Hercai II meftun hercai II / meftun
Download 1.49 Mb. Pdf ko'rish
|
Sümeyye Koç - Meftun
9. BÖLÜM
“GÜLÜN DİKENİ” Vakit akşama uzanan saatlerdeydi. Gökyüzü yitirirken engin maviliğini, kurşuni bir renge teslim oluyordu gittikçe. Hava bugün oldukça ılıktı fakat Miran’ı ısıtmaya yetmiyordu. Bir yandan cayır cayır yanıyor, diğer yandan yüreğini donduran soğuklara mahkûm oluyordu. Gökyüzü bugün, matem kokuyordu. Renkler ve sesler birbirine karışmıştı. Ve hissettiği her his, bunca zaman hissetmediği hislere gebe kalmıştı. Dünyayı yakabilecek bir öfkeye sahipti fakat kolunu kaldıramayacak kadar bitkindi. Avazı çıktığı kadar haykırmak istiyordu lakin dudakları oynamıyordu. Küçücük bir çocuk kadar çaresizdi şimdi. Hatta öyle ki, tıpkı yıllar öncesinde olduğu gibi aynı adama uzaktan bakıyor, hiçbir şey yapamıyordu. Sanki şu an karşısındaki adam acımadan babasını öldürüyor, Miran eli kolu bağlı bir halde izliyordu onu. Yıllar neyi değiştirmişti? O adamın ellerinde duran silahın namlusu kendisine dönüktü bu sefer. Garip bir tekerrür vardı kalbinde. Roller aynı, zaman başkaydı, kaçınılmaz son ise yürek dağlayıcıydı. Güçsüz adımları usulca hareketlendiğinde başında bir uğultu, şakaklarında uğursuz bir sızlama, kalbinin üzerinde anlamlandıramadığı bir ağırlık, dilinde ise ağır bir sessizlik vardı. Hissediyordu. Daha beter şeyler duyacaktı, daha beter yıkılacaktı. Ve belki de bu sefer kaybeden kendisi olacaktı. Keşke, bugünü takvimlerden silebilseydi. Ya da dünya üzerinden tamamen kendisini. Tüm bunlar çok ağır değil miydi? Reyyan, boğazını tırmalayan bir sıkıntının pençelerinde kıvranıp duruyordu saatlerdir. Aldığı nefes ciğerlerini yakıyor, akıp giden her saniye sabırsızlığını, acısını katmerliyordu. Babası buradaydı, bu evin dışında, kapısının önünde. Yaklaşık iki saattir Miran’ı bekliyordu. Aynı bekleyişi evin içinde sürdüren Reyyan da en az dışarıdaki adam kadar ıstırap çekiyordu. Kaç kere aradıysa ulaşamamıştı Miran’a. Bu bekleyiş daha ne kadar sürecek, hiç bilmiyordu ama ölüyordu. Babasını bu evden içeriye alamazdı, çağırsa bile o gelmezdi biliyordu. Bugün kimseyle konuşmamıştı. Bir saat önce arayan annesinin telefonunu dahi reddetmişti. Neticede onların hiçbir şeyden haberi yoktu. Amcası ve Azat dışında. Sesindeki tuhaflıktan ötürü ters bir şeyler olduğunu anlamasını istemezdi kimsenin. Üst üste arayan Elif’in de aramalarını reddetmişti. Geniş salonun bir ucundan bir ucuna volta atıyordu iki saattir. Parmakları, gerginliğini hissetmişçesine sık sık kıpırdayan kızının üzerinde geziniyordu. O sırada çalan kapı bir anda ürkmesine, akabinde kalbinin deliler gibi çarpmasına sebep oldu. Reyyan arkasını dönüp salon kapısından çıktı ve uçarcasına dış kapıya yürüdü. Kim olduğuna bakmadan açtığı kapının ardında Elif’in şaşkın suratını görmek beklediği bir şey değildi. Suratına anbean işleyen hayal kırıklığı Elif’in gözünden kaçmamıştı. “Ne oldu?” diye sordu Elif, imalı bir sesle. “Beni beklemiyormuş gibi bir halin var.” Reyyan, Elif’in sorduğu soruya aldırış etmedi, bakışları demir kapının hemen ardındaydı, babasının orada olup olmadığını kontrol ediyordu. Elif, Reyyan’ın arka tarafa doğru baktığını fark edince merakla mırıldandı. Reyyan’ın bu ayrıntıyı fark etmediğini sanıyordu ama anlaşılan haberi vardı. “Reyyan, eniştemin burada ne işi var? Neler oluyor?” Elif buraya geldiğinde kapıda eniştesini görüp ufak çaplı bir şok geçirmişti. Burada oluş nedenini sormuştu sormasına ancak adam Elif’e karşı kapı duvardı. “Ona da sordum ama bir şey söylemedi. Söyle yoksa çatlayacağım!” “Eve gir Elif.” Sözlerinin ardından çaresizce kapının önünden çekilen Reyyan, kapının örtülme sesinden sonra mutfağa doğru yürüdü. Gezinip durmaktan bitkin düşmüştü ama umursamadı. Mutfağa gidip kendisine bir bardak su doldurdu, boğulacak gibiydi. Tabii o sırada Elif, yanıtını veremeyeceği birçok soru sıralamıştı. O sorular, Reyyan’ın boğazına diziliyordu. “Reyyan!” dedi Elif kızarcasına. “Bir şey söyleyecek misin artık?” “Şimdilik hayır,” dedi Reyyan kısık bir sesle. “Lütfen, üzerime gelme.” Titreyen avuç içleri terlemişti, tuttuğu bardak sanki avuçlarından kayacak gibiydi. Elif’e bir şey anlatamazdı, henüz zamanı değildi. Zaten bir şeylerin yolunda gitmediği belliydi işte, soru sormasını istemiyordu. Kuruyan boğazını yumuşatmak için dudaklarına götürdüğü su bardağı, dışarıdan duyduğu keskin gürültüyle parmaklarından kaydı, cam bardak fayans zeminle buluştu. Dağılan bardaktan çıkan cam parçaları her yere saçılırken Reyyan zorlukla yutkundu. Dışarıda bir adam, boğazını patlatasıya bağırıyordu. Tüm şehri titretecek kuvvetle, yeri göğü birbirine katacak hiddetle! Reyyan mutfaktan koşarak çıktı, ayağına batan cam parçalarının acısını hiçe sayıyordu. Elif’in arkasından söylediklerini dahi duymuyordu. Attığı her adımla, kanayan ayağı halının üzerinde lekeler bırakıyordu ama Reyyan hissettiği yoğun korkudan, canının acısını bile hissetmiyordu. Kapıyı açıp dışarı çıktığı anda bakışları demir kapıya kaydı. Gördüğü manzara oldukça korkunçtu. Miran babasının yakalarına yapışmış bir halde sertçe sarsıyordu adamı. Hemen arkasında duran Arda ise onları ayırmaya çalışıyordu. “Senin benim evimde ne işin var?” Reyyan tehlike kokan bu soru karşısında başının döndüğünü hissetti. Kafasını kaldırıp etrafa bakındı. İnsanlara seyir çıkmıştı adeta. Yolda duraksayıp seyredenler, karşı evlerde pencerelere dizilmiş hayretle bakanlar... “Miran, bırak adamı!” Arda’nın sözleri havada asılı kaldı. “Bırak dedim sana!” Miran, Arda’yı duymuyordu bile. Karşısında put gibi duran adamı sarstıkça sarsıyor, her seferinde biraz daha hiddetleniyordu sanki. Bıraksalar canını alabilecek kadar öfke duyduğu adama karşı neden bu kadar kayıtsız kalabildiğini anlamıyordu. Gaflete düşmüş gibiydi, bir şeyler söylemek istiyor ama dudakları mühürlenmişçesine açılmıyordu. Dahası aklında onu çıldırtabilecek bir ihtimal geziniyordu. Bu adam, onun babası olamazdı değil mi? Halbuki Gönül’ün ima ettiği şey tam olarak buydu. Miran, bu gerçeği ihtimalken bile reddediyordu. Elleri sımsıkı kenetlediği adamın yakasından sıyrılıp düştüğünde, dişlerini canını acıtıncaya dek sıktı. Parmakları acıdan alev almış gözpınarlarına değdiğinde, sessiz sessiz fısıldadı. “Reyyan...” Ürpertici bir yavaşlıkla kaldırdığı kafasını eve doğru çevirdiğinde gördü yürek sızısını. Dolu dolu gözleriyle kendisine bakıyordu. Dağılmışlığına mıydı bu gözyaşları? Yoksa... Aklındaki kötü ihtimalleri darağacında sallandıran Miran usul usul yürüdü Reyyan’a doğru. Onu kurtarabilecek son umut, bu kadının kuzguni bakışlarında saklıydı. Attığı her adımın ardından onu takip ediyordu Hazar Bey. Miran’ın buraya gelmeden evvel bir şeyler duyduğunu bilmiyordu, onun tüm öfkesini karşısında kendisini görmesine bağlıyordu. Ne kadar da yıkık döküktü. Yirmi altı yılın özlemi çürümüş kalbini yakıyordu. Hiç duymadığı oğlunun kokusu ciğerini sızlatıyordu. Nasıl belalı bir kaderdi ki bu, onca günahının cezası, öz oğlunun kendisine duyduğu öldüresiye nefret olmuştu? Miran, kapının önünde bekleyen Reyyan’ın birkaç adım gerisinde durdu. Hemen arkasında Hazar Şanoğlu, birkaç adım gerilerinde ise Arda ve Ali duruyordu. Ali, Hazar Şanoğlu’nu daha önce hiç görmediği için kapının önünde durup beklemesine itiraz etmemişti. Miran’ın bu adamı görünce bu denli öfkeleneceğini bilse izin vermezdi. Zaten aradığında ulaşamamıştı, suç onun değildi. Miran, gözlerini karşısında bir yaprak gibi titreyen karısına diktiğinde, “Bir şeyler söyle,” diye mırıldandı. Bu tabloya, Arda dışındaki herkes şaşkındı. Derin bir nefes aldı genç adam ama yok... Olmuyordu. Hiçbir nefes, içindeki yangını söndürmüyordu. Tek isteği, Reyyan’ın dudaklarından dökülecek inkâr cümleleriydi. “Bana de ki mesela...” Uzanıp Reyyan’ın omuzlarına dokunduğunda yüzündeki ciddiyet genç kadının kanını dondurdu. “Ben sana hiç yalan söylemedim, ben senden hiçbir şey saklamadım. Ben sana...” Kısık sözlerle sarf ettiği kelimelerin sonu, ruhunu isyana sürükleyen bir haykırışla son buldu. “Ben sana, senin bana yaptığın kalleşliği yapmadım!” Bağırışının ardından Reyyan’ı sarstığında genç kadının boğazından acı dolu bir hıçkırık koptu. Arda ellerini dudaklarına kapattı, bakışlarını yere dikti. Onun yüreği bu manzarayı kaldırmıyordu. “Ben sana, senin bana ettiğin gibi ihanet etmedim de!” Susuyordu Reyyan. Miran’ın gönlünde kalan birkaç umut kırıntısı, katran karası bir siyaha boyanıyordu böylelikle. Ellerini bedeninden, gözlerini gözlerinden çektiğinde arkasını dönüp, omuzları çökük adama baktı. “Sen benim düşmanımsın,” dedi kelimeleri ona düşman olurken. İki yana açtığı elleriyle kendi bedenini hedef aldı. “Şu perişan halimin seni mutlu etmesi gerekir.” Kafasını salladı iki yana. “Neden bana acır gibi bakıyorsun?” Hazar Şanoğlu’nun ortalığa bahşettiği derin sessizlik kimsenin hoşuna gitmiyordu. Omuzları çökmüş olan adamın yüzündeki her bir çizgi birbirinden kederliydi. Kimse ilk defa baba oğul kimliğiyle karşı karşıya gelen bu iki adamı böylesine yıkık görmemişti. Onların üzerinden, yirmi altı yıllık ağır bir mazi geçmişti. Gözlerini sabitlediği adamın üzerinden bir türlü ayırmıyordu Miran. Dikkatli bir şekilde yüzünü inceliyordu. Hiç bakmadığı kadar uzun bakmıştı ilk defa gözlerine. Ardından saçlarına, çatılmış kaşlarına, hatta sakallarına... Kabullenemiyordu o ihtimali. Download 1.49 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling