Hercai II meftun hercai II / meftun
Download 1.49 Mb. Pdf ko'rish
|
Sümeyye Koç - Meftun
“Küçük sayılabilecek bir yaşta gelin olup Mardin’den ayrıldığımda, Dilşa henüz çok küçüktü. Ben evin
büyük kızıydım, Dilşa ise küçük kızı. Onunla aramızda epey yaş farkı vardı. Ben evlenip gittiğimde o daha çocuktu. Ne büyüdüğünü, ne gelin olduğunu gördüm Dilşa’nın. Bundan dolayı, ne ben onun evlendiği adamı tanıyordum ne de Hazar Bey beni tanıyordu. “Hayırsız babam, beni Almanya’ya gelin gönderdikten sonra aramadı, sormadı. Seneler boyunca çocuğum olmadı. Sonra bir kızım oldu, Eylül... Çok sürmeden kocamı trafik kazasında kaybettim ben. Onu kaybedişimin ardından İstanbul’a yerleştim el kadar bebekle. Dilşa buldu beni, yanında iki yaşında ufak bir erkek çocuğu... Babamın onu sevmediği bir adamla evlendirdiğini, o da her şeyi göze alıp Ahmet’le kaçtığını anlattı. Ahmet Karaman... Miran’ın babası sandığım, koca yürekli adam. Hepimize sahip çıktı ama sadece dört yıl boyunca. Hazar Şanoğlu’nun kanlı ellerinden kurtulamadı. Dilşa o adamdan öyle nefret ederdi ki, kocasının ölümünden sonra adını dahi andırmadı. Belki de bu yüzden bana bile söylemedi Miran’ın öz babasının aslında kim olduğunu...” Her şey bundan ibaretti işte. Saklanan onca sır, geçmişteki insanlarla mezara gömülmedi aslında. Senelerce gizlendi ve birçok insanın hayatını mahvetmeye devam etti. Bir baba oğul birbirini hiç tanımadan düşman gibi yaşadı yıllar boyunca. Sonrasında bir nefret dallandı budaklandı ve başka insanların da hayatına musallat oldu. Dilşa sadece kendi hayatını mahvetmekle kalmadı, yandığı ateşe oğluyla beraber herkesi sürükledi. Engelleyemediği düşünceleri zihninin içinde raks edip duruyordu. Tüm bunlar kaderin bir oyunu muydu? Eğer Miran, saçma sapan bir intikam oyunu kurup ödeşme arzularıyla yanmasaydı, bugün hayatları nasıl olacaktı? Sanki her şey kusursuzca yazılıp çizilmişti. Kader çizgisini çoktan belirlemişti ve yaşanması gereken her şey yaşanmıştı. Bu dünyada gizli kalan hiçbir sır yoktu, olamazdı da. Eve geldiğinde üzerinde koskoca bir yük, kaldıramadığı bir ağırlık vardı. Evin demir kapısından içeriye süzülüp giriş kapısına geldikten sonra durup çantasını karıştırmaya başladı. Çıkardığı anahtarlarla kapıyı açıp içeriye girdikten sonra üzerindeki ince hırkadan kurtuldu. Hava her geçen gün biraz daha güzelleşiyor, mayıs ayının ilk günleri bu sene biraz daha sıcak geçiyordu. Mutfağa yönelip bir bardak su içmek istediğinde çalışma odasından gelen gürültüyle irkildi. Miran’ın bu saatte şirkette olması gerekmiyor muydu? “Miran?” diye sordu adımlarını odaya doğru sürüklerken. “Buradayım.” İçeriden gelen sesin sahibinin Miran olduğuna emin olduktan sonra odanın kapısını açarak içeriye daldı. Onu erken bir saatte evde bulmak Reyyan’ın yüzünü güldürmüş ancak bir o kadar da canını acıtmıştı. Artık zor geliyordu, fazlasıyla zor geliyordu. Şimdi, şu anda koşup ona sarılmak, gerçeği yüzüne haykırmak istiyordu, sonrasında yaralarını sarmak istiyordu tek tek... Çünkü biliyordu ki Miran’ın canı çok acıyacaktı. Ama susmaktan başka yapabildiği bir şey yoktu. “Ben buradayım da, sen neredeydin?” Sözlerinin ardından dirseğini kullanarak dolabın kapağını kapattı genç adam, elinde bir yığın mavi dosya vardı. Dosyaları parmaklarının yardımıyla uzun kahverengi çalışma masasının üzerine serdikten sonra gözlerini dosyalardan ayırmadan konuştu. “Bir şey sordum sana Reyyan.” Hâlâ mesafesini koruyordu Miran, Reyyan’a karşı. Kötü geçen nişan gecesinin ardından bir hafta yitip gitmişti ama Miran eski Miran değildi. Bunu onun dudaklarından duymaya hiç alışık olmadığı soğuk ses tonundan ve yüreğini paramparça eden mavi harelerinden anlayabiliyordu genç kadın. Kırgın bakıyordu işte. “Sanki nereye gittiğimi bilmiyorsun,” diye mırıldandı Reyyan. “Teyzenin yanına gittim.” Reyyan evden çıktığı anda Ali peşine takılıyordu, nereye gidecekse oraya götürüyordu ve gittikleri yerleri bir bir rapor ediyordu Miran’a. Bu sebeptendir ki Reyyan’ın Miran’dan habersiz nefes alması dahi mümkün değildi. Bu durum Reyyan’ın hoşuna gitmiyordu belki ama Miran’a göre bir nevi tedbirdi. Aklınca Azat tehdidinden koruyordu Reyyan’ı. “Teyzemin evine gitmek senin âdetin değildir,” dediğinde sessizdi Miran. “Nereden çıktığını soruyorum.” Sorgular gibi diktiği bakışlarını Reyyan’ın gözlerinde gezdirdiğinde derin bir sükûnet oluştu aralarında. Reyyan bu soruya ne cevap vereceğini bilmiyordu. Zaten dokunsalar ağlayacak gibiydi. Yalan söylemekten de bir şeyleri gizlemekten de nefret ediyordu. “Evet, öyleydi,” diyerek kafasını eğdi. “Bu aralar biraz yalnız hissediyorum kendimi, belki değişiklik olur diye düşündüm.” Kendini yalnız hissettiğini söylemesi, üstelik karşısında boynu bükük bir tavırla durması genç adamın yüreğini yerinden söktü. Kaç gündür doğru düzgün yüzüne bakmıyordu Reyyan’ın... Gel gör ki canından can gidiyor, etinden et koparıyorlardı. Hep bir şüphe vardı içinde. Günlerdir içini kemiriyor, aklına olmadık şeyler getiriyordu. Reyyan’ın kendisinden bir şeyler sakladığına o kadar emindi ki... Fakat o hiçbir şey söylemediği için Miran daha fazla üzerine gidemiyordu. Yalan söylemeyi beceremiyordu Reyyan, ne zaman bir şey sorsa kızarıyor, bozarıyor, bakışlarını başka yerlere çeviriyordu. Miran artık Reyyan’a nasıl yaklaşacağını şaşırmış durumdaydı. “Sana bunu hissettiren ben miyim?” diye sordu masadaki dosyalarla ilgilenmeyi bırakırken. Birkaç adım attı Reyyan’a doğru. Ona uzaktan bakmak, geceleri sarılamamak ne acıydı. Dayanamıyordu Miran daha fazla. Günler boyunca aralarına ördüğü kalın duvarları yıkacaktı şimdi. Bir adım ötesinde durup güzel yüzünü avuçlarına hapsettiğinde bir yanıt bekledi Reyyan’dan. Sevdiği kadının kuzguni hareleri kırgın bir ifadeye büründü. Kafasını salladı usulca, bu evet demekti. Download 1.49 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling