Ölüyorum,” diye mırıldandı. “Allah’ım sen bana güç ver. O burada, belki birkaç nefes uzağımda, benim şehrimde ama ona dokunamıyorum!” Arda elini Miran’a uzattı. Omzunu kardeşçe bir şefkatle okşarken içinden, “Sana söyledim, bu iş seni aşar, bu sevda seni yakar dedim. Beni dinlemedin,” demek geçse de sustu. Çünkü ne söylese fayda etmeyecekti. Yaşanmadan tecrübe edilir miydi ki ömür tüketen acılar? “Yaktım onu, hiç düşünmeden yaktım. Şimdi, ben de yanıyorum…” “Ne yapacaksın peki?” Susuyordu Miran. Susuyordu gece. Rüzgâr bile şehri terk etmiş, sükûnetin hakim olduğu semalar dahil, aynı cevabı bekliyordu dudaklarından. Kafasını usulca kaldırdı genç adam. Yüzü olmadığını bile bile, dili bile ona küfretse, söyleyecekti. “Onu istiyorum Arda,” dedi yitikçe. Bedeni hummalı bir hastalığın ellerindeymişçesine titredi. Genzini yakan soluğu, geceye birbirinden hain pişmanlıklar fısıldadı. Karanlığın peyda olduğu gecelere, parmak uçlarından sonu bilindik bir hikâye aktarıldı. “Pişmanım her şey için. Reyyan’ı geri istiyorum.” Delicesine tebessüm etti. “Ne bilindik bir son ama? Ne garip bir tekerrür değil mi?” Uzun bir nefes çekti ciğerlerine. “Gözünün yaşına bakmadığın bir kadının, şimdi bir bakışına muhtaçsın. Düşünsene…” Yüzünde hâlâ kan izleri, morarmış gözaltları ve dudağının kenarına yuva kurmuş derin yaralar vardı. “Geceler boyu ağlattığın bir insana, hasret kalıyorsun. Pişman olan bir adam ve aşkını zerre hak etmediği bir kadın. Bu hep böyle olmak zorunda mı? Onu sevmek zorunda mıydım? Oysa…” Sağ elini sertçe geçirdi direksiyona. Ardından sol göğsüne kapattı. “Şu sızısı dinmeyen yanıma, söz geçirebilirim sandım!” “Ama yanıldın.” Acılı, buruk bir gülümseyiş gezindi Arda’nın dudaklarında. Dost acı söylerdi. Maalesef şimdi söyleyecekleri hiç de hoş şeyler olmayacaktı Miran için. “Ne sanıyorsun?” dedi Arda. “Reyyan’ın sana koşa koşa geleceğini falan mı? Onun yerinde hangi kadın olsa, asla affetmez seni. Aptallık etme. Yüreğine amansız bir boşluk bıraktığın birinden sana yâr olmasını bekleyemezsin.” Miran duyduğu sözlerin üzerine, kapısını açtığı arabadan dışarıya attı kendini. Dolan gözlerini saklamak istercesine yumdu gözlerini. Yutkunmak istediği anda, karşısında Reyyan beliriyor, Miran’ı defalarca öldürüyordu. Arda da arabadan inmiş, yanında almıştı soluğu. “Az önce söylediklerim için üzgünüm ama sana olacak olan bu. Reyyan’dan seni affetmesini…” “Hayır,” diyerek sözünü kesti Miran. “Hep hata yaptım ben. Doğdum doğalı, hep kaybeden ben… Küçücük bir çocukken bile gözyaşlarını zayıflık olarak gören ben… İlk defa doluyor gözlerim. İlk defa pişman oluyorum. Yok mu bunun bir önemi?” Arda sessiz kaldı. Can yakmaktansa, susmayı yeğledi. “Hayır,” diye tekrarladı Miran. “Bu sefer, kaybeden ben olmak istemiyorum. Açtığım yaraları başkası sarsın istemiyorum! Bak, bak oraya!” Karşılarında mezarlığa giden sapa, uzun bir yol, metrelerce uzakta ise birbiri ardına dizilmiş mezarlar vardı. “Orada nice umutlardan nasibini alamamış, binlerce insan yatıyor. Kaç bin hayalin katili o soğuk taşlar? Şu canım hâlâ bedenimde ya, asla pes etmeyeceğim!” Ellerini yanan gözlerine bastırdı. “Yaşıyorsam umut var demektir. Yıllar sonra hissetmişken gerçek bir duygunun sıcaklığını… Bu sefer kimsenin, umutlarımın katili olmasına izin vermeyeceğim. Benim umutlarımın adı Reyyan… Ben bu devranı, ters döndüreceğim. Hiçbir kadının asla affetmeyeceği o adamların…” Arda’ya döndü yüzünü. Gözlerindeki ışığı göstermek istercesine, yanık yanık baktı. “Belki de ilki olacağım…” *** Günlerdir sadece acıların taht kurduğu yaralı kalbi, bugün buruk bir sevinç yaşıyordu. Elif aramıştı bu sabah, birkaç saate İstanbul’da, hatta yanında olacağım demişti. Bundan dolayı sebepsizce gülümsüyordu Reyyan. Acısını paylaşıp derdini dökebileceği bir cana ihtiyacı vardı. O kişi ise sadece Elif olabilirdi. Yıllar boyunca bir kuzenden çok, en iyi arkadaşı, sırdaşı, hatta kardeşi olmuştu. Bazı zamanlarda Havin bu durumu kıskansa da, Reyyan aradaki dengeyi iyi sağlıyordu. “Elif kızım bulabilecek mi burayı?” Sıdıka Hanım’ın sorusuna tebessüm etti Reyyan. “Onun bulamayacağı bir yer yok Sıdıka Teyze. Bir sene boyunca avucunun içi gibi ezberlemiş İstanbul’u. Taksiye biner binmez oradayım dedi.” “İyi iyi, gelsin bakalım. Akşama hep birlikte güzel bir yemek yiyelim.” Kalın camlı gözlüğünün ardından zar zor gördüğü halde elindeki ipe sıkıca asılmış, gayretle örmeye çalışıyordu kadın. Reyyan ise onun bu haline gülümsüyordu. “Akşama Fırat ve kız arkadaşı da gelecek. Kalabalık olacağız,” diyerek gülümsedi. “Kalabalığı severim,” diye de ekledi. “Kaybettiğim şenliğimi hatırlatıyor bana.” Yaşadığı onca şeye rağmen yaşama sımsıkı tutunmuştu Sıdıka Hanım. Ne derlerdi, ölenle ölünmüyor. Hangi acı nefese kast ederse etsin, bir şekilde hayat kaldığı yerden devam ediyor. Reyyan da böyle düşünüyordu. İyileşecekti zamanla. Hatta belki, Miran’ı bile unutacaktı. Hatta bu sayede, hayata kaldığı yerden değil, yepyeni bir sayfa açarak başlayacaktı. Kendi ayakları üzerinde durmaya mecbur bırakılmış bir kadının, başka bir şansı yoktu. Bu defa kaderini, kimsenin ellerine teslim etmeyecekti. Saatler geçti. Kâh daraldı, kâh hava aldı. Fazlasıyla yalnız kaldığı bu evde, bir başınalığına son veren kapının zili çalınca heyecanla koştu Reyyan. Heyecandan kimin geldiğine bile bakmadan açtı kapıyı. Zaten beklediği kişiydi gelen. Elif birden kendisine sarılınca, buram buram memleket kokusu doldu Reyyan’ın burnuna. Şu anda ağlamaması mümkün değildi. Bir parça anne kokusu, bir parça Mardin. Bolca hüzün ve beraberinde koyu bir hasret. “Geçecek,” dedi Elif, sesi boğuklaşırken. “Biz seninle her şeyi atlatacağız.” Reyyan gözyaşlarına hakim olamayıp sessiz sessiz ağlamaya başladı. Meğer ne çok ihtiyacı varmış, birinin ona böyle sarılıp geçecek demesine. Sahi geçecek miydi? Miran’ın açtığı yaralar, zamanla iyileşecek miydi? Kapı önündeki kısa süreli hasret giderme faslının ardından salona geçip oturdular. Elif, Sıdıka Hanım’ın elini öptü. Annesinin ve teyzesinin selamlarını iletti. Biraz muhabbet ettikten sonra Sıdıka Hanım, iki genç kız rahat konuşabilsinler diye erzak alışverişi bahanesiyle evden uzaklaştı. “Solmuşsun,” diyen Elif’e baktığında boynu eğildi Reyyan’ın. “Ben bir gecede hayatı mahvolan insanların, en güzel örneğiyim.” Elif yanında duran çantasından bir zarf çıkardı. İçi para dolu bir zarf. “Teyzem yolladı,” diyerek Reyyan’a uzattı. “Bu şehirde ne kadar kalacağın belirsiz. Paraya ihtiyacın olacak.” Uzun bir süre Reyyan’a yetecek bir miktardı bu. Reyyan parayı yanındaki boşluğa bıraktıktan sonra, Elif ellerine uzanıp avuçlarının içine hapsetti. “Buz gibi ellerin.” Kafasını kaldırıp Reyyan’ın hüzünlü gözlerine baktı. “Neler olduğunu anlatmak ister misin?” En çok buna ihtiyacı vardı Reyyan’ın. Kimseye bir şey anlatamamıştı ki. “Hâlâ ben bile inanamıyorum olanlara.” Gözleri halıya çevrildi, sanki orada yaşananları görmüşçesine dalıp gitti. “Simsiyah bir kâbusun koynunda varsayıyorum kendimi. Sanki hiç kötü bir şey olmamış gibi. O, beni bırakıp gitmemiş gibi. Sanki gördüğüm bu kâbusun ellerinden kurtulduğumda, gözümü açtığımda onun gülümseyen yüzünü görecekmişim gibi.” Islanan kirpikleri kapandığında gözyaşları bir bir düşmeye başladı yanaklarına. “Ama gitti…” Sesli bir iç çekti. “O gitti Elif, anlıyor musun? Gitti!” Download 1.36 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling