etmiş, İsa'nın sevgi dolu gözlerindeki ışıl ışıl parıldayan derinlik, narin ama güçlü bir ruhun
biçimlendirip kendisine yurt edindiği zarif, güzel ve esmer elin hafifçe sallanışı, belki hepsinden
çok hoş geldiniz diyen davetkâr jesti bunu sağlamıştı. Kaynayıp coşan bir suyun kıyısı ve ağır bir
teknenin burnu da bir an için İsa ile boy göstermiş, sonra tüm görüntü kış ortasında tüten bir
nefes gibi silinip gitmişti.
Bazen falan ya da filan kişinin ya da bir tarih parçasının, bir kez daha yaşamak arzusuyla
ve bakışlarının canlı bir gözde yansıdığını görmek özlemiyle okunan metinden adeta açgözlü
kopup geldiği oluyordu. Hans bu gibi durumları kabulleniyor, hayrete düşüyor, hızla devinen, bir
an sonra yine kaybolup giden
görüntüler yüzünden varlığının derinliklerinde tuhaf bir değişikliğin gerçekleştiğini
duyumsuyor, sanki kara toprağın
altını bir cam arkasından gördüğü ya da Tanrı'nın gözlerinin bir an kendisine çevrildiği
hissine kapılıyordu. Bu paha biçilmez görüntüler bir davete gerek kalmadan kendiliklerinden
seğirtip geliyor, hac yolculuğuna çıkmış insanlar ve güler yüzlü konuklar gibi herhangi bir
yakınmaya yol açmadan yine gözden
kayboluyorlardı; öyle kimseler, öyle konuklar ki, cesaret edilip de kendilerine bir şey
söylenemiyor,
kalmaya zorlanamıyorlar, çünkü çevreleri yabancı ve Tanrısal bir atmosferle kuşatılmış
oluyordu. Hans bu yaşantıları herkesten saklıyor, bunlardan Heilner'e bile söz açmıyordu. O
eski hüzünlü hah kaybolup giden Heilner hırçın, tedirgin ve huysuz birine dönüşmüştü;
manastıra, öğretmenlere, öğrenci arkadaşlarına, havaya, insanların yaşam biçimine atıp tutuyor,
Tanrı'nın varlığını eleştiri konusu yapıyor, bazen kavgacf biri kesiliyor ya da durup dururken
aptalca şakalara ve muzipliklere kalkışıyordu. Bir kez ötekilerden soyutlanmış durumda, onlarla
Do'stlaringiz bilan baham: |