Hercai II meftun hercai II / meftun
Download 1.49 Mb. Pdf ko'rish
|
Sümeyye Koç - Meftun
Miran’ın ikinci yuvasıydı burası.
Reyyan, Miran’ın ezbere bildiği yolda ilerlerken gözlerine takılan manzarayla burkuldu. İleride bir cenaze defnediliyor, etrafında birçok insan gözyaşı döküyordu. Kim bilir küçücük bir çocukken ne çok ağlamıştı Miran annesinin cenazesinin başında. Miran hızla yol aldıkça elinden tutan Reyyan da arkasından aynı hızla ilerlemek zorunda kalıyordu. Bir süre sonra cenazenin defnedildiği yer tamamen kaybolmuştu gözlerinden. Anne ve babasının yattığı kısma geldiklerinde Miran, Reyyan’ın elini bıraktı. İlk önce annesinin mezarına doğru yürüdü. Hemen yanında ise, Ahmet Karaman’ın kabri vardı. Yan yana yatan iki sevdalı yürek... Ne aşka, ne sevgiye ne de birbirlerine doğru düzgün doyamadan göçüp gitmişlerdi bu dünyadan. Ölüm yıllarının arasında ise iki yıl vardı. Reyyan, Miran’ın buraya ne sıklıkla geldiğini bilmiyordu ancak birilerinin burayı sık sık ziyaret ettiği belliydi. Toprakları ıslaktı ve üzerinde bir sürü çiçek vardı. Genç adam elleriyle temizledi toprağın üzerindeki küçük taşları. Reyyan gözlerini Miran’ın üzerinden ayırmadı. Yüzü öyle ifadesizdi ki, tek bir hissiyat titreşmiyordu çehresinde. Hep böyleydi o, içi içinden çıkardı da, canı acıdan kavrulurdu da bir şey belli etmezdi. Reyyan’ın aklına kendi öz babası geldi. Mutlaka her bayramda annesiyle birlikte giderlerdi hiç görmediği babasının yanına. Onları genellikle Azat götürür, bir köşeden seyrederdi. Reyyan hiç tanımadığı, yüzünü sadece solgun bir fotoğraf karesinden tanıdığı babasına karşı ne hissedeceğini bilemezken annesi sessiz sessiz ağlardı. Reyyan büyüyüp genç bir kız olduktan sonra annesine hep sormuştu. “Neden babamın ölümünden sonra sevmediğin bir adamla evlendin?” Çünkü biliyordu ki annesinin bu hayatta sevdiği tek adam Reyyan’ın babasıydı. Hazar Şanoğlu desen, o da Reyyan’ın annesini değil, Miran’ın annesini seviyordu. Geçmişini anlatırken, her Dilşa dediğinde dilinin nasıl titrediğine şahit olmuştu adamın. Şimdi anlıyordu Reyyan. Annesi genç yaşta dul kalmanın, Hazar Şanoğlu ise katil olmanın diyetini ödemişti zoraki bir evlilikle. Semaya açılan elleri ve dualarda buluşan dilleri bu iki insan içindi. Reyyan’ın o an aklına babası geldi. Kendisinin üvey babası, Miran’ın öz babası... Burada yatan iki kişinin de ölümüne sebep olan adamdı Hazar Şanoğlu. Vicdanı kanıyor muydu yaşattığı onca acı için? Ya da bir kadının ölümüne sebep olduğu, bir adamın canına kastettiği için. Reyyan ona da kızamıyordu ki. Cahilliğinin, cehaletinin kurbanı olmuştu yıllar öncesinde. Ama hiçbir şey, bir insanın katil olması içi yeterli bir gerekçe değildi. Biliyordu ki, kötülük yapan bir insan ömrü hayatı boyunca iflah olmazdı. Yaşattığı her acı, vicdan azabı olurdu içinde. Zaten bir günaha, bundan daha güzel bir ceza olamazdı. Hazar Şanoğlu yıllardır yaşayan bir ölüydü. Onun burada yatan iki insandan hiçbir farkı yoktu. Annesinin kabrinin başından ayrılıp babası sandığı adamın yanına geldiğinde beyaz mermerin kenarına oturdu Miran. Tek eliyle, isminin yazılı olduğu yeri sıvazladı. Reyyan, Miran’ın ne düşündüğünü bilmese de şu an içinin kan ağladığını biliyordu. Ne çok isterdi oysa, senin baban yaşıyor diyebilmeyi. Yanına yaklaşıp hemen arkasında durdu. Oysa ruhu çoktan sarılmıştı sevdiği adamın ruhuna. Yaralarını okşuyor, kulağına geçecek diye fısıldıyordu o duymasa da. İçinde nükseden, boğazını yakan ağlama hissine engel olamıyordu. Gerçeği söylemek isteyip söyleyememek ne kadar berbat bir duyguydu! Yaptığı şey doğru ya da yanlış. Hiçbir şey bilmiyordu. Hatta belki de tamamen yanlıştı. Fakat Allah biliyor ya, bu adamın çektiği acının iki mislini çekiyordu. Miran’ın acı çektiğini gördükçe, içinde bir şeyler kopup gidiyordu. Tüm bu çetin hislerle mücadele ederken sessiz sessiz ağladığının ve omuzlarının sarsıldığının farkında değildi. Yanakları sırılsıklam olmuştu bile. Miran, Reyyan’ın ağladığını fark edince arkasını dönüp baktı ve telaşla saçlarına dokunarak yanaklarını sıvazladı. “Reyyan, sen neden ağlıyorsun?” diye sordu şaşkınlıkla. Kadınların gebelik süreçlerinde sürekli duygusallaştıklarını duymuştu çok defa ancak Reyyan şu sıralar haddinden fazla duygusaldı. Bu sebeptendir ki, Miran ona bir şeyler söylerken iki kere düşünüyor, söyleyeceklerini önceden ölçüp biçiyordu. Reyyan’ın bu soruya verecek bir cevabı var mıydı? Senden gerçekleri gizlediğim için vicdan azabı çekiyorum mu diyecekti? Diyemezdi. Miran parmaklarıyla sildi Reyyan’ın gözyaşlarını. Sırf kendisine üzüldüğü için Reyyan’ın ağlamasını istemiyordu. Birilerinin ona üzülmesinden veya acımasından nefret ederdi, bu Reyyan bile olsa. “Reyyan sana soruyorum,” dediğinde ellerini çenesine kaydırarak yüzünü kendisine kaldırdı. “Sen bana üzülüyor musun?” Reyyan kafasını salladı. Şimdi daha çok ağlamaya başlamıştı. Miran’ın şaşkınlığı boyut atlamış durumdaydı. “Hadi, gidiyoruz,” dedi tek eliyle Reyyan’ın elini kavrarken. Arkasını dönüp son kez baktı anne ve babasının yattığı toprağa. “Biraz daha kalsaydık,” diyerek itiraz etti Reyyan. “Sen bana bakma, gerçekten.” Ellerini gözpınarlarına bastırarak yaşlarını sildiğinde Miran, Reyyan’a sokulup kolunun altına aldı ve şakağına hafif bir buse bıraktı. “Yeterince kaldık. Senin üzülmene dayanamam.” Birlikte geldikleri yolun tersi yönünde yürüyüp mezarlıktan çıktıklarında Reyyan ağlamayı kesmişti. Miran, onun neye ağladığını bilse böyle teselli etmeye çalışır mıydı acaba? Reyyan olacaklara ağlıyordu. Miran’ın yıkılışına şahitlik edeceği için ağlıyordu. Gerçekleri öğrendikten sonra geleceği hali düşünüyor ve paramparça oluyordu. Yolun karşısında duran arabaya binip eve doğru yol aldıklarında ikisi de suskundu. Miran bu acıyı çekmeye alışkındı, her mezar ziyaretine gelişinde böyle hüzünlenirdi ama Reyyan’ın üzülmesine dayanamamıştı. Gözlerini yoldan çekip Reyyan’a baktığında ince bir tebessüm etti. “Eve gitmeyelim istersen, bir şeyler yapalım ne dersin?” Reyyan, Miran’a baktığında hâlâ somurtuyordu. “Eve gidelim bence,” dedi, bu haldeyken hiçbir şey olmamış gibi bir de eğlenebileceğini hiç sanmıyordu. “Gitmeyelim bence.” Miran kafasına koymuştu bir kere, eve gitmeyecekti. İstikametini değiştirip ana yola saparken, “Sahi, şu sıralar hiç sinemaya gitmedik değil mi?” diye sordu. Reyyan doğru dercesine kafasını salladığında ise gülümsedi. “O zaman, sinemaya gidiyoruz.” Reyyan, itiraz edecek gücü bulamıyordu kendinde. Hiç keyifli olmamasına rağmen sırf Miran için bu teklifi kabul etti. Tadını çıkarmaya karar verdi çünkü bugün belki de gülüp eğlenecekleri son gündü. *** Filmden çıktıklarında çoktan akşam olmuştu. Saat sekiz buçuk civarıydı ve Miran hâlâ eve gitme taraftarı değildi. Önce yemek yediler, ardından mağazalarda dolaşmaya başladılar. Nihayetinde Reyyan da kafasını dağıtmayı başarmıştı. Saatler öncesinde ağlayan suratına tezat şu an şen şakrak gülümsüyordu. Zaten Miran, Reyyan mutluysa mutluydu. Miran’ın alışveriş poşetleriyle dolu ellerine habire yenisi ekleniyordu. Reyyan her gördüğü mağazada satın alacak bir şey bulurken, en çok da kızına bir şeyler seçiyordu. Zaten yavaş yavaş alışveriş yapmalarının vakti gelmişti de geçiyordu. Son olarak, bir mobilya mağazasında dolaşırlarken Reyyan’ın gözlerine çok sevimli bir bebek odası takımı takıldı. Miran’ın koluna dokunup beğendiği takımı gösterdiğinde, “Sence de çok güzel değil mi?” diye sordu. “Güzel ama...” Miran burun kıvırdı. “Sence de her şey çok pembe olmadı mı?” Reyyan dudaklarını büzüp aldıkları poşetlere göz attı. “Haklısın galiba.” Miran’ın elindeki alışveriş poşetlerine de göz gezdirdiğinde yeni farkına varmışçasına irkildi. “Her şeyi pembe almışım gerçekten!” Miran’a bakıp kızgınlıkla kaş çattı. “Yahu ben farkında bile değilim, beni neden uyarmıyorsun?” Miran, elindeki poşetlerin çokluğuna aldırmadan, küçük bir çocuk sever gibi Reyyan’ın burnunu sıktı. “Öyle güzel beğeniyordun ki inan kıyamadım.” Reyyan bir şey söylemek yerine sessizce kıkırdadı ve arkasını dönüp gezintiye devam etti. Bu sefer de beyaz ve kahve renklerden oluşan başka bir takıma takılmıştı gözleri. “Peki ya bu?” dedi heyecanla. “Bu güzel mi?” “Pardon!” Reyyan birinin onlara seslendiğini işittiğinde dönüp arkasına baktı. “Efendim, kapatıyoruz.” Gülümseyerek Miran’a bakan genç satış görevlisine karşı içten içe gıcık olmadı değildi. Neden kendisine değil de, Miran’a söylüyordu ki? “İki dakika daha müsaade eder misiniz?” Miran karşısındaki kıza gülümseyerek rica da bulunduğunda, genç kız sanki bu rica karşısında erimiş gibi gülümseyerek kafasını salladı. Reyyan, bu kızla Miran’ın birbirine gülümseyişi karşısında ayar olmuştu. Miran gülümseyerek kendisine döndüğünde asık suratını düzeltmedi. “Hadi, madem istiyorsun, bakalım hemen.” Reyyan’ın hevesi uçup gitti bir anda. Yanlarındaki kızın yavaş yavaş uzaklaşmasını seyrederken gözleri öfkeyle kısıldı. “Niye gülümsüyorsun sen başkasına?” Miran’ın kaşları şaşkınlıkla havalandı o an. Uzaklaşan kıza bakarken, “Yok artık Reyyan,” dedi gülerek. “Kıskandın mı o kızı?” “Gülme başkasına,” diyerek omuzlarını silkti Reyyan. Miran pes eder gibi gözlerini yumduktan sonra az evvel Reyyan’ın beğendiği oda takımına doğru yürüdü. “Tamam gülmem, hadi bakalım artık şuna.” “İstemiyorum onu, vazgeçtim,” dedi Reyyan, tüm modu düşmüştü. “Rengi de bok gibi zaten.” Miran afallamış bir halde arkasını dönüp Reyyan’a baktı. “Ne gibi, ne gibi?” Reyyan cevap vermeksizin gözlerini devirdikten sonra mağazanın çıkışına doğru yürüdü. Miran arkasından inanamıyormuş gibi bakmayı sürdürürken ardı sıra takip etti Reyyan’ı. Kapıda dikilen satış görevlisi kız, onların çıkmasını bekliyordu. Miran, nezaketen iyi akşamlar dilerken gülmemeye gayret etti. Reyyan’ın değişen ruh haline anlam vermek çok güçtü. Ah bu hormonlar... Sırf o kızı kıskandığı için beğendiği bir takımdan vazgeçmişti. Acaba Reyyan gerçekten bu denli kıskanç mıydı yoksa onu bu hale getiren hamilelik miydi? Eğer hamilelik değilse Miran’ın yandığının resmiydi bu haller. “Reyyan, sana inanamıyorum,” diye söylendi, hızla yürüyen karısının yanına yetişmeye çalışırken. “Önce beğeniyorsun, sonra vazgeçiyorsun.” “Dedim ya sana, rengi kötü onun.” O kadar hızlı yürüyordu ki Miran ona yetişmekte güçlük çekiyordu. Zaten tüm poşetleri Miran’ın eline vermişti. “O kız benden zayıftı zaten, sinir oldum!” Miran eyvah dercesine dişlerini dudaklarına bastırdı. Burnuna çok tehlikeli kıskançlık kokuları geliyordu. “Sen de zayıfsın,” dedi gülmemek için yanaklarını ısırırken. Reyyan duraksayıp oldukça ciddi bir yüzle baktı Miran’a. “Nerem zayıf ya nerem? Gitgide manda gibi oluyorum.” Genç adam kahkaha atmamak için zor tutuyordu kendini. Hayır, Reyyan gerçekten kilo alsa içi yanmayacaktı, sadece karnı büyüyordu. “Güzelim sen hamilesin ve sadece karnın büyüyor.” “Bırak ya,” dedi Reyyan kısık bir sesle. “Şişko de ve rahatla.” Sesinin titreşimleri giderek incelmişti. Neredeyse ağlayacak gibi bir hali vardı. Yürüyen merdivenden inip otoparka doğru yürürlerken söylenmeye devam ediyordu. “Üç ay içinde hızla kilo alacakmışım, Nilgün Hanım öyle söyledi, balon gibi şişeceğim ben yani öyle mi?” Bakışlarını Miran’a dikip hırçın hırçın söylendi. “Hep senin yüzünden!” Miran ellerinde poşetlerle kollarını kaldırıp Reyyan’a hayretle baktı. “Ben ne yaptım şimdi?” “O kıza gülümsedin!” “Ben ona gülümsedim diye mi kilo aldın yani?” “Evet!” Miran bagajın kapağını açıp poşetleri gelişigüzel koyarken Reyyan hâlâ söyleniyordu. Miran da söyleniyordu elbet ama kısık bir sesle. “Ömrümü yedin Reyyan ömrümü...” Bagajı kapatıp ön tarafa doğru yürüdü ve Reyyan’ın kapısını açtı. Daha sonra, dokunsalar ağlayacak gibi büründüğü suretine gülümseyerek baktı. “Hadi evimize gidelim,” dediğinde Reyyan istemsiz adımlarla arabaya gelip Miran’ın açtığı kapıdan içeri girdi. Miran, Reyyan’ın gergin haline baktıkça kahkaha atası geliyordu. Bir şey söylemek istemiyor ama susamıyordu da. Bugün ona oldukça iyi gelmişti. Reyyan, Miran için stres topu gibi bir şeydi. Reyyan’ın kapısını kapatıp diğer tarafa dolandığında sessizce söylendi. “Dipnot; kıskançlık kilo aldırıyor!” *** Dünün hüzünlü başlayıp oldukça mutlu bitmesi, bugünün hayli stresli olmasını engellemiyordu. Miran şirketteydi ve dakikalardır bulunduğu odada volta atıp duruyordu. Sabahın erken saatleri olmasına karşın kendini bitkin hissediyordu. Kapısının ansızın açılmasıyla yönünü o tarafa çevirdi ve içeriye giren adama dikti bakışlarını. Gelen Arda’ydı. “Hayrola?” Genç adamın kaşları asabi bir biçimde çatıktı. Çünkü Miran ondan gizli saklı işler çeviriyordu ve bunlar Arda’nın kulağına ulaştığında, tüm sakinliği yitip gidiyordu. Oysa Miran’a rağmen ne kadar da uysal bir adamdı. “Sen yine ne işler peşindesin kardeşim?” “Ne işler peşindeymişim?” Kolundaki saatin kordonuyla oynarken sessiz sakin bir cevap vermişti Miran. Ciddi ciddi neyden bahsettiğini bilmiyordu. Acaba Arda’dan gizlediği hangi işinden bahsediyordu? “Sarp’tan duydum,” dedi Arda sinirli sinirli. “Neydi o doktor herifin adı?” Saçlarını karıştırıp düşünürken hatırladığı isimle parmağını şıklattı. “Fırat, Fırat...” Miran işte şimdi yitirmişti sakinliğini. O ağzı geniş Sarp’ın yüzünü düzleyecekti birazdan. Ne diye Arda’ya bahsediyordu Fırat meselesinden? Dudaklarını birbirine bastırıp sert bir nefes soluduğunda öfkeden gözlerini yumdu. Arda’nın kendisine olan kızgın bakışlarına aldırmadan koltuğuna doğru yürüdü ve oturdu. “Sen ne demeye peşine adam takıyorsun bu doktorun, ben anlamadım ki!” Arda Miran’ın masasının karşısındaki koltuğa kurulduktan sonra tek ayağını dizine attı. “Zaten bana nişan gecesi olanları da anlatmadın.” Miran eline aldığı kalemi evirip çevirirken öfkesini yutmaya çalışıyordu. Evet, Fırat’ı takip ettiriyordu nişan gecesinden bu yana. O adamdan haz etmiyordu. Çünkü o adam bir işler çeviriyordu. O gece olanlara anlam verememesi, kapalı kapılar ardında konuşulanların ne olduğunu bilememesi Miran’ı deliye çevirmişti. Reyyan’ın Fırat’la nasıl bir bağı olabilirdi ki? Düşünmekten delirecekti! “Bir şeyler var Arda,” dedi gözleri kaleme takılırken. “Fırat’ın nişanlısı olacak kadın, Reyyan ve Fırat’ın bir şeyler gizlediğinden söz etti.” Elindeki kalemi sertçe masanın üzerine bıraktığında bakışlarını Arda’ya dikti. “Şüphe duyuyorum, anlıyor musun?” Arda da şaşkındı şimdi. Tek elini yüzüne yaslarken, “Reyyan,” diye mırıldandı. “E ona sormadın mı bu iş neyin nesi?” “Sordum,” dedi sinirli sinirli. “Kaç kere sordum ama ağzından tek laf alamadım. Farkında değil ama gözleri onu öyle bir ele veriyor ki...” “Ne saklıyor olabilirler?” diye sordu Arda sakince. O da merak etmişti şimdi. Bir insanı tanımak için uzun yıllara gerek yoktu. Arda, Reyyan’ı iyi tanıyordu ve onun yanlış bir şey yapmayacağını çok iyi biliyordu. Bunu Miran’ın da bildiğinden emindi. Reyyan’ın korktuğu bir şeyler olmalıydı. Her ne saklıyorsa Miran’ı kızdırmamak için yapıyor olmalıydı. “Bilmiyorum ama öğreneceğim,” dedi Miran. “Reyyan’a soramıyorum, ona ya da bebeğe bir şey olacak korkusundan üzerine gidemiyorum fakat günlerdir kendimi yiyorum.” Parmaklarını ardı ardına kütletirken, bir kez daha tekrar etti. “Öğreneceğim elbet, gerekirse o Fırat’ın...” Kapının çalınması sözlerini yarıda kesti. “Gel,” dedi Miran kapıya bakarak. Açılan kapıdan içeriye giren Sarp’ı görünce ise öfkesi yine ele geçirdi onu. Ne zamandır emirlerine uymayıp her şeyi Arda’ya yumurtluyordu bu herif? “Gel şerefsiz Sarp, gel...” Genç adam işittiği hakaretle olduğu yerde duraksayıp korku dolu gözlerle Miran’a baktı. Arda, Sarp’ın korkudan duraksadığını fark ettiğinde durumu kurtarmaya karar verdi. Zaten öğrenmek için adamı iki saat sıkıştırmak zorunda kalmıştı, bir de Miran’ın ellerine teslim edemezdi. “Sarp’ın suçu yok Miran,” dedi ikna edici bir tavırla. “Ben başka bir şekilde duydum. Hem ne önemi var ki?” Miran konuyu fazla kurcalama taraftarı değildi zaten. Sarp’ın söylediğini adı gibi biliyordu ancak üstelemedi. “Ne oldu?” dedi Sarp’a bakarken. Ona Fırat’la ilgili önemli bir gelişme bulmadığı sürece odasına gelmemesini söylemişti. “Buldun mu bir şey?” “Evet,” dedi Sarp çekimser bir tavırla. Bulmuştu bulmasına ancak nasıl söyleyeceğini bilmiyordu. Birazdan söyleyeceklerinin Miran’a iyi gelmeyeceğini biliyordu çünkü. “Bugün Fırat Bey hastaneden erken çıktı ve biriyle buluştu.” Miran ifadesiz bakan gözlerinin ardındaki meraksız adamı gizlemeyi iyi başarıyordu. “Kimle?” diye sordu tek kaşını kaldırarak. Oysa birazdan duyacağı isim, tüm dengesini altüst edecek, öfkesini dibine kadar körükleyecekti. Haberi yoktu. “Hazar Şanoğlu,” dedi Sarp bir çırpıda. Miran’ın anında kocaman açılan gözlerine bakarken tamamladı sözlerini. “Hazar Şanoğlu İstanbul’da. Ve Fırat denen adamla bir ilgisi var.” |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling