Hercai hercai


Download 1.36 Mb.
Pdf ko'rish
bet26/66
Sana05.01.2022
Hajmi1.36 Mb.
#215141
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   66
Bog'liq
Sümeyye Koç - Hercai

“Bu  burada  kalmaz.  Bu  hesap  böyle  kapanmaz.  Andım  olsun,  ellerimle
geberteceğim o şerefsizi!”


11
MİSAFİR
Sessizliğine  yenilir  insan  bazen.  Sustuğu  için  kendisinden  nefret  eder,
dilinin  ardına  saklanan  korkak  sözcüklere  düşman  olur.  Söyleyemedikleri
pişmanlığı olur bazen, o pişmanlık bir ateş misali yakıp kavurur içini. Keşke
der  defalarca.  Keşke,  geriye  sarabilseydim  zamanı.  Bunun  her  ne  kadar
mümkün  olmayacağını  bilsek  de,  ömrün  her  pişmanlık  demlerinde,  bunu
dillendiririz  nedensizce.  Zamanın  zinhar  geriye  dönmeyeceğini  bile  bile.
Sonra akıp giden saatlere küseriz kederlice.
Reyyan çok düşünmüştü. Aklına kast eden o anlar, zihninden bir saniye bile
silinmezken, diline gelmeyen kelimelere yerli yersiz küfretmişti. Şimdiki aklı
olsa,  Miran’a  çok  daha  farklı  şeyler  söyleyebilirdi.  Mesela  karşısında  öyle
çaresizce  ağlamaz,  gitmemesi  için  yalvarmazdı.  Miran’ın  karşısında  o  denli
düştüğünden, kendisinden nefret eder olmuştu.
Günler  geçiyordu.  Bu  eve  geleli  neredeyse  bir  hafta  olmuştu.  Ancak
acısında ne bir eksilme vardı ne de yaralı kalbinde bir iyileşme. Geçen sadece
günler, ilerleyen tek şey saatlerdi. Acı, her daim bakiydi.
Oturduğu  koltuğun  diğer  ucundaki  çalan  telefona  uzandı  yavaşça.
Sessizlikten  kurumuş  dili,  iki  kelam  etmeyi  bekliyordu  saatlerdir.  Arayan
annesiydi.  Reyyan,  İstanbul’a  geldikten  sonra  Fırat,  Reyyan’a  yeni  bir  hat
almıştı.  Eskini  kırıp  atmıştı  Reyyan.  Konaktan  birinin  onu  bulmaması
gerekiyordu.  Babası,  amcası,  Azat  veya  Bedirhan.  Annesi  de  Reyyan’ın
nerede  olduğunu  öğrenmemeleri  için  konaktayken  aramıyordu  kızını.
Reyyan’ın  İstanbul’da,  Sıdıka  Hanım’ın  yanında  olduğunu  bilen  sadece  Elif
ve  annesi  Ayşe  Hanım’dı.  Zehra  Hanım,  kardeşinden  başka  kimseye
güvenemezdi  bu  konuda.  Uzun  bir  süre  sadece  üçü  bilecekti.  Konaktan  hiç
kimse, Reyyan’ın nerede olduğunu öğrenmeyecekti.
“Anne?” Annesinin sesini her duyduğunda acıdan yanan boğazına ve dolan
gözlerine engel olamıyordu nedensizce.
“Reyyan’ım, iyi misin kuzum?”
“İyi  olmaya  çalışıyorum,”  dedi  sessizce.  Konuşmalarını  Sıdıka  Hanım
duysun  istemiyordu.  “Neler  olduğunu  anlat  anne.  Konakta  neler  oldu?”
Özellikle  de,  gerçekleri  öğrenince  babasının  ne  tepki  verdiğini  merak
ediyordu.
“Baban  gerçeği  kabul  etti.  Miran’ın  babasını  öldürdüğünü  inkâr  etmedi.
Üstelik bu konuda günlerdir tek kelime etmiyor. O günden beri tek yaptıkları


şey,  kapalı  kapıların  ardında  konuşup  ne  yapacakları  hakkında  plan  yapmak.
Miran’ın babasının adını duyunca rengi küle döndü, görmen lazımdı Reyyan.
Azat  desen,  delirdi.  Miran’ı  bulup  öldürmekten  bahsediyor.  Amcan  onu
sakinleştirmeye çalışıyor.”
“Bir saniye,” dedi Reyyan. Kalbi sıkıştı bir anda. “Azat neden böyle bir şey
düşünüyor? Miran’ın meselesi babamla değil mi?”
“Miran  bizi  seninle  vurdu  Reyyan.  Bu  olay  Mardin’de  duyulursa  ne  olur
biliyor musun sen? Yaptığı yanına kâr mı kalacak?”
“Miran’a ne yapacaklar?” diye sordu Reyyan. Sesi titremiş, yüreği korkudan
sıkışmıştı.  Gözlerinin  aniden  dolmasını  engelleyemiyordu.  “Anne,  ne  olmuş
olursa  olsun.  Ona  bir  şey  olmasın.”  Sözlerinin  sonunda  ağlamaya  başladı.
Elinde  değildi.  Hâlâ  çok  seviyordu.  Başına  kötü  bir  şeyin  gelecek  olma
düşüncesi  bile  tüm  yüreğini  paramparça  etmeye  yetiyordu.  “Azat’a  engel  ol
yalvarırım.  Ona  dokunmasınlar.  Babam  da  Azat  da,  Miran’ı  bulmaktan
vazgeçsinler.”
“Sen  bu  işe  karışma  Reyyan,”  diyen  kadının  sesi  oldukça  kızgındı.  “Artık
bu mesele, seni bile aşar!”
Telefon görüşmesi bittiğinde hıçkırıklara boğuldu Reyyan. Neden bu kadar
çok  ağladığını  bile  bilmiyordu,  sadece  delice  gözyaşı  akıtıyordu.  Telefonu
kapatmadan  evvel,  Elif’le  de  konuşmuştu.  Elif  zaten  İstanbul’da  okuduğu
için,  birkaç  gün  içinde  İstanbul’a,  Reyyan’ın  yanına  geleceğini  söylemişti.
Reyyan’ı  tek  sevindiren  bu  olmuştu.  Onun  dışında,  babasının,  amcasının  ve
Azat’ın, Miran üzerinde düşündükleri kötü planlar ciğerini dağladı.
Bir  yandan  kendisine  de  kızıyordu  Reyyan.  Yaptığı  kötülüğe  rağmen  hâlâ
onu  düşünüyor  oluşu  kendisine  olan  saygısını  zedeliyordu.  Gurursuz
hissediyordu.  Odasının  kapısı  yavaşça  açılınca  gözlerini  tamamen  sildi
Reyyan. Ağladığını kimse bilsin istemiyordu. Sıdıka Hanım meraklı ve üzgün
gözlerle kendisine bakıyordu kapının ardında. “İyi misin güzel kızım?”
Reyyan evet dercesine kafasını salladı.
“Kahvaltıya  gel  kızım.  Hiçbir  şey  yemiyorsun.  Fırat’ın  dediklerini  unuttun
mu?”
“Unutmadım Sıdıka Teyze, sadece canım istemiyor.”
“Olmaz öyle şey,” dedi yaşlı kadın kızgınca. “Hadi, mutfağa gel bakayım.”
Reyyan bu sefer kurtuluşunun olmadığını bildiği için, el mahkûm odasından
çıkıp  mutfağa  geçti.  Kuş  sütünün  eksik  olduğu  masa  biraz  iştahını


kabartmıştı. Günler vardı ki, doğru düzgün hiçbir şey yememişti. Sandalyeyi
çekip  oturdu.  Sıdıka  Hanım  çayını  doldurup  önüne  koymuştu  bile.  “Hadi
afiyet  olsun,”  dediğinde  Reyyan  gülümsedi.  Günlerdir  boş  kalan  midesine
bayram  sevinci  yaşatırken  aklına  Elif  geldi.  “Sıdıka  Teyze,”  diyerek
gülümsediğinde  yaşlı  kadın  Reyyan’ın  ilk  defa  gülümsediğini  görüp  mutlu
oldu.
“Birkaç gün sonra Elif gelecek İstanbul’a. Biliyorsun, burada okuyor. O da
burada kalabilir mi?” Reyyan bu soruyu, Fırat’ın bu evde yaşamayışına bağlı
olarak sordu. Anneannesinden ayrı yaşıyordu. Yaşlı bir kadına, iki genç kızın
yük olmayacağını düşündü.
Sıdıka Hanım ihtiyatla tebessüm etti. “O nasıl soru güzel kızım? Dilediğiniz
kadar kalabilirsiniz. Sizin anneleriniz zamanında benim elimde büyüdüler.”
Reyyan  da  aslında  bunu  merak  ediyordu  ama  günlerdir  odadan  dışarıya
çıkmadığı  için,  bu  kadınla  iki  cümle  kurup  sohbet  edememişti.  Elindeki
bardağı  masaya  bıraktıktan  sonra,  karşısındaki  kadının  yüzüne  baktı.
“Mardinli misiniz?”
“Evet,”  diyerek  gülümsedi  yaşlı  kadın.  “Orada  doğdum,  orada  büyüdüm
ben. Memleketim orası benim. On altı yaşımda evlendim, yirmi dört yaşımda
kocamı kaybettim. Bir tanecik kızımla ortada kaldım. Ona bakabilmek için ya
yeniden  evlenecektim  ya  da  kendi  geçimimi  sağlayacaktım.  Evlenmek
mantıklı  gelmedi  bana.  Rahmetli  eşimi  çok  sevmiştim  ben.  Onun  üzerine,
başka bir adamı hayal bile edemedim. O zamanlar Mardin’in zenginlerindendi
senin  deden  Firuz  Ağa.”  Bahsettiği  adam,  Reyyan’ın  annesinin  babasıydı.
Reyyan gülümseyerek dinledi yaşlı kadının acıklı hayat hikâyesini.
“Eşi  Dilber  Hanım’ın  sütü  yoktu.  Teyzen  iki  yaşlarında,  annen  ise  yeni
doğmuştu. Annene sütanneliği yaptım. O günden sonra annenlerin konağında
yaşadım. Her işlerine koştum, onlar da bana destek oldular. Kızımı büyüttüm
ve bir zaman sonra İstanbul’a yerleştim.”
“Sonra?” diye sordu Reyyan. “Sonra ne oldu? Kızınız nerede şimdi?” Sıdıka
Hanım’ın kızı, muhtemelen annesi yaşlarında olmalıydı.
Bu  sorunun  ardından  yaşlı  kadının  yüzüne  derin  bir  hüzün  çöktü.  Kırışan
göz  çevreleri,  kederli  çizgilerle  doldu.  Reyyan  o  vakit  anladı  yanlış  bir
noktaya değindiğini. “Sormamam gereken bir şey mi sordum?” derken biraz
çekindi doğrusu.
“Hayır,  hayır.”  Elini  kaldırıp  salladı  yaşlı  kadın.  “Dört  sene  önce,  trafik
kazasında rahmetli oldu. Hem eşi hem torunum ile birlikte.”


Reyyan’ın  gözleri  kocaman  açıldı.  Duyduğu  şey,  onu  fazlasıyla  şaşırttı.
Dünyada  ne  tuhaf  acılar  vardı.  Dayanılması  zor  olan,  tıknaz  acılar.  Oysa
Reyyan’ın  günlerdir  düşündüğü  tek  şey,  hayatın  sadece  kendisine  adaletsiz
davrandığıydı. “Başın sağ olsun,” diyebildi şaşkınlıktan.
“Fırat hem annesiz, hem babasız, hem de kardeşsiz kaldı yani, öyle mi?”
Yaşlı kadının kederli gözleri buğulandı. “Bir başına kaldı yavrucağım. Ben
de bir kez daha tattım, en sevdiklerimi kaybetmenin acısını.”
Reyyan  şaştı  kaldı.  Edecek  tek  kelime  bulamadığı  gibi  günlerdir  çektiği
acıdan utandı. Şimdi bu kadın sorsa, senin derdin ne yavrum dese, utancından
başını  eğerdi.  Sanki  tüm  bu  düşüncelerini  okumuş  gibi,  uzanıp  ellerine
dokundu  kadın.  Reyyan  kafasını  kaldırıp  Sıdıka  Hanım’ın  gözlerine  baktı.
“İnan  bana  güzel  kızım.  Derdi  veren  Allah  bir  süre  sonra  dermanını  da
veriyor.  Her  ne  yaşadıysan,  elbet  bir  gün  geçecek.  Kaderin  açtığı  yaraya,
zaman  merhem  olacak.  Sadece  sabret.  Sabır,  kurtuluşa  giden  en  aydınlık
yoldur.”
***
Şüphesiz  o  günden  bu  yana,  ciğerine  ilmek  ilmek  işleyen  tek  acıydı
pişmanlık.  Neden  ve  nasıl  olduğunu  anlayamamıştı  ama  vicdanının  üzerine
bir  ağırlık  oturmuş,  genç  adama  nefes  aldırmıyordu.  Bu  işin  sonunun  böyle
olacağını  tahmin  edememişti.  Bu  işin  sonunda,  böylesine  acı  çekeceğini  hiç
mi hiç hesap edememişti. Günler solup gidiyor, her şey biraz daha eskiyordu.
Geçen  her  gün  ömrüne  bir  çelme  daha  takarken,  Miran’daki  tek  değişim
kaburgalarının altında atan organın ona acı çektirmesiydi.
Miran, acı çekiyordu.
Miran, pişman oluyordu.
Miran, Reyyan’ı özlüyordu.
Ne  hakla  diye  sordu  kendisine?  Hangi  hakla  özlüyorsun  sen  onu?  Kendi
kendini  sorguladığı,  en  büyük  şahidinin  vicdanı,  hâkimin  merhamet  olduğu
bir mahkemede sayısız defa yargılamıştı kendisini. Her mahkemenin sonunda
suçlu çıkan, kendisiydi.
Pişman olacağını bile bile çıkmıştı bu yola. Aslında pişman olduğu tek konu
Reyyan’dı.  İntikam  değildi.  Bugün  olsa,  yine  intikam  alırdı.  O  adama  karşı
ebedi bir öfke barınıyordu bünyesinde, tırnak uçlarından, saç diplerine kadar.
Fakat aşkın ne zaman geleceği belli olmuyordu ömre. Sevda düşeceği zaman,
haber  vermiyordu  ki  gönle!  Miran,  Reyyan’ı  sevebileceği  ihtimalini  milyon
kez düşünmüş, her seferinde reddetmişti fakat gerçek buydu.


Aslında  bu  yeni  bir  şey  değildi.  Miran,  terk  ettikten  sonra  pişman  olan,
sıradan  adamlardan  değildi.  İçinde  hep  bir  şeyler  vardı  Reyyan’a  karşı.  Onu
gördüğü  ilk  günden  beri  heyecanlanan  kalbine,  gözlerine  bakınca  çarpan
kalbine o kadar karşı çıkmıştı ki… Geçecek sanmıştı. Tüm bu oyun bittiğinde
Reyyan  da  çıkıp  gidecek  aklımdan  diye  düşünürdü.  İstediğini  aldıktan  sonra
aklına  gelmeyeceğini  varsayardı.  Öyle  olmamıştı  işte.  Güneş  dünyayı  terk
ettiğinde  semaya  dolan  karanlıklar  gibi,  aheste  aheste  bir  sevda  doluyordu
içine. Aşkın amansız elleri sarıyordu boynunu.
Öyle bir sevda ki, kapkara, derin, yakıcı…
Miran  nefes  alamıyordu.  Yaşamak  istediği  hayat  ile  yaşadığı  hayatın
arasındaki  fark  öyle  derindi  ki…  Bir  yanda  Gönül,  diğer  yanda  ise  Reyyan
vardı.

Download 1.36 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   66




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling