arkadaşlarına yetişmesi düpedüz olanaksızdı. Her ne kadar cesaretlendirici bir içtenlikle
söylenmiş 'yeniden görüşmek üzere' sözcükleriyle Hans'ı uğurlamışsa da, sonraki ilk
günlerde Hellas odasına adımını her attığında gözüne çarpan üç boş masa içinde bir burukluk
yaratmış, okulun yetenekli iki öğrencisini kaybetmesine belki biraz da kendisinin yol açtığı
düşüncesini kafasından kovmakta zorlanmış ama moral bakımından güçlü, yılmak bilmez bir
adam olduğu için, bu bir işe yaramaz karanlık kuşkuları yüreğinden yine uzaklaştırabil-mişti.
Elinde küçük valiziyle evin yolunu tutmuş Hans, kiliseleri, o büyük giriş
kapısı, çatıları, kuleleriyle manastırı arkalarda bırakmış, orman ve sıra sıra tepeler geride
kalarak onların yerini komşu Baden-Baden kentinin bağları bahçeleri
almış, ardından Pforzheim görünmüş, hemen onun ilerisinde Karaorman'm çamla kaplı
lacivert tepeleri ve dağları boy göstermişti.
İçinde akan sularla çok sayıda vadinin yer aldığı dağlar ve tepeler yazın kızgın sıcağında
olduğundan daha mavi ve serin görünüyor, bol bol gölgeler vaat ediyordu insana. Hans sürekli
değişip duran ve doğup büyüdüğü yerleri giderek daha çok anımsatan çevreyi içinde bir hoşluk
duygusuyla seyredip duruyordu ki, kendi kasabalarına yaklaştıklarını görünce ansızın babası
geldi aklına, babasının istasyonda kendisini karşılayacak olmasından duyduğu tatsız korku böyle
bir yolculuk yapmaktan duyduğu küçük sevinci kendisine zehir etti. Sınav için Stuttgart'a
gidişlerini ve okul için Maulbronn'a yaptıkları yolculuğu, insana verdiği* o heyecan ve ürkekliği
sevinçle yeniden yaşadı. Bütün bunlar neye yaramıştı sanki? Manastıra artık geri
dönemeyeceğini, okulun da öğrenimin de bütün o açgözlü umutların da bundan böyle kendisi için
Do'stlaringiz bilan baham: |