Orhan pamuk
Download 1.5 Mb. Pdf ko'rish
|
Cevdet Bey ve Ogullari ( PDFDrive )
RASTİGNACIN ODASI
Ömer: "Biraz daha gecikseydin karanlığa kalırdın!" dedi. "Evet!" dedi Refik. Üzerinde hâlâ yolculuğun heyecanı vardı. "Kırk kilometrenin bu kadar da süreceğini hiç sanmazdım." Sonra gene aynı şeyi, üç gün süren yolculuğunu anlatmaya koyuldu. Ankara'dan Sivas'a trenle gelmiş. Sivas'tan Erzincan otobüsüne binmiş; tam bir gün süren bu maceralı yolculuktan sonra, dün akşam, Erzincan'da yatmış, sabah da yarım gün süren bu kırk kilometrelik Erzincan-Alp yolculuğuna çıkmıştı. Geleli yarım saat olmuş, karlı paltosunu çıkarmış, barakanın büyük sobasının yanma oturmuştu, ama Ömer hâlâ onun ince gövdesinden so ğuğun fışkırdığını hissediyordu. Doğu soğuğu, şu Nişantaşlı narin gövdeye iyice işlemiş olmalıydı. Ömer: "Üşüyorsun galiba." dedi. "Üşüyorum, ama çok değil." "Birazdan yemek yeriz. Çorba içer, ısınırsın. Ama önce sana burayı göstereyim." ' Birlikte kalktlar. Ömer önüne gelen ilk kapıyı açtı. Kiracıya ev beğendiren ev sahibi gibi sesini değiştirerek: "Burası helâ!" dedi. "Alaturka, ama idare edersin artık. Hem sizin Nişanta- şı'ndaki evin alt katında vardı bir alaturka helâ... Uşaklar ve hizmetçiler için." Refik: "Ama babam da kullanırdı o helayı," dedi. Özür dili- yormuş gibiydi. "Üstelik evi aldıklarında alafrangaymış orası. Babam sonra değiştirmiş." Ömer, "Tatsız bir şakaydı yaptığım," diye düşündü. Sonra 260 hatırladı: "Babana çok üzüldüm," dedi. "Başın sağolsun!" Bir sessizlik oldu. Görülecek bir şey varmış gibi hâlâ helanın soğuk taşlarına bakıyorlardı. Ömer yeniden: "Başın sağolsun," dedi. Sonra Refik'e sarıldı: "Geldiğine sevindim. Telgrafını alınca sevinmiş, inanamamıştım. Çok sevindim." Kendini çok duygulu buldu ve yüzünü Refik'in bakışlarından kaçırdı: "Dur, odanı göstereyim!" Helanın ya nındaki kapıyı açtı: Burası kocaman, bomboş bir odaydı. Küçük penceresinden dışarıda serpiştiren kar gözüküyordu. "Çok büyük yahu!" dedi Refik. "Hem çok soğuk!" "Evet, ısıtmak derttir. Büyük bir oda istersin diye düşün müştüm. Kışın yalnız tünellerde çalışılabildiği için barakalar boş oluyor... İstersen benim odaya da bir bak. Ama'orada okumak için köşe bulabilir misin bilmem." Gülümseyerek kendi odasının kapısını açtı. Refik içeri doğru çekingen bir adım attı. Ömer, Refik'in ar kasından kendi odasına baktı. Refik'in odada ne gördüğünü düşünerek, alışkanlıktan varlığını unuttuğu eşyaya alıcı gözüyle baktı: Bir yatak, birkaç boş somya, üzerinde çizim ve hesap kâğıtları duran bir masa kaba hir dolap hnrıısnnıı ndanin içinde dolandıran iri bir soba, küçük bir masanın üzerinde kurutulan sigaralar, pencerelerin kenarlarına sıkıştırılmış gazeteler, döşemesi ahşap kirli ve eski bir oda. "Burası daha iyi," dedi Refik. "Daha sıcak!" "İstersen burada yerleş." "Seni rahatsız etmeyeyim." "Ne diyorsun!.. Daha iyi olur. Bol bol konuşuruz da." "Konuşuruz ya!" dedi Refik. "Konuşacak çok şey var!" Ömer başını salladı. "Çok şey var mı?" diye düşündü. "Şimdiden rahatsız olmaya başladım bile. Niye geldi?.. Ama gelmesine sevindim. Konuşurum... Doğru, konuşuruz, konu şuruz!" Hâlâ odayı inceleyen Refik'e dönüp, birdenbire: "Eee, daha nasılsın bakalım?" dedi, ama bunu çok tuhaf bir sesle söylediğini farkederek şaşırdı. Refik: "İyiyim işte!" dedi. Onun da şaşkın bir hali vardı. Yüzü beyazdı, zayıflamış, eski yuvarlaklığını kaybetmişti. Bakışlarında da eskiden olduğu gibi mutluluğun güven ve rahatı gözük- 261 müyordu. Daha çok endişelerle, rahatsızlıklarla boğuşan bir insanın şüpheciliği vardı üzerinde, ama Ömer onun bakışlarında her şeyi yumuşatıp gevşeten iyiniyeti görüyordu. Bu Refik'in her zamanki iyiniyetiydi. Üstelik şimdi uzun ayrılıktan sonra daha da güçlenmiş, aradaki bütün tortuları dağıtarak dostlukla ışıl ışıl parlıyordu. Ömer: "İyi ki geldin, iyi ki geldin!" dedi. Bu sefer aşırı duygusallıktan sıkılan Refik oldu. "Bavulumu getireyim de yerleşeyim," diyerek çıktı. Ömer kendi odasına alıcı gözle bakarak: "İki yıldır buradayım!" diye düşündü. Refik odaya bavulla girdi. Ömer gülümsemeye çalıştı. Sonra bir somyanın üzerinde katlanıp üstüste konmuş şiltelerden birini çekti, kokladı, pis buldu. Ötekine baktı, gene aynı kokuyu aldı, üçüncüsünü çıkarıp Refik'e nerede yatacağını sordu. Refik bir süre kararsız kaldı. Evini döşeyen yeni evli gibi, barakanın büyük odasını ölçüp biçer gibi yaptı. Sonra şilteyi serdiler. Çarşaf da vardı, fazla yorgan da vardı. Onları da serdiler. Ömer, "Kaç yıllık arkadaşız biz!" diye düşündü. Sobanın homurtusu duyuluyordu. "On yıllık. Zaten şimdi, şu hırs dediğim çirkin şeyi de unuttum, unutuyorum..." Refik'in açtığı bavuldan çıkan İstanbul kokusunu içine çekti. Bavuldan çıkan kitapları ve eşyaları inceledi. Sonra yatağının kenarına oturup sigara yakarak Refik'i seyretmeye koyuldu. Refik bavulunu boşaltıyor, eşyalarını küçük bir sandığın üstüne koyuyordu. Ömer birden Refik'i yadırgadığını şaşarak anladı. İnsan yıllar yılı bir tezgâhın arkasında görmeye alıştığı bir kasabı, sokakta yürürken görünce adamın bacaklarına nasıl şaşkınlıkla bakarsa, Ömer de Nişantaşı'ndan, Mühendislik Mektebi'nden, İstanbul'dan başka bir yerde görmediği Refik'e öyle bakıyordu. Birden, sanki karşısındaki Refik değilmiş, kendisi de başka bir ortamda bir başka insanmış gibi heyecanlanarak, "Ne olsaydım?" diye düşündü. "İngiltere'den geldikten sonra ne yapabilirdim?" İki yıldır durmadan saydığı şeyleri gene parmaklarını teker teker bükerek saymaya başladı: "Üniversite, bir mühendislik şirketi, küçük inşaatçılık, İstanbul'da hayat..." Birden kendine öfkelendi: "Hiçbiri!" diye mırıldandı. "O zaman haklıyım ! " 262 Birden Refik başını çevirip sordu: "Sahi, Nazlı nasıl yahu?" "İyi. Yazın ve baharda birkaç kere Ankara'ya gidip gördüm. Şimdi mektuplaşıyoruz." Ömer birden içini dökmek isteyerek: "Mektuplaşıyoruz, ama yazacak şeyler de gittikçe azalıyor!" diye ekledi. "O bana günlük hayatını yazıyor, ben de ona günlük hayatımı yazıyorum... Peki, bunun anlamı ne?" Refik gülümsedi. Bakışları sanki, "Bunun anlamı ne mi? Bunun anlamı nişanlıların mektuplaşmasının güzel bir şey olmasıdır! Bunu niye soruyorsun ki?.." diyordu. "Peki, Perihan nasıl?" "İyi." "Sahi, kızından hiç sözetmedin bana. Adı Melek'ti değil mi?" "Evet." "Nasıl bir şey?" "Melek gibi, ama biraz iriyarı olacak galiba," dedi Refik. "Kimin aklına geldi bu isim?" Refik: "Benim!" dedi çekinerek. "Doğrusu hep melek gibi bir kızım olsun isterdim!" Boşalan bavulu bırakıp yatağa uzandı. Ömer de yatağa uzandı. Sigarasını içiyor, tavana bakıyor, son kırıntılarını yaşadığı şu ilk karşılaşma anının tadını çıkarmaya çalışıyordu. Kardeşliğin, uzun aradan sonra alevlenen dostluğun son pırıltıları da birazdan sönecek, burada, yatakhanede iki öğrenci, ranzada iki asker gibi yataktan yatağa konuşarak paylaştıkları ortaklık duygusu yok olacak, yerine, hayatlarını tokuşturan, birbirlerini yargılayan iki kocamış insanın soğukluğu yerleşecekti... Refik yeniden: "Melek gibi bir kızım olsun isterdim!" dedi... Sonra sinirli, hastalıklı bir kahkaha attı. Ömer şaşkınlaştı. Hiç beklemediği, Refik'ten işitmeye alışık olmadığı bir şeydi bu: "Yahu, seni iyice sinirli gördüm!" dedi. "Yoruldum! Kaç gündür yollardayım..." "İstiyorsan uyu biraz. Bir saat sonra yeriz. Uyursan iyi ge lir." "Yok, yok... Burada bir ay bol bol uyayacağım nasıl olsa... Şimdi konuşalım." "Bir ay mı kalmaya niyetlisin?" 263 "Bir ay, evet... Evden bir ay diye çıktım!" Ömer, "Evden bir ay diye çıkmış!" diye düşündü. "Bir ay diye öyle çıkmış, buraya gelmiş. Burada yatacak, getirdiği kitapları okuyacak, her zamanki mutlu ve dengeli ruhunu odaya yayacak, ben de gene hırslı, tutkulu, rahatsız ve kötü bir herif olduğumu düşünmeye başlayacağım... Hiçbir şeye bulaşmadan namuslu gözükmek, mutlu ve ahlaklı gözükmek kolay!.. Ama onun da sinirli bir hali var şimdi... Gene başladım düşünmeye! Bari şu getirdiği gazeteleri okuyayım... Burada fatihlik yapmaya, para kazanmaya çalışırken dünyada neler oluyor anlayalım bakalım." Dünyada ne olup bittiğinden çok da habersiz sayılmazdı. Bir Alman mühendisinin bütün Avrupa'yı alan güçlü bir radyosu vardı. Arada bir Ömer ona gidip dinlerdi, ama Ankara'dan gelen taze memleket gazeteleri başka şeydi: "Başvekilimiz Celâl Bayar'ın beyanatı: Hükümet kanunlar için yeni bir çığır açıyor... Hatay'da Fransa ve Suriye'nin... Kral Faruk'un Türkiye seyahati... Av rupa'nın buhranlı günleri... Avusturya Hitler'in ültimatomuna... Stalin diyor ki tecavüzlere karşı..." İçinden daha okumak geli yordu, ama gazeteyi bıraktı. "Refik ne yapıyor?" diye düşündü. Refik'in varlığının bilincine iyice sindiğini gene anladı ve yas tıktan başım hafifçe kaldırarak odanın öbür ucundaki yatakta uzanan lekeyi gördü. "Tamam!" diye düşündü. "Bir ay rahatsız olacağım... Bir ay üzerimde şu mutlu, ama ince ve düşünceli insanın yargılayıcı bakışları dolaşacak! Bari başlayan ben ola yım!" Yeniden yatağa düşen başını kaldırarak sordu: "Peki, peki, başka? Başka ne yaptın seni görmeyeli?" Refik: "Boşver şimdi," dedi aceleyle. "Sen buradaki hayatı anlat bana..." » "Buradaki hayat?" "Nasıl yaşadığını, tünelden, çalışmaktan kalan vakitte neler yaptığını, insanları... Hayatı işte canım!" "Karanlık oldu... Karanlık basınca burada yemek yeriz: Gaz lambalarını yakarız. Sana yazmıştım. Bizden dört sınıf küçük iki mühendis var benimle çalışan... Onlar biraz kâğıt oynarlar... Pişti, ya da altmışaltı. Sözünü ettiğim o Hacı var... Yemeği yapar, barakayı siler süpürür, çamaşır yıkar, ayak işlerine koşar... Bu 264 kış bu koca barakada dört kişiyiz. Kemah yolunda, iki kilometre batıda asıl büyük şantiye var... Orada büyük lojmanlar, bir Alman mühendis ve jeneratör var. Ben arada bir ona giderim, gevezeliğe... Sonra zaten uyku vakti gelir... Akşamları böyle geçer! Zaman da çok yavaş, çok ağır akar... Kar yağar... Sabah pencereden bir bakarsın, canın kalkmak istemez... Sigara içerim... Arada bir içki içeriz... İşte böyle şeyler... Buradaki hayat bu. Birazdan kalkar, çorba içeriz... Rastignacin, fatihin odası da bu... Hadi, kalkıp çorba içelim... Sonra rahat rahat uyursun sen!" Download 1.5 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling