ve atölyeden çıktı. Bir saatlik bir yemek molası vardı.
Eski okul arkadaşlarından iki bakkal çırağı yolda Hans'm peşine takıldı, onunla alay edip
eğlenmeye başladı.
"Manastır okulunun çilingiri!" diye seslendi biri arkasından.
Hans adımlarını açtı. Aslında memnun muydu, değil miydi, bilmiyordu pek; atölyeyi sevmişti
ama hayli yorgun düşmüştü, ölesiye yorgun.
Eve vardı, biraz şöyle oturup yemek yiyeceği için sevinirken, tam kapıda Emma'yı anımsadı
birden. Oysa öğleye kadar hiç aklına gelmemişti.
Usulcacık odasına çıktı, kendini yatağın üzerine attı, acıyla kıvranmaya başladı. Ağlayacak
oldu ama yaş gelmedi gözlerinden.
Umutsuzluk içinde, kendini yine o kahredici özlemin eline dürmüş
hissetti; kafasının içinde fırtınalar esiyor, başı zonkluyor, boğazında düğümlenip kalan
hıçkırıklar acı veriyordu.
Öğle yemeği bir işkenceydi. Hans, babasının sorularını cevaplandırdı ister istemez,
atölyeden söz etti, babasının küçük şakalarını sineye çekti, keyfi yerindeydi babasının. Yemek
yenir yenmez bahçede aldı soluğu, burada yarı düşlere dalarak on beş dakika kadar güneşlendi.
Derken vaktin geldiğini görüp yine atölyenin yolunu tuttu.
Daha öğleden önce ellerinde kırmızı lekeler belirmişti, öğleden sonra sızlamaya başladı
lekeler, akşamleyin ise öylesine şişip kabardılar ki, canı acımadan hiçbir şeyi tutamaz oldu Hans.
Paydostan sonra da August'un gözetimi altında bütün atölyeyi derleyip topladı.
Cumartesi günü daha da kötüleşti durum. Elleri ateş gibi yanıyordu, kırmızı lekeler
büyüyerek kabarcıklara dönüşmüştü. Ustanın da tersliği üzerindeydi, vara yoğa söyleniyor,
bağırıp çağırıyordu. August arkadaşını avutmaya çalışıyor, hepsi hepsi birkaç gün sabretmesi
Do'stlaringiz bilan baham: |