Hercai II meftun hercai II / meftun
Download 1.49 Mb. Pdf ko'rish
|
Sümeyye Koç - Meftun
kadının, bitmek bilmeyen nefreti...
“Bilmiyordum, yemin ederim ki bilmiyordum. En az ben de senin kadar...” Miran, bu adamın söylediği hiçbir sözü duymak istemiyordu. Sırtındaki yabancı eli hızlıca ittikten sonra hızla ayağa kalktı. Önce gözlerini buğulandıran yaşları sildi hırçınca, sonrasında Reyyan’ın üzerine doğru yürüdü. Öyle hızlı hareket etti ki, kimse ne yapacağını kestiremeyip müdahele edemedi. Reyyan’ı kolundan tuttuktan sonra evin açık kapısına doğru yürüdü, Reyyan bile isteye sürüklendi peşinden. Elif arkalarından gitmeye çalışsa da yüzüne kapanan kapıyla kalakaldı. Belki de Miran sakinleşip sular biraz durulana kadar yalnız kalmasına izin vermek en iyisiydi ama böyle bir durumda Reyyan’ı Miran’la yalnız bırakmak kimsenin içine sinmiyordu. Hazar Bey olduğu yerden kıpırdamazken, Arda koşarcasına geldi kapının önüne. Arda, Miran’ın böyle bir durumda Reyyan’la kalmasına izin veremezdi. Evet, o Reyyan’a zarar vermezdi ancak daha bir saat öncesinde Gönül’e yaptıkları aklına gelince kanı donuyordu. Elini kaldırıp avucunu sertçe kapıya geçirdi, üst üste vurdu. “Miran, aç kapıyı! Ben de geleyim, konuşalım!” Reyyan ne olduğunu anlayamadan, kendisini evin içinde, şiddetle kapanan kapının arkasında bulduğunda, oldukça kırgın bakan okyanus bakışlarla karşı karşıya kaldı. Miran onun bileğini sımsıkı tutuyordu, hızlı adımlarla onu içeriye götürürken Reyyan korkudan ölüyordu. Miran bileğini bıraktığında boşluğa düşmüş gibi oldu. O kadar sessizlerdi ki, kapının sertçe çalınması ve dışarıdan söylenen her söz kulaklarına harfiyen ulaşıyordu. Duvarın kenarına sindi Reyyan, korku içini parçalıyordu. “Miran, ne yapıyorsun?” diye sordu cılız bir sesle. “Beni korkutuyorsun!” Her bir adımı birbirinden acılı adamın son durağı bir nefes ötesi olduğunda yanaklarında hissettiği parmaklarla gözlerini yumdu Reyyan. Miran, Reyyan’ın yüzünü avuçlarına hapsetti. “Bana tüm bunların bir oyun olduğunu söyle,” dedi feryat figan içinde. Ağlıyordu ve onun bu hali Reyyan’ı mahvediyordu. “Bana yalan söyle Reyyan, o adam senin baban değil de!” Tek dileği yalan olduğunu bile bile duymaktı o sözleri. Buna ihtiyacı vardı, neden anlamak istemiyordu? Miran ölüyordu, neden Reyyan kılını kıpırdatmıyordu? Alnını alnına dayadı ağlamaktan başka bir açıklaması olmayan kadının. Reyyan, Miran’ın tek sığınağı değil miydi? Şimdi neden bir yabancı gibiydi? Ona, eğer beni yanıltırsan yıkılırım dememiş miydi? Şimdi neyin nesiydi bu perperişan bir halde kabullenmişliği? “Biliyorsun, ben her zaman sana inanırım...” Miran’ın her sözü daha fazla dağılmasına sebepti Reyyan’ın. Gerçeği öğrendikten sonra Miran’ın öfkeleneceğini, inkâr edeceğini ve hatta bu gerçeği sindiremeyeceğini biliyordu fakat bu denli acı çekeceğini ummazdı hiç. “Zorlama Miran,” dedi Reyyan hıçkırıkları arasında. “Gerçek bu!” Miran ellerini Reyyan’ın yüzünden çekerken, sadece boş bir bakışla yaktı içini. Bu bakış, canını en çok yakan insana verebileceği en büyük ıstıraptı. Kalbini yerinden söküp ellerine bırakmıştı Reyyan. “Hiçbir şey değil,” dedi yürek dağlayan sesiyle Miran. “En çok sen yıktın beni!” Reyyan’ın gözleri bir türlü gözlerine değmezken, o gözlerini ayırmıyordu karısının üzerinden. Sırılsıklam olmuş yanaklarına dokunası gelmiyor, gözyaşlarını silmek istemiyordu ilk defa. Reyyan’ın dağılıp yüzüne düşen saçlarına uzanmıyordu titreyen elleri. “Sen benim her şeyimdin,” dedi isyan edercesine. “Bir başkasından mı duyacaktım ihanetini?” Reyyan perişan bir halde ellerini yüzüne kapattı. Büyük bir utanç duyuyordu bu zamana kadar sustuğu için. Ne olursa olsun kimseyi dinlememeli, ta hastane odasındayken söylemeliydi Miran’a duyduğu her şeyi. Ama yapmamıştı, başkalarının sözüne kulak asarak, Miran’ı sırtından bıçaklamıştı. Onun bu denli dağılacağını bilse asla susmazdı lakin keşke demek için artık çok geçti. Miran, Reyyan’ın yüzüne kapattığı ellerini çekip parmaklarıyla kavradığı çenesini yüzüne kaldırdı. Gözlerinin içine baksın, bir şeyler söylesin, inkâr etsin istiyordu. “Ne zamandan beri yanımda değil de arkamdasın sen benim?" “Ben senin iyiliğin için sustum,” dedi Reyyan, nefesini yüzünde hissettiği adamın gözlerine bakamazken. Titreyen elini kaldırıp Miran’ın yüzüne dokunduğunda Miran’ın öfkeli bir halde geri çekilmesi bir kez daha hıçkırmasına neden oldu. “Korktum Miran, korktum!” “Öldürdün sen beni...” Bir daha hiçbir vakit içtenlikle gülemeyecekti. Elini Reyyan’ın yüzüne uzatarak saçlarına dokundu. Sol gözünden akan bir damla yaş yine dert olmuştu Reyyan’ın içine. Okyanuslara rengini veren gözleri ona ne zaman baksa, hatırına bugünün ona bahşettiği ıstırap gelecekti. “Bitirdin... Yıktın... Mahvettin!” “Miran, ben sen üzülme istedim. Ben üzülmedim mi sanıyorsun?” Gözlerini kaldırıp kocasının bitmiş suretine baktı. Az önce ona uzanan elini iteklediği halde pes etmedi. Dağılan saçlarına uzattı parmaklarını, ardından kanayan yarasını sarmak istercesine sarıldı Miran’a. “Özür dilerim, çok özür dilerim!” “Dileme!” diye bağırdı Miran. Ardından küçük bir çocuk gibi sessizce mırıldandı. “Sarılma bana...” En çok Reyyan’a kızgındı, en çok ona kırgın. Acısı o kadar büyüktü ki geçer miydi günün birinde bilmiyordu. Belki bu yüzden onu asla affetmeyecekti. Fakat şu an... Fena halde yıkılmıştı. Ve yine sığınabileceği tek liman bu kadındı. “Karşıma geçmiş, ben senin babanım diyor... Sen bunu benden nasıl gizlersin?” Reyyan hiçbir cevap veremedi. Ne söyleyebilir, nasıl teselli edebilirdi onu? Yüreğinin ocağına düşmüştü ateş, yakmadan küllenir miydi? Tek yapabildiği, sarılarak gözyaşlarına eşlik etmekti. “Seni asla affetmeyeceğim Reyyan...” Kulaklarına dolan bu sözlerle gözlerini sımsıkı kapatarak gözyaşlarını saldı. İşte buna dayanamazdı. En çok bundan korkmuştu, aylarca aklını yitirme raddesine gelmişti, şimdi ise onun dudaklarından dökülüyordu affetmeyeceğim sözcükleri. “Öldürme beni Miran,” dedi Reyyan hıçkırıklarının arasında. “Biliyorum çok kötü bir şey yaptım ben...” Miran, Reyyan’ın onu sarıp sarmalayan kollarından kurtuldu. Başı dönmeye başlamıştı, parmaklarını şakaklarına bastırdı. Tüm bu olanlara tahammül edemiyordu. Tüm duyduklarının yalan olduğunu varsayarak koşa koşa geldiği evde ölümü tatmıştı sanki. Şimdi burasının duygularının gömülü olduğu bir mezar yerinden ne farkı vardı ki? Batmıştı işte, aylar öncesinde Reyyan’ın bahsettiği gülün dikenleri, bugün kalbine batmıştı! Babası bildiği adamın aslında hiçbir şeyi olmayışı, düşmanı saydığı adamla aynı kanı taşıması, annesi bildiği teyzesinin yıllarca onu kandırmış olması... Ne yana dönse buram buram ihanet kokuyordu her yer. Tüm hayatı yalandı da haberi yoktu. Sırlar üzerine kurulmuş ömrü boyunca, kandırılmıştı. Şimdi de Reyyan... Miran, Reyyan’a oyun oynadığı sanarken, aslında en büyük oyunu kaderin ona oynadığından nasıl da habersizdi... Tüm bu kandırılmışlığı cayır cayır yakıyordu içini. “Kahretsin,” diye fısıldadı parmakları hâlâ şakaklarındayken. “Ben kime güveneyim lan kime güveneyim?” “Herkes mi yalan lan, herkes mi kuyumu kazan?” Avuç içlerini sertçe duvara geçirdiğinde, kafasını da yasladı halsizce. “Aldın işte intikamını Reyyan,” dedi sessiz sessiz. Neler söylediğini bilmeyecek, sarf ettiği her sözcükle Reyyan’ı nasıl öldürdüğünü fark edemeyecek kadar şuursuzdu. Aklı yerinden uçup gitmişti, hissettiği acı mantığını kör etmişti. “Ne intikamı?” diye sordu Reyyan, hâlâ olduğu yerdeydi, kıpırdayamıyordu. Silmeye yetişemediği gözyaşlarını parmaklarıyla bir kez daha sildi. “Ben sana bir şey yapmadım!” “Sana çektirdiğim tüm acıları misli misli ödettin, hem de bir günde!” “Ama ben sana bilerek yalan söylemedim!” Reyyan itiraz dolu bir sesle bağırdı Miran’a. Ne söylerse söylesin, sonuna kadar haklıydı belki. Ama asla, Miran’ın Reyyan’a oynadığı oyunla bu mesele bir tutulamazdı. “Ben seni her şeye rağmen affettim,” dediğinde boğazı ağlamaktan acıyordu artık. “Sen ödeşmekten mi bahsediyorsun?” Miran anlamaz bir şekilde gözkapaklarını yumup kaşlarını havaya kaldırdı. “Bundan sonra,” dediğinde Reyyan’ın kalbi atmaz olmuştu, duyacağı her sözcükten ölesiye korkuyordu. “Benim bir annem yok!” Ellerini duvardan çekip önünü döndüğünde ıslanmaktan bitap düşmüş kara gözlere baktı. “Bundan sonra üzerinden çalılarını temizlediğim bir mezarlık olmayacak. Şu taşıdığım lanet soyaddan nefret ediyorum!” Sesi titriyordu. İçindeki isyan eden ruha dur diyemiyordu. Herkese, her şeye öfkesi büyüktü. Dağa taşa haykırsa iflah olmazdı. Kırk yerinden sarılsa onulmazdı yaraları. Parmağını kaldırıp kapıyı işaret etti. “Dışarıda babam olduğunu iddia eden adam var ya...” Sustu ve acıdan kıstı gözlerini. Ardından sesinin son raddesine kadar bağırdı. “Ben onun hiçbir şeyi değilim! O benim hiçbir şeyim değil! O, benim gözümde hâlâ, şerefsiz bir katil!” Tüm bu sözlerini duyuyordu dışarıdaki adam, hiç şüphesiz. Kendisinin yandığı kadar onun da canı yansın istiyordu. Oysaki o adam yıllardır taşıyordu bu yarayı, aylardır da ölüyordu ama haberi yoktu. “Miran...” Reyyan’ın artık sesi bile çıkmıyordu. Karşısındaki adamın, canının acıyacağı bir tarafı bile kalmamıştı. Biliyordu, bu sebeptendi bu kadar kırıp dökme çabaları. “Böyle söyleme... Hiçbir şey bilmiyorsun bile...” “Bilmek de istemiyorum!” Bir haykırış daha paralamıştı. Bu kaçıncı figandı, yüreğini yerinden söküp daha fazla kanatacağı? “Artık ben yokum,” dediğinde Reyyan’ın yüreğine ebedi bir sancı çöreklendi. Bakışları kapıya kaymıştı. Reyyan, Miran’ın gideceğini anladığında birkaç adımı hızla tüketerek yanına vardı. Fakat nafile, arkasını dönmüştü bile Miran. “Nereye gidiyorsun?” diye sordu Reyyan arkasından. “Miran, nereye?” Soruları evin duvarlarına çarparak parçalara ayrılmıştı sanki. Miran onu duymuyordu. Sarsak adımlarının sonu kapıya vardığında bir saniye bile vakit kaybetmeden açtığı kapının dışına çıktı. Görmek istemediği manzara tüm can yakıcılığıyla duruyordu karşısında. Kahretsin! Neden gitmiyordu bu herif? Arda, Miran’ı kolundan tutup durdurduğunda, Reyyan’ın az evvel sorduğu soruyu tekrar etti. “Nereye gidiyorsun Miran?” Reyyan bitkin bir halde omzunu yasladığı kapının pervazından seyrediyordu arkası dönük adamı. Elif gelmişti yanına hemen, koluna dokunmuş sıvazlamıştı. “Geçecek Reyyan, geçecek...” Miran’ın bakışlarının odaklı olduğu tek yer yine o adamın gözlerinin içiydi. Öyle tuhaf bir duygu içindeydi ki, bunu hiçbir dil izah edemezdi. Karşısındaki adama duyduğu saf nefret şimdilerde kendi ciğerini paralıyordu. Kabullenmesi delilikti... O adamın kanından, canından olmak bu hayatın ona attığı en büyük kazıktı. Arda’nın tuttuğu kolunu bir hışımla çektiğinde dönüp öfke içinde bağırdı. “Cehennemin dibine!” Attığı birkaç adımın ardından Arda’nın da peşinden geldiğini hissedince dönüp bir kez daha bağırdı. “Gelme benim peşimden, gelmeyin lan!” Israrcı olmadı genç adam. Çünkü bilirdi, canı yandığı zamanlarda yanında kimseyi istemez, bir de inadı tutarsa zıvanadan çıkardı. Gitmesine izin verecekti, nihayetinde onu avucunun içi gibi biliyordu. Miran’ı aradığı zaman nerelerde bulacağını da çok iyi biliyordu. “Dikkat et,” diye mırıldandı ardından bakarken. O sırada Miran sadece tek bir yere bakıyordu. Attığı her adımda biraz daha yaklaştığı, birazdan ardında kalacağı efkârlı gözlerin sahibine. Tam yanına geldiğinde duyduğu sesle duraksadı. “Gitme konuşalım,” diyordu yüreğini yerinden sökercesine. Miran dudaklarını birbirine bastırdı, yumruklarını ölesiye sıktı. Dinlemeyecekti o adamı, ne söylerse söylesin duymayacak, bir daha karşısına çıkmasına da izin vermeyecekti. “Savaş bitti,” dedi oldukça yorgun bir halde. Yenilen taraf belliydi. “Sen kazandın Hazar Şanoğlu!” *** Download 1.49 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling