Orhan pamuk
Download 1.5 Mb. Pdf ko'rish
|
Cevdet Bey ve Ogullari ( PDFDrive )
24
FIRTINA Refik kapıyı açan hizmetçiye: "Sait Bey'e bir şey bırakacaktım!" dedi. Hizmetçi: "Sait Bey'ler evde yoklar!" dedi. "Atiye Hanım'la çıktılar. Küçük hanım evde." "Zaten bir zarf bırakacaktım," dedi Refik. Ceketinin cebinden Osman'ın verdiği zarfı çıkardı. 249 Hizmetçi, "Durun, küçük hanımı çağırayım!" dedi. Refik'in paltosunu almak istedi. Refik paltosunu çıkarmadı, birşeyler homurdandı, ama zarfı bırakıp gitmedi. Hizmetçi de çıkmıştı zaten. "Niye zarfı bırakıp gitmedim?" diye düşündü. Kapının önünde dikiliyordu. Saatine baktı: Altıyı biraz geçiyor. Yazıhaneden erken çıkmıştı, ama Beyoğlu'nda oyalanmıştı. Hizmetçi tekrar geldi: "Güler Hanım şimdi geliyor. Siz içeri buyurun!" dedi. Refik: "Yok, yok, zahmet etmesin! Ben oturmayı... keşke çağırmasaydınız ! " dedi ve paltosunu çıkarıp içeri girdi. Yaz sonunda Sait Nedim Bey'in, elinde likör bardağıyla, kendinden geçtiği odaydı burası. Refik eşyayı seyretti. Yaldızlı bir çerçevenin içinde bir ayna gördü ve çekinerek kendine baktı. Yüzünü beyaz ve sağlıksız buldu, ama bıyığını beğendi. Üç gün önce, bayram yemeğinin üstüne, mezarlığa gitmeden önce sa kalını kesmiş, ama bu bıyığı bırakmıştı. Bıyık her zaman dağınık ve anlamsız duran yüzüne "derli toplu" bir anlatım vermişti. Bu, Perihan'ın sözüydü. Refik aynaya bakarak Perihan'ı düşündü. Sonra endişeyle Güler'i hatırladı. Merdivenlerde ayak sesleri duydu. "Şaşırıyorum!" diye mırıldandı. Güler odaya girdi. Refik gene, "Şaşırıyorum!" diye mırıldandı. Selâmlaştılar, karşılıklı birkaç cümle söylediler. Refik cebinden zarfı çıkarıp anlatmaya koyuldu: Sait Bey'in Osman'dan rica ettiği iş mektubu örneği buradaydı; sabah yollayamamışlarch, çünkü hazır değildi. Mektup Almanya'ya Siemens'e yazılmıştı, ama aynı şeyler bir başka şirkete de yazılabilirdi. Bu bilgileri dikkatle veriyor, biraz sonra da evden çıkacağını düşünüyordu. Güler de ağbisiyle ilgili birşeyler söylemeye başladı. Refik, kadının söylediklerini dinlemiyor, elinde tuttuğu zarfı hemen verip çıkıp gitmeyi aklından geçiriyordu. Güler bir ara susar gibi olunca zarfı uzattı ve az önce söylediği bu iş mektubu kopyasıyla ilgili cümleleri tekrarladı. Güler: "Niye? Hemen gidiyor musunuz?" dedi. Sonra koşup hizmetçiye çayı getirmesi için seslendi. Refik'e biraz oturmasını rica etti. Refik'in cevabını beklemeden kendisi oturdu ve Refik'e kızının nasıl olduğunu sordu. 250 Refik birşeyler mırıldanarak Güler'in arkasından koyun gibi yürüdü. Kadının oturduğu divanın karşısındaki kolluğa oturdu. ' Söyleyecek başka bir şeyi olmadığı için yapmacıklı bir heyecanla kızını anlatmaya başladı. Küçük kızlarının zekâsı Refik ile Pe rihan'ın gurur kaynağıydı. Bu zekânın şimdiden bir yığın belirtisi vardı. Refik bu belirtilerden birkaçını anlattı, sonra belli belirsiz bir suçluluk duydu. Perihan'dan ve kızından bu kadına sözetmek canını sıkmıştı. Buna neden sıkıldığını araştırdı. Sonra "Çünkü bu bir dul kadın!" diye düşündü ve daha çok düşünmekten korkarak, verdiği mektup örneği hakkındaki bilgileri tekrarladı. Hizmetçi çayları gelirdi. Bir sessizlik başladı, ama kısa sürdü. İçeriye köpek girmişti. Hayvan, Refik'i görünce önce şüpheyle durdu, sonra ihtiyatla yaklaştı, kokladı ve yabancı olmadığını anlayıp mangalın yanına uzandı. Güler: "Sizi tanıdı," dedi. Refik: "Evet tanıdı," dedi. Çabuk çabuk çayını içiyordu. "Konuşacak şey de kalmadı," diye düşündü. Suçluluk duygusuna kapılmaktan da korkuyor, Güler'in yüzüne bakmıyor, bu halinden de hiç hoşlanmıyordu. Ortasında garip bir mangal duran oda, içinde hiç alışık olmadığı bir eziklik ve yenilgi duygusu uyan dırıyordu. Güler: "Bıyık bırakmışsınız!" dedi. "Sakalınızı kesmişsi niz." Refik söyleyecek bir şey aradı, ama başını sallamaktan başka bir şey yapamadı. Kadının, bıyıklı ya da sakallı görünüşü hakkında bir yargı vermesinden çekindi. Sonra çayını bitirdi ve kalkmadan önce, nezaket gereği, bir şey söylemesinin doğru olacağını düşündü: "Peki... Peki siz başka ne yapıyorsunuz?" "Hiç!" dedi Güler... Soruyu kavrayamamış gibi biraz düşündü. "Evde oturuyorum. Bugün odamdaki eşyaların yerini değiş tirdim... Evet... Başka? Bir eğlence tertiplemeyi düşünüyo ruz." "Sahi mi? İlginç!" dedi Refik. Güler: "Siz ne yapıyorsunuz?" dedi. "O gün Nişantaşı'nın köşesinde sizi pek iyi görmemiştim!" Refik: "Evet, hastaydım!" dedi... "Uzun bir süre evde yattım. 25/ Kaç zamandır ilk defa bugün yazıhaneye gidiyorum." Sonra birden içinden şunu söylemek geldi: "İyi değilim. İyi değilim, hayatım rayından çıktı; ne yapacağımı bilemiyorum." Ama bunu düşünür düşünmez korkarak ayağa kalktı. Ayağa kalktığını farkedince şaşırdı. Çayını daha bitirmemiş, durup dururken yerinden fırlamıştı. Köpek de şaşırmış, kendisine bakıyordu. Bir şey söylemiş olmak için getirdiği zarf hakkındaki bilgileri bir kere daha tekrarladı. Sonra kapıya doğru yürümeye başladı. Kapıya doğru yürürken yıllardır gururlandığı, gizli gizli övündüğü şu sevgili dengesini de artık kolay bulamayacağını anladı. "Şimdi yanlış bir şey yapmamak lâzım!" diye düşündü. "Şuradan çı kayım, şu dul kadından kurtulayım!" Kapının önündeydiler. Refik: "Allahaısmarladık!" dedi. "Sait Bey ve Atiye Hanım'a selâm söyleyin." Refik kadının yüzünde alaycı bir şey görür gibi oldu. Düşündü: "Küçük ve Cumhuriyetçi bir askerin dul karısı! Ben de küçük kızımın annesinin kocası!" Tam çıkıyordu ki Güler: "Eğlenceye çağırsak sizi Perihan ile gelir iniydiniz?" dedi. Refik: "Gelirdik. Niye gelmeyelim?" dedi. Güler'e değil kapıya kadar gelen köpeğe bakıyordu. Güler: "Eğlenir, konuşurduk!" dedi. Refik, "Konuşurduk!" diye düşündü. "Konuşurduk, konu şurduk! Dul bir kadınla konuşmaya ihtiyacım var: Hayatım rayından çıktı." Sonra gene köpeğe bakarak: "İyi olur!" dedi. "Sizin gibi bir kadınla konuşmak istiyordum, zaten!" Hâlâ köpeğe bakıyordu. "Ne söyledim!" diye düşündü. Güler'in yüzüne bakmadan merdivenleri indi: "Hayatım rayından çıktı! Ne söyledim demin!" Dışarıda soğuk ve hafif bir rüzgâr vardı. Marmara tarafından geliyordu. Lodostan önceki bu yumuşak kış soğuğunu Refik iyi tanırdı. Nişantaşı yosun ve deniz kokuyordu. Koku ıhlamur ağaçlarına, dükkânlara, kirli ve yeni apartmanlara, eski evlere, kravatlı erkeklere, her şeye sinmişti. Karakolun önünden caddeye çıktı. İnsanlar evlerine dönüyorlardı. İthalatçılar, müteahhitler, ölümü bekleyen Abdülhamit paşaları bakkal çırakları bahçı vanlar, gündelikçi kadınlar, bankacılar, memurlar, tramvay 252 yolcuları evlerine dönüyorlardı. Sanki kimse havanın yosun koktuğunu düşünemiyor, herkes şu alelade gündelik hayatın içinde hiçbir şey koklamadan yaşıyordu. Refik Nişantaşı'nın köşesinde durdu. "Eve gidiyorum, akşam yemeği yiyeceğim!" diye düşündü. "Sonra kitaplar okuyacağım. Hayatım niye ra yından çıkmış olsun?" Karşıda evin ışıkları vardı. Havada o koku vardı. Evin içinde mutfak kokusu, aile kokusu, Perihan'ın teninin kokusu, küçük kızın ter ve bebek kokusu, yemek kokusu vardı. Aklında o dul kadın vardı. Kendinden korkuyordu: "Geçmişi ve geleceği olmayan, kişiliksiz bir eşya, bir saksı, ya da bir kapı tokmağı gibi hissediyorum kendimi!" Sakallarını kesmişti, çünkü sakal kendi gibi erkeklerin bırakacağı bir şey değildi. Ama bir çözüm, küçük bir uzlaşma her zaman bulunur: Bıyığını kes memişti. Karşıya geçti, bahçe kapısına bağlı çıngırak şmgırdadı. Eve girdi: İçerde sıcak ve hayat vardı. Yukarı çıktı. Perihan çocuğun başındaydı, üzerinde lacivert bir elbise vardı, makyaj yapmıştı. , Perihan: "İşe gitmenin şerefine makyaj yaptım, bu elbiseyi giydim!" dedi. "iyi olmuş!" dedi Refik. Sonra kendini sağlıklı buldu. Birlikte akşam yemeği için aşağı indiler. Yemekte Osman gevezelik etti. Kardeşi aylar sonra yazıhaneye geldiği için se vinçliydi. Nigân Hanım da neşeliydi. Nermin de konuşuyordu, galiba kocasıyla aralarındaki gizli dargınlık bitmişti. Kavgalı oldukları zamanlar aralarında konuşmazlar, ama başkalarının ve ailenin önünde konuşulması gereken şeyleri de konuşurlardı. Yemekte Nigân Hanım Cevdet Bey'le ilgili bir anısını anlattı. Torunlar biraz şımarıklık ettiler, ama hoşgörüldüler. Yemekten sonra Refik küçük Cemil'in aritmetik ödevine yardım etti. Sonra çalışma odasına çıktı. Hatıra defterine yazmak istedi, ama içinden bir şey gelmedi. Bir süre oturup kitap okudu, ama okuduğuna kendini veremedi. Sigara içerek odada aşağı yukarı gezindi. Sonra yeniden oturma odasına indi, gazeteleri açıp okumaya başladı. Arada bir radyodan gelen sesi dinliyor, ga- zetelere bakıyor, şundan bundan konuşan Nigân Hanım'la Pe rihan'a kulak veriyordu. Onların sözlerinden ve dışardan gelen seslerden lodos çıktığını anladı. Sonra okuduğu gazeteyi daha 253 dikkatli okumak istedi. Gazeteye bakarken birdenbire, "Perihan bana bakıyor!" diye düşündü. Bunu nasıl anladığını çıkaramı- yordu, ama Perihan'ın Nigân Hanım ile konuşurken, başkalarıyla konuşurken arada bir gözucuyla kendine baktığını, sanki orada olup olmadığını denetliyormuş gibi koltukta oturan kocasının gölgesini süzdüğünü biliyordu. Son günlerde neşelenir gibi olduğu, sakalını kestiği, yazıhaneye gittiği için Perihan'ın se vindiğini seziyordu. Ama şimdi, üzerinde gezindiğinijıişşettiği bakışın, bu sevinçten çok, tedirginlik taşıdığını da anlıyordu. Birden gazetesini topladı ve Perihan'ı önceden hissettiği gibi kendisine bakarken yakaladı. Perihan gülümsemeye çalıştı. Refik tekrar gazeteyi açtı, ama bu sefer dikkatini hiç toplayamach. Annesi ile Nermin konuşuyorlardı. Nigân Hanım: "Rüzgâr hızlanıyor!" diyordu. Nermin de: "Ya, ya, lodos çıkıyor," diyordu. Gazetedeki Almanya ve Avusturya hakkındaki bir yazıyı birkaç kere okuyarak onları dinledi. Yazı ^Almanya Avusturya'ya boyun eğecek mi?" diye soruyor, dışardaki rüzgâr hızlanıyordu. Refik, "Delireceğim galiba!" diye düşündü. Gazeteleri alıp odadan çıktı. Merdivenleri çıkarken, "Olmuyor, eskisi gibi olmuyor. Ne yapmalıyım? Hiçbir şey yapamıyorum. İğrenç bu!" diye düşündü. Yatak odasına girdi. Komodinin küçük ışığı yanıyordu. Küçük kız yatağında uyuyordu. On gün önce Refik'in hastalığının geçtiğine herkes inanınca onu yatağıyla beraber Ayşe'nin oda sından buraya getirmişlerdi. Refik elinde gazetelerle yatağın kenarında dikilip uyuyan kızını seyretti: Kız uykusunda kı pırdandı, birşeyler mırıldanır gibi yaptı, yüzünü buruşturdu, sonra rahatladı ve gene eski dertsiz uykusuna döndü. Refik yalağın başında oturup gazeteleri okumaya koyuldu. Biraz sonra merdivenleri çıkan ayak seslerini duydu. Terliğin kendine özgü yumuşak ve kararlı sesini tanıdı: Perihan geliyordu. Refik bütün bu gün, aylar sonra yazıhaneye gittiği, sinir bozucu dul kadına aklı takıldığı, derinden elerine hayalını düşündüğü bütün bu gün arkada kalsın, bitsin istiyordu, ama Perihan'ın ayak sesle rinden böyle olmayacağını anladı: Önünde daha vakit vardı. Perihan odaya girdi. Refik gene gazeteleri okumaya çalıştı, ama odanın içinde gezinen, perdeleri çeken, çekmeceleri açan, do- 254 lapları karıştıran, dikiş kutusuyla oyalanan Perihan'a dikkat ediyordu. Sonunda Perihan sandalyeye oturdu ve eline aldığı bir gömleğin kopuk düğmesini dikmeye başladı. Refik bu kopuk düğme için sabah Perihan ile tartıştıklarını hatırladı. Perihan'ın bir tartışmaya yol açan bu düğmeyi hâlâ dikmemiş olduğunu, gömleği yeni eline aldığını düşündü. Sonra okuyamayacağına karar vererek gazeteyi yere atıp Perihan'a bakmaya başladı. Perihan kocasının kendisine baktığını anladı. Gözlerini gömlekten kaldırdı: "Yatacak mısın?" diye sordu. "Şimdi mi?" dedi Refik. Saatine baktı, dokuzbuçuğa geliyordu. "Hayır, yatmayacağım. Çıkıp biraz yürüyeceğim. İyi değilim." Bunu daha önceden düşünmemiş, şimdi dilinin ucuna geldiği için söylemişti, ama yerinden kıpırdamadı. Perihan'ın iğneyi tutan ince parmaklarını, inip kalkan beyaz elini seyrediyordu. Günün bit mediğini biliyor, bitmesi için bir şey olması gerekliğini sezinliyor, bunu bekliyordu. Bu belirsiz şeyi bir süre bekleyerek durdu. Uzun bir sessizlik oldu. Sonra Refik birşeyler söylemek istedi: "Bugün şu Güler Hanım'a gittim. Bir eğlence tertipliyormuş, bizi de çağırıyor." Perihan ipliği dişleriyle koparıp başını kaldırdı: "İyi işte, gi deriz ! " "Gider miyiz? Ne yapacağız orada?" "Niye? Gider, eğlenirdik!" "Hayır, hayır, ne işimiz var bizim orada?" "Niye? Hiçbir şey yapmıyoruz! Bari, hiç olmazsa biraz insan yüzü görürüz!" "Yok, canım! Hele oradaki insanların yüzü. Hoşlanmıyorum o insanlardan. Şu Sait Nedim Bey'den! Neydi o akşamki soytarı hali... Acı çeken paşazade, tüccarlığın vicdanına ağır geldiğini söyleyen maskara. Babası paşaysa babasının dedesi çoban! Sonra o ukalâ kızkardeşi... Çirkin bir şey var onlarda! Gitmeyeceğiz!" "Ben gitmek istiyorum ama..." dedi Perihan. Kararlı gözü küyordu. "Eğlenceli insanlar... Hep evde oturmaktan bıktım!" "Eğlenceli ha!" diye bağırdı Refik. Sonra Sait Nedim Bey'i taklit etmeye başladı. "Avrupa, ah Avrupa!.. Çok rica ederim! Lütfen! Ah, teşekkür ederiz! Ah, Paris! Vah benim babam bir paşaydı! Of, yazık oldu bana!" Bunları söylerken eğilip bükülüyor, Sait 255 Bey'de hiç görmediği kadınsı hareketlerle hanımların ellerini öpüyormuş gibi havaya öpücükler konduruyordu. Birden Perihan sinirli bir kahkaha kopardı. "Bu Sait Bey'den çok, sana benziyor" dedi. Bu sefer o taklide başladı: "Off, has tayım! Ah, içim sıkılıyor! Vah, yazıhaneye gidemem!.." Taklidi bıraktı ve deminki kararlılığıyla ekledi: "Ben oraya gitmek ve eğlenmek istiyorum!" Sonra birden yataktaki çocuğa döndü:: "Bunu da uyandırdık işte!" Refik: "Demek, benim hakkımda düşündüğün bu!" diye bağırdı. Bir şey düşünemiyor, Perihan'ın demin yaptığı taklitten başka aklında hiçbir şey canlanmıyordu. "Demek, benim hak kımda düşündüğün bu!" Perihan: "Ben o eğlenceye gitmek istiyorum!" dedi. Rpfik Perihan'ın hu sözleri inatçılığından, gururunu korumak için söylediğini anladı, ama bağırdı: "Zaten şimdiye kadar bütün istediğin de buydu: Eğlence... Bir gömleğin düğmesini bile dikmiyor, hep eğlence düşünüyorsun!" Perihan'ın etkilenmemiş gözükmeye çalışarak çocukla meşgul olduğunu görünce daha çok bağırdı: "Sen kafasız, yüzeysel, zavallı bir yaratıksın!" Pe rihan'ın dönüp kendisine baktığını gördü ve gene bağırdı: "Sığ, aptal ve işe yaramaz bir yaratıksın sen, anlıyor musun? Beni hiçbir zaman anlamadın, ne de anlamaya çalıştın." Perihan bir hastaya bakar gibi endişeyle Refik'e baktı. Refik odadan çıktı, kapıyı vurdu. Kapının önünde bir süre içeriden gelecek bir sesi bekleyerek durdu, ama hiçbir şey duymadı. Sonra çalışma odasına indi. Orada, gene az önce okuduğu kitabı okumaya kalkıştı. Kendini zorlayarak, her ha reketini, elini kolunu denetim allında tutarak hep o kitaba, Rousseau'nun ltirafları'na bakmak, okuyup anlamak istedi, ama aynı cümleleri birkaç kere okumaktan başka bir şey yapamadı. Ayağa kalkıp sigara yaktı. Elinin titrediğini farketti. Sigarasını içerken odanın içinde aşağı yukarı yürümeye başladı. Demin söylediği sözleri, Perihan'ın yaptığı taklidi düşünüyordu. Birisi önceden karısının kendisiyle böyle alay edebileceğini, kendisinin de kaba ve hayvani sözler söyleyeceğini bildirseydi, ona inanmaz, böyle şeylerin zayıf ve ahlaksız insanların evliliklerinde olacağını söylerdi. En şaştığı şey buydu: Zayıf insanların hayatlarında 256 görülebilecek şeyler kendi hayatına nasıl girmişti? "Bunlar nasıl oldu, şu dul kadına neler söyledim, Perihan'a neler söyledim?" diye mırıldandı, ama bunları ayrıntılarıyla düşünüp anlayacak durumda değildi. Boğazında yumruk gibi bir öfke vardı. Öfke bir şey düşünmesine engel oluyor, içinde bir felâket duygusu yükseliyor, birşeyler yapmak istiyordu. Odanın içinde yürürken, koltuğa çarptı, masanın kenarındaki küllüğü devirdi, sinirlerine hâkim olmaya, elinin titremesini durdurmaya çalıştı. Sonra odadan çıktı. Merdivenleri hiçbir şey düşünmek istemeden hızla tırmandı. Sarhoş gibi odaya girdi. Perihan yatağın kenarına oturmuş ağlıyordu. Çocuk da ağlıyordu. "Beni hiçbir zaman anlamadın! Benimle hiç ilgilenmedin!" Kaba bir hareketle dolabı açtı ve ceketlerini, kazaklarını, çoraplarını yatağın üstüne atmaya başladı. Yaptıklarını Perihan görsün istiyordu, ama o ellerini yüzüne kapamış ağlıyordu. Bir daha: "Beni hiç anlamadın!" diye bağırdı, âmâ sesi bo- ğuluyormuş gibi kısılmıştı. Kısık sesle acele acele ekledi: "Artık ben bu evde duramam, gidiyorum!" Perihan: "Allahun, Allahım, ben ne yaptım ki!" dedi. Refik dolaptan çıkardığı bavula donlarını, çoraplarını tıkış tırıyor, arada bir gene: "Beni hiç anlamadın!" diyordu. Sonra bir ara durdu. "Eee, nereye gideceğim?" diye düşündü ve içinden Perihan'a sarılmak geldi, ama korktu ve gene: "Artık bu evde duramam!" dedi. Kendini inandırmak istiyormuş gibi bunu birkaç kere tekrarladı, bavulunu kapadı, çekmeceden bütün parasını aldı, Perihan'ın yüzüne bakmaktan korkarak odadan çıktı. Merdivenlerden indi, çalışma odasına girip masanın üzerinde duran kitapları ve defterleri bavuluna sıkıştırdı. Aldığı kitapları yeterli bulmayarak kütüphanenin raflarına baktı. Birkaç kitap daha aldı. Başka kitaplar da almak istedi, ama bunları bavuluna sığdıramadı. Sığdırmak için uğraşırken de kendine öfkelendi ve bavulunu kapıp odadan çıktı. Merdivenleri hızla indi. Oturma odasında radyo çalıyordu. Annesiyle Nermin gevezelik ediyor, Osman sigara içiyordu. Refik kararlı ve hızlı adımlarla odanın ortasına yürüdü ve bavulunu yere bıraktı. Bir durgunluk oldu. Osman ayağa kalktı: "Hayrola?" dedi. "Ne oluyor?" 257 Refik gene: "Gidiyorum!" dedi. Çok can sıkıcı bir durumdu bu. İşin içinden nasıl çıkacağını bilmiyor, öyle ayakta dikiliyordu. Durumu hemen kavrayamadıkları, anlamak, inandırılmak is tedikleri için onlara öfkeleniyordu. Nigân Hanım: "Ne oluyor?" dedi. Refik, Osman'a bakarak: "Perihan ile kavga ettik!" dedi. "Eee, bunun için bavul yapılıp evden çıkılır mı?" dedi. Osman, "Aşağıda yat bu akşam. Sen benim odama gel, Nermin oraya çıksın!" "Yok, yok!" dedi Refik. "Zaten iyi hissetmiyorum!" Nigân Hanım: "Nereye gidiyorsun, nereye?" diye bağırdı. Felâkete alışmış, buna kendini hazırlamış bir sesti bu. Birazdan ağlayacaktı. Refik ezilip büzülüyor, bir şey söyleyemiyordu. Sedef odasından Ayşe ile torunlar çıktılar. Merakla olup bitene bakıyorlardı. Osman, Nermin'e döndü: "Hadi, sen çocukları yatır," dedi. Ayşe'ye de bakarak yukarı çıkması gerektiğini hatırlattı. Nermin'le çocuklar çıktılar. Nigân Hanım ağlamaya başladı. Bir ara: "Biliyordum, bili- yordum!" dedi. Osman: "Anne, durun bakalım, anlayalım ne oluyor," dedi. "Ne var ağlanacak şimdi?" Refik'e döndü: "Peki ne diye kavga etliniz Perihan'la. Bak, senin kabahatin olabilir. Biraz tuhafsın bugünlerde." Refik, Osman'a cevap vermedi. Annesine dönüp: "Anne, ağlamayın canım!" dedi. Osman galiba söylenmemesi gereken bir şeyi söylediğini anladı. "Peki şöyle gel de otur, Allahaşkına!" dedi. Refik "Hayır, çıkıyorum!" dedi. "Hiçbir şey anlamıyorum! Hiçbir şey anlamıyorum!" dedi Osman. Refik hâlâ yere bıraktığı bavulun yanında duruyor, ne bavulu eline alıp çıkabiliyor, ne de annesinin yanına gidip oturabiliyordu. Dışardan, gittikçe artan lodosun tıkırdattığı ağaçların gürültüsü geliyordu. Bahçeye bakan pencere camları arada bir esniyor, odanın karanlık camlara vuran görüntüsü çarpılıp bozuluyordu. Birden, Nigân Hanım: "Bir yere gidemezsin. Nereye gideceksin 258 bu fırtınada!" dedi. Ama umutsuzlukla konuştuğu için söyle dikleri oradaki felâket havasını arttırmaktan başka bir işe ya ramadı. Refik: "Gideceğim, gideceğim!" dedi. Sonra, "İnşallah, Perihan aşağı inmeyi akıl etmez!" diye düşündü. Osman iki adım atıp Refik'e yaklaştı. Babacan bir tavır ta kınmaya çalışarak elini kardeşinin omuzuna koydu, ama çok iğreti bir hareketti bu. "Nereye gideceksin, sahiden, Refik?" Refik ağbisinin elini omuzunun üstünde hissediyordu: "Ömer'e gideceğim!" "Ömer'e mi? İstanbul'a mı geldi Ömer?" "Hayır, gelmedi!" Osman elini çekti: "Yoksa şeye gideceğini mi söylüyorsun? Nerede o demiryolu inşaatı... Oraya gideceğini mi söylüyor sun?" Refik: "Evet, oraya gideceğim!" dedi. O da, "Kemah," keli mesini söylemek istememişti. "Oldu bitti işte!" diye düşündü. Yerden bavulunu aldı: "Anne ben gidiyorum!" Kızardı, mutlu ve sakin gözükmeye çalışarak: "Gidiyorum, bir ay sonra gelirim!" dedi. "Allah için, şimdi ağlayacak ne var?.. Bir ay sonra gelirim diyorum. Durun sizi şöyle bir öpeyim." Bavulunu bırakıp an nesine sarıldı, yanaklarından öptü. Sonra bir ara kararsız kaldı ve ani bir hareketle elini de öptü. Bunu yapar yapmaz pişman oldu. El öpmek büyük, gösterişli, duygulu törenlere yakışan bir şeydi. Orada ciddi birşeyler olduğunu şimdi kendisi de kanıtlamış oluyordu. Nigân Hanım: "Peki, nereye gidiyorsun?" dedi. "Bir otele giderim!" dedi Refik. "Siz kalkmayın, lütfen kalkmayın." Nigân Hanım: "Otele mi gidiyorsun?" dedi, ama Refik ba vulunu kapıp çıkmıştı. Annesinin bir daha, "Otele mi gidiyor muş?" diye Osman'a sorduğunu duydu. Osman kapıya geldi: "İyi etmiyorsun, iyi etmiyorsun!" dedi. "Yarın bana yazıhaneye telefon et. Hemen yola çıkacak değilsin ya... Biraz düşün..." Sonra galiba ağbilik damarı kabardı ve sert sert ekledi: "Aklını başına topla!" ; 259 "Yarın telefon ederim!" dedi Refik ve çıktı. Kapıya bağlı çıngırak şıngırdadı. Fırtına vardı, ama Nişantaşı sakindi. Ağaçlar uğulduyordu. Birkaç saat önceki yosun ve deniz kokusu yoktu. Akşam kalabalığı ve telâş da yoktu. Fırtına, Nişantaşı'nın sakin ışıklarını titretiyor, pencerelerden dışarı yayılan huzur ve düzen havada eriyip dağılıyordu. Download 1.5 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling