parlıyor, müşterileri kendisine çekiyordu. Meyhane ağzına kadar doluydu, bu da içeride
oturmaya can atan kalfanın canını sıktı; çaresiz bahçede kaldılar.
Anker meyhanesi buranın müdavimlerine göre kibar bir yerdi, eski ve ilkel bir köy
meyhanesi değil, pek
çok penceresi, peyke yerine sandalyeleri ve demirden bir alay reklam tabelası, ayrıca
kentliler gibi giyinen garson kızıyla kırmızı tuğladan bir yapıydı. Asla gömlek kolluk-larıyla
ortada dolaşmayıp modaya göre dikilmiş kahverengi bir takım elbiseyle müşterilerin karşısına
çıkan meyhaneci, aslında iflas bayrağını çekmiş biriydi, kendi meyhanesini baş
alacaklı bir bira fabrikatöründen kiralamış, o günden beri de kibarlığa daha çok özenmeye
başlamıştı. Bahçe bir akasya ağacıyla büyük bir tel çitten oluşuyor, çitin neredeyse bir yarısını
yabani üzümler örtüyordu.
"Haydi şerefe!" diyerek sesini yükseltti kalfa ve üç arkadaşıyla kadeh tokuşturdu.
Gösteriş olsun diye bardağı kafasına dikip bir içişte boşalttı.
"Bakar mısınız, güzel matmazel! Bu bardağın içinde de bir şey yokmuş, bana hemen bir
tane daha getirir misiniz lütfen T' diye seslendi, masanın üzerinden bardağı garson kıza uzattı.
Bira da nefisti hani, soğuktu, üstelik tadı fazla acı da değildi. Hans zevk ve neşeyle içti
birasını; August, bu işin erbabı gibi birasını yudumlayarak dilini şapırdatıyor, bir yandan da iyi
çekmeyen bir soba gibi
sigarasını tüttürüyor, Hans da onun bu tavrına içten içe hayranlık duyuyordu.
Böyle neşeli bir pazar günü geçirmek, bunu hak etmiş, bunu yapmasına kimsenin karşı
duramayacağı biri gibi bir meyhanenin masasında oturmak, hayatı tanıyan ve eğlenmesini iyi
bilen kişilerin yanında olmak hiç de fena değildi doğrusu. Gülenlerle birlikte gülüp arada
Do'stlaringiz bilan baham: |