Orhan pamuk
Download 1.5 Mb. Pdf ko'rish
|
Cevdet Bey ve Ogullari ( PDFDrive )
273
alışkanlıkla her zaman içtiği o meyhaneye girdi: Tanıdık yüzlerle selâmlaşmamak, bayağı meyhane törenlerine kendini kaptır mamak için soğuk bir yüz takındı. Garson her zaman getirdiği rakıyla leblebileri önüne koydu. Başını önünden kaldırmadan çabuk çabuk içmeye başladı. Yirmisekiz yaşındaydı. Şairlikten beklediğini alamamıştı, ama gene şiirden ve Beyoğlu'ndan başka sığınacak bir şey bulamı yordu. Ama işte şimdi Beyoğlu da tiksinti uyandırmaya başlamıştı bile. Arkasında, yandaki masalarda konuşulanları dinliyordu. Sesinden tanıdığı bir gazeteci, sözlerinden saygı duyulmaması gereken biri olduğu anlaşılan bir kadına, nasıl sert bir söz söylediğini anlatıyordu. Aynı masada oturan biri başka bir in sandan sözederek: "O ne aç gözlü heriftir, o ne aç gözlü heriftir!" diyordu. Arkadaki masada biri, yakından tanıdığı bir siyasetçinin çocukluğunda ne kadar zavallı bir şey olduğunu anlatıyordu. Beyoğlu'na değil, alçakgönüllü Beşiktaş meyhanelerine gitmeliydi, ama kadınlar Beşiktaş'a yakın değildi. Üstelik oraya askeri öğ rencilerle buluşmak için zaten gidiyordu. Muhittin içkisini bitirdi, hesabı ödedi, masadan kalkarken, "Otuz yaşında kendimi öldüreceğim!" diye düşündü. Tam ka pıdan çıkıyordu ki, mühendislik bürosuna sık sık uğrayan bir ihtiyar inşaatçıyla gözgöze geldi. Kendisine sıcak bir dostlukla bakan ihtiyara hiçbir şey düşünmeden, yalnızca böyle ihtiyarların karşısında böyle yapıldığı için sevgiyle gülümsedi. Sonra içinde uyanır gibi olan duygu yüzünden kendini cezalandırmak iste diğini anladı ve Ömer'in bir zamanlar kendisine, "Sen kendini öldüremezsin!" dediğini hatırladı. Gene caddedeydi. Acele acele içtiği rakı kanına karışıyordu. İnsan yüzleri akıyor, vitrinlerden, sinema afişlerinden, lokanta lambalarından fışkıran renkli, ölü ışıklar yüzlerde yansıyordu. "Otuz yaşında öldürecek iniyim kendimi?" Bir sokaktan içeri girdi. Bu sokaktan her içeri girişinde içini yakan tiksinti ve korkunun canlandığını farkederek, kaldırımlarda, parke taşlarının üzerinde kırmızı ışıklar yansıtan su birikintilerinin çirkef ol duğunu, Beyoğlu'nun çirkin olduğunu, kendisinin sefil, zavallı, korkak olduğunu, yıkılmak üzere olduğunu düşünerek yürüdü. Üç katlı eski evi gördü. Her zaman takındığı kayıtsız, heyecansız 274 tavırla kendi evinin kapısından içeri giriyormuş gibi içeri girdi. Kapıyı açan ihtiyar kadına boş boş baktı, merdivenleri çıktı, küçük aydınlık bir sofada koltuklarda oturan kadınları gördü, kadınların kendisini gördüğünü ve bir tanesinin sevindiğini, kendisine iğreti, çapkın bir işaret yaptığını, ötekilerin gül düğünü gördü; düşünmek istemedi. Düşünmek istemeden, içkinin daha çabuk kanma karışmasını isteyerek birine para verdi, merdivenleri çıktı. Kırmızı bir lambayla aydınlatılmış, havasız, penceresiz kirli bir odaya girdi. Biraz beklemesi ge rektiğini söyleyen başka birisine gene kayıtsız, duygusuz bir bakışla bahşiş verip yatağın kenarındaki koltuğa oturdu. "Birazdan gelecek!" diye düşündü. Başını arkasına yaslamış, kısa kollarını bir kenardan aşağı koyvermiş, kalp krizi geçiren bir ihtiyar gibi kendi içini dinleyerek koltukta oturuyor, sıcak ve pis kokulu odanın yüksek tavanından sarkan kırmızı ampule bakıyordu. Ampul kırmızı kirli bir şeydi. Yanmasına rağmen insanda soğuk olduğu izlenimini uyandı rıyordu. Muhittin bir zamanlar "Kırmızı Ampul" diye bir şiire başlamış, ama tasarladığı şeyin açıkyüreklilik ve sonuna kadar gideceği bir içtenliği gerektirdiğini anlayınca yarıda bırakmıştı. İkiyüzlü olduğu; kendini saklamaktan hoşlandığı için değil, böyle bir içtenliğin sapıklık olarak algılanacağı bir ortamda yaşadığını; o şiirin bu ortamda bir rezalet çıkarma, ilgi çekme hevesinden başka türlü yorumlanamayacağını düşündüğü için yarıda bı raktığına karar vermişti. Ama şimdi, burada tek başına otururken, gene kendisine karşı acımasız olması gerektiğini seziyor, istemeye istemeye şiiri korkaklık ve ikiyüzlülükten bitiremediğini dü şünüyordu. Kendine karşı acımasızdı şimdi: Kendini otuz yaşında öldüremeyeceğini, ikiyüzlü olduğunu, kötü bir şair, iyi bir sahtekâr olduğunu, biraz, gelecek olan kadından hastalık kapmaktan korktuğunu düşünüyordu. Ama hastalık düşüncesini yumuşatabilecek zekâsı da vardı. Ne zaman bu korkuya kapılsa hemen Baudelaire'i hatırlıyordu. Toplumun dışında kalmış, orta halli o sefil Fransız'ı Baudelaire yapan iki şey vardı: Yalnızlık ve frengi!.. "Baudelaire gibi yalnız, karamsar, zeki, aşka susamış bir şairim ben!" diye düşündü. "Baudelaire gibi tek dostum orospular; ondan tek eksiğim frengi. Onu da kapsam tam olur! 275 Tam olur!" Kırmızı ampule bakarak, yaklaşan şeyin endişele rinden kendini sıyırmak için hızlı hızlı bunları söyledi. Sonra bir kadının bir şarkı mırıldanarak merdivenleri çıktığını duydu. Ayak seslerini dinledi, ama şarkı kendi kapısının önünde dur madan geçti. Sonra yandaki odanın kapısı gıcırdayarak açıldı. Orada kendisi gibi biri olmalıydı. Muhittin, "Tek dostum onlar!" diye düşündü. Gelecek olan kadının yüzünü çıkartmaya çalıştı, ama fazla bir şey hatırlayamadı. Aklına başka kadın yüzleri geldi. Bugün yazıhaneye ortağının alışverişten dönen karısı gelmişti. Otuz yaşlarında, esmer, sıradan bir kadındı. Birden içinde bir küçümseme uyandı. "Ortağımın karısını düşünüyorum, çünkü o hayalimdeki prensese benzemiyor!" diye düşündü ve güldü. Hayalindeki prensese benzemeyen bütün kadınları küçümsü- yordu. Muhittin'i evlendirmek için sinir bozucu bir çaba gösteren ortağı da, bir kere ona kadın düşmanı olduğunu şaka yollu söylemeye kalkışmış, Muhittin de hayalindeki prensese ne kadar saygı duyduğunu hatırlayarak ortağına bütün gücüyle karşı çıkmış, ters bir cevap vermiş, sonra kendine kızmıştı. "Tek dostum onlar!" Onlara bazan bütün kadınlardan çok saygı duyduğunu düşünüyordu. Böyle bir düşünceye kapıldığı za- manlarda bu kadınların şimdi içinde bulundukları duruma yoksulluktan, ya da çaresizlikten değil, başkalarının yaptığı şeyleri yapmak istemedikleri; toplumun kurallarına değer vermedikleri için kendi bilinçli seçmeleri sonucunda geldiklerine inanıyordu. Birisinin merdivenleri çıktığını farkederek heyecanlandı. He yecanla birlikte endişeye de kapıldı. Sonra her zaman düşündüğü şeyleri de acele acele düşündü: "Buraya bir daha gelmeyeceğim!.. Daha çok çalışacağım! Buraya bir daha gelmemeli!" Ayak sesleri kapının biraz ötesinde durdu. Muhittin'in ya kından tanıdığı o kısık, boğuk kadın sesi kendini gizlemeye hiç çalışmadan birisine sordu: "Benim küçük gözlüm burada mı?" Bir erkek cevap verdi. Muhittin alışmıştı artık, aldırmıyordu. Daha önce de duymuştu bunu. Altı ay önce buraya ilk gelişinde... Değil aldırış etmek, galiba hoşlanıyordu: Kadının sesinde belli belirsiz bir şefkat, anaç bir yakınlık buluyordu. "Benim küçük gözlüm!" 276 Kapı açıldı. Kadının yüzüne kırmızı ışık vurdu. Yüz her za manki sahte ifadeyi takınarak Muhittin'e "Ah, seni çapkın seni!" dedi. Muhittin de utangaç bir ifade takındı. Birazdan kadın konuşacak, birbirlerinin hatırını soracaklar, sonra kadın elbisesini çıkarırken, "Beklettim mi seni?" diyecekti. Muhittin birden ayağa kalktı, kadını omuzlarından tuttu: "Ben kendimi öldürebilir miyim?" diye,sordu. "Beni öldürecek misin?" dedi kadın şaşkınlıkla. Korkuyla silkinip Muhittin'in kollarından kurtuldu. "Ne biçim söz o?" Bir deliye bakar gibi Muhittin'e bakıyordu, ama çok da fazla korkmamıştı galiba. Alışık olmalıydı böyle şeylere. Muhittin, "Hayır seni değil, kendimi!" demedi. Boynunu büktü. Download 1.5 Mb. Do'stlaringiz bilan baham: |
Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©fayllar.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling
ma'muriyatiga murojaat qiling