Hercai hercai


Download 1.36 Mb.
Pdf ko'rish
bet29/66
Sana05.01.2022
Hajmi1.36 Mb.
#215141
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   66
Bog'liq
Sümeyye Koç - Hercai

Aslında hiç olmadın…
Kapının  kilidi  yürek  dağlayan  bir  gürültüyle  açıldı.  Miran  bir  rüzgâr  gibi
savruldu dışarıya, Gönül ise kalbini yerinden söken hıçkırıklarına teslim oldu.
Yaşama  sebebi,  ömrünü  adadığı  adam  çekip  gidiyordu  evinden,  yüreğinden.
Hiçbir  sevgisizlik,  sonsuza  dek  sürmezdi.  Bir  gün  elbet  tükenir,  tüketirdi.
Miran’ın sabrının tükendiği yerde, Gönül’ün ömrü bitmişti.
***
Saatler geçti o fırtınalı ayrılığın üzerinden. Miran evden ayrılır almaz şirkete
gelmişti.  Burada  ilk  defa  uyumuyordu.  Çok  kez  şahitlik  etmişti  odasındaki
koltuk,  yalnızlığına.  Eve  gidemediği  zamanlarda  bu  koltukta  uyurdu.  Bu
seferki  farklıydı.  Bir  daha  evine  dönmemek  üzere  gelmişti.  Sanırım  yeni  bir
eve  ihtiyacı  vardı.  Yanında  hiçbir  eşyası  da  yoktu  üstelik.  Üzerinde  evden
çıkmadan önce giydiği siyah bir tişört ve siyah deri ceketi dışında.
Sabah  olmuş,  iş  saati  başlamıştı.  İşyeri  yavaş  yavaş  çalışanlarla  doluyor,
koridordan  insanların  sesi  yükseliyordu.  Miran  ise  sabaha  kadar  dönüp
durmuş,  şafağı  zor  etmişti.  Üstelik  bir  ara  daldığında  rüyasında  Reyyan’ı
görmüştü.  Kötü  olan  da  buydu.  Yakında  Reyyan’ı  düşünmekten  kafayı
yiyecekti.
Uyku  mahmuru  gözlerle  koltuğuna  geçip  oturdu.  Açtığı  bilgisayarından
günlük  planlarına  kısaca  göz  gezdirirken  odasının  kapısı  açıldı  ve  içeriye
Arda  daldı.  Her  zamanki  gibi  enerjik  ve  güler  yüzlüydü  genç  adam  fakat
Miran’ı spor kıyafetlerle görünce kaşları çatıldı.
“Sen neden böyle giyindin? Öğleden sonraki görüşmemizi unuttun mu?”
Miran’ın dudaklarında aptal bir sırıtış belirdi. Bir ayrılık, bir insanı ancak bu
kadar  mutlu  edebilirdi.  Gönül’den  ayrıldığı  için  çocuk  gibi  mutluydu.
“Anlatacağım,”  dedikten  sonra  karşısındaki  koltuğu  işaret  etti.  “Geç  otur  ve
bana kahvaltılık bir şeyler söyle.”
Kendisi  de  iş  telefonundan  Sarp’ı  aradı.  Anında  açılan  telefona  telaşla
emirler  yağdırdı.  “Hemen  benim  eve  gidiyorsun  Sarp.  Kasadaki  belgeleri
bana  getir.  Ayrıca,”  dedikten  sonra  kafasını  kaldırıp  şaşkın  suretle  kendisine
bakan  Arda’ya  gülümsedi.  “Eline  bir  bavul  al  ve  içine  alabildiğince
kıyafetlerimi koy.”


Telefon  kapanır  kapanmaz,  Arda  parmağını  kaldırıp  Miran’ı  gösterdi.
“Yoksa sen? Bitti mi yani? Bu evlilik bitti mi?”
Miran  sıkıntıyla  yana  eğdi  boynunu.  “Başlamış  mıydı  ki?  Ben  beni  sıkan
kelepçelerden kurtuluyorum sadece. Olması gereken buydu.”
Hak verdi Arda. Gönül’e de üzülmüyor değildi ama tek taraflı yürümüyordu
bu işler. “Evet,” dedi. “Olması gereken buydu.”
Bu  konunun  üzerine  Reyyan  meselesini  açmak  istedi  Arda  ama  sustu.  Bu
konu  ne  zaman  açılsa  ister  istemez  tartışıyorlardı.  Fakat  bir  detay  gözünden
kaçmamıştı.  En  son  tartıştıklarında  Miran’a,  Reyyan’ı  seviyorsun  demişti.
Bugün  ise  Gönül’den  ayrılıp  gelmişti  işyerine.  Arda,  Miran’ın  tüm  bunları
Reyyan için yaptığını adı gibi biliyordu.
Bir  müddet  daha  süren  dert  dökme  faslının  ardından  ikisi  de  işinin  başına
dönmüştü.  Kaderin  ağları  ne  kadar  büyük,  acının  şiddeti  ne  kadar  yüksek
olursa  olsun,  hayat  bir  şekilde  devam  ediyordu.  Etmek  zorundaydı.  Zamana
karşı  koyamazdık.  İnsanoğlu  olarak,  takvimlerin  belirlediği  devrana  uyar,
akışta sürüklenirdik.
Miran, hayatı boyunca yaşadığı hiçbir aksaklığın işlerini engellemesine izin
vermemişti. Yine öyleydi. Ödeşme arzusuyla yanan ruhuna istediğini vermiş,
sarsıcı  bir  intikam  oyunu  oynamıştı.  Geride  bıraktığı  birden  çok  enkazı
umursamıyordu.  Reyyan’ı  öldürmüş,  Gönül’ü  tüketmişti.  Yıllar  yılı  vicdan
azabıyla inleyen bir adamın sırrını ortaya dökmüş, tüm ailesini darmaduman
etmişti.
Tüm bunlar umurunda değilmiş gibi davranıyordu.
Esasen  durum  öyle  değildi.  O  günden  bu  yana,  kâbuslarına  konu  olan,
zihninde  en  tiz  çığlıkları  hoyratça  yankılanan,  beyhude  bakışları  gözlerinin
önünden gitmeyen bir kadın vardı ki, onu unutamıyordu. Unutmak bir yana,
her gün daha çok işliyordu içine.
Miran ölüyordu ama Reyyan’ı unutamıyordu.
Günün  yorgunluğu  tüm  bedenini  ağrıttığında,  geriye  yaslandı  oturduğu
koltukta.  Tüm  çalışanlar  mesai  bitiminde  şirketten  ayrılmış,  sadece  Arda  ve
Miran  kalmıştı.  Genç  adam  kapının  arkasında  duran  bavuluna  baktı.  Artık
yalnızdı.  Akşam  olunca  gidecek  bir  evinin  olmamasına  sevinen  ilk  insan  o
olmalıydı.  Gün  boyu  telefonu  hiç  susmamıştı.  Gönül’ün  hezeyan  dolu
mesajlarına maruz kalmıştı.
Yeni  evinin  satış  işlemleri  hallolana  kadar  birkaç  gün  boyunca  Arda’da
kalacaktı.  Neticede  Arda  da  yalnızdı  ve  Miran’ın  otelde  kalmasına  izin


vermiyordu. Öte yandan bugün teyzesi de duymuştu Miran’ın evi terk ettiğini
ve  gelip  onda  kalması  konusunda  ısrar  etmişti.  Fakat  Miran  reddetti.  Çünkü
teyzesinin  evine  gittiği  zaman  Eylül’le  teyzesi  bir  olup  Gönül  konusunda
Miran’ı ikna etmeye çalışacaklardı.
Miran kesin kararlıydı. Ne olursa olsun, Gönül meselesi tamamen bitmişti.
Arabasının  anahtarını  ve  telefonunu  eline  aldıktan  sonra  odanın  ışıklarını
söndürdü.  Tam  o  anda,  bomboş  olan  şirket  binası  büyük  bir  gürültüyle
sarsıldı.  Miran  telefonunu  masasına  geri  bırakıp  ışıkları  yeniden  açtığında
kapısı da açıldı.
“Aşağıda kim var biliyor musun?” diye sordu Arda nefes nefese.
Miran’ın aklından ise tek bir isim geçti, bunu bekliyordu çünkü.
Miran,  “Azat  gelmiş  olmalı,”  dediğinde,  Arda  elini  kapıya  sertçe  vurdu.
“Adam  akşamın  onunda,  elinde  silahla  şirketi  basıyor!  Sen  nasıl  bu  kadar
rahat olabiliyorsun?”
“Bu  kaçınılmaz  bir  sondu.  Göze  almadım  mı  sanıyorsun  her  şeyi?”
Konuşarak  vakit  kaybedemezlerdi.  Arda’nın  üzerinde  büyük  bir  tedirginlik
vardı.  Bu  gecenin  sonunda,  Miran’a  bir  şey  olmasından  çok  korkuyordu.
Miran’ın  ise  aklında  tek  bir  soru  vardı.  Acaba  o  adam  da  gelmiş  miydi?
Babasının katili, Hazar Şanoğlu burada mıydı?
Asansöre binip zemin katın tuşuna bastılar. Azat’ın gür sesi, koskoca şirketi
inletip  geçiyordu.  Kapıdaki  güvenlikler  onu  zor  tutuyor  olmalıydı.  Kim  bilir
nasıl  öfkeliydi  Miran’a?  Bu  saf  öfkenin  tek  sebebi,  Miran’ın  onlara  oyun
oynamış  olması  değildi.  Azat’ın  Reyyan’ı  sevdiğini  biliyordu.  Bu  yüzden
Miran da, Azat’tan ayrı bir nefret ediyordu.
“Güvenliğe polisi aramamasını söyledin mi?”
“Aramayacaklar.”
Asansörün  kapısı  açıldı.  Ne  var  ki  Miran,  dışarıya  adım  atacak  zaman
bulamadı.  Azat,  Miran’ın  asansörde  olduğunu  fark  etmiş  ve  kapısında
beklemişti.  Kapı  açılır  açılmaz  da  Miran’a  saldırdı.  Böyle  ani  bir  girişim
karşısında  boş  bulunan  Miran,  Azat’ın  savurduğu  yumrukla  asansörün  içine
gömüldü.  Araya  Arda’nın  girmesi,  Miran’a  zaman  kazandırmıştı.  Arda,
Azat’ı  çekiştirerek  asansörün  içinden  çıkardığında  Miran  da  toparlanıp  çıktı
dışarı.  Yediği  yumruk  öyle  afiliydi  ki,  Azat’ın  yumruğunun  ucunda  biriken
öfke öyle haşindi ki, Miran’ın burnu kanıyordu.
Elinin  tersini  kanayan  noktaya  bastırdı.  Karşısında  dikilen  adama  baktı.


Birazdan  kıyamet  kopacaktı,  hissediyorlardı.  “Hoş  geldin,”  dedi  kinayeli  bir
sesle. “Çok beklettin beni, Azat Şanoğlu.”
“Şerefsizsin sen,” diye mırıldandı Azat. Miran ise gülümsedi. Bu sözler onu
kızdırmıyor,  aksine  keyiflendiriyordu.  Nefret  ettiği  bir  insanı,  karşısında
böyle öfkeden kudurmuş bir halde görmek adeta zalim ruhunu okşuyordu. Bir
insandan nefret etmek içinse, Şanoğlu soyadını taşıması yeterliydi.
“Bugün  buradan  cesedin  çıksın  istiyorum.”  Burun  kemerini  sıktı,  sakin
geçirdiği son saniyelerde. “Ancak o zaman soğur içim!”
“Yok  ya!  Başka  bir  arzun?”  Parmağını  havaya  kaldırıp  alnına  götürdü
Miran,  düşünceli  bir  şekilde  kaşıdıktan  sonra  parmağını  şıklattı.  “Sahi  ya
unutmuşum. Adam öldürmek, sizde aile geleneği değil mi?”
Azat’ın yüzü tehlikeli bir öfkeye büründü. Arda bu tekinsiz gerilimi endişe
içinde seyrediyordu.
“Pezevenklik de sana babandan miras kalmış olmalı.”
Her  şey  o  anda  oldu.  Ölüm  kadar  tehlikeli  bir  gazap,  Miran’ın  ruhundan
başlayarak  tüm  bünyesini  ele  geçirdi.  Buna  tahammül  edemezdi.  Uğruna
kendisini  ateşlere  attığı,  ruhunu  acımadan  kötülüklere  buladığı,  kanının
bedelini  ödetmek  için  masum  bir  can  yaktığı  adam  hakkında  hiç  kimse  kötü
konuşamazdı. Özellikle düşmanı, zinhar buna cüret edemezdi!
Miran,  Azat’ın  karnına  doğru  güçlü  bir  tekme  savurduğunda,  genç  adam
savrulup  yere  düştü.  Miran  ise  o  anki  öfkenin  heybetiyle  kendisini  Azat’ın
üzerinde ona yumruklarını savururken buldu. Bu adam Miran değildi. Adeta
bir  canavar  çıkmıştı  içinden.  Zira  hiç  bu  denli  korkunç  olmamıştı  ömrü
hayatında. Arda, Miran’ın kaç yıllık dostu, ilk defa böylesine görmüştü onu.
Dehşete kapılması kaçınılmazdı.
“Seni gebertirim. Burada, şu anda öldürürüm, piç kurusu! Geri al sözlerini!”
Azat’ın  da  Miran’dan  geri  kalır  yanı  yoktu.  Sözlerine  karşılığı,  suratına
okkalı  bir  yumruk  savurmak  oldu.  Bu  durum  dakikalar  boyunca  devam  etti.
Küfürler  ve  yumruklar  havada  uçuşuyordu.  Arda  bu  duruma  karışmıyor,
ikisine  de  müdahale  etmiyordu.  Biliyordu,  paslanmış  öfkelerin  kusulmaya,
damarlarda dolaşan çetrefilli zehrin dökülmeye ihtiyacı vardı. Miran bu yola
baş koydu koyalı, tüm bunları göze almamış mıydı zaten?
Şiddetin  eyleme  döküldüğü  dakikalar,  iki  yorgun  ve  kanlı  bedenin  kolunu
kıpırdatamayacak  hale  gelmesiyle  son  buldu.  Suratları  kan  revan  içindeydi.
Üstelik  Azat,  Miran’dan  daha  beter  durumdaydı.  Sarf  edilmeyecek  o  iğrenç
sözcükleri  dilinden  fütursuzca  dökmenin  karşılığını  mosmor  olan  suratıyla


ödedi.
Kapıdan içeriye bir adam girdi. Güvenlikler kapıda bekliyordu. Azat’ı bitkin
bir  halde  yerde  görünce  hızla  koşup  yanında  diz  çöktü.  “Ne  oldu  Azat?  İyi
misin sen?”
Azat kafasını salladı, yanındaki adama tutunarak ayağa kalktı. Endişe etme
dercesine  baktı  adama.  “İyiyim  Bekir.”  Kafasını  çevirip  Miran’a  baktı
ardından.
“Fakat o, bundan sonra iyi olmayacak.”
Miran öfkeyle sıktı dişlerini. “Defol git buradan.”
“Gideceğim,” dedi Azat, ayaklarına dolanan gazabın sonucu ikisi içinde iyi
olmamıştı. Şimdi ikisinin de yüzleri delik deşikti. “Bu, tekrar gelmeyeceğim
anlamına  gelmez.  O  alnının  ortasında  bir  delik  açmadıysam  eğer,  amcam
sayesinde. Sen ona dua et!”
“Bir  katile  duacı  olmak  mı?  Ölecek  olsam,  bir  damla  su  içmem  onun
elinden.  Babamın  katili  o!”  Tüm  bunları  söylerken  aklına  delici  bir  merak
yerleşti  aslında.  Hazar  Şanoğlu,  babasına  hiç  acımayan  adam.  Kendisine
merhamet  mi  ediyordu?  Kızına  yaptığı  onca  kötülükten  sonra?  Aklı
almıyordu Miran’ın. Soramıyordu da dili.
Bitkin bedeni zorlukla ayağa kalktı. Elini kaldırıp kapıda duran adamlarına
çağrı yaptı. Güvenliklerle beraber Sarp ve Ali de girdi içeriye. Azat’ı gösterdi
ardından parmakları. “Bir daha bu adam bu kapıdan içeriye girerse, kendinizi
ölmüş bilin!”
Üzerine yürüyen adamları gören Azat, belinden çıkardığı silahı doğrultunca
hepsi olduğu yerde kaldı. “Kendim giderim. Soytarılara lüzum yok.”
Tüm  yorgunluğuna  ve  yüzündeki  yaralarına  rağmen  gülümsedi  Miran.
Gözü,  Azat’ın  elinde  sıkı  sıkı  kavradığı  silahta  takılı  kaldı.  “O  olmadan  bir
hiçsin değil mi? Zavallı seni!”
Azat,  Miran’ın  bu  sözünü  umursamıyormuş  gibi  yaptı.  Kapıya  yürüdü
hızlıca. Gidiyordu ama elbet dönecekti bir gün. Her gidişin, beklenmedik bir
dönüşü  olurdu,  bilinmeyen  hadiseleri  ardında  taşıyan.  Yengesinin  gerçekleri
anlattığı  günden  beri  aklı  ruhunu  terk  etmiş  gibiydi.  Miran’a  duyduğu  öfke
günden  güne  harlanmış,  dayanılması  zor  bir  boyuta  ulaşmıştı.  Kolay  bir
durum  değildi  bu.  Namuslarına  göz  diken  bir  şerefsizdi  Miran.  Bunun
karşılığı onların kitabında ölüm olurdu. Fakat ne vardı ki, amcasının kesin bir
kararı vardı.



Download 1.36 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   66




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling