gerilerde kaldığını okulun müdürü gibi o da biliyordu kuşkusuz. Ama şimdi bunlara üzüldüğü
yoktu, yalnızca umutlarını boşa çıkarıp hayal kırıklığına uğrattığı babasıyla karşılaşmaktan
duyduğu korku kasvetle dolduruyordu yüreğini. Şu anda dinlenmekten, doya doya ağlamaktan,
doya doya düşler görmekten, gerilerde kalan bütün çilelerden ve kahırlardan sonra şöyle yine
bir yol oh deyip rahat bir nefes almaktan başka bir şey istemiyordu. Ne var ki, babasının yanında
bu fırsatı ele geçiremeyeceğinden korkmaktaydı. Tren yolculuğu sona ermek üzereyken başına
yine şiddetli bir ağrı gelip yerleşti, pencereden dışa-rısını seyretmez olmuştu artık, oysa trçn
şimdi en sevdiği yerlerden geçmekteydi, tepelerinde ve ormanlarında heyecan ve coşkuyla gezip
dolaştığı yerlerdi hepsi; az kalsın kasabalarının o avucu-nun içi gibi bildiği istasyonunda inmeyi
unutuyordu.
İşte şimdi elinde şemsiye ve valiz, istasyonda öylece dikiliyor, babası da karşısında durmuş
kendisine bakıyordu. Müdür beyin yolladığı son haber, hayırsız oğlunun adamda yol açtığı hayal
kırıklığını ve öfkeyi akıl almaz bir dehşete dönüştürmüştü. Hans'ı kafasında yıkılmış, çökmüş
ve korkunç derecede perişan durumda tasarlamıştı babası; oysa zayıf düşmüş olmasına
karşın yine de sağlam ve kendi ayakları üzerinde durur halde bulmuştu onu. Bu da içine biraz su
serpmişti; ne var ki, işin en kötü yanı, doktorla müdür beyin yazdıkları mektuplarda sözü edilen
şu sinir bozukluğundan içten içe duyduğu korkuydu. Kendi ailesinden şimdiye kadar hiç sinir
hastası çıkmamıştı ve bu gibi hastalara kasabada akıl hastaları gibi davranılır, kimse anlamaya
çalışmaz, dahası alay edilerek ya da küçümseyici bir acımayla söz edilirdi onlardan hep. İşte
şimdi de oğlu Hans böyle bir hastalıkla dönüp gelmişti eve.
İlk gün Hans evde sitemler, suçlamalarla karşılaşmamasına sevindi.
Do'stlaringiz bilan baham: |