Orhan pamuk


Download 1.5 Mb.
Pdf ko'rish
bet67/79
Sana28.12.2022
Hajmi1.5 Mb.
#1012237
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   79
Bog'liq
Cevdet Bey ve Ogullari ( PDFDrive )

24 
FIRTINA 
Refik kapıyı açan hizmetçiye: "Sait Bey'e bir şey bırakacaktım!" 
dedi. 
Hizmetçi: "Sait Bey'ler evde yoklar!" dedi. "Atiye Hanım'la 
çıktılar. Küçük hanım evde." 
"Zaten bir zarf bırakacaktım," dedi Refik. Ceketinin cebinden 
Osman'ın verdiği zarfı çıkardı. 
249 


Hizmetçi, "Durun, küçük hanımı çağırayım!" dedi. Refik'in 
paltosunu almak istedi. 
Refik paltosunu çıkarmadı, birşeyler homurdandı, ama zarfı 
bırakıp gitmedi. Hizmetçi de çıkmıştı zaten. "Niye zarfı bırakıp 
gitmedim?" diye düşündü. Kapının önünde dikiliyordu. Saatine 
baktı: Altıyı biraz geçiyor. Yazıhaneden erken çıkmıştı, ama 
Beyoğlu'nda oyalanmıştı. 
Hizmetçi tekrar geldi: "Güler Hanım şimdi geliyor. Siz içeri 
buyurun!" dedi. 
Refik: "Yok, yok, zahmet etmesin! Ben oturmayı... keşke 
çağırmasaydınız ! " dedi ve paltosunu çıkarıp içeri girdi. 
Yaz sonunda Sait Nedim Bey'in, elinde likör bardağıyla, 
kendinden geçtiği odaydı burası. Refik eşyayı seyretti. Yaldızlı 
bir çerçevenin içinde bir ayna gördü ve çekinerek kendine baktı. 
Yüzünü beyaz ve sağlıksız buldu, ama bıyığını beğendi. Üç gün 
önce, bayram yemeğinin üstüne, mezarlığa gitmeden önce sa­
kalını kesmiş, ama bu bıyığı bırakmıştı. Bıyık her zaman dağınık 
ve anlamsız duran yüzüne "derli toplu" bir anlatım vermişti. 
Bu, Perihan'ın sözüydü. Refik aynaya bakarak Perihan'ı düşündü. 
Sonra endişeyle Güler'i hatırladı. Merdivenlerde ayak sesleri 
duydu. "Şaşırıyorum!" diye mırıldandı. 
Güler odaya girdi. Refik gene, "Şaşırıyorum!" diye mırıldandı. 
Selâmlaştılar, karşılıklı birkaç cümle söylediler. Refik cebinden 
zarfı çıkarıp anlatmaya koyuldu: Sait Bey'in Osman'dan rica ettiği 
iş mektubu örneği buradaydı; sabah yollayamamışlarch, çünkü 
hazır değildi. Mektup Almanya'ya Siemens'e yazılmıştı, ama aynı 
şeyler bir başka şirkete de yazılabilirdi. Bu bilgileri dikkatle 
veriyor, biraz sonra da evden çıkacağını düşünüyordu. Güler 
de ağbisiyle ilgili birşeyler söylemeye başladı. Refik, kadının 
söylediklerini dinlemiyor, elinde tuttuğu zarfı hemen verip çıkıp 
gitmeyi aklından geçiriyordu. Güler bir ara susar gibi olunca 
zarfı uzattı ve az önce söylediği bu iş mektubu kopyasıyla ilgili 
cümleleri tekrarladı. 
Güler: "Niye? Hemen gidiyor musunuz?" dedi. Sonra koşup 
hizmetçiye çayı getirmesi için seslendi. Refik'e biraz oturmasını 
rica etti. Refik'in cevabını beklemeden kendisi oturdu ve Refik'e 
kızının nasıl olduğunu sordu. 
250 


Refik birşeyler mırıldanarak Güler'in arkasından koyun gibi 
yürüdü. Kadının oturduğu divanın karşısındaki kolluğa oturdu. 
' Söyleyecek başka bir şeyi olmadığı için yapmacıklı bir heyecanla 
kızını anlatmaya başladı. Küçük kızlarının zekâsı Refik ile Pe­
rihan'ın gurur kaynağıydı. Bu zekânın şimdiden bir yığın belirtisi 
vardı. Refik bu belirtilerden birkaçını anlattı, sonra belli belirsiz 
bir suçluluk duydu. Perihan'dan ve kızından bu kadına sözetmek 
canını sıkmıştı. Buna neden sıkıldığını araştırdı. Sonra "Çünkü 
bu bir dul kadın!" diye düşündü ve daha çok düşünmekten 
korkarak, verdiği mektup örneği hakkındaki bilgileri tekrarladı. 
Hizmetçi çayları gelirdi. Bir sessizlik başladı, ama kısa sürdü. 
İçeriye köpek girmişti. Hayvan, Refik'i görünce önce şüpheyle 
durdu, sonra ihtiyatla yaklaştı, kokladı ve yabancı olmadığını 
anlayıp mangalın yanına uzandı. 
Güler: "Sizi tanıdı," dedi. 
Refik: "Evet tanıdı," dedi. Çabuk çabuk çayını içiyordu. 
"Konuşacak şey de kalmadı," diye düşündü. Suçluluk duygusuna 
kapılmaktan da korkuyor, Güler'in yüzüne bakmıyor, bu halinden 
de hiç hoşlanmıyordu. Ortasında garip bir mangal duran oda, 
içinde hiç alışık olmadığı bir eziklik ve yenilgi duygusu uyan­
dırıyordu. 
Güler: "Bıyık bırakmışsınız!" dedi. "Sakalınızı kesmişsi­
niz." 
Refik söyleyecek bir şey aradı, ama başını sallamaktan başka 
bir şey yapamadı. Kadının, bıyıklı ya da sakallı görünüşü 
hakkında bir yargı vermesinden çekindi. Sonra çayını bitirdi 
ve kalkmadan önce, nezaket gereği, bir şey söylemesinin doğru 
olacağını düşündü: 
"Peki... Peki siz başka ne yapıyorsunuz?" 
"Hiç!" dedi Güler... Soruyu kavrayamamış gibi biraz düşündü. 
"Evde oturuyorum. Bugün odamdaki eşyaların yerini değiş­
tirdim... Evet... Başka? Bir eğlence tertiplemeyi düşünüyo­
ruz." 
"Sahi mi? İlginç!" dedi Refik. 
Güler: "Siz ne yapıyorsunuz?" dedi. "O gün Nişantaşı'nın 
köşesinde sizi pek iyi görmemiştim!" 
Refik: "Evet, hastaydım!" dedi... "Uzun bir süre evde yattım. 
25/ 


Kaç zamandır ilk defa bugün yazıhaneye gidiyorum." Sonra 
birden içinden şunu söylemek geldi: "İyi değilim. İyi değilim, 
hayatım rayından çıktı; ne yapacağımı bilemiyorum." Ama bunu 
düşünür düşünmez korkarak ayağa kalktı. Ayağa kalktığını 
farkedince şaşırdı. Çayını daha bitirmemiş, durup dururken 
yerinden fırlamıştı. Köpek de şaşırmış, kendisine bakıyordu. 
Bir şey söylemiş olmak için getirdiği zarf hakkındaki bilgileri 
bir kere daha tekrarladı. Sonra kapıya doğru yürümeye başladı. 
Kapıya doğru yürürken yıllardır gururlandığı, gizli gizli övündüğü 
şu sevgili dengesini de artık kolay bulamayacağını anladı. "Şimdi 
yanlış bir şey yapmamak lâzım!" diye düşündü. "Şuradan çı­
kayım, şu dul kadından kurtulayım!" 
Kapının önündeydiler. Refik: "Allahaısmarladık!" dedi. "Sait 
Bey ve Atiye Hanım'a selâm söyleyin." 
Refik kadının yüzünde alaycı bir şey görür gibi oldu. Düşündü: 
"Küçük ve Cumhuriyetçi bir askerin dul karısı! Ben de küçük 
kızımın annesinin kocası!" 
Tam çıkıyordu ki Güler: "Eğlenceye çağırsak sizi Perihan ile 
gelir iniydiniz?" dedi. 
Refik: "Gelirdik. Niye gelmeyelim?" dedi. Güler'e değil kapıya 
kadar gelen köpeğe bakıyordu. 
Güler: "Eğlenir, konuşurduk!" dedi. 
Refik, "Konuşurduk!" diye düşündü. "Konuşurduk, konu­
şurduk! Dul bir kadınla konuşmaya ihtiyacım var: Hayatım 
rayından çıktı." Sonra gene köpeğe bakarak: "İyi olur!" dedi. 
"Sizin gibi bir kadınla konuşmak istiyordum, zaten!" Hâlâ köpeğe 
bakıyordu. "Ne söyledim!" diye düşündü. Güler'in yüzüne 
bakmadan merdivenleri indi: "Hayatım rayından çıktı! Ne 
söyledim demin!" 
Dışarıda soğuk ve hafif bir rüzgâr vardı. Marmara tarafından 
geliyordu. Lodostan önceki bu yumuşak kış soğuğunu Refik iyi 
tanırdı. Nişantaşı yosun ve deniz kokuyordu. Koku ıhlamur 
ağaçlarına, dükkânlara, kirli ve yeni apartmanlara, eski evlere, 
kravatlı erkeklere, her şeye sinmişti. Karakolun önünden caddeye 
çıktı. İnsanlar evlerine dönüyorlardı. İthalatçılar, müteahhitler, 
ölümü bekleyen Abdülhamit
paşaları bakkal çırakları bahçı­
vanlar, gündelikçi kadınlar, bankacılar, memurlar, tramvay 
252 


yolcuları evlerine dönüyorlardı. Sanki kimse havanın yosun 
koktuğunu düşünemiyor, herkes şu alelade gündelik hayatın 
içinde hiçbir şey koklamadan yaşıyordu. Refik Nişantaşı'nın 
köşesinde durdu. "Eve gidiyorum, akşam yemeği yiyeceğim!" 
diye düşündü. "Sonra kitaplar okuyacağım. Hayatım niye ra­
yından çıkmış olsun?" Karşıda evin ışıkları vardı. Havada o koku 
vardı. Evin içinde mutfak kokusu, aile kokusu, Perihan'ın teninin 
kokusu, küçük kızın ter ve bebek kokusu, yemek kokusu vardı. 
Aklında o dul kadın vardı. Kendinden korkuyordu: "Geçmişi 
ve geleceği olmayan, kişiliksiz bir eşya, bir saksı, ya da bir kapı 
tokmağı gibi hissediyorum kendimi!" Sakallarını kesmişti, çünkü 
sakal kendi gibi erkeklerin bırakacağı bir şey değildi. Ama bir 
çözüm, küçük bir uzlaşma her zaman bulunur: Bıyığını kes­
memişti. Karşıya geçti, bahçe kapısına bağlı çıngırak şmgırdadı. 
Eve girdi: İçerde sıcak ve hayat vardı. Yukarı çıktı. Perihan 
çocuğun başındaydı, üzerinde lacivert bir elbise vardı, makyaj 
yapmıştı. , 
Perihan: "İşe gitmenin şerefine makyaj yaptım, bu elbiseyi 
giydim!" dedi. 
"iyi olmuş!" dedi Refik. Sonra kendini sağlıklı buldu. 
Birlikte akşam yemeği için aşağı indiler. Yemekte Osman 
gevezelik etti. Kardeşi aylar sonra yazıhaneye geldiği için se­
vinçliydi. Nigân Hanım da neşeliydi. Nermin de konuşuyordu, 
galiba kocasıyla aralarındaki gizli dargınlık bitmişti. Kavgalı 
oldukları zamanlar aralarında konuşmazlar, ama başkalarının 
ve ailenin önünde konuşulması gereken şeyleri de konuşurlardı. 
Yemekte Nigân Hanım Cevdet Bey'le ilgili bir anısını anlattı. 
Torunlar biraz şımarıklık ettiler, ama hoşgörüldüler. 
Yemekten sonra Refik küçük Cemil'in aritmetik ödevine yardım 
etti. Sonra çalışma odasına çıktı. Hatıra defterine yazmak istedi, 
ama içinden bir şey gelmedi. Bir süre oturup kitap okudu, ama 
okuduğuna kendini veremedi. Sigara içerek odada aşağı yukarı 
gezindi. Sonra yeniden oturma odasına indi, gazeteleri açıp 
okumaya başladı. Arada bir radyodan gelen sesi dinliyor, ga-
zetelere bakıyor, şundan bundan konuşan Nigân Hanım'la Pe­
rihan'a kulak veriyordu. Onların sözlerinden ve dışardan gelen 
seslerden lodos çıktığını anladı. Sonra okuduğu gazeteyi daha 
253 


dikkatli okumak istedi. Gazeteye bakarken birdenbire, "Perihan 
bana bakıyor!" diye düşündü. Bunu nasıl anladığını çıkaramı-
yordu, ama Perihan'ın Nigân Hanım ile konuşurken, başkalarıyla 
konuşurken arada bir gözucuyla kendine baktığını, sanki orada 
olup olmadığını denetliyormuş gibi koltukta oturan kocasının 
gölgesini süzdüğünü biliyordu. Son günlerde neşelenir gibi 
olduğu, sakalını kestiği, yazıhaneye gittiği için Perihan'ın se­
vindiğini seziyordu. Ama şimdi, üzerinde gezindiğinijıişşettiği 
bakışın, bu sevinçten çok, tedirginlik taşıdığını da anlıyordu. 
Birden gazetesini topladı ve Perihan'ı önceden hissettiği gibi 
kendisine bakarken yakaladı. Perihan gülümsemeye çalıştı. Refik 
tekrar gazeteyi açtı, ama bu sefer dikkatini hiç toplayamach. 
Annesi ile Nermin konuşuyorlardı. 
Nigân Hanım: "Rüzgâr hızlanıyor!" diyordu. 
Nermin de: "Ya, ya, lodos çıkıyor," diyordu. 
Gazetedeki Almanya ve Avusturya hakkındaki bir yazıyı birkaç 
kere okuyarak onları dinledi. Yazı ^Almanya Avusturya'ya boyun 
eğecek mi?" diye soruyor, dışardaki rüzgâr hızlanıyordu. Refik, 
"Delireceğim galiba!" diye düşündü. Gazeteleri alıp odadan çıktı. 
Merdivenleri çıkarken, "Olmuyor, eskisi gibi olmuyor. Ne 
yapmalıyım? Hiçbir şey yapamıyorum. İğrenç bu!" diye düşündü. 
Yatak odasına girdi. Komodinin küçük ışığı yanıyordu. Küçük 
kız yatağında uyuyordu. On gün önce Refik'in hastalığının 
geçtiğine herkes inanınca onu yatağıyla beraber Ayşe'nin oda­
sından buraya getirmişlerdi. Refik elinde gazetelerle yatağın 
kenarında dikilip uyuyan kızını seyretti: Kız uykusunda kı­
pırdandı, birşeyler mırıldanır gibi yaptı, yüzünü buruşturdu, 
sonra rahatladı ve gene eski dertsiz uykusuna döndü. Refik 
yalağın başında oturup gazeteleri okumaya koyuldu. Biraz sonra 
merdivenleri çıkan ayak seslerini duydu. Terliğin kendine özgü 
yumuşak ve kararlı sesini tanıdı: Perihan geliyordu. Refik bütün 
bu gün, aylar sonra yazıhaneye gittiği, sinir bozucu dul kadına 
aklı takıldığı, derinden elerine hayalını düşündüğü bütün bu 
gün arkada kalsın, bitsin istiyordu, ama Perihan'ın ayak sesle­
rinden böyle olmayacağını anladı: Önünde daha vakit vardı. 
Perihan odaya girdi. Refik gene gazeteleri okumaya çalıştı, ama 
odanın içinde gezinen, perdeleri çeken, çekmeceleri açan, do-
254 


lapları karıştıran, dikiş kutusuyla oyalanan Perihan'a dikkat 
ediyordu. Sonunda Perihan sandalyeye oturdu ve eline aldığı 
bir gömleğin kopuk düğmesini dikmeye başladı. Refik bu kopuk 
düğme için sabah Perihan ile tartıştıklarını hatırladı. Perihan'ın 
bir tartışmaya yol açan bu düğmeyi hâlâ dikmemiş olduğunu, 
gömleği yeni eline aldığını düşündü. Sonra okuyamayacağına 
karar vererek gazeteyi yere atıp Perihan'a bakmaya başladı. 
Perihan kocasının kendisine baktığını anladı. Gözlerini 
gömlekten kaldırdı: "Yatacak mısın?" diye sordu. 
"Şimdi mi?" dedi Refik. Saatine baktı, dokuzbuçuğa geliyordu. 
"Hayır, yatmayacağım. Çıkıp biraz yürüyeceğim. İyi değilim." 
Bunu daha önceden düşünmemiş, şimdi dilinin ucuna geldiği için 
söylemişti, ama yerinden kıpırdamadı. Perihan'ın iğneyi tutan ince 
parmaklarını, inip kalkan beyaz elini seyrediyordu. Günün bit­
mediğini biliyor, bitmesi için bir şey olması gerekliğini sezinliyor, 
bunu bekliyordu. Bu belirsiz şeyi bir süre bekleyerek durdu. Uzun 
bir sessizlik oldu. Sonra Refik birşeyler söylemek istedi: 
"Bugün şu Güler Hanım'a gittim. Bir eğlence tertipliyormuş, 
bizi de çağırıyor." 
Perihan ipliği dişleriyle koparıp başını kaldırdı: "İyi işte, gi­
deriz ! " 
"Gider miyiz? Ne yapacağız orada?" 
"Niye? Gider, eğlenirdik!" 
"Hayır, hayır, ne işimiz var bizim orada?" 
"Niye? Hiçbir şey yapmıyoruz! Bari, hiç olmazsa biraz insan 
yüzü görürüz!" 
"Yok, canım! Hele oradaki insanların yüzü. Hoşlanmıyorum 
o insanlardan. Şu Sait Nedim Bey'den! Neydi o akşamki soytarı 
hali... Acı çeken paşazade, tüccarlığın vicdanına ağır geldiğini 
söyleyen maskara. Babası paşaysa babasının dedesi çoban! Sonra 
o ukalâ kızkardeşi... Çirkin bir şey var onlarda! Gitmeyeceğiz!" 
"Ben gitmek istiyorum ama..." dedi Perihan. Kararlı gözü­
küyordu. "Eğlenceli insanlar... Hep evde oturmaktan bıktım!" 
"Eğlenceli ha!" diye bağırdı Refik. Sonra Sait Nedim Bey'i taklit 
etmeye başladı. "Avrupa, ah Avrupa!.. Çok rica ederim! Lütfen! 
Ah, teşekkür ederiz! Ah, Paris! Vah benim babam bir paşaydı! 
Of, yazık oldu bana!" Bunları söylerken eğilip bükülüyor, Sait 
255 


Bey'de hiç görmediği kadınsı hareketlerle hanımların ellerini 
öpüyormuş gibi havaya öpücükler konduruyordu. 
Birden Perihan sinirli bir kahkaha kopardı. "Bu Sait Bey'den 
çok, sana benziyor" dedi. Bu sefer o taklide başladı: "Off, has­
tayım! Ah, içim sıkılıyor! Vah, yazıhaneye gidemem!.." Taklidi 
bıraktı ve deminki kararlılığıyla ekledi: "Ben oraya gitmek ve 
eğlenmek istiyorum!" Sonra birden yataktaki çocuğa döndü:: 
"Bunu da uyandırdık işte!" 
Refik: "Demek, benim hakkımda düşündüğün bu!" diye 
bağırdı. Bir şey düşünemiyor, Perihan'ın demin yaptığı taklitten 
başka aklında hiçbir şey canlanmıyordu. "Demek, benim hak­
kımda düşündüğün bu!" 
Perihan: "Ben o eğlenceye gitmek istiyorum!" dedi. 
Rpfik Perihan'ın hu sözleri inatçılığından, gururunu korumak 
için söylediğini anladı, ama bağırdı: "Zaten şimdiye kadar bütün 
istediğin de buydu: Eğlence... Bir gömleğin düğmesini bile 
dikmiyor, hep eğlence düşünüyorsun!" Perihan'ın etkilenmemiş 
gözükmeye çalışarak çocukla meşgul olduğunu görünce daha 
çok bağırdı: "Sen kafasız, yüzeysel, zavallı bir yaratıksın!" Pe­
rihan'ın dönüp kendisine baktığını gördü ve gene bağırdı: "Sığ, 
aptal ve işe yaramaz bir yaratıksın sen, anlıyor musun? Beni hiçbir 
zaman anlamadın, ne de anlamaya çalıştın." 
Perihan bir hastaya bakar gibi endişeyle Refik'e baktı. 
Refik odadan çıktı, kapıyı vurdu. Kapının önünde bir süre 
içeriden gelecek bir sesi bekleyerek durdu, ama hiçbir şey 
duymadı. Sonra çalışma odasına indi. Orada, gene az önce 
okuduğu kitabı okumaya kalkıştı. Kendini zorlayarak, her ha­
reketini, elini kolunu denetim allında tutarak hep o kitaba, 
Rousseau'nun ltirafları'na bakmak, okuyup anlamak istedi, ama 
aynı cümleleri birkaç kere okumaktan başka bir şey yapamadı. 
Ayağa kalkıp sigara yaktı. Elinin titrediğini farketti. Sigarasını 
içerken odanın içinde aşağı yukarı yürümeye başladı. Demin 
söylediği sözleri, Perihan'ın yaptığı taklidi düşünüyordu. Birisi 
önceden karısının kendisiyle böyle alay edebileceğini, kendisinin 
de kaba ve hayvani sözler söyleyeceğini bildirseydi, ona inanmaz, 
böyle şeylerin zayıf ve ahlaksız insanların evliliklerinde olacağını 
söylerdi. En şaştığı şey buydu: Zayıf insanların hayatlarında 
256 


görülebilecek şeyler kendi hayatına nasıl girmişti? "Bunlar nasıl 
oldu, şu dul kadına neler söyledim, Perihan'a neler söyledim?" 
diye mırıldandı, ama bunları ayrıntılarıyla düşünüp anlayacak 
durumda değildi. Boğazında yumruk gibi bir öfke vardı. Öfke 
bir şey düşünmesine engel oluyor, içinde bir felâket duygusu 
yükseliyor, birşeyler yapmak istiyordu. Odanın içinde yürürken, 
koltuğa çarptı, masanın kenarındaki küllüğü devirdi, sinirlerine 
hâkim olmaya, elinin titremesini durdurmaya çalıştı. Sonra 
odadan çıktı. Merdivenleri hiçbir şey düşünmek istemeden hızla 
tırmandı. Sarhoş gibi odaya girdi. Perihan yatağın kenarına 
oturmuş ağlıyordu. Çocuk da ağlıyordu. 
"Beni hiçbir zaman anlamadın! Benimle hiç ilgilenmedin!" 
Kaba bir hareketle dolabı açtı ve ceketlerini, kazaklarını, 
çoraplarını yatağın üstüne atmaya başladı. Yaptıklarını Perihan 
görsün istiyordu, ama o ellerini yüzüne kapamış ağlıyordu. 
Bir daha: "Beni hiç anlamadın!" diye bağırdı, âmâ sesi bo-
ğuluyormuş gibi kısılmıştı. Kısık sesle acele acele ekledi: "Artık 
ben bu evde duramam, gidiyorum!" 
Perihan: "Allahun, Allahım, ben ne yaptım ki!" dedi. 
Refik dolaptan çıkardığı bavula donlarını, çoraplarını tıkış­
tırıyor, arada bir gene: "Beni hiç anlamadın!" diyordu. Sonra 
bir ara durdu. "Eee, nereye gideceğim?" diye düşündü ve içinden 
Perihan'a sarılmak geldi, ama korktu ve gene: "Artık bu evde 
duramam!" dedi. Kendini inandırmak istiyormuş gibi bunu birkaç 
kere tekrarladı, bavulunu kapadı, çekmeceden bütün parasını 
aldı, Perihan'ın yüzüne bakmaktan korkarak odadan çıktı. 
Merdivenlerden indi, çalışma odasına girip masanın üzerinde 
duran kitapları ve defterleri bavuluna sıkıştırdı. Aldığı kitapları 
yeterli bulmayarak kütüphanenin raflarına baktı. Birkaç kitap 
daha aldı. Başka kitaplar da almak istedi, ama bunları bavuluna 
sığdıramadı. Sığdırmak için uğraşırken de kendine öfkelendi 
ve bavulunu kapıp odadan çıktı. Merdivenleri hızla indi. 
Oturma odasında radyo çalıyordu. Annesiyle Nermin gevezelik 
ediyor, Osman sigara içiyordu. Refik kararlı ve hızlı adımlarla 
odanın ortasına yürüdü ve bavulunu yere bıraktı. 
Bir durgunluk oldu. Osman ayağa kalktı: "Hayrola?" dedi. 
"Ne oluyor?" 
257 


Refik gene: "Gidiyorum!" dedi. Çok can sıkıcı bir durumdu 
bu. İşin içinden nasıl çıkacağını bilmiyor, öyle ayakta dikiliyordu. 
Durumu hemen kavrayamadıkları, anlamak, inandırılmak is­
tedikleri için onlara öfkeleniyordu. 
Nigân Hanım: "Ne oluyor?" dedi. 
Refik, Osman'a bakarak: "Perihan ile kavga ettik!" dedi. 
"Eee, bunun için bavul yapılıp evden çıkılır mı?" dedi. Osman, 
"Aşağıda yat bu akşam. Sen benim odama gel, Nermin oraya 
çıksın!" 
"Yok, yok!" dedi Refik. "Zaten iyi hissetmiyorum!" 
Nigân Hanım: "Nereye gidiyorsun, nereye?" diye bağırdı. 
Felâkete alışmış, buna kendini hazırlamış bir sesti bu. Birazdan 
ağlayacaktı. 
Refik ezilip büzülüyor, bir şey söyleyemiyordu. Sedef odasından 
Ayşe ile torunlar çıktılar. Merakla olup bitene bakıyorlardı. 
Osman, Nermin'e döndü: "Hadi, sen çocukları yatır," dedi. 
Ayşe'ye de bakarak yukarı çıkması gerektiğini hatırlattı. Nermin'le 
çocuklar çıktılar. 
Nigân Hanım ağlamaya başladı. Bir ara: "Biliyordum, bili-
yordum!" dedi. 
Osman: "Anne, durun bakalım, anlayalım ne oluyor," dedi. 
"Ne var ağlanacak şimdi?" Refik'e döndü: "Peki ne diye kavga 
etliniz Perihan'la. Bak, senin kabahatin olabilir. Biraz tuhafsın 
bugünlerde." 
Refik, Osman'a cevap vermedi. Annesine dönüp: "Anne, 
ağlamayın canım!" dedi. 
Osman galiba söylenmemesi gereken bir şeyi söylediğini anladı. 
"Peki şöyle gel de otur, Allahaşkına!" dedi. 
Refik "Hayır, çıkıyorum!" dedi. 
"Hiçbir şey anlamıyorum! Hiçbir şey anlamıyorum!" dedi 
Osman. 
Refik hâlâ yere bıraktığı bavulun yanında duruyor, ne bavulu 
eline alıp çıkabiliyor, ne de annesinin yanına gidip oturabiliyordu. 
Dışardan, gittikçe artan lodosun tıkırdattığı ağaçların gürültüsü 
geliyordu. Bahçeye bakan pencere camları arada bir esniyor, odanın 
karanlık camlara vuran görüntüsü çarpılıp bozuluyordu. 
Birden, Nigân Hanım: "Bir yere gidemezsin. Nereye gideceksin 
258 


bu fırtınada!" dedi. Ama umutsuzlukla konuştuğu için söyle­
dikleri oradaki felâket havasını arttırmaktan başka bir işe ya­
ramadı. 
Refik: "Gideceğim, gideceğim!" dedi. Sonra, "İnşallah, Perihan 
aşağı inmeyi akıl etmez!" diye düşündü. 
Osman iki adım atıp Refik'e yaklaştı. Babacan bir tavır ta­
kınmaya çalışarak elini kardeşinin omuzuna koydu, ama çok 
iğreti bir hareketti bu. 
"Nereye gideceksin, sahiden, Refik?" 
Refik ağbisinin elini omuzunun üstünde hissediyordu: "Ömer'e 
gideceğim!" 
"Ömer'e mi? İstanbul'a mı geldi Ömer?" 
"Hayır, gelmedi!" 
Osman elini çekti: "Yoksa şeye gideceğini mi söylüyorsun? 
Nerede o demiryolu inşaatı... Oraya gideceğini mi söylüyor­
sun?" 
Refik: "Evet, oraya gideceğim!" dedi. O da, "Kemah," keli­
mesini söylemek istememişti. "Oldu bitti işte!" diye düşündü. 
Yerden bavulunu aldı: "Anne ben gidiyorum!" Kızardı, mutlu 
ve sakin gözükmeye çalışarak: "Gidiyorum, bir ay sonra gelirim!" 
dedi. "Allah için, şimdi ağlayacak ne var?.. Bir ay sonra gelirim 
diyorum. Durun sizi şöyle bir öpeyim." Bavulunu bırakıp an­
nesine sarıldı, yanaklarından öptü. Sonra bir ara kararsız kaldı 
ve ani bir hareketle elini de öptü. Bunu yapar yapmaz pişman 
oldu. El öpmek büyük, gösterişli, duygulu törenlere yakışan 
bir şeydi. Orada ciddi birşeyler olduğunu şimdi kendisi de 
kanıtlamış oluyordu. 
Nigân Hanım: "Peki, nereye gidiyorsun?" dedi. 
"Bir otele giderim!" dedi Refik. "Siz kalkmayın, lütfen 
kalkmayın." 
Nigân Hanım: "Otele mi gidiyorsun?" dedi, ama Refik ba­
vulunu kapıp çıkmıştı. Annesinin bir daha, "Otele mi gidiyor­
muş?" diye Osman'a sorduğunu duydu. 
Osman kapıya geldi: "İyi etmiyorsun, iyi etmiyorsun!" dedi. 
"Yarın bana yazıhaneye telefon et. Hemen yola çıkacak değilsin 
ya... Biraz düşün..." Sonra galiba ağbilik damarı kabardı ve sert 
sert ekledi: "Aklını başına topla!" 
; 259 


"Yarın telefon ederim!" dedi Refik ve çıktı. 
Kapıya bağlı çıngırak şıngırdadı. Fırtına vardı, ama Nişantaşı 
sakindi. Ağaçlar uğulduyordu. Birkaç saat önceki yosun ve deniz 
kokusu yoktu. Akşam kalabalığı ve telâş da yoktu. Fırtına, 
Nişantaşı'nın sakin ışıklarını titretiyor, pencerelerden dışarı 
yayılan huzur ve düzen havada eriyip dağılıyordu. 

Download 1.5 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   79




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling