Hercai II meftun hercai II / meftun
Download 1.49 Mb. Pdf ko'rish
|
Sümeyye Koç - Meftun
“Bizim sevdalarımız, sonsuzdur. Bir sevda girdi mi yüreğin kapısından içeri, mezara kadar bizimle gelir.
Seni seviyor kızım, seni çok seviyor. Ben onun annesini nasıl sevdiysem, o da seni öyle seviyor...” Durdurak bilmeyen gözyaşlarına eşlik eden cümlelerdi bunlar. Zihninin içi tam bir karmaşaydı. Birkaç saat önce yaşananlar ise tam bir facia. Gitmişti Miran. Gitmişti yüreğinin sancısı, hercai sevdası... Reyyan bir dur bile diyememişti ardından bakarken. Böyle olacağını hiç hesap edememiş, Miran’ın bu kadar yıkılacağını öngörememişti. Kime üzüleceğini, kime daha çok yanacağını bilmiyordu Reyyan. Yüreğinin bir köşesi Miran için yanarken, bir tarafı babasına burkuluyordu. Nasıl da yıkılmıştı çekip giden oğlunun ardından bakarken, beti benzi atmıştı. Kim bilir kaç ay boyunca ölesiye paralamıştı kendini? Oğluna kavuştuğu anda ona sarf edeceği kaç kelime biriktirmişti yorgun dudaklarının ardında. Ama Miran dinlememişti bile. O da haklıydı. Bu hikâyede kim haksızdı ki? Reyyan, ona iki asır gibi gelen iki saat boyunca ölmüş ölmüş dirilmişti. Miran’ın gidişinin ardından ağlama krizine tutulmuştu da hiçbir teselli fayda etmemişti. Babası bile karşısına geçip o gelecek demişti. Gelecek miydi sahiden? Sevecek miydi yeniden? Miran’ın hemen ardından babasının da çıkıp gittiği bu ev Reyyan’a zindan gibi geliyordu şimdi. Miran geri dönene kadar nefes alması bile ıstırap verecekti. Acı çekmek alın yazısıydı sanki. Kaderine altın harflerle yazılan kelimeydi hüzün. Bitmiyordu acılar, tükenmiyordu. Bu sancılı keder ne zaman son bulacaktı da yüzü her daim gülecekti? Yatak odasının kapısını açıp içeriye girdi. Daha dün gece mutlulardı oysaki. Bu odanın içinde yankılanıyordu gülüşleri. Yatağın kenarına oturdu. Miran’ın yattığı tarafa uzanıp kıvrıldığında gözyaşları yeniden aktı. Belki de bir daha birlikte uyumayacaklardı burada. Gözlerine bakıp sevda sözleri fısıldamayacaktı sevdiği adam kulaklarına. Saçlarını okşamayacak, dizlerinde uyumayacaktı. Bu ev bir daha eskisi gibi olmayacaktı, olamayacaktı... Soğuk bir rüzgâr esmişti evin pencerelerinden içeriye. Her şeyi darmaduman etmiş ve beraberinde Miran’ı da alıp götürmüştü. Kim bilir şu an ne haldeydi ve neredeydi? Acılar yalnızlıkla yok edilemezdi. Böyle bir durumda yalnız olmak hiçbir şeyi çözmezdi. Tek başına savaşırsa yenebilir miydi içindeki mağlubiyeti? “O söyledi, biliyorum.” Gözyaşlarının arasında konuştu dişlerini sıka sıka. “O kadın söyledi!” Nergis Hanım’a güvenmemeliydi, babasının aklına uyup gidip o kadına bildiği her şeyi anlatmamalıydı. Deliler gibi pişmandı şimdi. “Kim?” diye sordu Elif. Kafası karmakarışıktı genç kızın. Tüm bu olanlar onun da dengesini sarmıştı. Üstelik durumların çetinliği ağzını açmasını engelliyor, soru sormasına imkân tanımıyordu. Fakat bir saniye olsun Reyyan’ın yanından ayrılmıyordu da. “Kendi suçunu örtbas etmek için beni öne sürdü o kadın!” “Reyyan, kimden bahsediyorsun?” Reyyan bir anda yataktan doğrulduğunda ağlaya ağlaya haykırdı. “Kim olacak, Miran’ın teyzesi! Ondan başka kim biliyordu ki!” İşler iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor, Elif’in kafası gitgide karışıyordu. Şu an mantıklı bir şekilde düşününce, aylardır Reyyan’ın aklını kurcalayan her soru onun da kafasında uçuşuyordu. “Reyyan, bana her şeyi anlatacak mısın artık?” Yatağın kenarına oturduğunda Reyyan’ın ıslak gözlerine baktı. Hayretler içinde mırıldandı. “Aklım almıyor... Miran nasıl Hazar Enişte’nin oğlu olabilir ki?” Reyyan konuşmadan önce parmaklarını gözlerine bastırdı. O kadar çok ağlamıştı ki gözlerini her açıp kapayışında sanki dikenler batıyordu. “Miran’ın annesi,” diyerek başladığı buruk cümle, kapının ziliyle kesildi. Reyyan, Miran’ın gelmiş olabileceğini düşünüp yataktan fevri bir hareketle inerken, Elif korkuyla hayıflandı. “Dikkatli olsana be Reyyan, hamilesin sen!” Nafile, Reyyan kapıdan çıkmıştı bile. “Miran...” Reyyan merdivenlere doğru uçarcasına gidiyordu. “Miran geldi!” Elif ardı sıra hızlı adımlarla takip etti. Miran’ın geri döndüğünü ummuyordu fakat bir umut, gelenin o olmasını diliyordu. Öyle ki, Reyyan sadece iki saatte bile bitap düşmüş durumdaydı. Miran onu affetmezse ne halde olurdu, hiçbir fikri yoktu. Tek temennisi, korkulanların başa gelmemesiydi. Reyyan nasıl indiğini bilemediği merdiven basamaklarının ardından yine aynı hızla kapıya doğru koştu. Parmakları kapının kulpunu kavrayıp indirdiğinde karşısında görmeyi dilediği tek yüz Miran’ın yüzüydü. Kısa süren heyecanı bir saman alevi gibi sönüp gittiğinde yerini buruk bir duyguya bıraktı. Reyyan’ın karşısında duran Miran değil, Azat’tı. Bundan aylar öncesinde, yaralı bakışlarını hafızasına kazıdığı amca oğlu canlı kanlı duruyordu karşısında. Reyyan hayal görmüyordu değil mi? Ya da tuhaf bir sanrı... Nitekim Azat’ı en son gördüğü gün, tüm bağlarının koptuğunu sanmıştı. Onun ne bir daha karşısına çıkacağına ne de yüzüne bakacağına ihtimal verirdi. Azat oldukça kırgın ve kızgın ayrılmıştı bu evin kapısından. Söylediği onca söze rağmen şimdi karşısında durması, Reyyan’ın içini yakan bir şüpheye meylettirdi aklını. Kahverengi gözleri yıllanmış hatıralarını zihnine nakşederken yorgun dudakları halsizce aralandı. “Azat...” Reyyan’ın ağzından duyduğu adı, içini yakmıştı genç adamın. Hayat tükürdüğünü yalatıyordu insana. Asla uğramam dediği şehre uğratıyor, kapısına varmam dediği evin kapısında, bir daha yüzüne asla bakmam dediği bir kadına baktırıyordu. Azat’ın ciğeri yanıyordu. Bakışlarını, aslında ona ne denli yandığını asla bilmeyecek kadının hüzünlü gözlerinden çektiğinde, yüreğini dağlayan başka bir manzarayla karşılaştı. Görene kadar bir umudu vardı hep. Onun hayalindeki Reyyan, o konaktan gelip olup hiç çıkmamış Reyyan’dı. Şimdi Azat’ın sevdiği o küçük kız, bir kadından ziyade, bir anne olarak duruyordu karşısında. Reyyan’ın belirgin karnı yüreğini delip geçse de ayakta durdu Azat. Durmak zorundaydı. Buraya neden gelmek zorunda kalmıştı? “Reyyan,” dedi sessiz sessiz. Söze nasıl başlayacağını bilmiyor, bunu nasıl söyleyecek hiç bilmiyordu. Reyyan’ı korkutmaktan, onun canını yakmaktan ölesiye korkuyordu. Her şey ne kadar da sarpa sarmıştı tek bir günde. Amcasının Miran’a ettiği babalık itirafı, Miran’ın ansızın bu evi terk edişi ve Mardin’den gelen kötü haber... Elif, Reyyan’ın bir adım gerisinde bekliyordu. Azat’ı bu evin kapısında görmek onu da şaşırtmıştı hayli. Ve onun da içine kışkırtıcı bir şüphe oturmuştu. Kötü bir şey olmuş olmalıydı, yoksa Azat neden gelecekti ki? “Neden buradasın Azat?” Reyyan bir hayli kırık bir lütufla sarf ettiği sorunun ardından dudaklarını birbirine bastırdı. Çocukluğunun tamamı, bazen yoldaşı ama en çok da bir abi gibi gördüğü Azat duruyordu karşısında. Onu en son gördüğü gece, “Senin için artık Mardin diye bir diyar yok,” demişti Azat. Daha yeni farkına varıyordu Reyyan. Azat’ı görene kadar, o sözlerin canını ne denli yaktığını fark edememişti. “Amcam için,” dedi Azat. “Ben her şeyi biliyorum ve...” Derin bir nefes alıp gözlerini tavana dikti. “Amcamı yalnız bırakmamak için dün sabah onunla geldim buraya...” Kahretsin! Asıl söyleyeceği şey bu değildi. Reyyan ona İstanbul’a neden geldiğini sormamıştı. Azat, saçmalıyordu. “Her neyse,” diyerek kafasını salladı. “Ben seni Mardin’e götürmeye geldim.” Duyduğu sözler, Reyyan’ın şaşkınlığını ikiye katladı. Kötü bir kâbus görüyor olmalıydı, bugün yaşanan her şey ne kadar korkunç ve tuhaftı. “Neden?” diye sordu ilk önce. Nereden çıkmıştı bu Mardin’e gitme meselesi? Ardından Azat’ın gözlerinde gördüğü o mahzunluk kalbine bir hançer sapladı. “Bir şey olmuş,” diye mırıldandı ayakta durmakta güçlük çekerken. Elif hemen arkasındaydı. Reyyan’ın halsizleştiğini görünce kollarıyla tuttu bedenini. Daha fazla dayanamayacaktı. “Ne Mardin’i Azat?” diye sordu. “Nereden çıktı şimdi bu?” “Kötü bir şey mi oldu?” Reyyan ortalığı velveleye verircesine haykırırken yeniden gözyaşlarına esir düştü. Azat’ın işi daha çetindi şimdi. Reyyan’ın ne denli evhamlı olduğunu biliyordu, kötü bir şey olmadı dese de inandıramayacaktı. “Kimseye bir şey olduğu yok,” dedi sakin bir sesle. “Herkes çok iyi, inan bana!” Reyyan kısa bir an için rahat bir nefes aldı ama hâlâ karmakarışıktı aklı. “O zaman neden beni Mardin’e götürüyormuşssun? Bu nereden çıktı?” Aklına Miran geldi Reyyan’ın. Şu an şu dakika gelse ve bu kapıda Azat’ı görse hiç şüphesiz kıyameti koparırdı. Tüm bunları geçmişti, Reyyan, Miran’ı bu halde bırakıp nasıl olurdu da Azat’la Mardin’e giderdi? Azat’ın tüm bunları düşündüğünün bilincindeydi, kesinlikle ortada iyi şeyler dönmüyordu. “Annem...” Reyyan’ın aklına annesi geldiğinde içine bir ateş düştü. Annesi onu sabah aradığında telefonunu açmamıştı, oysaki Zehra Hanım’ın içi, kızının sesini duyana dek rahat etmezdi. Neden bir daha aramamıştı? “Anneme bir şey mi oldu?” Azat’ın bakışlarını yere devirmesi Reyyan’ı zıvanadan çıkarttı. “Söyle Azat!” diye bağırdı. “Anneme ne oldu?” “Ufak bir kaza,” dedi Azat zoraki. Reyyan’ın karşısında nasıl kıvrandığını görüyor ve tahammül edemiyordu. Bir an önce onu alıp gitmek istiyordu buradan. “Ama merak etme, iyi. Şimdi benimle Mardin’e gelecek misin?” |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling