zekâdan yoksun olduğu söylenemezdi, sen diye hitap etmekten hoşlandığı öğrencilerine karşı
babacan biriydi hatta. Başlıca kusuru fazla kendini beğenmiş olmasıydı; bu da onu ders verdiği
kürsünün başında sık sık aşırı övüngen davranışlara sürüklüyor, güç ve otoritesinden en ufak
şekilde kuşku duyulmasına göz yummayan biri yapıyordu. Hiçbir itiraza katlanamaz, yaptığı
hiçbir hatayı itirafa yanaşmazdı. Bu yüzden de iradesi zayıf
ya da içtenlikten uzak öğrenciler kendisiyle gayet güzel anlaşıyordu; ama özellikle güçlü
bir kişiliğe sahip dürüst öğrencilerin bu bakımdan işi zordu, çünkü dolaylı yoldan yapılacak en
ufak bir itiraz bile müdür beyi kızdırmaya yetiyordu. Karşısındakini bazen yüreklendirici
bakışları ve duygulanmış ses tonuyla babacan insan, bir dost rolünü oynamada uzmanlaşmıştı ve
şimdi Hans önünde de yine bu
rolü sergilemeye koyuldu.
Ürkek ürkek içeri giren Hans'm ilkin kuvvetle elini sıkarak, "Buyrun oturun, Giebenrath,"
dedi güler yüzlü ve nazik. "Sizinle biraz konuşmak istiyorum. Sen diye hitap etmemde bir
sakınca yoktur umarım."
"Tabii, müdür bey!"
"Sen kendin de fark etmiş olacaksın ki, sevgili dostum son zamanlar derslerde gösterdiğin
başarı grafiğinde bir düşüş var. En azından İbranice'de durum böyle. Şimdiye kadar bu derste
belki bizim en iyi öğrencimizdin, böyle bir düşüşü görmek üzüyor beni. İbranice'den eskisi gibi
zevk almıyor musun yoksa?"
"Alıyorum, müdür bey."
"Bir düşün bakalım! Böyle şeyler insanın başına gelir çünkü. Kimbilir, belki şimdi daha çok
sevdiğin bir başka ders vardır?"
"Hayır, müdür bey."
"Gerçekten yok mu? Evet, o zaman başka nedenler aramamız gerekiyor.
Bana yardım eder misin, bunun nerden kaynaklandığını arayıp bulalım seninle?"
"Bilmem ki... ödevlerimi her zaman yapmaya çalıştım..."
Do'stlaringiz bilan baham: |