I. uluslararasi
Download 3.66 Mb. Pdf ko'rish
|
- Bu sahifa navigatsiya:
- EKLER
- YAVUZ BÜLENT BAKİLER’DE KİMLİK VE MEKÂN: ÜSKÜP’TEN KOSOVA’YA Arş. Gör. Murat GÜR
- KÜLTÜR ŞEHRİ ANDİCAN Yrd. Doç. Dr. Murat ORHUN İstanbul Bilgi Üniversitesi murat.orhun@bilgi.edu.tr
299
KAYNAKÇA Altınok, Baki Yaşa (2012). Hacı Bayram Veli Bayramilik-Melamilik. Ankara: Ahi Kitap. Altıntaş, Hayrani (1981). Tasavvuf Tarihi, İstanbul. Ayni, Mehmet Ali (2015). Hacı Bayram-ı Veli. Haz. Rahmi Yananlı. İstanbul: Büyüyen Ay Yay. Başkan, Seyfi (1998). Ankara Hacı Bayram-ı Veli Camii ve Türbesi. Ankara: Kültür Bak.Yay. Bayramoğlu, Fuat (1983). Hacı Bayram-ı Veli, Yaşamı, Soyu, Vakfı. I-II. Ankara: TT K Yay. Bayramoğlu, Fuat, N.Azamat (1992). “Bayramiyye”. TDİA. C.V. İstanbul: Türkiye Di- yanet Vakfı Yay. 270. Bursalı Mehmed Tahir (2013). Hacı Bayram-ı Veli. Haz. Metin Çelik. İstanbul: Özgü Yay. Cebecioğlu, Ethem (2005). Hacı Bayram-ı Veli. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay. Ertan, Mehmet Emin (2001). Aziz Mahmut Hüdayi. İstanbul: Şule Yay. Kara, Mustafa (1985). Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi. İstanbul. Özdamar, Mustafa (2001). Aziz Mahmud Hüdayi. İstanbul: Kırkkandil Yay. Şenocak, Kemalettin (1970). Kutbu'l Ârifîn Seyyid Azîz Mahmûd Hüdâyî; Hayatı, Menâkıbi ve Eserleri. İstanbul: İslam Neşriyat Evi. Tanman, M. Baha. “Aziz Mahmud Hüdayi Külliyesi”. DİA. C.IV. 340-343. Tezeren, Ziver (1987). Aziz Mahmud Hüdayi: hayatı-san’atı-fikriyatı, çağdaşları içindeki
300
Turan, Fatma Ahsen (2004). Hacı Bayram-ı Veli. Ankara: Akçağ Yay. Türk Dünyası El Kitabı (1992). I-III. Ankara: TKAE Yay. Yılmaz, H.Kamil (1999). Aziz Mahmud Hüdayi ve Celvetiye Tarikatı, İstanbul: Erkam Yay. Yılmaz, H. Kamil (2011). Aziz Mahmud Hüdayi, Hayatı, Eserleri, Tarikatı. İstanbul: Er- kam Yay. EKLER
301
302
303
304
305
306
YAVUZ BÜLENT BAKİLER’DE KİMLİK VE MEKÂN: ÜSKÜP’TEN KOSOVA’YA Arş. Gör. Murat GÜR Nevşehir Hacı Bektaş Üniversitesi muratgur@nevsehir.edu.tr ÖZET
Yavuz Bülent Bakiler’in Üsküp’ten Kosova’ya başlıklı eseri, yazarın 1976 yılında “Struga Şiir Akşamları” festivaline ka- tılmak için Yugoslavya’ya yaptığı yolculuğun gezi notlarından oluşmaktadır. Ne var ki eseri yalnızca bir gezi yazısı olarak gör- mek ya da okumak, metnin çokanlamlılığını göz ardı etmektir. Metinde “en az” iki anlam katmanından söz edilebilir. Birinci kat- man metne “gezi yazısı” özelliğini kazandıran temel anlatıdır. Oysa ikinci katman temel anlatının arkasına gizlenmiş bir tür “kimlik anlatısı” olarak okunabilir. Bu bildiride Bakiler’in bir gezi yazısının arka planında nasıl bir anlatı kurguladığı ve mekânın bu anlatıdaki yeri irdelenmiştir. Sonuç olarak yazarın millî kimlik tahayyülünün mekânın ortak kültürel değerlerine ve paylaşılan geçmişine yapılan vurgu- larla tamamladığı gözlemlenmiştir. Ortak kültürün yaşadığı top- raklar “tek ve bütün bir yurt” biçiminde tanımlanır. Böylece mekân geçmişten şimdiye kültürel açıdan düzenli bir geçişi müm- kün kılar ve milletin mensuplarına geleceği sağlamak üzere geç- mişten alınması gerekenleri iletir. Bu iletişim, mekânın millî kim- lik kurgularındaki rolünü gözler önüne sermektedir. Anahtar Kelimeler: Kimlik anlatısı, Gezi Yazısı, Millî kimlik, Mekân.
Yavuz Bülent Bakiler’in Üsküp’ten Kosova’ya başlıklı eseri, yazarın 1976 yılında (Bakiler 182) “Struga Şiir Akşamları” festivaline katılmak için Yugoslavya’ya yaptığı yolculuğun gezi notlarından oluşmaktadır. Ne var ki eseri yalnızca bir gezi yazısı olarak görmek ya da okumak, metnin çokanlamlılığını göz ardı etmektir. Metinde “en az” iki anlam katmanından söz edilebilir. Birinci katman metne “gezi yazısı” özelliğini kazandı- ran temel anlatıdır. Oysa ikinci katman temel anlatının arkasına gizlenmiş bir tür “kimlik
307
anlatısı” olarak okunabilir. Bu bildiride Bakiler’in bir gezi yazısının arka planında nasıl bir anlatı kurguladığı ve mekânın bu anlatıdaki yeri irdelenecektir. Kimlik anlatıları, millî kimlik tahayyüllerinin meşrulaştırılma biçimi olarak yo- rumlanabilir. Nira Yuval Davis’e göre kimlikler “ben ile ötekiler arasındaki farklılıkları ve ortaklıkları, bunların toplumsal konumlanışlarını az çok sabit biçimde yorumlayarak kuran belli kültürel anlatı biçimleridir (2010:91). Millî kimlik ise, “temel özelliği ‘millet’ olarak tanımlanmak olan bir ‘halk’ın mensubu olmaktan kaynaklanan bir kimliktir. ‘Mil- let’in ferdi olarak düşünülen herkes onun üstünlüğünü, seçkinliğini ve kalitesini paylaşır (Aktaran Davis, 2010: 49). Bu paylaşım hakkından dolayı milletin mensupları milleti en iyi şekilde temsilden sorumludur. Dolayısıyla kimlik inşasına yönelik anlatılarının teme- linde de temsil yükünün olduğu dile getirilebilir. Bakiler’in metnine yön veren de bu olgudur. Eser, yazarın şiir festivaline katılmak için Kültür Bakanlığı tarafından görevlendirilmesiyle başlar (5). Seçim ve görevlendi- rilme yazara Türkiye’yi temsil etme fırsatını verir. Bu doğrultuda yazar, “kesinlikle söy- leyeyim ki, ben buraya Ömer Seyfettin’in Pembe İncili Kaftan isimli hikâyesinin kahra- manı Muhsin Çelebi’nin hassasiyetiyle geldim” diyerek başka bir metne gönderme yapar. Metinlerarası ilişki kurulan metnin Türk edebiyatında milletini temsil düşüncesi açısın- dan en bilinen hikâyelerden biri olması dikkat çekicidir. Böylece Bakiler, Osmanlı’nın büyüklüğünü Şah İsmail’e ispat etmek için tüm servetini harcayarak İran’a giden Muhsin Çelebi ile kendini özdeşleştirir (15). Temsil düşüncesi etrafında kurulan kimlik anlatısı aracılığıyla metinde milliyetçi söylem üretilir. Craig Calhoun, söylem olarak milliyetçiliğin “insanların özlemlerini ulus ve ulusal kimlik bağlamında düşünmeye ve bu çerçeveye yerleştirmeye çalışan kültürel bir anlayışın üretimi” olduğunu dile getirir (2012: 7). Bakiler’in metninin arka planında tam olarak bu kültürel anlayış doğrultusunda paylaşılan bir dile, ortak inanç ve değerlere, ortak bir tarihe ve ırka gönderme yapılır. Böylece kimlik anlatısı büyük ölçüde mekânın simgesel değerine yapılan vurgular ile şekillenir. Bu doğrultuda metin boyunca gezilen bölgelerin, özellikle Kalkandelen, Üsküp ve Kosova’nın tarih boyunca Türk kültürüyle nasıl yoğrulduğunun altı çizilir. Bunun yanı sıra Bakiler’in kimlik tahayyülünün temelinde mekâna aidiyet duy- gusu olduğu söylenebilir. Aidiyet duygusu bütünleştirilmiş bir geçmişle iç içe tasavvur 308
edilir. Böylece Türk olmak, Türk kültürüne geçmişiyle birlikte kendini ait hissetmek ve bu aidiyeti bir Türk’e yakışır biçimde temsil etmek anlamına gelir. Temsilin ilk basamağı, Türk milletinin dilini konuşmak ve eserlerini bu dilde ver- mekle başlar. Metinde Bakiler, halk ozanlarını ve divan edebiyatı eserlerini küçümseye- rek dilimizi bunlardan temizlemeye çalıştığını söyleyen ve dilde tasfiyeciliği savunan di- ğer Türk katılımcılara şiddetle karşı çıkar. Ona göre dildeki bütün yabancı kelimeler yüz- yıllar içinde Türkçeye uygun hâle gelmiştir ve birçoğu kültür dilimize de günlük dilimize de yerleşmiştir (16-17). Bakiler’e göre Türk diline sahip çıkmak, Türk halkına sahip çıkmaktır (17). Do- layısıyla bahsedilen bu kültür dili, Türk kimliğinin en önemli sembolüdür. Yazar, metin içinde farklı örneklerle bunu kanıtlamaya çabalar. Gezdiği yerlerde karşılaştığı insanların da bu dille konuştuğunu ve kolaylıkla anlaştıklarını vurgular. Ona göre bu kültür dilinden vazgeçmek, bu topraklardan da vazgeçmektir. Metinde Türkiye’den festivale katılan diğer şairler, yazara zıt karakterde tasvir edilirler. Bakiler’in son derece hassas olduğu temsil konusu bu şairlerin neredeyse umur- larında değildir. Yazar, gittiği her yerde kullandığı dil ve paylaştığı fikirleriyle kimliğini en iyi şekilde temsil etmeye çalışır. Oysa diğerleri festivali ideolojilerini paylaşmak için bir araç olarak görürler. Bakiler’e göre bunların okudukları şiirler Türkiye’nin ve Türk milletinin aleyhine birer propaganda şiiridir. Bu noktada yazar, şairlerden birinin yoksul- luktan ve çaresizlikten, bir ekmek parası için gözünü satan bir adamı anlattığı şiirini alın- tılar (29). Ona göre bu şiir, milyonlarca yabancıya, gurbette yaşayan yüzbinlerce Türk’e “hazin, çirkin, korkunç bir tablo” sunmak anlamına gelir (30). Bakiler, bu şairlere karşı eleştirileri doğrudan yapmaz. Bunun yerine farklı mekânları karşılaştırarak kimliğe vurgu yapan benzetmeler kurar. Bu açıdan özellikle “Gözünü Satan Adam” bölümündeki Kara Dirin ırmağı ve Tuna’nın karşılaştırılması ilgi çekicidir: Şehrin ortasından geniş ve güzel bir ırmak geçiyor. İsmi: Kara Dirin. Kara Dirin, akmıyor da yerden kaynıyor gibi. Duygun, temiz ve şiir kadar güzel bir nehir. […] Kara Dirin, yeşilin, mavinin, beyazın ve morun çeşitli ton- larıyla, yere boylu boyunca inmiş bir ebemkuşağına benziyor.
309
Kara Dirin: türkülerdeki güzellik, dualardaki huzur, şiirlerdeki ürperti gibi geldi bana. Kara Dirin’in karşısında Tuna’yı düşündüm. Tuna! Tuna! Tuna!
Hasretini yıllarca duyduğum, hayaller kurarak, kendimi zaman zaman bir incecik dal gibi sularına bıraktığım, içimi sularıyla, hücre hücre yıkadığım nehir! Ama Belgrad’da, Tuna’nın üzerinden geçtiğimde inanamamıştım. Acı bir gerçek, bütün çocukluk ve gençlik dünyamı altüst etmişti. Çünkü Tuna pis, bulanık, boğuk ve asık bir yüzle, adeta öğüre öğüre akıyordu. (23)
Bu karşılaştırma ilk bakışta gezilen görülen yerlerin sıradan bir karşılaştırması gibi gelebilir. Ne var ki yazar, “Gözünü Satan” şiirini alıntıladıktan ve şiir hakkında dü- şündüklerini söyledikten sonra söz konusu karşılaştırmayı yeniden yapar. Bu noktada mekânın anlatıdaki rolü daha belirgin anlaşılır: Festival devam ediyordu. Altımızdan geçip giden Kara Dirin, yeşilin, ma- vinin, beyazın, sarının, turuncunun ve morun çeşitli tonlarıyla yere boylu boyunca uzanan bir ebemkuşağına benziyordu. Ve uzaklarda, çok uzaklarda, bütün kıymet hükümlerini kaybettiği için, yıkılan bir imparatorluğu hatırlatan Tuna, pis, bulanık ve asık bir yüzle Gözünü satan şiirinin aks-i sedalarını dinliyor ve adeta öğüre öğüre akı- yordu. (31). Aslında alıntı yazarın kimlik kurgusunun yansıması olarak değerlendirilebilir. İn- sanlar, hangi fikre sahip olursa olsun, dil ve kültür gibi kıymet hükümlerine sahip çıktığı sürece bu kimliğin birer parçası, bu ebemkuşağının birer rengidir. Kalkandelen, Üsküp ve Kosova bu renkleri, bu kimliğin farklı parçalarını temsil eder. Oysa diline ve kültürüne, dolayısıyla kimliğine sahip çıkmamak, Tuna gibi pis, bulanık ve öğüre öğüre akmak de- mektir. Mekâna yüklenen bu değerlerle Bakiler’in Üsküp’ten Kosova’ya yaptığı gezi, “bütünleştirilmiş bir geçmişin ortaya çıkarıldığı ve bir müze tarzında yeniden sunulduğu”, “kolektif alınyazısını ve toplumun daha derin anlamlarını canlandır[an]” (Smith 2002:223) bir anlatıya dönüşür. Anlatının geriye kalanında gezilen Türk beldeleri tari- hiyle birlikte bir müze tarzında okurun gözleri önüne serilir. 310
Bu doğrultuda metinde kaybedilen toprakların Türk yönetiminde olduğu “altın çağlar” düşüncesine göndermeler yapılır. Osmanlı yönetimi “muhteşem Osmanlı” (1979:41, 60) imajıyla yansıtılır. Muhteşem Osmanlının, bu bölgede hüküm sürdüğü 523 yılda “3.500 cami ve mescid, 1.500 mektep, 300 medrese, 400 tekke; 1.000 çeşme 500 han” gibi birçok eser “yapmış ve yaşatmış” olduğu vurgulanır. Böylece bölgenin altın çağlarında yapılan eserlerin bu topraklara Türk kimliğini kazandırdığının altı çizilir. Öyle ki, altın çağlardaki yönetim sayesinde, hala bölgede yaşayan Arnavutlar için Türk keli- mesi “doğruluk, dürüstlük, yiğitlik, efendilik, hak bilirlik, hak severlik anlamına gelir” (1979:36). Bunun yanı sıra yazar, bölge Türklerinin kimliklerine Anadolu Türklerinden daha çok sahip çıktıklarını dile getirir. Yazarın konuştuğu bölge halkının hemen hepsi Anadolu Türklüğünün kendilerine karşı ilgisizliğinden yakınır. Oysa onlar “kökümüz bir, dilimiz bir, dinimiz bir, kanımız bir, medeniyetimiz bir, kültürümüz bir” (70) sözleriyle Anadolu ve Rumelinin “tek millet” olduğuna vurgu yaparlar. Dahası Kalkandelen’de şiir okumak için Bakiler’in ismi anons edildiğinde salonda alkış fırtınası kopar. Bunun sebebi de yazar göre yalnızca Türk olmasıdır ve alkışlar Türkçe ve Türk milleti içindir (1979:53). Bunlara ek olarak, metindeki “tek millet” vurgusu gezilen görülen ve Türk kimli- ğini taşıdığına inanılan hemen her yerde yeniden yapılır. Yazarın zihninde Anadolu’nun herhangi bir köşesiyle Ohri, Kalkandelen, Üsküp ya da Kosova arasında bir fark yoktur. Birçok yer yazarı Sivas’taki çocukluk günlerine çekip götürür (1979:8). Ohri’ye girer gir- mez şehrin havası ona Sivas akşamlarını hatırlatır, Sivas gecelerini yaşatır (33). Üs- küp’teki Bit Pazarı, Sulu Han, Kapan Han, Kazancılar Camiinin kalıntıları, Şengül Ha- mamının harabesi, ona göre “bir Sivas türküsü, bir Gaziantep halay havası, sıcak bir selam gibi” gelir. Dükkânlar, “renkleriyle, desenleriyle Anadolu’yu” sergilemektedir (87-88). “Kavuklu, sarıklı, fesli eski mezar taşları” Anadolu mezarlıklarıyla neredeyse aynıdır (57). Dahası Türk evleri “elle işlenen perdeler, duvar halıları, sedirler, köşe yastıkları, […] oyalı, dantelli, işlemeli örtüler” yazara göre “binlerce yıllık bir medeniyetin desta- nını” okumaktadırlar (56-57). Böylece yazar, kolektif kültürü vurgulayarak bu şehirlerin kimliklerindeki Türk- lüğü yeniden hatırlatır. Üstelik şehirlerin yaşattığı Türk kültürü yazarı neredeyse utandırır ve Yahya Kemal’e gönderme yaparak şunları söyler: Yahya Kemal, Üsküp’ten Kaybolan şehir diye bahsediyordu. Üsküp’te 15 gün kaldım. Gördüm ki Türklük sevgisi, Türkiye
311
hasreti Üsküp’te bir şah damar gibi vuruyor. Asıl, Anadolu’da kaybolan biziz… Bin kere hayıflandım” (71). Bir gezi yazısı içinde yapılan bu göndermeler Bakiler’in nasıl bir millet tahayyül ettiğini gözler önüne serer. Ona göre Anadolu halkının yapması gereken ilk iş Rumeli Türklüğüne sahip çıkmaktır. Bunun yanında tarih ile birlikte kültür ortaklığını bilmek, “Balkanlarda neden yenildik? Rumeli’den nasıl çekildik? Koskoca bir imparatorluğu na- sıl dağıttık” sorularını kendimize sormak gerekmektedir (190). Yazar, bu soruların ceva- bını bilmeden Türklüğün Anadolu’da yaşayamayacağını düşünür. Üstelik yazarın tahay- yül ettiği milletin sınırları Balkanlarla sınırlı kalmaz. Ona göre Anadolu Türklerinin yü- reği “Türk olan, Türkçe konuşan, Türk gibi yaşayan ve Türk gibi düşünen bütün toplu- luklar için de çarpmalıdır” (191). Yazarın metin boyunca, Balkanlar ve Anadolu’nun diliyle, inançlarıyla, kültü- rüyle ve mekânlara işledikleri ruhla bir bütün olduğunu savunduğu söylenebilir. Bu bü- tünlük en açık hâliyle Kosova’daki türbedarın Sultan Murat Türbesi hakkındaki son cüm- lelerinden anlaşılabilir. Türbedar, Kosova Meydan Muharebesini ve Sultan Murat’ın nasıl şehit düştüğünü anlattıktan sonra şunları söyler: İçerde, sandukanın altında Hünkârın kanı, barsakları, ciğerleri ve yüreği var! […] Mübarek cesedini, oğlu Bâyezid Bursa’ya götürüp Çekirge’deki türbesine defnetti. Cennetmekânın yüreği burada kaldı; cesedi Bursa’da!” (113). Bakiler’in zihninde bu durum Anadolu ve Rumeli Türklüğü için de geçerlidir. Türklük ölmemesine rağmen ayrı düşmüştür ve Anadolu bir beden olarak du- rurken bu milletin ruhu ve kalbi Rumeli’de kalmıştır. Sonuç olarak yazarın millî kimlik tahayyülü mekânın ortak kültürel değerlerine ve paylaşılan geçmişine yapılan vurgularla tamamlanır. Ortak kültürün yaşadığı topraklar “tek ve bütün bir yurt” biçiminde tanımlanır. Böylece mekân geçmişten şimdiye kültürel açıdan düzenli bir geçişi mümkün kılar ve milletin mensuplarına geleceği sağlamak üzere geçmişten alınması gerekenleri iletir. Bu iletişim, mekânın millî kimlik kurgularındaki rolünü gözler önüne sermektedir. 312
Kaynaklar Bakiler, Yavuz Bülent (1979). Üsküp’ten Kosova’ya. İstanbul: Türk Edebiyatı Vakfı Ya- yınları. Calhoun, Craig (2012). Milliyetçilik. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Smith, Anthony D (2002). Ulusların Etnik Kökeni. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. Yuval-Davis, Nira (2010). Cinsiyet ve Millet. İstanbul: İletişim Yayınları. 313
KÜLTÜR ŞEHRİ ANDİCAN Yrd. Doç. Dr. Murat ORHUN İstanbul Bilgi Üniversitesi murat.orhun@bilgi.edu.tr ÖZET Türkistan'ın Fergana vadisinde bulunan Andican şehri, günümüzde Andican vilayetinin merkezidir. Andican sadece Öz- bekistan için değil, tüm Türkistan tarihi ve coğrafyası için önemli konuma sahiptir. Babur Şahın doğum yeri olan Andican geçmiş- lerde tarihi ve kültürel açıdan çok önemli olaylara tanıklık etmiş- tir. Bulunduğu coğrafya konumundan dolayı, Kırgızistan ve Doğu Türkistanı kültür, tüccarı ve dini bilimler açısından yakından et- kilemiştir. Doğu Türkistan'da bulunan kültür şehri Kaşgar başta olmak üzere birçok yerde Andican (Uygurca: Enjan) ile adlandı- rılmış sokak adları, evler ve duvar türleri bulunmaktadır. Eski İpek yolunda bulunması dolaysıyla zengin kültüre, köklü tarihe sahip olan Andican, kendi kültürü ve özgürlüğünü korumak için dış güçler istilasına karşı ciddi direnişler göstermiş ve mücadele etmiştir. Bu makalede, Andican yöresinde yaşanan kültürel zen- ginliği ve tarihi, Andican sözcüğü hakkında bilgi verildikten sonra, Rus istilası öncesi, sonrası ve bağımsızlıktan sonraki dö- nemler olmak olmak üzere, üç farklı zaman dilimine ayrılarak an- latılmıştır.
Andican kültürü, Büyük İpek Yolu
Andican şehri (Özbekçe: Andijon) günümüzde Özbekistan'ın doğu ucunda bulun- maktadır (Resim 1) ve Andican vilayetinin merkezidir. Kırgızistan'ın Oş şehrine 46 km, Özbekistan'ın başkenti Taşkent'e ise 476 Km' dır. Özbekistan'ın Taşkent ve Semer- kant'tan sonra üçüncü büyük kentidir. Andican vilayetinin nüfusu 2012 istatistiklerine göre 2 milyondan fazladır [1] ve 12 ilçeye dağılmıştır. Buda Özbekistan toplam nüfusu- nun yüzde 9'nu oluşturuyor. Yüz ölçümü 4.200 kilometre kare'dir.
314
Resim 1: Andican (Andijon) 'ın coğrafi konumu Özbekistan'da yüz ölçümüne göre en fazla nüfus barındıran vilayettir. Her kilo- metre kareye 523 kişe denk gelmektedir [1]. Andican nüfusunun bu kadar yoğun olması, çok önceden şehirleşmesi, Fergana vadisinin merkezi şehri olması ve Büyük İpek Yo- lunda olması gibi bir çok nedenlerdendir. Şehir adı “Andican (Özbekçe: Andijon)” sözcüğünün anlamı ve nasıl şekillendiği hakkında çeşitli söylenti ve rivayetler mevcut [2]. Zamanın geçmesi ile bu rivayetler kendi anlamını yitirmiş ya da değiştirmiştir. Bu rivayetler kısa özet ile: Pers sultanı Afrasiyab’ın kızı, prenses adı Adinacan'ın değişen şeklidir. “Adok”, “Azok” yada “Andi” adı verilen ve Türk dilinde konuşan kabile adından gelir ve “Andukon” sözcüğünün değişen şeklidir. Andican şehrini keşif eden kişi olan “Andy” den geliyor Rus tarihçisi Nalivkin V.P'ye göre, yörede yaşayan “Andi” adındaki Türk kabilesi adından geliyor. Arap dilinde “Andi” sözcüğüne yakın sözcüklere dayandırarak, “ant” sözcüğü an- lamı verdiği görüşüdür. 315
“Andican” sözcüğü için en son yapılan kapsamlı bilimsel çalışmada, “Andican” sözcüğünün, “Andi” ve “gan” sözcüklerinden oluştuğunu, “gan” sözcüğünün anlamının ise, “su”, “suluk yer”, “nehir” ve “derya” anlamı taşıdığını, “andi” sözcüğünün ise, riva- yetlerde bahis edildiği gibi “andi” adındaki bir Türk kabile adından değil, yörede yaşayan kişiler arsındaki “arkadaşlık ve samimiyet (zor günlerde hiç bir şeye tereddüt etmeden yardımda bulunmak)” için kullanılan term “andı” dan geldiği savunulmuştur[3]. Ayrıca, Divanü Lügatu’t-türk gibi tarihi kaynaklarda, Andican için kullanılan “Andikan” ile ilgili sözcükler yer almaktadır. Sonuç itibariyle, [3-4]'e göre, günümüzde kullanılan “Andi- can” sözcüğü “Andi” ve “gan” sözcüklerden oluşmuş ve değişerek günümüze gelmiştir [4]. Bu bilimsel çalışmalar ve kanıtlar, en az 4000 yıllık geçmiş olan şehir Andican'ın yer namı ile ilgili çeşitli rivayet ve söylentileri çökertmektedir. Andican sözcüğü anlam ola- rak “Su Kenarındaki Şehir” anlamını vermektedir.
Download 3.66 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
ma'muriyatiga murojaat qiling